25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
31 AĞUSTOS 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 CRAMOFON İCNESİ SEIİMİLERİ " W ^ ^ eyoğlu Atatürk Erkek Lise- m J si'nde ikinci sınıf, yıllardan m-^T 1966. Fransızca hocamız Ve- ğ 1 datGünyol'la ilk ders; Vedat m \-~ Gûnyol, o zamanlar her ay başı hüyük heyecanla okuduğum Yeni Ufuklar dergisimn yöneticisi. Vedat Bey derse giriyor ve o güne kadar tanıdığım bütün insanlardan farklı bir kişiyle, eşi- ne bütün ha\atım boyunca herhalde bir daha rastlayamayacağım alçakgönülü, aydın, gençîere anlayışh, gençleri güzel bir dünyaya yönlendirmek isteyen bir öğ- retmenİe karşılaşıyorum. Daha ilk dersi- miz, göz kamaştıncı bir kültür şöleni olup çıkıyor. Türk liselerinde yabancı dil derslerinin hangi güç koşullaralunda sürdürülebile- ceğini çok iyi bilen Günyol, haftada üç beş saat öğretimle Fransızca öğretileme- yeceğini de bildiğinden, bizi kültürün o engininden şu koyağına, şu koyağindan bir öte enginine alıp götürüyor. Değişik toplumsal kesimlerden gelen, farklı mad- di olanaklar içindeki bir dolu öğrenci, Günyorun derslerinde çıt çıkarmadan oturuyor. Daha o zamanlar keskinleşmiş sağ-sol görüşler, Fransızca hocamızın derslerinde banşa kavuşuyor; bütün siv- riliklersiliniyorve hocamız bize in- sanca yaşamın ağır sınavlannı anlatıyor. Bazan Fransızca, bazan Türkçe... •' , Vedat Gün- yol'un öğrencisi olma mutluluğuna eriş- miş olanlar, bu derslerden, ders dışı söy- leşilerden, baharpikniklerinden, bazı yaz gecelerine rastlamış buluşmalardan tıl- sımla donandılar Bu, ülküsel bir dünya- nıntılsımıydı. Metaryalizme bağhlığma karşın daha çok bir evliya-aziz kanşımı kişilik yansıtan Vedat Bey, açgözlülü- ğün, boşyüceliğin, kişisel hırsın, burnu- büyüklüğün yaman bir avcısı. Bizler de önümüzdeki yıllara şu çirkin yükseliş fir- satlanndan uzak durarak uzanmayı öğ- reniyonız. Galiba pek çoğumuz da öğ- rendı. Her biri aydınlık tartişmalar sürûp gi- diyor. Hocamız, fikir düzleminde kaldı- Metaryalizme bağühğına karşın daha çok bir evliya- azizkanşımı kişilik yansıtan Vedat Bey, açgözlühığün, boşyüceliğin, kişisel hırsın. burnubüyükJü ğûn yaman bir avcısı. Bizler de önfimüzdeki yıllara şu çirkin yükseliş firsatianndan uzak durarak uzanmayı öğreniyonız. Galiba pek çoğumuz da öğrendi. Türk kültüründe masmaviğı sürece, kendi görüşlerine en karşıt uç- taki görüşleri de dikkatle dinliyor, bizle- rin dinlemesini sevgicil uyanlarla sağlı- yor, bizlere, en tehlikeli rejmin tek görüş üzerine kurulu, totaliter rejimler olduğu- nu hiç söze dökmeksizin öğretiyor. Onun derslerinde ve söyleşilerinde ateistle koyu dindar, Müslümanla Hıris- tiyan ve Musevi. belki de bir daha karşı- laşamayacaklan bir ülkü dünyasında yan yana gelebiliyorlar, birlikte var olmanın, birbirine saygı duymanın, birbirinden öğrenebilmenin hazzını tadıyorlar. Gün- yol, bu özelliğiyle Türk eğitiminin elbet- te benzeri çok az bir temsilcisi... Ama bir de yazar Vedat Günyol var Yeni Ufuklar'ın başyazan Sabahattin Eyuboğlu. Sabahattin Eyuboğlu'nun yazmadığı sayılarda baş köşede Nermi Uygur. Nermi Uygur'un unutulmaz "Kanfdenemesi bu dergide yayımlan- mıştır. Sonra Azra Erhat^sonra Rauf Mutluay_. Vedat Bey kendi yazılannı da- ima sonlara saklıyor. Bu yüzden olacak, ilk kitabı Dile Gdseler'i (1966) devşir- mek için de yıllar yilı kararsız kalmış. Dile getiren adam Dile Gelseler'de derlenmiş eleşhrel de- nemeler. Vedat Günyol'un çağdaş Türk edebiyatından kimi imzalara yönelik çok başanlı yorumlannı sergiler. Hocamız. Halide Edib'ı, Yakup Kadri'yi. Hfiseyin RahmPyi 'yaşayan' özellikleriyle yan- sıtmıştır. Abdülhak Şinasi'ye ve Peyami Safa'ya uzak durmuştur, ama Sabahattin Ali'nin derin anlamını dile getirmiştir. SaitFaik üzerine yazdığı yazılar -ilk de- ğini 1945 tarihini taşır-, o gün bugün, aşılamamış yazılardır. Dile Gelseler'deki 'Yalmzhğın Yarab- ğı Adam'dan (1954) alıntılıyorum: "Sait Faik yürüyecek, yürüyecektir. Bu yol onu nerelere, hangi uğraklara götüre- cek? "Önce isyana götürecek. tsyanın ar- dından 'büyük hayaller" akın edecek, sonra her şey tabiat içinde erimeğe doğ- ru yol alacak." Vedat Günyol, edebiyata gönül vermiş öğrencilerine, bir yandan da modern ede- biyatı, yeni Türk yazarlannı tanırıyordu. Dile Gelseler'de bu soy incelikli yazılar yer almıştır. Ama öğretmenim, ders dışı söyleşilerimizde, Sait Faik'ten sonra yepyeni bir gelışım çizgisinde yol almış hikâyeciliğimizi daha yakından tanıya- bilmem için kitaplığım açmıştı. Çok sev- diğim Ferit Edgü hikâyelerini, Demir Öziü'nün Bunaltı'sını, Onat KurJar'ın unutulmaz tshak'ını, Adnan Özyalçı- ner'i, NezüıeMeriç'i. Muzaffer Buyruk- çu'yu, her biri ayn zenginlikler taşıyan bu seçkin hikâyecileri adeta birdenbire yanı başımda bulacaktım. Ertesi yıl, lise son sınıf: Artık kendi- mi edebiyatçı sayıyordum. Sonbaharda cumartesi günleri ve yaz boyunca, Yeni Ufuklar'ın yazıevine gidip gelir olmuş- tum. Nermi Uygur'u ilk orada gördüm, OrhanŞaikGokyay'ı.CemBMeriç'ide . Aydınlık olan her şeye gönül vermiş Günyol'un Yeni Ufuklar'ı başlı başına bir odaktı. Vedat Bey yazılar çiziktirdiğimi bili- yor, destek veriyor, bu yazılann olgun- laşmast için bana saatlerce zaman ayın- yordu. Nihayet bir iki hikâye taslağım. MeKh Cevdet An- day'ın şiiri üzerine - elbette amatörce- bir uzunca yazım Yeni Ufuklar'da ya- yımlandı. (Bu satır- lan yazarken o günlerin smırsız coşku- sunu yeniden duyar gibiyim.) Hocam, söze dökmesizin, bana rota çiziyordu. Sonra bir gün, bir akşamüzeri... Yeni Ufuklar'ın küçücük, bitlciler. kaktüsler- le donanmış yazıevine, olanca alafranga- lığı. zarif tavn ve atak tutumuyla Azra Erhat geldi, 6 Eylül 1982'de kaybettiği- miz Azra Erhat. Sade birdöpiyes giymiş olduğunu dün gibi hatırlıyorum. Koyurenkbirdöpiyes ve açık renk bluz. Sözcüklerle pek anla- tılamayacak bir kadmdı Azra Erhat Tav- n alafrangaydı, ama her sözü Türk kül- türünün sorunlanna yönelik bir endişe- yi dışa vuruyordu... Azra Erhat için...J T v e t , birkaç gün sonramız Azra Ay Erhat'm ölûm yıldönümüne * J rastlıyor. Oysa o yaz sonu gü- nünde Azra Hanım hayat dolu, çalışma isteğiyle tutkun, geleceğe yönelik tasa- nlarla coşkundu. Daha o zamanlar, yet- kin esen Mitotoji Sözlüğü'nden (1972) söz açıyor, sanınm, bazı maddeleri ka- leme getiriyordu. Biz okurlara gelince, Azra Erhat'ı el- bette öteki eserlerinden tanıyorduk. Sözgelimi, çok sevdiğim Mavi Yokuluk (1962). Fikir dünyamızın cılızlığını beslemeye çahşmış Çan Yayınlan, hep- si emek ürünü kitaplanna Azra Ha- nım'ın bu eserini de katmıştır. Mavi Yolculuk. edebiyatımızın adamakıllı solgun bir alanında belirir: Gezi edebi- yatı. Mavi Yolculuk'u -bütün sevdiğim ki- taplar gibi- yeniden ve yeniden oku- dum. flk okuyuşum lise yıllannda. Memleket coğrafyasının Akdeniz'e, kızgın, pınltılı güneşe, tarihe, denize açılmış sayfalannda. o hiç görmediğim yöre beni büyüledi. Günün bınnde Az- ra Hanım'ın mavi yöresine gideceğim aklımın ucundan geçmemişti. Sonra Bodrum, Bodrum'un çevresi ve yaz ta- tili dönüşünde bir kez daha Mavi Yol- culuk'u okumak. Bu kez gezip gördü- ğüm yerlerin zamanda yolculuğunu okuyordum. Mavi Yolculuk zamanda bir yolcu- luk olduğu kadar kişisel bir tarihçedir de. Azra Erhat, yolculuğa katılmış olan- lan puslara büründürerek karşımıza çı- kanr. Günler ve geceler, onlann serü- venierinden yansımaktadır. Tarih ko- nuşulur, şiir konuşulur, okuryazann il- gilenmekten uzak kaldığı bir coğrafya konuşulur. Aynı hava Mavi Anadolu'da da (1960) eser; ama bu kitap tarihı eser- ler karşısındaki duyarsızlığımıza, aldı- nşsızlığımıza bir yakınma da sayılabi- lir. Mavi Yolculuk'ta yakınmanın yeri- ni sahip çıkma sevinci almıştır. O kadar ki, daha ilk satırlarda. ilk pa- ragraflarda. yolculuktan dönen anlatı- cının özlemi, daha döner dönmez du- yumsanmış özlemi belirir: Akdeniz'den getirihniş, uçsuz bucak- sız, erden deniz kıyılanndan toplanmış şeytanminareleri, denizyıldızlan, deni- zaygırlan, denizkestaneleri masa üstü- ne bırakılrnışür. Azra Erhat, onlann git gıde sedefsizleştiğini görerek üzülür. Sonra, geriye dönüşle, mavi yolculuk başlar. Hafikamas Bahkçısı'nın eşsiz anlatı- mıyla Türk kültür tarihinde açtığı bu büyük duyarlık sayfası, Anadolu'da, özellikle Ege-Akdeniz yöresinde tarihi katmanlann iç içe geçerek hâlâ yaşıyor oluşuna yönelik bu şairce belirtge, bes- belli, Mavi Anadolu ve Mavi Yolculuk yazannı da büyülemiştir. Azra Erhat'ın yazarlık ve çevirmen- lik çabası, emeği, nice yıllar hep bu bü- yülenişle sürüp gitmiştir. Gerçi Colet- te'i o dilimize kazandırmışnr; bununla birlikte dilimize armağan ettiği eserie- rin başlıcalan, topragın uygarlığından fişkırmış olan eserlerdir. Hemen İH- ada'yı.Odysseia'yu Hesiodos'un günle- rini, işlerini, ZincireVuruhnuş Promet- heus'u hatırlamakta yarar var. A. Kadir'le. Sabahattin Eyuboğ- lu'yla birlikte çalışılarak gerçekleştiril- miş şu çeviriler, hiç şüphesiz, Türk- çe'ye katkıdır. Yalruzca edebi, tarihi de- ğerleri açısından değil, Türkçe'ye yeni dile getiriş imkânlan sunmalanyla da katkıdır. O yaz sonu akşamüzerinde Azra Ha- nım'la Vedat Bey, böyle buluşup nere- ye gitmişlerdi, bilemiyorum; sonmaya utanmış, ama merak da ermiştim. Bü- yük olasıhkla söyleşiyle çalışmanın, küçük çapta eğlentiyle düşünsel tartış- manın iç içe yaşanacağı bir geceye... 1969 'da Işte tnsan-Eceo Homo yayın- landı. Kültürü evrensel bütünlüğü için- de tarttşan, yer yer bir duygu fırtınası- na dönüşen bu özlü deneme, bizlere, o zamanın hayli genç, toy, bilgisiz okur- lanna sunuydu. Birbirinden bagımsız görünen dene- meler, Işte Insan-Ecco Homo'da yan yana gelerek Azra Erhat'ın kültür an- layışmı, dünya görüşünü, hayata bakı- şını yansıtmaktaydı. Genç bir okurun izlenimleri niteli- ğinde bir kitap tanıtma yazısı yazmış- tım. Vedat Bey, Yeni Ufuklar'da yayım- ladı. Derginin çıkışından üç dört gün sonra Azra Erhat'tan bir mektup aldım. Yazıya teşekkür ediyor, beni yüreklen- dinyor, dahası, önümüzdeki hafta filan akşam evine davet ediyordu. Şimdi artık Topağacı'ndaki küçük apartman katından söz açabilirim: Ak- deniz'den esintilerle yüklü bu sıcak ev. duvarlardaki resimler, sagda solda ya örtü, ya yastıkyüzü olarak kullanılmış yazmalar, masa üstünde hâlâ durdugu- na tamklık edebildiğım deniz kabukla- n, her şey öylesine güzeldi ki, bohem- le düzenliliğin bu iç içeliğine özenme- mek elde değildi. Oraya sevgili hocam Vedat Bey'le gitmiştik. Orada Halikar- nas Balıkçısı'ndan konuşmuştuk. Demin Işte tnsan'ı nitelemeye çalı- şırken "duygu firtmasr dedim; aslın- da Azra Hanım. kendisi. doğrudan doğ- ruya duygu fırtınasıydı. 1975'ten son- raki çalışmalannı Halikarnas Balıkçı- sı'na -Mektuplanyla Halikarnas Balık- çısı (1876K Sabahattin Eyuboğlu'na - Bötün Yazılan I, II (1982)- adamış ol- ması. demek istediğimi kanıtlar. Tabii bir de Zeynep Oral'la gerçek- leştirdiği unutulmaz söyleşi anılmalı. Hayatını, ruh dünyasını büyük bir çıp- laklıkla, elbete eşsiz açıksöziülükle. belki de geleceğin insanlanna yol aç- mak istercesine dile getirdi Azra Ha- nım. Sevgilerinin uçsuz bucaksızlığını. yasaklar tanımayışını dile getirdi. Bunca çaba, bunca emek anlaşıldı mı? Benimsendi mi? 'Mavi Anadolu' savı yazık ki yeterin- ce kavranamamışttr. Sabahattin Eyu- boğlu'nun, Halikarnas Bahkçısı'nın. Azra Erhat'ın ve Vedat Günyol'un de- ğişik görüngelerden yaklaştıklan o dü- şünce. duygu akımı, çoğu kez haksız yere olumsuz eleştirilerin hedefi ol- muştur. Yaşadığımız topragın karma- şık uygarlığına gerçekten büyük bir iç- tenlikle ışık tutmuş bu mavi sayfalar, yann daha çok anlaşılıp sevilecektir. Mitoloji Sözlüğü'nün yalnızca bir saptayımı bile yeter: "Apollon ya da Artemis'i Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde topraktan çıkartılan anıtlann ışığında yorumlamak daha hiçbirderli toplu mi- toloji kitabına erek ve görev olmamış- tır." ötesiııde...üşünsel tartışmalar bazan çok karşıt uçlarda odaklaşıyor, bil- lûrlaşıyor. Birbirini bütünleye- bilecek, belki de birbirinin ardılı görüş- ler, bakıyorsunuz, birbirine düşman ke- silmiş. Bu durumun -bence- çok gerek- siz, anlamsız bir örneğine çok yakından tanık oldum: 1965 sonrasında edebiya- ümız ve düşünce hayatımız zorlama ku- tuplaşmalann tutsağı oldu. Bir yanda Kemal Tahir bir zaviye gibi gösterilmek istendi, karşı kutupta Sabahattin Eyu- boğlu ve arkadaşlan konumlandınldı. Neredeyse cepheleşme söz konusuydu. Oysa trajik sonlar gecikmeyecek; Eyuboğlu'nun erken ölümü karşısmda Kemal Tahir gözyaşlannı tutamayacak, Kemal Tahir'in cenazesinde sevgili ho- cam Vedat Günyol o uzun mezarlık yü- rüyüşüne katılacaktı. Bunlan bütün ay- nntılanyla ve tabii dilim döndüğünce Haürbyorum'da, O Yakamoz Söner'de yazmıştım. Eklemek istiyorum: Vedat Bey 'in Fransızca derslerinde ki- mileyin Fransızca metinleri Türkçe çe- virileriyle karşılaştınrdık. Hocam bana Sabahattin Eyuboğlu'nun ŞörleFransız- ca kitabım salık vermişti. Estet gözüyle kaleme alınmış bu güzel eser dil öğren- meyi birdenbire edebiyat şölenine dö- nüştürür. Keşke yeniden basılsa... Bizler Sabahattin Eyuboğlu'nu Mavi ve Kara'daki, Yeni Ufuklar'daki yazıla- nndan tanıyorduk. Mavi ve Kara'ya al- madığı, ola ki önemsiz bulduğu çok önemli yazılarından, denemelerinden habersizdik. Bunlann bir bölüğü ancak 1974'te, yazann ölümünden sonra Sa- nat Üzerine Denemeter'dc derlenecekti. Bir çeviri başeseri olan, Cumhuri- yet'te tefrika edilmiş, kitap olarak ya- yınlanmış, hak ettiği ilgiyi görememiş, Carlo Levi imzalı tsa Bu Köye Uğrama- dı'nuı çevirmenı Sabahattin Eyuboğlu, demin andığım Sanat Üzerine Deneme- ler'de, daha 1938'de şunlan dile getirir: "Yeni Türk sanatçısı eski biçimler dünyasını yeni değerlerle şenlendire- cek. eski meyvalarda >eni lezzetler bu- lacaktır. Yeni estetik, meşru bir yo- rumla, eski değerleri kendi idealine mal edecektir. Ancak bu biçimde göç- müş bir dünya yaşayan ruhlara sesle- nebilir, ancak bu biçimde Süleymani- ye Camii aktüel bir değer olabilir, ve olmuştur... Geçmişi yaşatan yorum- dur." 1930'lann sanat-estetik tartışmalan- nın kimbilir ne kadar ötesindeki şu gö- rüş, şu aydınlatış yann için de belki tek kılavuzumuz. Öyleyken, Sabahattin Eyuboğlu ve arkadaşlannın Türk kültü- rü üzerinde enine boyuna düşünmedik- leri. eskiyi toptan yadsıdıklan, anrikite- ye takılıp kaldıklan insafsızca ileri sü- rülmüştür. tşin tuhafı, eskiyi. geçmişi yorumlamak isteyenler de "gerici" sayıl- mış. bifmez tükenmez bir kör dövüşün- de debelenilmiştir. Oy sa Eyuboğlu, Tan- pınar'ı anarken sırn çözüyor "(_) Bununla beraber Tanpınar'ın şi- irinde bir gecmiş zaman özlemi de bula- mazsınız. Aradığı şe> esld günler, yitiril- miş cenneder değil, bugün yaşadıgı anm zaman yüklü olmastdır." (1963) Zaman yüklü olmak! Devam ediyor Eyuboğlu: "Eski keUmelere bağtıhğı da, eski dünyamıza bağiılığından değil. bu kelimeleri birer zaman kınntısı olarak görmesindendL Mücevher, billur. âvize gibi kelimeleri birer baba >adigân değU, Zaman-Tanrı'nın semboUeri diye, so- mutlaşmışsürelerdiyegörüyordusanki'' Yeniden okumak Dönüp bugüne baktığımızda, öteki emekler gibi Eyuboğlu'nun, Erhat'ın, Günyol'un emeklerinin de sessiz seda- sız unutuluşa terk edilmek istendiğini saptıyoruz. Eserlerini yeniden okumak, televizyon cinnetine kapılmış bugünü- müz için. çıkış yolu, kurtuluş imkânı. Mavi ve Kara 1960 tarihli biryazısın- da vurguluyor: "Dogu'yla Ban arasuıda, kat kat medeniyetier üstünde, değişik, renk renk kaynaklar, açılmamış yaprak- lar ortasında oturuyoruz." Yazık ki hâlâ bılincinde değiliz... Bir kez daha Atatürk Erkek Lisesi 'nin dar. gün ışığı görmez, alt kat sınıfma dö- nüyorum, zaman yüklü olabilmek için. Hocamız Vedat Günyol, birbirine karşıt dünya görüşlerindeki öğrencileri, kendi engin hoşgörüsüyle bireşime çağınyor. Onlara, hepimize diyor ki, heyecanlar gelip geçici, kültür kalıcıdır. Sözcüğü sözcüğüne böyle değilse de, belleğimiz- de iz bırakan anlam bu. Hocamız, kül- türün şu ya da bu nedenle silinmek is- tendiği yerde hayatın çarçabuk göçüp gideceğini vurguluyor. Belki aynı endişeyle Ahmet Oktay da Cumhurfyet Dönemi Edebiyan'nda (1993) şu yorumu gereksiniyor: "İyiye, güzele, doğnıya varayan her türtü yapıtm ve düşüncenin savunması- nı > apmaktadır. >-asakçı olmamayn öner- mektedir Evuboğlu. Bir yandan Monta- igne'i bir yandan Yunus'u okuyorsa, bundandır. Bir yandan Rimbaud bir yan- dan Hayyam çeviriyorsa, bundandır. Hem Yahya Kemal'i hem Âşık Veysel'i seviyorsa, bundandır." Dediğim gibi, yaz sonunda bir akşa- müzeriydi. Koyu renk döpiyesli Azra Hanım'la üstüne başına özen gösterme- meyi hayatın özel erekleri arasında say- mış, kalendermeşrep Vedat Bey, Yeni Ufuklar'm yazıevinden birlikte çıkmış- lar, hep çalışma, emek verme, almteri dökme üzerine kurulu maceralannın bir gecesine kanşmışlardı. Herhalde Saba- hattin Bey'in Maçka'daki şımdi yitip git- miş evine gidiyorlardı. Yaz sonunun ak- şamüstünde Baudelaire'ı çağnştınr bir yalnızhkduyumsamıştım. Işte, Eyuboğ- lu'nun müthiş çevirisiyle: Derdim, yeter, saldn ol, dinlen biraz arük; Akşam olsa diyordun, işte oldu ak- şam, Siyah örtülere sardı şehri karanlık; Kimine huzur iner gökten, kimine gam. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Yükseköğpetimde Seçimlik Genel Kültün... Ülkemizdeki yükseköğretim kurumlarının prog- ramlannda genel kültür derslerinin (kültür tarihi, sa- nat tarihi, estetik vb.) "seçimlik ders" olarak yer al- ması eğiliminin giderek yaygınlaşması, kanımızca özellikle ortaöğretimimizin genel tablosunda bugün için belirginleşen gerçekleri yeterince göz önünde bulundurmamaktan doğan bir sonuçtur. Önceki yazılanmdan birinde, ülkemizdeki hukukfa- kültelerinde hukuk tarihi ve Roma hukuku dersleri- nin seçimlik derse dönüştürülmesinin sakıncalanna dikkati çekerken, bu tutumun, geleceğin hukukçu- lanna, "Sen, istersen uygulayacağın hukukun geç- mişini ve -Roma hukuku örneğinde olduğu gibi- özel hukukunun temelini öğrenmemeyi de seçebilirsin!" demekten başka bir şey olmayacağını belirtmiştim. Durum, yükseköğretimde genel kültür derslerinin seçimlik olması bağlamındada farklı değildir. Bu nok- tada da öğrencıye sunulan seçenek, gerçekte şu mesajı içermektedir: "Ortaöğretimden kaynaklanan genel kültür eksıkliğini giderip gidermemekte bütü- nüyle özgürsün; eğer istersen, genel kültür donanı- mını seçmeden de üniversite diploması alabilirsin!" Bu tutumun kökenlerinden biri, Türkiye'de -yıllar- dır uygulanagelen yanlış politikalar sonucu- üniver- siteye ilişkin bir yanlış bakış açısından kaynaklan- maktadır. Bu bakış açısı, üniversiteleri neredeyse bi- rer meslek okulundan farksız görmekte, bu nedenle de genel kültür derslerine branş derslerinin gerisin- de bir yer tanımaktadır. Bu ölçüte göre hukukçu, her şeyden önce yasal düzenlemelerı bilen kişi, fıloloji mezunu her şeyden önce dil ve metin uzmanı, sanat tarihçisi her şeyden önce dönemlerine göre üslup- lan ve eserleri bilen; sinema, televizyon ve reklamcı- lık alanlannda yükseköğrenim yapanlar ise yine her şeyden önce çekimler, kamera kullanımı vb. gibi tek- nik bilgilerle donatılması gerekenler olarak görülmek- tedir. Yanlış, üniversitenin işlevini değerlendirmede be- lirginleşmektedir. Üniversite, netarıhsel gelişimi içe- risinde ne de günümüzde yalnızca meslek okulian yerine geçen, bu amaçla Öğrencilerine salt teknik bilgilerle ve branş dersleriyle sınırlı eğitim veren bir kurumdur. Üniversite, öğrencilerine önce geniş yel- pazeli bir dünya görüşü edinebilmenin yollannı açan bir kurumdur; değişik eğitim alanlan, ancak böyle bir yelpaze temeline oturtulabildiğı takdirde üniversite öğrenimi de amacına ulaşmış olur. Bu amaca erişe- bilmenin tek yolunun ise yükseköğrenim gören genç- lere olabildiğince bir genel kültür eğitimi sunmak ol- duğu açıktır. Omeğin yaşamı ve insanı dünü, bugünü ve yanna olası yansımalanyla öğrenememiş, dahası sağlam bir toplumbilim kültürünün eğitiminden geçmemiş bir hukukçu, gerek bireylerın bıreylerle gerek birey- lerin toplumla ve gerekse toplumların toplumlarla olan ilişkilerini düzenleyen hukuk kurallannı nasıl bir temelden yola çıkarak uygulayacaktır? Yeterince ta- ramadığı insanın hukukunu nasıl değerlendirebile- cektir? Bir doktor, insan kimliğiyle yeterince tanıma- dığı hastası karşısmda, yalnızca bir tıp uygulayıcısı olarak kalmayı yeterli bulmalı mıdır? Ya da, sinema ve televizyon eğitimi görürken, ör- neğin sanat tarihi ve estetik gibi "seçimlik" dersleri seçmeme hakkını kullanmış olan bir öğrenci, eline kamerayı bagımsız olarak aldığında, "dünyayı imge- lerte görebilme"y\ nasıl başaracaktır? Yakaladığı ya da yakaladığını sandığı imgeleri, estetik bağlamda boşluklarla örülü bir kafanın neresinde biçimlendire- bilecektir? Kendine özgü bir sanat anlayışını hangi kaynaklardan beslenerek oluşturacaktır? Fotoğraf- çılık eğitimi görmüş, ama öğrenimi sırasında sözü edilen "seçimlik" dersleri seçmeme hakkını kullan- mış olan bir genç, dünyanın en pahalı fotoğraf ma- kinelerini bile eline alsa, "bakan göz "den "gören göz'e uzanan yoldan geçmeyi başarabilecek midir? Estetik bir temel kazanmaksızın, sanat bağlamında ne gibi sorgulamalalar yapması gerektiğıni bilme- den, görüntünün estetiğini yakalayabilecek midir? Konuyu deşmeyi, biraz da yabancılardan, dünya- ca ünlü sinema ve tiyatro yönetmenlerinın eğitimle- rinden örnekler vererek sürdürebiliriz. Acaba bir Pa- solini'nin ve bir Antonioni'nin, klasik Batı kültürü- nün ve hürnanist eğıtimin kalelerinden olan Bologna Üniversitesi'ni, bir Peter Brook'un Cbcford Üniversi- tesi'ni, bir Jean Renoir'in Aix-en-Provence Üniver- sitesi'nin felsefe ve matematik bölümlerini, bir Ku- rosava'nın Dosusho Batı Resim Sanatı Okulu'nu, bir Ken Russell'ın Londra'da, genel kültür dersleri- nin ağıriılıklığıyla ünlü Walthamsow Sanat Okulu'nun fotoğraf bölümünü, bir Ettore Scola'nın yine klasik kültür dersleriyle ünlü Roma Üniversitesi'ni bitirmiş olmalan, salt rastlantı olarak nitelendirilebilir mi? Ülkemizdeki yükseköğretim kurumlarında genel kültür dersleri ikinci plana itilirken yapılan bir başka yanlış da Türkiye'deki ortaöğretimin değeriendiril- mesine ilişkin yanlıştır. Gerçi -daha önce bir başka yazımızdadadeğindiğimiz gibi- üniversiteler ortaöğ- retimin bütün "günahlannı" üstlenmek ve kendi prog- ramlarından özveride bulunarak bunlann kefaretini ödemekle yükümlü tutulamaz; bu konuda aşınlığa kaçmak, üniversitenin kendi işlevlerini yerine getir- mesini engelleyebilir. Buna karşılık her düzeydeki eğitim gibi, üniversite eğitimi de hizmet verdiği ülke- nin özgü! koşullannı olabildiğince göz önünde bulun- durmak durumundadır. Bizimkisi gibi bir ülkede or- taöğretim, felsefeyi, başka deyişle düşünceyi ve dü- şünmeyi öğreten bir dersi "seçimlik ders" kılmışsa. tarih derslerinde Doğu ve Batı uygarlıklarının doğuş, gelişme ve çöküş nedenlerinin yerini geniş ölçüde Orta Asya'da tarihte kurulmuş bilmem kaç hanlığın adının ezberietilmesi almışsa o zaman o ülkenin or- taöğretim sistemi genel kültür açısından büyük bir boşlukla karşı karşıya demektir Böyle birtabloda ise üniversitelerin kendi programlannda genel kültür derslerini "zorunlu ders" kılmaları, branş derslerinin verimliliğiyle, bu derslerin sağlam bir zemine oturtu- labilmesiyle doğrudan ilintilidir! Ahmet Nesin, dağmm şirketi kundu ANKARA(ANKA)- Bir süre önce, geçirdiği kalp krizi sonucu kaybettiğimiz yazar Aziz Nesin'in oğlu Ahmet Nesin; kitap, dergi, ansiklopedi ve gazete dağıtımı için bir şirket kurdu. "Dada Dağıtım ve Yayıncılık Ltd." admı taşıyan şirketin ortaklan arasında Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Atıl Ant. ishak Serhat Baysan, Çetin San, Raşıt Cavas, Hüseyin Sönmez ve Mehmet Ali Uğur bulunuyor. Şirket; kitap, ansiklopedi. dergi ve gazetelerin ülke ve gerektiğinde dünya distribütörlüğünü yapmak amacıyla kuruldu. Şirket aynca her türlü telif hakkmın alımı, satımı ve devriyle de uğraşacak.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear