Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 27 ARALIK 1996 CUMA*
14
• • • *
KULTUR
1996'da öyküc
FUSIN AKATLI
1996 yılı da öykücülüğümüz açısından
parlak biryıl olmadı. Uzun bir süredir Türk
öykücülüğünde bir canlanma. o gürlük dö-
nemlenni anımsatan coşku ve kıvanç verici
bir çıkış. bir atılım gözlemiyorum ben -me-
ğer ki gözümden kaçmış oîağaniistü bir ya
da birkay "çıkış"'kaydedilmiş ola.- Edebiya-
Iımızın yakın geçtnişinde öykünün alıp ba-
şını öne fııiadığı, yeni adlarla taçlandığı. zen-
ginleştigi bir dönem 70"li yıllardı. 80'Iere de
o hızla uzanıldı birölçüde: ama 80'li yılla-
nn kültür-sanat hayatımızı dolaylı ve dolay-
sız olarak derinden yaralayan degerlereroz-
yonu. edebiyatımızı -tabii öykücülügümüzü
de- frenledi adeta.
Romanımızda başlangıcından bugüne ya-
şanan, yüz yılda bilemediniz beş-on roman-
cının. yirmi-otuz romanın aneak aşabildiğı
tıkanıklik. son on-on beş yılda öykücülüğü-
müze de yansıdı.
Nedenler farklıydı belki. ama sonuç nere-
deyse aynı çizgiye müncer oldu. Soluk. pı-
nltisız. zaman zaman tek tek ışıklann parîa-
dığı, ama bir türlü ivme kazanamayan. bir
"padama"" doğurmayan. adeta ruiine bag-
lanmış. "düzgün rejimli" bir akı^ı var artık
öykücülüğümüzün de
'Adam Oykü' soluk veriyor
Kuşktısuz. çizdiğim bu karamsar (veya
grimser!) tablonun içinde zaman zaman be-
nim de gözümü kamaştıran. uyuşukluktan
silkelenerek ve okuru da silkeleyerek duy-
mayı özlediğimiz sesi getiren çıkışlar hiç
yok değil. Benim 1996'yı da dışta bırakma-
yan "sönükdönem"tanılamam. özellere de-
ğil. genele bakılarak vanlan bir yargı. Ede-
biyat belki hiçbir zaman "geçerakçe"yeen-
deksli değildi Türkiye"de: ama hiç olmazsa
bir edebiyatsever azınlığın ruhunu doyuru-
yor.gönlünii hoş edebilıyordu. Şimdi o azın-
lığın yaşadığı açhk-susuzluk. küskünlük.
gündemin "diiek ve temenniler'' maddesin-
de bile yer alamıyor.
Öyküciilügümüzdc adı Tomris lyar'la-
nn. Selim İlcri'lerin. Levla Erbil'lerin. Bilge
Karasu'lann yanına vuzılabilecek ımzaları
mumla araroİduk.
Bıı çoraklaşan toprağa, yağmur yagdıra-
mazsa da sabırla sıı taşıyan bir oykü dergi-
si var, ikinci yılını süren: AdamOykü.0nun
yanınayenilerde birde Düşler-Öykülerek-
lendi. Oykü edebiyatımız şimdilerde bu gi-
rişimlerle soluklanıyor. tıkalı yolunu açma-
ya çalışıyor.
• • •
1996'nın öykiikitaplannıdizivorumönü-
me. bu yazıyı yazarken. On üç kitap. Beşi,
öykünün ikbal dönemlerini yaşamış. yaşat-
mışyazarlann: FeritEdgü.Tank Dursun K_
Bilge Karasu. Orhan Duru. Muzaffer Buy-
nıkçu. Biri. daha çok romancılığıyla tanıyıp
izledigimiz Erhan Bener. Ikisi. önceki ki-
taplanyla da dikkatier çeken yeni imzalar:
Cemil Kav ukçu ve Feride Çiçekoğlu. Diger-
leri öykücülüklerini daha da geliştirecekle-
rini umduklanmız. Içlerinden Ayşe Kulin
sıynlıyor, kitabını onlannkinin öniine koyu-
yor.
Bir de zaman zaman (beş kitabıyla) ede-
biyatı ziyaret eden. kendi mesleğine elli yı-
lını vermiş. ama o elli yılı "dokundu bu par-
maklarinsanyüreklerine"
>
dizesinihayatına
geçirerek yaşamış bir hekim-yazarımızm:
Hiisnü Göksel'in Lâcivert Mayolu Kız adlı
kitabı var 1996'nın öyküler havuzunda. Ki-
tabın alt-başlığı açıklayıcı:
1
"Ö> küteşen ger-
cekler". Yazar, hekimiiği ile bağlantılı ya-
şantılarını ("yaşanO-nın "yaşanT demek ol-
madığına ve doğru kııllanımına bir örnek-
tir!), Çehovun benzer girişiminden esinle-
nerek küçük öykücülükler halinde kaleme
almış. Temeldeki insan sevgisinin, acılar
karşısında hekimce bir kanıksamayı nasıl
aşabildieinin buruk. sızı veren öyküleri bun-
lar.
Muzaffer Buynıkçu'nun öyküye gönül
vermiş. "günlük"lerine, *riiya"lanna bile
öykü çeşnisikatagelmiş bir yazar olduğu bi-
linir. Son kitabı Bir Aşk Daha da aşkı. tut-
kuyu. aldatıcı bir kabuk altında katmanlaşan
ilişkileri. canlı. hakiki öykü kişilerineyaşat-
makta gene ust3.
Ferit Edgü'nün Doğu Öyküleri ile ben-
zersiz "Hakkâri'deBirMevsûıTebiryol da-
ha uzanıyor. Baştaki dört kısa öykü (u
Mir-
za"."tbramınoglu İbramın Öykiisü", *tn-
san Kokusu" \e "Mutluluk" acımasız. sert.
yalçın ve yalın bir doganın bıçımledıgı "in-
san"ın, bir o kadar rakik. bir o kadar şiirli
öyküleri. Edgü her şeyi: kişileri. ilişkileri,
duyeulan damıta damıta. yoğun mıı yoğun
1- Tank Dursun K.
2- Hiisnü Göksei
3- Muzaffer Buvrukçu
4- Cemil Ka\ukçu
5-Bilge Karasıı
6- Orhan Duru
7- Ayşe Kulin
8- Feride Çiçekoğhı
9-Erhan Bener
10-Ferit EdgB
bir öz çıkarmış. Onu sunuyor okura önce.
Sonra biçime de yöneliyor bu yoğunlaştır-
ma \e inceltme işlemi. Ürünleri, "Mininurf
Doğu Ö>küleri'' başlığı altında on yedi "öy-
kü-şîir''olarak Edgü'nün öykücülük seriive-
nine on yed^ gümüş başlı raptiye gibi çakı-
lıyor. DoğuCKküJeribonce. 1996 yıhnın çok
umut vermeyen öykü edebiyatı tablosuna
kar aydınlığı düşüren önemli bir kitap.
Aşkı ve tutkuyu, zamanı ve bir sürec ola-
rak hayatı derinlemesine sorgulayan. bul-
duklanm Türkçenin en tadına doyulmaz se-
si v e rengi ile adeta saydamlaşmakta ve göz-
den yitmekte olan bir ipeğin üzerine işleyen
Büge Karasu, 1966ya Ato Ay Bir Güz ile
uzandı. Ölümünden sonra yayımlanması
ğınız fotoğraflan öğretir bunu size. / Fotof-
raflar birikrikçe öncelik-sonralık dediğimi/
tnr bağınünın önemini yitirdigini. zamanla
yok olduğunu görürüz. Anlatmağa değer
gördüklerimizin ka^Tanabilmesi. ni>e bir sı-
ra>a uymasuıa bağhymış gibi düşiinetim?'"
1996'nın öykücülüğümüz açısından kay-
da değer bir olayı da Orhan Duru'nun öy-
külertoplamı Sarmalın yayımlanması oldu.
Duru'nun kırk yıllık öykücülük serüveninin
ürünü olan altı kitabı bir araya getirilmiş
Saımal'da yazann 1966 yılı Simavi Edebi-
yat Ödülün'nü kazandıran bu kitabaçok iyi
bir ad seçilmiş. Gerçekten de Duru'yu var
oluş çeşitlenmelerini didikleyen. öykü dili-
ni dil içinde özgün bir dil olarak yeniden var
memb>lerbaksanıza~(Jer. göneniriz Hüzun-
le yaşama sevincinin. yoksullukla iç zengin-
liğinin kolkola gezdiği o gerçek olduğu ka-
dar düşsel kenti \e insanlannı severiz. Işte
Yaz Öpüşleri de o Tarık Dursun K. öyküle-
rinden yeni bir öbek.
Erhan Bener daha önceki üç öykü kitabıy-
la (Gece Gelen Ölüm, Aşk-ı Muhabbet Sev-
da ve Günbatımı Öyküleri) romancılığmın
yanı sıra öykücü olarak da dikkate değer bir
yazar olduğunugöstermişti. 1996'dayayım-
lanan Denizaşın Ö\küler'ı akıcı anlatımı.
sadeliğine karşın derinlikten de yoksun ol-
mayan gözlemlere da>alı kurgusu ile okura
hikâye zevkini tattıran bir kitap olmuş. Be-
ner'in insanı hayal kınklığına uğratmayan
O'li yıllann kültür-sanat hayatımızı dolaylı ve dolaysız olarak derinden yaralayan değerler
erozyonu, edebiyatımızı-tabii öykücülüğümüzü de- frenledi adeta. Romanımı^d başlangıcından
bugüne yaşanan, yüz yılda bilemediniz beş-on romancmın, yirmi-otuz romanın ... cak aşabildiğı
tıkanıklık, son on -on beş yılda öykücüğümüze de yansıdı. Soluk, pınltısız, zaman zaman tek tek
ışıklann parladığı, ama bir türlü ivme kazanmayan, bir 'patlama' doğurmayan. adeta rutine bağlanmış,
"düzgün rejimli' bir akışı var artık öykücülüğümüzün de.
için yayınevine kendi eliyle teslim ettiği bu
son kitabı, bir "büyük khap" tasansmın bir
bölümünü oluştunnaktaydı. Ne var ki bütü-
ne eklemlenemeden. kendi iç bütünlüğüyle
yetinmekzorundakaldı. AJöAyBirGûz'bir
uzun öykü. bir novella mı: yoksa bir yoğun-
laştınlmış, komprime edilmiş roman mı?
Türleraynmınınpekanlamıkalmıyorbu ki-
tap karşısında. Ve o, diyor ki:
"Sonun, başın. ortanın birbirine kanştığı.
anlamını vitirdiği. tersinmez zamanın bo-
yunduruğundan kurfu Muğunuzu duyduğu-
muz bir gün gelir. Vaşlanmışsınızdır, yaşa-
mınız artık sizin maluiızdır. Slalınızı isteiü-
ğiniz gibi kullanabilirsiniz. (._) Öiümünüz,
çalama>acağımız ilk fotoğraf olacaktır. Sev-
diğinizin,özcllikk uyurken ama diişünür,yü-
riir, okur, denize bakarken de bol bol çaİdı-
eden. ironinin ve humorun tadını çıkaran bi-
lim-kurguyu Türk edebiyatına özgün bir ya-
zınsallık içinde sunan bir yazar diye nitele-
sem de -niteliyorum-, onun öyküsünün "at-
ribufunu (temel belirleyici niteliğini) tek
kelimeyle dile getirmekte zorlanırdım. Işte
o tek kelimeyi kitabın adında buluyoruz:
"Sarmal". Duru'nun öykülerinin hemen
hepsinin yapısı ve kurgusu için anahtarola-
bilecek bir sıfat bu.
Tarık Dursun K... tiryakisi olunan bir ya-
zandır Türk öykücülügünün. Bildik -onun
bize tanıtmış olduğu- bir dünyanın kapılan
açılır önümüzde onun her öykü kitabıyla.
Hevesle. koşar adım dalanz içine ve hiç sı-
kılmadan. bıkmadan yol alınz. Yaşarken
"nesli tükendi artık onlann" diye düşündü-
ğümüz kişileriyle tanışır. "oh hiç de tüken-
bir yazar olduğunu, bunun ise hiç azımsan-
maması gerektigini düşünmüşümdür hep.
Bu yılın çok beğenerek okuduğum bir öy-
kü kitabı da Ayşe Kulin"den: FotoSabah Re-
simleri. Yazann 1984'te Güneşe Dön Yüzü-
nü adlı bir öykü kitabı daha yayımlanmış.
Ben onu gözden kaçırmış olacağım. Ama
FotoSabah Resimleri'ni okuyunca birmüp-
tedi ile karşı karşıya olmadığınızı hemen an-
lıyorsunuz.
Başanyla oluşturduğu öykü armosferleri
ile hep ince bir hüznü besleyen. dozu iyi
ayarlanmış duyarlığıy la ve tertemiz, dupdu-
ru Türkçesi ile Ayşe Kulin'in. aldığı 1996
Haldun Taner Ödülü'nü gerçekten hak etmiş
olduğunu söylemeliyim. Klasik bir tahkiye-
si var. kimilerinin belki "demode" bile bu-
lacağı. Ama ben. neyle niçin oynadığı belli
olm.ıvan ouıncaklı anlatımlara, böyle dü-
rüst, düz yolu tutturan, ama hiç mi hiç ya-
vanhğa, düzayakhğa düşmeyen bir bjçemi
yegliyorum doğrusu.
Kulin'in mizaha da yatkın birkalemi var.
Kitabındaki son iki öykü ("Sadece 1475 Ku-
pona" ve "Adil Dûzen"')düpedüz mizah öy-
küleri. Ama Foto Sabah Resimleri'nin bü-
rünlüğü içinde biraz aynksı kalıyorlar. Keş-
ke o rür öykülerini ayn bir kitapta bir araya
getirse. **hüzünkyaşammincebirhüner" ol-
duğunu gösteren bu kitabını onlarsız bırak-
saydı dedim.
Geçen yılın Sait Faik Armağanfnı alan
Cemil Kavukçu. bu yıl Yalnız Lvuyanlar
tçin adlı kitabını yayımladı. Gene güzel.
zevkle okunan öyküler. Uzak Noktalara
Doğru'nun çizgisi bu kitapta da korunup
sürdürülmüş. Yazann herkitabıyla bir "aşa-
ma" yapması zorunluluğuna inananlardan
değilim, ama Cemil Kavukçu'nun buradan
nereye gidecegini gene de merakla bekliyo-
rum.
Sonra A>ferTunçun Magara Arkada.şla-
n, Ahmet Yurdakul'un Despinanın Göz>aş-
lan, Suzan Samancı'nm Kıraç Dağlar Kar
Tutnı. Feride Çiçekoğlunun 100'lük Ülke-
den Mektuplaradlı kitaplan da var 1996'nın
öykü toplamlan arasında. Belki bir başka
yazıda ugranz onlara da.
Yılın, öykücülüğümüz açısından kuşba-
kışı bir değerlendirmesi olsun diye yazılmış
bu yazıyı. sizleri yıllar yıllar ötesinden ak-
seden bir sese kulak vermeye çağırarak bi-
tirmek istiyorum: NahhSımÖrik'in Sanat-
kârlar adı altında bir araya getirilen hikâye-
lerini okuyun. "Esld ResimJer'' ve "Sanat-
kârlar"başlıklı iki bölümde toplanmış olan
ve bugünün okuruna nihayet ulaşabilen bu
hikâyeler, altmış yıl öncesinden olanca ma-
sumiyet ve soyluluklanyla ve adeta utangaç
bir sokuluşla çıkıp gelen, ama bizi yoz ve ço-
rak güncelliğimizden çekip alarak edebiya-
tın mucizesi ile karşı karşıya bırakan vazge-
çilmez örnekleri öykücülüğümüzün.
Y4ZTODASI
SELÎM İLERİ
Moda
"Bahariye Caddesi boyunca Moda'ya doğru çı-
kışa devam ederseniz, birbirinden güzel bahçe
içerisinde kimisi art-nouveau, kimisi art-deco tar-
zındaki konaklara ve yola devamla cadde boyun-
ca birbirinden güzel bahçe içerisinde nefis mima-
rileriyle köşklerin önünden geçerdiniz."
Ne zaman? Ne zaman?
Gökhan Önce, Moda adlı monografisinde böy-_
le yazıyor. Monografiyi Moda Lions Kulübü yayım-;
lamış; iyi ki de yayımlamış. Gökhan Önce, alçak-
gönüllü birtutumla Istanbul'un unutulmaz semtin|(
anlatıyor, canlandırıyor, yaşatıyor.
Alçakgönüllü diyorum, çünkü eserin yazarı daha
ilk satırında şöyle diyor:
"Hayatım boyunca birçok konuda konuşma yap-
tım. Amma ilk defa bir kitap yazıyorum. Bir hayll
zor işmiş."
Oysa Moda bu monografi, Moda'yı. yarınlara
belgeliyor.
Kitabı okudukça fotoğraflara -ne yazık ki hepst
siyah beyaz- baktıkça birden bire çocukluğumun
Kadıköyü'ne döndüm. Bu duyguyu Adnan Giz'irt
Bir Zamanlar Kadıköy'ünü okurken de yakalamış-'
tım.
Demek eski Moda'nın son tanıklarından biriyim.
Eski Kadıköyü'nün son çocuklarından biri oldu-1
ğum gibi.
Gökhan Önce, benim yaşadığım günlerden es-;
kilere dönüyor. Bahariye Caddesi'ni akasya ağaç-
lanyla hatırlıyor. Borulu gramofondan yankıyan Ne-
cip Celâl tangosunu yine işitiyor. '.
Doğduğum Bahariye Caddesi'nde akasya ağaç-
ları kalmamıştı. Türkçe tangolar günlük hayattan,
gitgide uzaklaşmış, belki yalnız düğünlerde, nişan-t;
larda çalınır olmuştu.
Tangoyu sanınm yalnızca Ankara Radyosu'nda-
ki programıyla Zehra Eren popüler kılabiliyordu. •
Ama Bahariye Caddesi yine Bahariye Cadde-
si'ydi, Moda da Moda'ydı doğrusu. Kadıköyü yaz-
kış bir sayfiye beldesinin huzuruna tattınrdı. Gün-
lük işler, yorgunluklar Kadıköyü'ne varır varmaz
sanki sona ererdi. Büyüklerimizin öyle bir hali olur
J
-
du. [
Gökhan Önce, Moda vapur iskelesinin güzelliği-i'
ni anlatıyor. Bayındır iskele benim çocukluğumda'
yerli yerindeydi. Vapurlar yanaşır, vapurlar süzülüp
giderdi. İskele mavi çinileriyle handiyse gurur du-
yardı.
Gökhan önce, Moda'daki azınlık yurttaşlanmızı
anlatıyor. Bahariye Caddesi'ndeki Aya Triada kili-
sesinin çan seslerini elbette duyar gibiyim. Pazar
sabahı ayine giden Rum tanışlarımızı görebiliyo-
1
rum.
Sonra Moda, plaj demekti benim için. Istanbul'un'
en güzel plajlarından biri. Hanımların hasır çanta-
ları ve büyük hasır çiçek küpeleri, pullu çerçeveli
siyah gözlükleri, yüksek ökçeli takunyalarıyla pla^
ja gelişleri gözümün önünde. '
Nasıl ne zaman degişti o Moda? Gökhan Ön-
ce'nin duyarlı monografisinde değişim süreci vu-
rucu ayrıntılarla saptanıyor. Usta pastacı "Cevdet
Baba"nın öyküsü sezdiriyor. Çiğköfteli Milka'nın,
öyküsü sezdiriyor. Suçun ille çiğköfteye yüklene^
meyeceği de anlaşılıyor. '
Bugünün Moda'sı yine güzel bir semttir. Evlerin-^
de, apartmanlannda hâlâ bir göz okşayış söz ko-,
nusudur. Gelgelelim, bugünün Moda'sı dünkü -,
haydi eski bir sözcükle saptamaya çalışayım- 'asu-
de'Modadeğildir. i
Caddesinden geçen lüks otomobiller, o otomo-»
billerden sokağa fışkıran müzik, sürücülerin ve ta-i
şıttakilerin hali tavrı hiç mi hiç gönlümü çelmiyor ar-
tık. '
Çocukluğumda bu caddenin başında Kız Olgun-'
laşma'nın sarmaşıklarla örtülü camekânı durur, sık
sık değişen el işi göz nuru örnekleri sergilerdi. Sar-'
maşıklı camekânı ben bir rüya gibi görürüm. Her'
zaman değil, ara sıra.
Şimdi Moda'nın anlı şanlı dondurmacıları var. Yıl-t
lar önce Nur Pastanesi'nin küçük külahlı dondur-^
maları vardı. Kaç kuruşluk dondurma alırdık? Nur
Pastanesi'nin kedili bisküvitlerini de unutamam,,
piramit pastalarını da. ,i
Gökhan Önce, eski Moda evlerini anlatıyor -an-
sızın hayaletlerini yanı başımda hissettim-: •>
"Eski Moda'nın orta halli aileleri, daha çok Rum
kökenliler, Devriye Sokağı 'yla Küçük Moda yönün-
dekiMektep Sokağı'ndayığma tekniğiyle tuğladari
işna edilmiş, san badanalı sakız tipi evlerde otu-^
ruriardı." "•'
Sahi, bir de Küçük Moda... Büyük Moda nere-
siydi?
Adı neden niye Moda? '\
Monografiler belleğin en yakın dostları. Bu sıcak
eseri okurken yalnız geçmişin bir semtine kavuş-i(
muyorsunuz, değişen sosyolojiyi alımlıyorsunuz,,'
eşyadan insana, çevreden mimariye.
Alman su perileri 1926'da "Moda Deniz Hama-.-
m/"nagelmişler. ;
ı
Su perileri... . ı
Moda perileri... n
Ve -ne saklayalım- bugün perisiz bir Moda...
'Komşu komşuya, kardeş kardeşe düşmanl'
SUNGL ÇAPAN
Hırvatistan'la eski Yugoslavya'nın
öteki bölgeleri arasındaki küçük, şirin
sınır kenti Vukovar'da yaşayan komşu
aile çocukları Hırvat kızı Anna'yla
(Mirjana Jokmic) Sırp genci Toma (Bo-
ris Isakovic) küçüklüklerinden beri sü-
regelen aşklannı evlenerek perçinle-
mek isterler. ailelerinin de onayını ala-
rak. Ne var ki en iyi zamanı seçmemiş-
lerdir evlilik için. Oysa Berlin duvarı-
nın yıkılması ve komünist sistemin çök-
mesiyle, o zamana kadar tadılmamış.,
sınırsız bir özgürlük coşkusu, sel gibi
kaplamıştır. demirperde de denilen.
Doğu bloku ülkelerini. Özgürlük rüz-
gârlarının alabildiğine taşkınca esmeye
başlamasıyla sanki bütün hayallerin
gerçekleşeceği günler çıkagelecektir
herkes için. Anna'yla Toma'mn. çok
şey vaat eden. mutlu bir geleceği sim-
geleyen evlilik günü, farklı etnik top-
lumlardan oluşan eski Yugoslavya'nın.
şovenizm ve militarizm rüzgârlarıyla
darmadağın olup parçalanacağı, kor-
kunç bir iç savaş kasırgasına tutulaca-
ğı, çok kanlı ve acılı bir şiddet dönemi-
ne denk düşer. Anna'yla Toma'nın ev-
lilik gününde, anlamsız, gereksiz bir
kin. öfke, şiddet labirentlerine garkol-
muş Sırplarla Hırvatlann sokaklarda
Vukovar / Vukovar Poste Restante / Yönetmen: Boro
Draskovic / Senaryo: Maja Draskovic, B. Draskovic /
Kamera: Aleksander Petkovic / Müzik: Nenad Ostojic /
Oyuncular: Mirjana Jokovic, Boris Isakovic, Monika
Romic, Nebojsa Glolgovac, Stevlana Bojkovic / 1994
Kıbrıs, İtalya, ABD yapımı (a Film) Beyoğlu Alkazar
Sinemasrnda.
birbirlerinin boğazına sarılacağı, salgın
gibi bütün ülkeyi saracak bir savaşın kı-
vılcımları çakıverir. Artık "komşu
komşuya, arkadaş arkadaşa, kardeş
kardeşe" düşman kesilmiş. hatta sevgi-
lilerbilekarşıtcephelerdesaftutmuş ve
bütün umutlar havadaki sabun balon-
cukları gibi dağılıp yok olmuştur...
Sırp kocası askere çağniınca. hami-
le Anna. aile evine gider mecburen. Ek-
mek peşinde, dışarıdayken bombalar
yağan evdeki annesi babası öldüğünde
de karnındaki bebeğiyle, yıkık dökük
sokaklara düşerek sefil ve feci bir ha-
yata talim eder Anna. Savaşın acımasız,
kıyıcı koşullanndan kaynaklanan genel
çılgınlık ve çatışma atmosferinden na-
sibini bolca alan çaresiz Anna, 'savaş
köpekleri'nin tecavüzlerine, saldınla-
nna maruz kalırken cephedeki kocası
Toma da hayatta kalmaya. sağsalim e\ i-
ne dönmeye bakar. Savaşın birbirinden
ayınp kopardığı ölümlere. acılara çile-
lere boğulan çiftimiz. dehşet. zorbalık.
terör ve kan dökmenin sona ereceğini
umarak aslında 'bir daha asla eskisi gi-
bi oiamayacak bir dünvaya" doğacak
çocuklarının simgelediği. mutluluk, ba-
nş, huzur vaat eden bir geleceğin bek-
lentisindedirler finalde.
Geçen yılın en iyi yabancı film Os-
car'ına aday gösterilmiş. Moskova'dan
Valenciennes'e kadar katıldığı ulusla-
rarası festivallerden 11 ödül toplamış
"Vukovar*
1
,1935 Saraybosnadoğumlu,
Hınat-Sırp kırması Boro Draskovic'in
yazıp yönettiği, Yugoslavya'yı parçala-
yan aşın milliyetçilik akımlannın ne-
den olduğu. dünyanın da seyrettiği, an-
lamsız bir savaşın açtığı derin yaraları
aktaran, yalın, özlü, dürüst bir film.
Ağır gelişen. giderek seyircisini insan-
lık dışı savaş tablolarıyla yüzyüze geti-
rip olan biten felaketlere tanıklık etti-
ren filmin ve yönetmeninin, savaş sp-
rumlulannı yargılamak, sorulara açık
seçik yanıtlar vermek ve çözümler
önermek gibi iddialan yok. 1990'lara
kadar. aile bağlarıyla kenetlenmiş oia-
rak banş içinde, hayatı paylaşarak ya-
şayan Hırvatlarla Sırplann birbirine
düşman edildiği, korkunç kargaşa ve
karmaşa ortamını gösteriyor, Romeo-
Juliet'vari bir aşk öyküsü aracılğıyla.
Azgın milliyetçilik duygulanyla gale-
yana gelip Büyük Sırbistan hayaliyle
saldırganlaşarak eski Yugoslavya'yı
kanlı bir savaş meydanına çeviren gad-
dar Sırpların kestiği din kardeşimiz
Boşnakları gündeme getiren. Fransız
düşünür Bernard Henn-Le\y'nin
"Bosna^sıyla. soruna kendine özgü şe-
kilde yaklaşan Godard'ın "Forever
Mozart*'ından farklı olarak Hırvat-Sırp
çatışmasını konu edinen "Vukovar"da,
u
Lnderground"dan tanıdığımız Mir-
jana Jokovic, başanlı performansıyla
öteki oyunculardan sıynlıyor. Yüzyıllar
boyunca Katolik. Ortodoks Hıristiyan-
larla Müslümanların kardeş kardeşe ya-
şadiğı topraklarda patlak vermiş, 4 yıl
kadar sürmüş. daha yaralan sarılmamış
ve hâlâ dumanlan tüten, korkunç bir
savaşın olanca dehşetine tanık olduğu-
muz. Sırp-Hırvat Boro Draskovic'in
yazıp yönettiği "Vukmar", küçük büt-
çeli, ama etkili olabilen, nesnel, namus-
lu. düzeyli bir film sonuçta.
Edebiyatçılar gündemi konuşuyor
Kültür Servisi- Edebiyatçılar Derneği; Türkiye nin
içinden geçmekte olduğu darbogazda. aydm ve sanatçı
kimlikleriyle edebiyatçılann sezgi ve görüşleriyle
topluma yön vermelerinin önemine inanmaktadır. Bu
noktadan hareketle her pazartesi günü saat 18.30'da n'
Ankara Yeni Sahne'de yapılacak olan bir söyleşi dizisi
oluşturdu. Demek. "Yazarlar, yüreğının ve aklınm sesini
en fazla dinleyen insanlarsa eğer. toplumda biraz da ^
edebiyatçılann sesi dinlenmeli" diyorlar. Derneğin i !
programı ise şöyle: 30 aralık "Deviet ve Düşünce '
Özgürlüğü" M. Naci Cnver, 6 ocak "Diyarbakır'da
/i
Yaşamak" Şenal Sanhan, 13 ocak "Demokratikleşme '
Açısından Güneydoğu" / Muzaffer llhan Erdost, 20 ocak ,
"Eğitim Nerede Kınldı", 27 ocak "Düşüncenin : 0
Neresindeyiz" / Ahmet lnam. 3 şubat "Telif Haklan ve : !
Türkiye" / Ünsal Piroğlu. .,
BUGÜN i,
• PERFORMANSGt^VLERİ kapsamında saat 16.30'-
da AKM Sanat Galerisi'nde Uğur Köse'nin "Bilgi Prag<
matiği- Yanlış Biliyorum', Mustafa Kaplan'ın 'İç BükeyV
Hadiye Cangökçe ve O. Cem Çetin'in 'Burası-Burası';.
Yeşim Ağaoğlu'nun 'Mandal Gibi' ve Ahmet Ortaçdağ'ın
'Ben Caligula' adlı performanslan yer alıyor. •:>
• JAZZ STOP BEYOĞLU SAHNESt nde saat 21 OO'de
Blues konseri yer alıyor. (252 93 14)
• AKSANAT'ta saat 12.30 ve 17.30'da Martin Scorse-:
se'nin yönettiği. Robert De Niro ve Liza Minelli'nin baş-
rolde olduklan "New York New York' adlı müzikal filny
laser-disc'ten göstenlecek.
• ANADOLU'DA AYDINLAN1VIA başlıklı söyleşi saa*
20.30'da Caddebostan Kültür ve Sanat Merkezi'nde. Söy-t
leşiye Metin Bobaroglu katılıyor. J l