25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
20 ŞUBAT 1996 SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 İdil Biret ile müziğin çevresinde, satranç, edebiyat, caz ve resim üzerine... 'Mozart'm müziğL, ııniziğhııizcliı-. r AHMETSAy - Şugünlertk dünya şampiyonu satranç- çı Kasparov, en geiişkin satranç progranu fle donaülmış bügisayaria maç yapıvor. So- DUÇ ne olur siza? Vfakine, insan yaratıcıhgının üstünde olabilırmı? Bılgısayan kim icat etti? Kas- parov yenilirse bu, maçlarda yarancılığını yeterince kullanmadı demektir? - Yaratjcılıgı rusıl tanımlıyorsunuz? Düşüncede, bılim ve sanatta buluş... Es- kiden Fischer adlı bir satranç şampıyonu vardı. Karsıtının konsantrasyonunu boz- mak için bazı yersiz hareketler, mimikler yapardı. Bu tavır yaratıcılığın dışındadır. Düşünceye katkı getırmeyen davranışlan ayırmak lazım... -Müzikdeştirmenlerine ne diyorsunuz? Ekştiriler w etkiJer mi? Akıllıca eleştiriden hoşlanınm. Övül- mek ya da yenlmek önemli değil. Sanatçı nasıl olsa inandığını yapar, inandığı yolda gider. Eleştiri yazılan bu konsepti, sanat- çınm kavrayışını etkileyemez. inandığını sonuna kadar götûreceksin. Bir yorumcu için esas olan yakJaşımdır, sürdürdüğü çız- gidir. Eleştirmen bunu anlamıyorsa, bıle- raera, belki de salonun kötû bir yerinde oturuyordur, sesleri iyi duyamıyordur... - Vanşmalarda jüri uyeieri de iyi duya- mıyor olabilir mi? Jürilenn değerlendirmesini etkiJeyen ba- zı öğeler, kuvvetler var dünyada. Taraf tu- tulabiliyor. Yanlı davrananlann oldugu bir gerçek. - Hiçbir yanşmava kaûlmaduuz, acaba nedeni bu mu? Çocukken ve ilk gençlik yıllanmda bu kuvvetlerin farkında değildim. On beş ya- şındayken aslında yanşmalara hazırdım, gırseydim iyi olurdu, kazanabilirdim, ama öğretmenlerim ıstemediler... - Hangi gerekçelerie istemediler? Çok iddıalı yetiştirilmışim. Ikjncilik, ûçûncülûk gıbı bir derece almam, onlara göre yanlış olurdu. Yanşma risklerinin dı- şında kalmam söyleniyordu. - Baa söylentiler de var: Paris'te bulun- duğunuz o dönemde, yanşmalara baa 'kuvvetter'üı desteklediği gençlerin sokut- duğu ve sizin bekJetiküginiz gibL. Olabilir. NadiaBoulanger"Henüzhazır değflsin" diyordu. girmiyordum. Sonuçta yanşmalara katılım çağım kaçırdım, ama kanyenmde pek bir şey değişmedi.Sonra- lan jürilere davet edildım. -Jüri üyesi olarak gözlemJeriniz nasıldı? 'Kuvvetler'ın etkısını gördüm. Bir kere- sinde bir aykın oy benden geldi. Şaşırdı- lar. Onlan ikna etmeye çalıştım. Sonuçta oylar tümüyle değıştınldı. - Nasıl bir değeriendirme yöntenıi uygu- hıyorsunuz jüride? Notlar tutuyorum. Her yanşmacı için notlar... 30-40 sayfa... Gerekçeler elimde bazır olunca, kim ne dıvebilir? Aslında jü- ri üyeliğı 'vicdan' sorunudur. İnsan 'ken- dine saygjyT orada daha yoğun yaşar. Do- ğanın da özünde 'saygdı oünak'tan geçen birdenge vardır. Doğayı çok seviyorum... - AnlaDr nusınız, doğayia iüşkileriııizL. Atlıyorum denıze, saatlerce yüzüyorum. tkı-üç kilometre.. Vazgeçemediğım bir şey daha var Mavi yolculuk. Dağlan da çok se- viyorum. Uzun uzun seyrediyorum dağla- n ve sonra içimden... - Beste yapmak gehyor! iz klasiklerin caz piyanistlerinden alacağı dersler var. Klasik müzik piyanistleri, perfekt çalabilmek için tınıyı gözden kaçırabilirler. Ama bir Oscar Peterson, müziğin hakkını tam veriyor... O Evet, geçiyorum piyanoya, saatlerce do- ğaçlama yapıyorum. - Fteki neden bestecflikte karar kılmadı- nız? Dizisel müzik sonrası deneysel teknık- len soğuk karşıladığım için. Modaya bağ- lı bir bestecilik anlayışını benimseyemez- dim... Müzikte hesap-kitaptan çok. "du- yuş"gerekli... - Yeni müzik tekniklerine yöneuneden beste yapılamaz mı? Çağın gerisinde kalınarak hiçbir şey ya- pılamaz. fkılemleryaşadığım bu dönemde, beklemekten başka umarım yoktu. - Hakb çıkhnız: Deneysel müzik kısa sû~ rede devredışı kaldı. Insanlara sevimsiz ge- len itki bir müziğin kaJıcı olması beklene- biürmi? Evet ama bu, çagdaş müzığm bütünüy- le yadsmması anlamına gelemez. Çağdaş müzığe karşı değilım. Olağanüstü güzel ömekleri var çağdaş müziğin... - Hangi çağdaş bestetiler favoriniz? Örneğın Ligeti... Ona hayranım. Piyano etütlen müthış! Poulenc de özgün bir bes- teci. Olağanûstü sentezlere vanyor. Koro eserleri çok güzel... Çağdaş koro müziğı- ne Rahmaninof un da katkılan var... - Burada oda müziği üzerine görüşleri- ni/i almak istivorunı: Oda mü/iğine yete- rince egilmediğiniz gibi bir izienimim var. Acaba, konser pi\anistliginin verdiği do- yum yüzünden mi? Ya da tcmel uğraş ala- nı olarak konserpiyanistligini seçmiş olına- nız, oda müziği çalışmalanntn engellivor mu? Oda müziğini ayn bir tutkum var. Mü- zik tarihınde çalgı müziğinin değerinı be- lırleyen oda müziğidir. Çalgı müziğinin çe- kirdeği her zaman oda müziği olmuştur. Oda müziğinden kaçmmak rnümkün mü? Yalnız şu var: Bırlıkte müzik yapmak, mü- ziğin bütünlüğünü gözetmek değıldır sade- ce... Bırlikteliğin yanı sıra, kafadarlık ge- rekır. Bırlıkte keşif, bırlikte çalışma... Bu olanağı her zaman bulamıyorum. - Sözgeöşi, Menuhin'den bir keman-pi- yano önerisi gelse? Geidi. Menuhin'le Beethoven'in üç sona- tını seslendirdık, - Caz üzerine ne düşünüyorsunuz? Cazı çok seviyorum. Özellıkle modern Kazan'a Altm Ayı Onur Ödülü GÜNERYÜREKLtK lstanbul doğumlu, Rum asıllı Amerikalı film yönetmeni Elû Kazan'a Uluslararası Berlin Film Festivali'nin Altın Ayı Onur Ödülü verildi. Pazar akşamı festivalin bin kişilik görkemli sinema salonu Zoo Palast'ta düzenlenen bir törenle ödülünü festival di- rektörü MoritzdeHadeln'den alan 86 yaşın- daki Elia Kazan, "ÇokmulluyTun. Beriin'de arkadaşhk, dostlukgibi fevkalade gûzel bir flişki buldum" dedi. Çeşitli kereler Oscar Ödülü alan Elia Kazan, sinemayı tıka basa dolduran seyirciler tarafindan uzun bir süre coşkuyla alkışlandı. Daha sonra Elia Ka- zan'ın yönetmenJiğini yaptığı, KariMalden, Eli NVallach ve Corrol Baker'in ba^rollerı paylaştıkları 1956 yapımı "Baby Doll" fil- mi gösterildi. Sinema tarihine katkalanndan dolayı Jack Lemmon ile birlikte Altın Ayı ödülüne layık görülen Elia Kazan'ın "Ho- mage" bölümünde toplam 22 filmi gösten- liyor. Enerjisinin artık film çevirmeye yet- meyeceğini açıldayan Elia Kazan, şimdi kendisini yazarlığa verdiğini belirtiyor ve Anadolu'yu, ailesini, hayatını anlatmak için yazdığını söylüyor. Yapılan basın toplantı- smda "Rum musunuz, Ermeni misuıiz" şek- linde yöneltilen bir soru üzerine Kazan, u Her ikisi de. Ben aslında Anadolulu bir Ru- raum" dedi. Bir zamanlar Komünist Partisi üyesi olan Kazan, bu konudaki bir soruyu yanıtlarken, eski düşüncelerinin çok fazla değişmediğini söyledive şöyle dedi: "Sanat dünyayı değiştirebilir. Özelliİde sinema ortak bir dile sabjptir ve çok şey degistirebüir." da müziğine ayn bir tutkum var. Müzik tarihinde çalgı müziğinin değerini belirleyen oda müziğidir. Çalgı müziğinin çekirdeği her zaman oda müziği olmuştur. Yalnız şu var: Birlikte müzik yapmak, müziğin bütünlüğünü gözetmek değildir sadece. Bırlikteliğin yanı sıra kafadarlık gerekir. Birlikte keşif, birlikte çalışma... Bu olanağı her zaman bulamıyorum. caz çok etkileyici. Mfles Davis'ı büyük bir zevkle dinliyorum. Cazın gelişiminde bü- tün aşamalan temsil eder o. - Caz piyanistleri için neter söyleyebüir- siniz? Biz klasiklerin caz piyanistlerinden ala- cağı dersler var. Klasik müzik piyanistle- n, perfekt çalabilmek ıçın "ünı"yı gözden kaçırabilirler. Ama bir Oscar Peterson mü- zığın hakkını tam veriyor... - Popüler müağe de yatkın mısınız? Müzikte für aynmı yapmak yanlış. Her tür müziğin lyısı de var, kötiisü de... Pop için de aynı şey geçerli. Yalnız, popun teh- likeleri daha fazla... -NegibitehUkeier? Adı üzennde: Popüler. Kalıtenıngöster- gesi ">»ygın olmak" değildir sadece. Ko- lay ya da ucuz şeyın alıctsı her zaman faz- ladır. Sanatta evrensellik, bütün zamanlar için geçerlıliği korumaktır. Bılınen şeyle- n tekrarlanmaktan kaçınmayalım: Hangi çağda, hangi stilde yaratılmış olursaolsun, birsanat yapıtı bütün zamanlarda onay gö- rüyorsa, kalıcıdır ve evrenseldir. Resim sa- natında bu gerçeği daha açık görüyoruz. Bir tablonun değeri katlanarak artıyor. Oy- sa birtablo. tek kışinin ya da kurumun elin- de... Yaygın değil... - Hangi ressamlara tutkunsunuz? Turner'a zaafirn var. Dürer, Manet, Ce- zanne,Brughei... "Jkaros'unDüşüşür 'Mo- zart'ın müziği gıbı... Daünın yaratıcı kav- rayışı olağanûstü... Morandi'yi de çok se- viyorum: Onun şişeleri, uzun uzun kapla- n... Şiirsel... - Gelin Türk sanatçılanna döneüm: Ya- zarianmız» Kemalkr, Sait Faik, Halikarnas Bahkçı- sı... KlasikJeşmiş bu adlar benim de favo- nm. Yalnız üzerinde pek durulmayan önemli bir yazanmız daha var. Başgelen bir ad olarak pek anılmıyor: Hüscyin RahmL Büyük bıryazar. Cogol'e benziyor. Hüse- yin Rahmi keşke Batı dillerinde de yayım- lansa... -Aslında bugün sizinJe Rönesans'ı konu- şacaktık. Bizinı kültürümüz w Rönesans.- Doğal kültürel gelişimimiz içinde ortaçağ karanuğını pek aşamadık. Başımıza geten- ler hep bu yüzdeıu. .Ne dersiniz? Bız bütünüyle onental değılız. Geçen- lerde bunu ısrarla belirttim: Mozart'ın mü- ziği bizim müziğimizdir! Evet, bizim mü- ziğimiz! - Doğru, bu tarafimız var; ama şuna ge^ mek istiyorum: Batı'nın gelişiminde iki önemli aşanıa bulunuvor: Rönesans ve Fransız de\ rimi. Biz birüıcisini yaşamadan ikincisini örnek aldık. Bu yüzden baa şey- leri özümleyemedik, sindiremedik— Evet, Rönesans'ta gün ışıdı. Ama unut- mayalım, Rönesans bir sentezdir. Hazırlı- ğı on üçüncü, on dördüncü yüzyıllardan başlayarak yapılmıştır. Bızde de öyle: Ay- nı yüzyıllarda hümanizmın ileri ömekleri- ni Anadolu'da görüyoruz... Yunus Emre, Mevlana, Haa Bektaş.- Bız o zaman ipın ucunu ele geçırmıştik... - Türkiye'ji kartş kanş gezdiniz. Neler görüp neler yaşadımz? Konser amaçlı gezilerimın yanı sıra gör- mek, tanımak amacıyla yaptığım geziler oldukça fazla. Artvin'e kadar gittim. Ben- ce Artvin'de konser yapılabilir. - Üç büyük kentin dışındaresitaliçin han- gi kentJerimize gittiniz? Tabiı kı başta Adana... Bursa, Eskışehır, Izmit, Trabzon... En uç noktalardabile bü- yük ilgiyle karşılandım. Trabzon'da 900 kişilik bir salon var, dolacağına inanma- dım. Hem o akşam Keşanlı Alı Destanı oy- nanıyordu. Bu salona 1100 kışi sığıştı. Beklenenin çok üzennde bir ilgı... Orada Mavi Nota adlı bir müzik dergisi yayımla- nıyor. öteki kentlenmızde de var mı böy- le müzik dergileri? - Bikliğim kadanyla yok. Belkı Artvın'de çıkartılır bir dergı. -Gözlerinizdenanbyorum: Artvin'de re- sital vertnek istiyorsunuz. Başka nerelere ghmek istersiniz? Neresı olursa. Davet etsınler, gıdeyım. - tyi bir konser piyanosu bulmak gibi bir sorunla karşılaşmıyor musunuz? Busorunlarçok kolayaşılıyor. Taşıtıyo- nız piyanoyu. Akortçu da getirtiliyor... Her şey çok iyi... Anadolu'nun bazı kentlenn- deki güzel sanatlar lıselennde konser piya- nosu varmış, bunu da sizden öğrendım. - Gider misiniz Kayseri'ye? Tabıi. Her yere gıderim. Burası bizim yurdumuz, Mozart da bizim müziğimiz... OliverParker'danbir Shakespeare klasiği Amerikah Otheflo'ya, Fransız Desdemona INGILIZCE-ALMANCA 1996'da 1995Ücreti Kış döneminde kurslarımıza yeni öğrenciler alınacaktır. Kontenjanlarımız dolmadan zamsız ücretlerimizden yararlanın. _„ ; •"' , Kursların Başlama Tarihleri: '"' Cüiihz, Akşam ve Gece -.19,26 Şubat - 4, 11 Mart ^ Cumartesi-Pazar : 17, 24 Şubat - 2, 9 Mart * TAKSİM LALELİ BAKIRKÖY-1 BAKIRKÖY-2 KADIKÖY-1 KADIKÖY-2 FOREIGN LASGUAGE CENTRE : Takslm Cad. No : 71 ( Ziraat Bank Taksim Şubesi Karşısı) Tel: 250 47 47 - 237 66 81 - 253 00 03 : Kurultay Sk. No : 10 (Antik Merit Otel Sırası) ,._ Tel: 520 11 41 - 52011 42 - 527 62 14 : İstanbul Cad. Oantelacı Sk. No : 7 (Çarşı Cami Karşısı) Tel: 571 27 83 - 583 68 40 - 583 48 29 î : Hatboyu Cad. No : 36 Tel: 543 83 97 - 57018 49 < : Kuşdlll Cad. Dilek Han No : 67 Tel: 338 03 47 - 345 18 96 : Erenköy, Şemsettfn Günaltay Cad. Ferltbey Sk. No : 2 Tel: 386 76 78 - 411 71 52-411 71 53 (Minibüs Cad.) Kültür Servisi - Shakespeare"in ünlü eseri Othello geçen günlerde yönetmen Otiver Parker tarafindan sinemaya uyarlandı. Yönetmenin oldukça ilginç biroyuncu seçimi yaptıği fılmde Othello'yu Amerikalı siyah oyuncu Laurence Fîshburne, Lago'yu ise lngiliz oyuncu Kenneth Branagh canlandınrken talihsiz âşık Desdemona'yı Kieskmski'nin "Üç Renk: Kjrmızı"sından tanıdığımız Isviçreli sinema oyuncusu Irene Jacob oynuyor. Başlangıçta bu rol için kesin bir tercih olmayan Jacob, daha önce hiç Shakespeare oynamamış bir oyuncu. Aynca dil de başka bir sorun olarak ortaya çıkmış. Yabancı bir aksanla yapılan bir Shakespearepuristleri (safdile inananlan) rahatsız etme tehlikesi de var. Bütün bunların farkında olan Jacob, "Sizin de bildiğiniz gibi yabancı oyuncuiar için bu alanda yüriimek çok zar. Filmi vapmadan önce Shakespeare ovnamaktan korkmanuştını, ama şimdi korkuyorum" diyor. Orijinal eserde Desdemona ve Othello sadece farklı geçmişlerden gelmiş kışiler. Parker ise oyunculannın farkJı ülkelerden olmasını tercih ederek başrol için Amerikah siyah oyuncu Fishburne'yi seçti."Desdemona'yı ve OtheUo' yu değişik kültürierden gelen insanlann oynaması bence oldukça iiginç bir düşünce" diyor Jacob ve devam ediyor: "Onlann Fransız ve Amerikalı olması zorunlu değit, İngiliz ve Çinli de olabilir." Jacob, Parker'ın bu rol için ona güvenmiş olmasından dolayı çok memnun, "Bunu bana karşı büyük bir güven duymasınm göstergesi olarak yorumluyorum, çünkfi bir Fransız oyuncu için Shakespeare'i İngiliwre oynamak gerçekten kolay değiL Her defasında kendûıizi ileriye taşımanızı yönetmenin size gösterdiği bu güven sayesinde başarabiliyorsunuz" diyor. Kieslovvski'nın "Üç Renk: Kırnuzı''stndaki başanlı performansından sonra gittikçe artan sayıda yönetmen, 29 yaşındaki oyuncuya bu güveni gösteriyor. Bunlann arasında ona VVülem Dafoe ve Sam Neill gibi oyunculara onun geri planında rol verecek kadar güvenen Bertolucci'nın senaristi Marc Peploe de var. Mkheiangelo Antonioni'de şu anda Fransa'da gösteritmekte olan "Beyond the Oouds" adlı fîlmindeki rahibeyi oynaması için onu seçmişti. "Beyond the CkMids"şimdiye kadar aşın tepkiler gösterilerek provoke edilen bir film oldu. Italya Başkanı Oscar Luigi Scalfaro, geçen yıl Vededik Film Festivali'ndeki fîlmin prömiyerinde filmi terk etmişti. Bertolucci'nın filmi öven açılış mektubu bile birçok kjşinin filme karşı olumsuz eleştirilerini önleyememişti. Oyuncunun başanya giden yolda duraksamasına neden olan tek film "Beyond the Clouds" olmadı. Londralı bir eleştirmenin "Hayatımda gördüğüm en kötü ikinci film" dedıği bir Fransız filmi olan "Les Fugueuses" de onun kötü filmlerinden biri olarak biliniyor. Irene Jacob, yaptığı yanlışlan kabul eden bir oyuncu, ama onlan öğrenme sürecinin bir gereği olarak görüyor ve "Biroyuncu sürekli işrvle yoğunlaşmak, hareket halinde ohnak ve bilinmeyene doğru ghmek zorunda olan biridir"diyor. Film yapmadığı zamanlarda kendini geliştirici aktivitelerde bulunan Jacob ne zaman Paris'te kalsa düzenli olarak piyano ve dans dersleri alıyor. Şimdiki tutkusu ise Ingilizce şarkılan öğrenmek. Jacob, Kieslovvski ile yaptığı çalışmalanna ilişkın "Kırmızı'dan sonra kendime 'Ben bu yönetmenle iki film yaptım ve şimdi esneklik kazanmak için başka yönetmenlerle çalışmahyım' dedim" diyor. Oyuncu, bir defasında yaptığı işin kişiye hoşlandığı insanlarla buluşma olanağı sağîadığını söylemişti. Onun en önemli buluşması da hiç kuşkusuz Kieslowski ile tanışması olsa gerek. Çünkü Kieslovvski, oyuncuya 1991 Cannes Film Festivali' nde "En İyi Kadın Oyuncu" ödülünü kazandıran "The Double Life of Veronkjue'* fîlmindeki rolünü ve daha sonra da "Üç Renk'' serisinin son filmi olan "KırmızTda "Vdentine" rolünü veren bir yönetmen. Oyunculuk kariyerinde asıl sıçramanın Kieslowski ile yaptığı ikinci filmi sayesinde olduğunu düşünen Jacob, "lnsanlar sizi bir. sadece bir tek filmde gördükJeri zaman, hep o rol ile tanıyorlar. Ancak başka bir rolde gördükJeri zaman oyun yeteneğinizi görebiliyorlar ve bundan sonra size rol tekJjf etmeye başlıyorlar. Çok uzun zaman insanlar bana 'Veronique Jacob' diye seslendiler" diyerek değişik karakterler! canlandırmanın gereğini vurguluyor. Bir psikoterapist ve atom fizikçisi anne babanın kızı olan Jacob 9 yaşında oyunculuğa başladığı Cenova'da büyümüş. Onlu yaşlannda tsviçre radyosunda kısa hikâyeler okuyan Jacob, 18 yaşında eğitim için Paris'e gitmiş. Oyuncu, ülkesi hakkındaki düşüncelerini "tsviçre çocuklar ve huzunı sessizligi arzulayan insanlar için harika bir ülke. Ancak büyüyünce dünyayı öğrenmek istiyorsun" sözleriyle dile getiriyor. ALINTILAR TAHSİN YÜCEL Ne Adem'den, Ne Havva'dan Kaldınmda yürüyordum, "Hocam, nereye böyle?" diyerek elime yapıştı biri, sonra, yüzünde candan bir gülümseme, sağlıktan yengeye, art arda sorular sı- raladı. Her soruda "iyidir", diye yineledim. Duraladı, "Hocam, yoksa beni tanımadın mı?" dedi. Yüzüne dikkatle baktım, daha çok bir Orta Anadolulu yüzü, benden epeyce genç, ama eski bir öğrencim olması olanaksız, daha önce herhangi bir yerde karşılaştığı- mızı da anımsamıyorum. Kısacası, Romain Gary'nin deyimiyle, neAdem'den, ne Havva'dan, hiç mi hiç ta- nımadığım biryüz. "Çıkaramadım", dedim. "Hocam, ben Hayri, Osman'ın kardeşi", dedi. Sonra, incecik- ten suçlar gibi, "Anlaşılan abimle pek görvşmüyor- sunuzartık" diye ekledi. "Kaçmaktan kovalamayaza- man kalmıyor" dedim. "Selamını söylerim " dedi. Ta- nıdığım Osman'lar arasında Hayri adlı bir kardeşi bu- lunanını anımsamıyorum. Ben düşünürken, o başka aynntılara girdi, az önce hastaneye yatırdığı eşinden, bir milyon iki yüz bin li- ralık bir reçeteden, hastaneye hazırlıksız gelmenin tatsızlığından söz etti; kısacası, borç istedi. Her şe- yin başı ekonomi diyenler çok da boş konuşmuyor anlaşılan: iş paraya dökülünce uyanıverdim. "Yanım- da para yok", dedim. Elimi de elirtden çektim. AJın- mış gibi görünmedi, gene sündürdü konuşmayı, bir milyon iki yüz bin liradan üç yüz bin liraya indı. Nu- marası bir üç yüz bin ederdi, gene de direndim. Dost- ça ayrıldık. Ama, uzun süre, 'iyi de neden hocam de- di ki?" diye sorup durdum kendi kendime. Sonra, dedikleri gibi, jeton düşüverdi: "A/e deseydi ki?" Uğraşım nedeniyle hoca seslenimine alışkınım. Son yıllarda, kimi benden daha yaşlı dostların da öğren- cilerim ve genç uğraştaşlanm gibi "Hocam" deme- ye başlamalannı yadırgamadım degil, ama bu sesle- nimin uğraşımdan kaynaklandığını düşündüm hep.Karşıma çıkan uyanık da aynı izlenimi uyandırdı- ğı için bu denli oyaladı beni. Ama, öyle görünüyor ki, "hoca" da "bay", "bayan", "bey", "hanım", "beye- fendi", "hanımefendi", "sayın", "amca", "teyze", "da- yı", "bacı" gibi seslenimler arasına katıldı. Hem de hepsiyle bir akrabalığı var gibi: kimi zaman, "öeye- fend/"ve "sayın" gibi bir saygı seslenimi, kimi zaman nerdeyse bir san (bilen ve yol gösteren kişinin sanı), kimi zaman da tıpkı "dayı", "amca" ya da "bacı" gi- bi "teklifsiz" bir seslenim. Böyle bir degişim şaşırtı- yor insanı! Ama bizim dilimizde sanlar ve seslenimler olduk- ça çabuk degışiyor. Degişim kimi zaman toplumsal, kimi zaman bireysel kaynaklı oluyor; kimi zaman yer degiştirmeler ya da toplumsal değişimler sonucu ger- çekleşiyor, kimi zaman da birkaç etkenin bir araya gel- mesiyle. Orneğin istanbul'da "amca", "dayı", "bacı" türünden seslenimlerın artması yoğun göç olgusuna bağlanabilir, ama yalnız şoförün ve sımitçinın değil, postanede ya da bankada memurun, hastanede hemşire ve hekimin de size "amca" ya da "dayı" di- ye seslenmesi sorunun daha karmaşık olduğunu gös- termekte. Cumhuriyet yönetimi, bize göre fazla nes- nel olduklarından mıdır, nedir, "bay"ve "bayan"san- lannı bir türiü tutturamadı. Buna karşılık, Ataç aynı sanlan kendi bireysel söyleminde çok güzel değer- lendirdi: o unutulmaz yazılannda, bir yazan adının ba- şına bir "bay" yerleştirerek anmakla o yazan kişısel olarak tanımadığını ya da onu kendine uzak buldu- ğunu göstermiş oluyordu. Sözcükten bir eytem bile türetilmişti: "baylanmak", yani gözden düşmek. "Say"sözcüğü böyle toplumsaldan bireysele doğ- ru giderken, Bülent Ecevit'in vazgeçilmez "sayın "ının nasıl toplumsallaşıverdiğı bilinir. Ecevit, ölçülü ve "me- safeli" kişiliğinin bıryansıması olarak, herkes için kul- lanıyordu bu sanı, ama öyle çok kullanıyordu ki, hay- ranları ve karşıtları da aynı tutumu benimseyınce, sözcük palamarlannı kopardı: uluslar, kurullar, ku- rumlar, nesneler, her şey, herkes sayınlaşıverdi, "muh- biıier" bile. Ancak sözcük de kullanırlığını bu yüzden yitirdi: her şey ve herkes "sayın " olduktan sonra, kul- lanılmasıyla kullanılmaması arasında pek bir aynm kalmıyordu. Hoca seslenimi de benzeretkilerfe yaygınlaştı kuş- kusuz. Bugün, kimi üniversitelerimizde, resmi top- lantılarda bile, öğretim üyelerini adlarının ardına bir "hoca" getirerek ananlara, yani sözcüğü hem san, hem soyadı yerine kullananlara rastlanıyor. Televiz- yonlarda futbolcularla yapılan konuşmalarda da sık sık tanık oluyoruz: bir hocadır gidiyor ağızlarda. Ça- lıştıncı hoca, hakem hoca, yönetici hoca! Çoklarının daha başka hocalan bulunduğunu da işitiyoruz. Ör- neğin nerdeyse tüm önderlerimizın dostu ve onursal danışmanı Hocaefendi Hazretleri'nin belirli bir dü- zeyin üstüne çıkmış kımı futbolculanmızı da nurlan- dırdığı söyleniyor. Ama, Hocaefendi Hazretleri'ni sıradan hocalarta kanştırmak gibi olmasın, bu örnek, başka oluntulann da desteğıyle, birden tavuk/yumurta ikilemine getiri- yor insanı. Sokaklanmızda ve ekranlanmızda, sayın sanklı yurttaşlanmızın sayısı arttıkça, hoca sanının saygınhğı ve yaygınlığı da artıyor; sonra, hangi top- lumdilbilimsel tansıkla, bilinmez, benim gibi sıradan yurttaşlann adının ardına da yerleşiyor, ya da tümden yerini alıyor bu adın. Ne Adem'den, ne Havva'dan, hiç mi hiç tanımadığımız kişileri bile eski tanıdıklara dö- nüştürebildiğine göre, daha iyisi can sağlığı! Hatta, söz aramızda, toplumumuzun şu son yıllarda tuttur- duğu şaşırtıcı 'trend'e bakıyorum da her derdin ça- resi olduğu söylenen, erişilmez birlikberaberliği kur- manın en kestirme yolunun da Mustafa Kemal Ata- türk'ü Mustafa Hoca diye adlandırmaktan geçtiğini düşünüyorum. Umanm, ben o günlere yetişmem. Kıbrıslı Türk Karikatürcülep Kültür Servisi- Kıbns Türk Karikatür Sanatı'nm ilk örgütü olan Kjbnslı Türk Karikatürcüler Derneği 10. yıhnı doldurdu. Kıbnsh Türk karikatür sanatçılannı bir çatı altında toplamak, Kıbns Türk karikatür sanatını yurtiçinde ve yurtdışında tanıtmak, bu sanatın Kuzey Kıbns'ta meslek olabilmesini sağlamak ve Kıbnslı Rum-Türk karikatürcülerin mesleki bir örgütte birleşmelerini sağlamak amacıyla kurulan demek, 10 yıldır kendi olanaklanyla Kıbns'ın yanısıra 10'a yakın ülkede 100'ü aşkm grup sergisi gerçekleştirerek; 1500'e yakın uluslararası etkinlikte yer aldı. Birçok uluslararası ödüllerin ülkemize kazandınlmasına katkı sağladı. Dernek, 10. yıl kutlamalan çerçeve^inde Kıbnslı Rum ve Türk karikatürcülerin yapıtlanndan oluşan ortak bir karikatür sergisi düzenledi. Blues şarkıcısı McGhee öldü SAN FRANCISCO (Reuter)- Amerikalı blues şarkıcısı NValter Brovvnie McGhee 80 yaşında kanserden öldü. Şarkıcı- gitarist McGhee, blues şarkıcısı Sonny Teny Terrell ile olan birlikteliğiyle ünlenmişti. 'Baseball Boogie', 'So Much Trouble' gibi şarkılara imza atan ikili 1950 ve 6O'lı yıllarda Leadbelly ve VVoody Guthne gibi müzisyenlerle birlikte listelerin en üst sıralannda yer alıyordu. Irkçılığa karşı görüşleri ile de bilinen McGhee, Terrell ile birlikte pek çok film ve TV programı da yapmıştı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear