23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 15 AĞUSTOS 1995 SAU 14 KULTUR TÜRK ROMANININ SON YÎRMİ BEŞ YILI DEĞERLENDİRİLİYOR Türkromanı bugün birdeğişim içerisinde. Kendi geleneksel çizgisini yenilemek mi istiyor? Yoksa yepyeni bir giysi kuşanmak mı ? Tabii şu da göz önünde tutulabilir: Türk romamnın geleneksel çizgisi eleştirel süzgeçten yeterince geçmiş midir? J Son yirmi beş yılın roman çabasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 2 Türk romanı ne ölçüde incelenip, eleştirilmiştir? .-'••' Roman yok, anıaiyi romanlar var DOGAN HIZLAN Türk edebiyatında romanın geleneğinden söz edemeyiz ama Batı'dan aldığımız bu türün son 25 yılda çok iyi örneklennı verdik. Gerçekten dünya normlanndaki eserlerdi bunlar. Gelenek sözü üzerinde burada durmak gerekiyor, bütün romanlar klasik roman anlayişında ûrûnler-' di. ama bunu toptan bir yargıyla da değerlendire- meyiz. Batı'da romanın seriiveni hangi aşamalar- dan geçmişse, hangi akımlann etkisi altında kal- mışsa, Türk romanı da onlardan esinlendi ve on- larla aynt düzeyde romanlar ve romancılaryarattı. Ne var ki, tyimser bir yaklaşımla, 25 yılda esin- lenmeden, taklitten özgün birnoktaya gelindi. Ar- tık Batı'yla mukayese etmeden. kendi başımıza da romancılanmızı övebilınz. Onlan okuyoruz. Romanın edebi özelliğini aşan bir başka yanına değinmek gerekiyor. Klasik ve klişe deyimle, top- lumun aynası olma konumu. llle de bunun roman için tek kural olduğunu savunmayacağım, bu top- lumda yaşayan romancılanmız son 25 yılda gerçek- ten toplumsal/toplumcu değişmelerin, bozulmala- nn, çalkantılann romanını sundular. Üstelik bun- lar kaba, kalın çızgili birtoplumculuk anlayıştnı da simgelemiyordu, çok cepheli gerçeklikle birlikte, ilgi çekici tipler de yarattılar. Zaten, romanda unutulmaz kahramanlar dönemi geçti bana kalırsa. Bizi sarsacak, rastlamadığımız, bilmediğimiz nitelikleri şahsında taşıyan insanlar yaşamıyorki. Iletişim çağı, televizyon her şeyi ve herkesi o ka- dar olağanlaştırdı ki olağanüstülüğü örttü. Olağa- nüstülüğün bulunmadığı yerde de Dostoyevski,Bal- zac kahramanlannın ışı ne ? Bizde yaşamayan kahramanlan nasıl birer ro- man kahramanı kabul edebiliriz. Köy romanından kent romanına geçmek bir atı- lım. Ama köy romanlannın, köyden kente gelen, gecekondularda yaşayan, kenti bir kuşak gibi saran insanlan anlamamızda yaran olmadı mı ? Onlan okumasaydık. bugünkü romancılanmızın kent pa- noramalan bu kadar başanlt olabilir miydi ? Kasabanın enfes romancılan 1950 sonrası Tür- kiye'sinin politik ve insani değişimini başanyla ro- manlaştırmasalardı bugünün toplumsaL' insani ya- pısını yorumlayacak malzemeyi bulamazdık. Türk romanında gelenek sözü kullanılıyorsa, bu bağlamdaanlaşılmasını savunuyorum. Halk ka>naklanndan, destanlardan, şehirli dili- ne kadar değişik usluplar. romanın dilini ne kadar zenginleştirdi. Her kuşak ve her yazar artık Batf- •dan aldığı biçime, kendi özünü, malzemesini koy- du. Onun için de özgün Türk romanı yaratılabildi. Türk romanı kuşaklar arasında kendi geleneğini oluşturdu, daha da oluşturmak üzere. Hiç kuşkusuz, Batı'dan aldığımız etkilerle, esin- lenmelerle de yenı bir roman yarattık, orta ve genç kuşak romancılar, Batı'nın bilinçakımının dil ve uslup zenginliğini Türkçe dil yapısi, sentaksı için- de yarattılar, roman dilinin başansıydı bu. Romanın içine, bıreyin sorunlan, ille de toplum- sal çerçeveye alınmadan getıriidi. Azımsanacak ba- şan değil. Gelenek sözünün bir yanını övdük, bir yanını da yerelım. Her kuşak kendi yaşamının romanını arar, günlük yaşamından kınntılan ister romanda, ro- mancı için tehlike, bunun sıradanlığına, okur tuzak- çılıgına kapılmadan başarabılmesi. Kuşaklar ara- sındaki bağlantıyı kuran da koparan da romandır. Ostelik romancılanmız. politik olaylann içinde yaşadılar, sadece gözlemci kımliği ile"yetinmedi- ler, hapsedildiler. yargılandılar, bundan da başka canlılıkta, birinci elden yaşantıya dayalı bir roman doğdu. Kısacası, Türk romanı kendi içinde bir ge- leneği kurdu, onu geliştinyor. 1970 sonrası romanırruzla ilgili incelemeler, oku- ru aydınlahcı, bilgilendirici, kalitelı çalışmalar doğ- rusu Onlan güçlü kılan kitaplar, kaynaklar da var- dı, Güzin Dino'yu. Cevdet Kudret'i, Tahir Alan- gu'yu anmalı. Berna Moran, Fethi Naci, Gürsel Aytaç, Semih Gümüş de, 1970 sonrası romamnın sırlannı çöz- mek için çok önemlı çalışmalar yaptılar, üstelik toplumsal yapımızla, edebiyatımız, edebıyatçılan- mız. politik tarihimiz arasında bağlar kurarak, yar- gılannı zenginleştirdiler. Zaman zaman da olsa, roman üzerine yazılany- la Selahattin Hilav'ı Murat Beige'yi de anmak ge- rekir. Türk romanı diye bir şey yoktur ERHAN BENER 1- Edebiyat tarihçileri ve incelemecileri, yazinsal yapıtlan kimi kolaylıklar sağladıği için, çeşitli bö- lümler halinde toplayabilirler, ama ben. insanin en tekil, hatta en bıreysel çalışma alanı olarak nitelen- dirdiğim yazın alnında, her türlü genellemenin yan- lış olduğu kanısındayım. Daha açık anlatımıyla, Türk romanı diye bir şey yoktur. Türkçe roman ya- zan yazarlan ortak bir şapka altında toplamak, el- mayla armutu toplamaktan daha anlamsızdır. Son yıllarda, kimine göre çok başanlı, kimine göre şar- latanca bulunan romanlann yazarlannı, örneğin bir V'üs'at O. Bener, bir tnci Aral bir BBge Karasu. bir Muzaffer Buyrukçu, bir Orhan Pamuk. bir ÎNecati Cumah, bir Talip Apayduı'ı nasıl böyle genel bir ta- nımın içine yerleştırebılirsiniz ? Öte yandan, itiraf etmeliyim kı, son yirmi beş yıl- da, Türkçe yazılıp yayınlanmış olan romanlann pek çoğunu, bir değer yargısına varabilecek kadar oku- yabilmiş değilim. Bir edebiyat tanhçisi. eleştirmen ya da ıncelemecı olmadığım için bu konuda kendi- mi fazlaca suçlayamıyorum. Ancak. benim beğenı- me hoş gelen romanlar okuduğumu söyleyebilirim. Yabancı dil bılenler çoğaldıkça, Türkçe'ye yabancı dillerden - bir kısmı çok baştan savma ve gelişigü- zel yapılmış olsa da - çeviriler çoğaldıkça, Türkçe roman yazanlar, kendilerini evrensel edebiyat değer- leriyle karşılaştırma olanağı buluyorlar. Bu da sanı- nm yazınsal yaşamımızın giderek zenginleşmesi- ne. çeşıtlenmesine ve renklenmesine yol açıyor. 2- Benim zaman zaman eleştırmenler konusunda olumsuz laflar etmem sanınm yanlış değerlendirili- yor.Türkçe edebiyat yapıtlan üretmeye çabalayan yazarlar, (bir iki çok özel durumlar bir yana bırakı- lırsa) kitaplan 2-3 bin civannda satılırken, Batılı ya- zarlara göre, yapıtlannı olgunlaştırmak için gerekli maddı ve manevi olanaklardan yoksun bulunuyor- lar. Yine de kişisel mutsuzluklan pahasına da olsa, zaman zaman evrensel zevk ve kültür düzeyine ula- şan yapıtlar ürettiklerini görüyoruz. Her ne kadar Memet Fuat eleştirmenlerin fazla önemsenmeme- si gerektiğini, bir eleştirmenin övgüsü ya da yergi- sinin, yazann tanınması, okunması, beğenilmesi açı- smdan fazla etkili olmadığım söylüyorsa da; sahne- ye çıkıp başanlı bir oyun sergileyen sahne sanatçısı nasıl alkış bekliyorsa ve onun ödülü, aldığı ücret de- ğil bu alkışlann yoğunluğu ve sürekliliği ise, bir ya- zar için de, yapıtlanndan söz edilmesi. övgüyle söz edilmesi aynı ölçüde önem taşımaktadır. Oysa, ro- man, öykü ve diğer yazınsal yaratılann toplumda karşılaştığı genel ilgisizlik, eleştirmenlerin ve ede- biyat incelemecilerinin de işinı zorlaştırmaktadır. Edebiyat eleştirmenliği. edebiyat incelemeciliği çok ciddi bir iştir. Kışinin tüm kültürel çalışmasını ve ya- şamsal tercihlerini bu alanda yoğunlaştırmasını ge- rektinr. Daha çok okuyucu bulacağı varsayılan ro- man ya da öykü gibi yaratılann toplumda karşılaşa- cağı ilgisizliği düşününce, eleştirmenler ne yapsın dememek olanaksız. Ama, sanınm, toplumdakı ka- yıtsızlığın ve kaygısızlığm nedenleri arasında, ken- dilerini eleştirmen ilan eden kimi kişilerin, yazarla- ra yüksekten bakışlan, küçümsertavırlan, alaycılık- la ince dokundurmayı kanştıran kaba üslupçulukla- n da önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin Memet Fu- at'ın dediği gibi, meyhane köşelerinde, dost ahbap meclislerinde üretilecek bir iş değildir eleştirmen- lık. Bu durumda, eleştiri alanımızın fazla başanlı ol- duğunu söylemek zordur. Yalnız, burada, Türkçe ya- zan yazarlar için söylediğimi, biraz farklı da olsa yi- nelemek isterim. EÎeştirmen ya da edebiyat incele- mecilerinin hep_sini aynı kefeye koymak büyük bir yanhşlık olur. Örneğin, son yıllarda, özeUikle üni- versite çevrelerinde giderek yaygınlaşan edebiyat incelemeciliği çabalan bence övülmeye değer. Ay- nca, eskı deyimle iltifat marifete tabidir. Bunca yazara karşilık kaç eleştırmenımiz var ? Bunlann yazılannı yayınlayacak ağırlığı olan edebiyat der- gileri nerde? Böyle olunca da yük daha çok gazetelerdeki köşe yazan eleştirmenlerin sırtına biniyor. Bir eleştirmenin, 2-3 yüz sayfalık bir romanı ciddi olarak incelemesi ve daha sonra da olumlu ya da olumsuz açıdan eleştirebilmesi için, bana göre. ortalama 2-3 haftalık bir çalışmaya gereksinmesi vardır. Yani, taş çatlasa, yılda 15 kitap okuyup eleş- tirebilir. Bu durumda, eleştiri yaşamımızın zengin- leştiğini söylemek olası mı ? Ben bu açıdan, kapsam- lı edebiyat incelemelerine daha fazla önem veriyo- rum. Belirttiğim gibi, üniversitelerimizin bu alan- daki boşluğu giderek doidurma yolunda çalışmalar yaptıklanna tanık olmaktan da mutluluk duyuyo- rum. Kayıp tablo skandah • Güzel Sanatlar Genel Müdürlüp'ne 1981 yılında tstanbul Türk ve tslam Müzesi'nden sergilenmek üzere teslim edilen W adet 'hat, tezhip ve minyatür' sanatımn en seçkin örneğinin de kayıp olduğu anlaşıldı. CHP Genel Başkanı Hikmet Çetin ve Genel Sekreter Adnan Keskin'e kayıp tablolar konusunda bilgi verildiği öğrenildi. • Konservatuvar mezunlanna tanınan notist kadrosu ile yasa ve yönetmelikler çerçevesinde belirlenen sanatçı kadrolannın sonra keyfi olarak verildiği saptandı. Kültür Bakanlığı'nda sekreter Selma Çine, Güzel Sanatlar Genel Müdürü Mehmet Özel'in sanatçı olmayan oğlu, gelini ve kızının da bu kadrolardan maaş aldıklan bildirildi. HÜLYA KARABAĞLI .\NKARA - Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğu'ne bağlı çeşitli bırimlerde kaybolan 100'ün üzerinde dünyaca ün- lü sanatçılann paha biçilmez yapıtlan için soruşturma sürerken, kayıp liste- sine 'hat, tezhip ve minyarör' sanatın- dan en seçkin 10 örnek daha eklendi. CHP Genel Başkanı ve Başkan Yar- dımcısı Hikmet Çetin ile CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin'in de konu hakkında bilgilendirildikleri öğrenil- di. Kültür Bakanlığı'nda atama ve alım- larda sanatçı kimliğini koşut olarak be- lirten yönetmelik hûkümlerine karşın, keyfı atamalar yapıldığı anlaşıldı. Yüksek maaşlı sanatçı kadrolanna 'sa- natçı ohnayan' kişilerin alındığı belir- lendi. 1981 yılında lstanbul Türk ve Islam Eserlen Müzesi'nden Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne sergilenmek üze- re devredilen 'hat, tezhip ve minyatür' sanatından 10 örneğin de kayıp oldu- ğu ortaya çıktı. Nerede oldukİan bilin- meyen seçkin örneklerin genel müdÜT- lüğe teslimının tutanakla yapılmasına karşıhk teşhir yeri olarak göstenlen Ankara Resım Heykel Müzesi'ne gön- derilmedıği saptandı. Nerede oldukla- n bilinmeyen örnekler şunlar "1 adet levha: 245x205 mm ölçüsün- de. Yeşil üzerinebir saürsülüsve saman rengi üzerine 2 saür nesih olarak \-aal- nnşör. 1229 H. 1813 M. tarihli. - 1 adet murakka sahifesı: 297x235 mm saman rengi kâğıt üzerine siyah mürekkeple bir satır sülüs 4 satır nesih olarak yazılmıştır. Yaalann etrafı üze- ri çiçek ve yaprak motifli ve gümüş za- rafşanladır. Arkası ebru kaplıdır. - 1 adet levha: 250x160 mm Siyah mürekkeple bir satır sülüs 9 satır diago- nal olarak nesih hat ile yazılmışnr. Ya- a kenarian > aldudıdır. - 4 adet murakka sahifeleri: 220x130mm, 220x134mm, 22\xl33mm, 219x135 aynı murakka- den almmış 4 yapraklıdır. Satır aralan ve kenarlan yaldız cetvellidir. -1 adet izuzetname: 350x265 saman rengi kâğıt üzerine 15 satır sülüs bes- mele ve 2 saür nesih olarak yazılmtştır. Altm yaldız ve çeşitli renkte vazo için- de çiçekler vardır. 1294H. 1877 H. ta- rihli olduğu yazıhdır. - 1 adet levha: 420x300mm saman rengi kâğıt üzerine siyah mürekkep ve celi sülüs ile "Albekavn AUah" yazılı- dır. İki yanında gül resmi vardır. - 1 adet cUt kapağı: 20x14^ cm çift kapak içi kırmızı üzerine gümüşle de- serüenmiştir. -1 adet cilt yazma: 19.5x13 cm. çift kapaklı. dışı bitkisel yaldız motiflidir. -1 adet deri kılıf: 20.5x12.4 cm koyu kırmızı deri üzerine çiçek buketi yapd- mıştır. -1 adet cilt (Türk): 19.5x13 cmmik- lepli cilttir. Köşeliklerinin içi bitkisel motiflidir. Sanatçı kadrosu Kültür Bakanlığı'nda tablo ve hat sanatına ilişkın skandalın boyutlan ge- nişlerken, atama ve alımlan yasa ve yönetmelikle düzenlenen 'sanatçı kad- rolan' için keyfi uygulamalar yapıldı- ğı anlaşıldı. Gûzel Sanatlar Genel Mü- dürlüğü'nden Genel Müdür Yardımcı- sı olarak görev yapan Yaşar Donık'un yüksek maaşlı sanatçı kadrosundan emeklı olduğu bildirildi. Doruk'un emekli olmadan önce de bir ay tek, bir ay çift olmak üzere yaklaşık 40 mihyon lira maaş aldığı öğrenildi. Ortaokul mezunu olarak kadrosu ya- pılan sekreter, Selma Çine'nin maaşı- nın yalnızca konservatuvar mezunlan- na tanınan sanatçı kadrosundan öden- digi belirlendi. Güzel Sanatlar Genel Müdürü Mehmet Özel'in, sanatçı ol- mayan oğlu LeventÖzd, gelini Nurgül Özel ve kızı Binnur Koçer ile sekrete- ri Metiha Ersoy'un da, sanatçı ve no- tist kadrolannda olduİclan belirlendi. Bursa Eğitim Enstitüsü mezunu Nail Tan ile sağlık lisesi çıkışlı Ayşe En- gin'in de sanatçı kadrosunda görev yaptıklan bildirildi, Milli Eğitim Ba- kanlıği kız meslek lisesi konfeksiyon dalı mezunu Gtizide Mestan da. sanat- çı kadrosunda bulunuyor. Bestecilerden 'uzlaşma requiem'i Kültür Servisi- Ikincı Dünya Savaşı'nın sona erişinin. 50. yılında. o zamanlar birbirlerine karşı savaşan ülkelerinin ve dünyanın en önemli bestecılennden 14'ü "Bir l'/.laşma Requiem"ı yapma için bırlcştiler. John Harbison, VV'oUgang Rihm. Judith \Yeir, Marek Kopelent. Luciano Berio, Arne Nordheim, Alfred Schnittke, Joji Yuasa, Krzjsztof PendereckL Marc-Andre Dalbavie, Friedrich Cerha, György Kurtag, Paul-Heinz Dittrich ve Bernard Rands'in katılımıyla gerçekleşen bu iki saatlik eseri yaratma fikri, eserin 16 ağustosta ilk defa sunulacağı Stuttgart A\Tupa Müzik Festivali'nin Direktörü Helmut Rfling'e ait. Sanatçı. içlerinde Verdi'nin de bulunduğu 13 bestecinin yazdığı Messa per Rossirü'den esinlenmiş. Bu requiemin kaderi, Rossinı için yapılan dığeri gibi olmayacak, yıllar önce yapılan Messa per Rossini'nin dünya prömiyeri, sadece 5 yıl önce yapılmıştı. Verilmek istenen "bagnşlama" mesajını pekiştirmek için. 14 bestecinin katılımıyla gerçekleştirilecek konserde. Israil Fılarmoni Orkestrası'nın çalması uygun görülmüş. Savaştan sonra 1976'da Israil'de çalan ilk Alman topluluğunu da yönetmiş olan Rilling için, birbirinden çok farklı 14 değişik ve başanlı besteciyi, birlikte çalışmaya ikna etmek pek kolay olmamış. Ama sonuçta her bestecinin kendi tarzını yansıtan, Penderecki'nin hüzünlü melodilerinden, Paul Heinz Dittrich'in dramatık kreşendolanna uzanan eklektik bir kanşım ortaya çıkmış. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ'NDEN Rektörlüğümüze bağlı FEN, SAĞLIK ve SOSYAL BİLİMLER ENSTtTÜLERtNE 1995-1996 Eğıtim-Öğretim yılı "GÜZ" yanyılında asagıda belırtilen programlara sınavla lısansüstü öğrencileri alınacaktır. Öğrenci alınacak programlar. kontenjanlar ve adaylarda aranılacak şartlar ile sınava girmek istediklenni belirten başvuru dılekçesi ekınde aşağıda belırtılen belgelerle ilgili Enstitü müdürlüklenne şahsen müracaat etmelen gerekmektedır. Posta ile yapılacak müracaatlar işleme konulmayacaktır. ENSTİTÜ ANABlLIM DALI/ BİLİM DALI YÜKSELİSANS DOKTORA FENBlLtMLERl MAKtNA MÜHENDlSLİÖt 12* 1** ELEKTRONtK MÜHENDlSLlĞt 10 3 FtZtK 7 ' 5 KİMYA , 1 0 5 MATEMATİK " *~ ' ' 7 5 BİYOLOJİ 3 (*) Makına Anabılımdalı için aiınacak yükseklısans öğrencilerinden 7 adedi Kon- strüksıyon ve tmalat. 5 adedı ise Enerjı ve Isı Obsiyonu bilım dalı için, (**) Makina Anabılımdalı Doktora programı için alınacak öğrenci ise Konstrüksiy- on ve tmalat bılım dalı için SAĞLIK BtLlMLERl ANATOMI - • . » -3 ' 3 T1BBİBİYOLOJİ 2 BİYOKİMYA ' 3 3 HALKSAĞLIĞI 4 4 BİYOISTATİSTİK* 2 . <> MlKROBlYOLOJt** 3 2 BEDEN EĞT. VE SPOR BtL. 2 -•••-• BlYOFtZİK*** 2 HtSTOLOJl-EMBRlYOLOJl 2 2 FtZYOLOJl 4 3 (*) Derslenn bir kısmı Hacettepe Üniversitesı'nden alınacaktır. (**) Mikrobiyolojı Anabilımdalında 1 yükseklısans, 1 doktora ögrencisine Parazıtolojı ağırlıklı eğitim yaptıniacaktır. (***) Programa: Tıp fakültesı, biyomedikal mühendislik lisans, elektronik mühendısliğı, lisans, fizik ve bıyoloji lisans mezunlan alınabilecektir. SOSYAL BtLlMLER TARtH 12 7 İŞLETME 18 İKTİSAT 15 6 TEMEL tSLAM BtLtMLERİ 20 10 FELSEFE VE DFN BtLlMLERl 15 7 İSLAM TARlHt VE SANATLAR] 7 2 EĞtTtM BtLtMLERİ 3 (*) Aynntılı bılgı enstitü müdürlüğünden öğrenilecektir. BAŞVURACAK ADAYLARDAN ISTENECEK BELGELER 1- Yükseklisansa başvuranlar için lisans, doktoraya başvuranlar ıçın yükseklısans diploması veya mezuniyet belgesi (Aslı veya onaylı fotokopısi), 2- Yükseklisansa başvuranlar için lisans, doktoraya başvuranlar için yükseklisans öğrenımınde aldığı derslen ve not dökümlerini gösteren belge, 3- Özgeçmış, 4- 2 adet vesikalık fotoğraf, 5- Fotoğraflı nüfus cüzdanı sureti, 6- Doktora bilim smavma başvuracak adaylann ÖSYM Başkanlığı'nca yapılan Dok- tora/Sanatta Yeterlik Merkezı Yabancı Dil Sınavını başarmış olduğunu belirten belge. BAŞVURU TARİHLERt FEN BtLlMLERl ENSTİTÜSÜ: tlan tarihinden-14/EYLÜL/1995 SOSYAL BİLİMLER ENSTtTÜSÜ: SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTlTÜSÜ: SINAV TARİHLERl FEN BİLİMLERİ ENSTtTÜSÜ: Perşembe gününe, 21/AĞUSTOS'-8 EYLÜL/1995 Cuma gününe, ilan tarihinden-15/EYLÜL/1995 Cuma gününe kadar. SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTlTÜSÜ: SOSYAL BİLİMLER ENSTtTÜSÜ. Doktora ye Yükseklisans Bilim Sınavı: 20/EYLÜL/1995 Çarsambasaat 14.00 Doktora ye Yükseklisans Bilım Sınavı: 18'EYLÜL/1995 Pazartesi Anabilim d allannda Yüksek lisans: Bılım sınavı 14/EYLÜL/1995 Perşembe saat 10.00 Arapça-Osmanlıca mülakat 15/EYLÜL/1995 Cuma saat 14.00 Doktora: Bilım sınavı: 18/EYLÜL/1995 Pazartesi saat 10.00 Arapça-Osmanhca mülakat I9/EYLÜLM995 Salı saat: 10.00 NOT: Doktora programlanna başvuracak adaylann ÖSYM Başkanlığı'nca yapılacak Doktora/Sanatta Yeterlılik Merkezi Yabancı Dil Sınavını başarmış olmalan gerekmek- d Basın: 36434 YAZI ODASI SELİM İLERİ Neden Eski Kültürümüz? Yol aynmına gelindiği artık çok açık seçik anlaşılı- yor: Türkiye'de bugün yapay aydın olmak isteyenler- le yapay aydının tahakkümüne karşı olanlar arasın- da söze tam dökülmemiş, dökülememiş, nerelere uzanabilecegi şimdilik beilısiz bir tartışma, mücade- le var. Batı'ya açılan pencere Tanzimat, daha ilk dönem- lerinde kendi yazarlarınca eleştirilmiştir. Değerleri, eserleri ve çabalan üzerinde bugünün bakış açısıyla durmayı gereksinmediğimiz Tanzimat yazarlan, ya- pay bir aydının kimlik kazanmaya çalıştığını ilk gören- lerdir. Cevdet Paşa'nın Tezâkirt, söz konusu uzgö- rüsüz yapay aydının acıklı-gülünç öyküleriyle doîup taşar. Ahmet Mithat Efendi, Felâtun Bey ile Rakım Efendi'öe (1875), Rakım Efendi'nn başanlı olabilme- sinitemenni etmiştir: Bey değil, efendi kazanmalıdır. Hayli yandaşçasına yazılmış bu roman, yine de çok düşündürucüdür. Recaizade'nin Araba Sevdası'na (1^9) gelince, yetıştıği kültürden büsbütün kopan in- sanın nasıl zavallılaşacağına ılişkin ilk başyapıttır bu roman. Sonraki yazarlanmız, Halide Edib'den Tanpınar'a, doğu kültürünün Türk toplumu üzerındeki çok denn, yüzyıllara dayalı etkisini küçümsemek şöyle dursun, ikide birde gündeme getirmek, gündemde tutmak ihtiyacını duymuşlardır. Batı kültürüyte yetişmış Ha- lide Edib'in gençlik romanı Handan'daki (1912) II. Abdülhamid yorumuyla, olgunluk eseri Sinekli Bak- ^ca/'daki (1936) yorum arasında farklar ya da zama- nın getirdiği düşünce bütünlenişi dıkkat çekickjir: İlk romanda yalnızca müstebit yanıyla göstenlen Abdül- hamid, Sıneklı Bakkal'da dağılmakta, parçalanmak- ta olan bir ımparatoriuğun ıstibdata yönelmek duru- munda kalmış padişahı olarak yorumlanabılir. Halide Edib, Sıneklı Bakkal ardılı bütün romanla- nnda batılı ve daha önemlisi, batıcı, mutlak batı yan- lısı yapay aydının acımasız eleştirisine girışmiştir. Po- lisiye kurgu etrafında dönenen kısa roman Yolpalas Cinayeti (1938) o zamanki Şişli sosyetesinin gardı- rop tutkusunu alaya aldığı gibi, ucundan bucağından Şişli sosyetesıne sızmaya çalışan tırnak içi okurya- zann çıkarcılığını, benbencılığini de gözler önüne se- rer. Sonsuz Panayır (1946) bu konuda bir doruktur. Çaresizlikler karşısındakı önerisı, ömrünün çok kı- sa sürmüş dilimine rastlayan Amerikan mandacılığı sık sık anılmış Halide Edib, Avrupa ve Amerika tut- kunluklannı neredeyse bütün ömrünce eleştinniş, toplumsal beraberliğimiz açısından tehlikeli bulmuş- tur. Tanpınar teşhıs koyuyon "Nihayet bütün bu unut- tuğumuz, unutacağımız şeylerin yerine ne koyaca- ğız? Haydi bizler koyduk, büyük kitle... yeni yetişen- ler? Kolej ve Fransız mektebı mezunu mu bu cemi- yette munevver olacak! (???)"(Bkz.: Dergâh dergisi, Haziran1995). Yaklaşık 1960'ın bu teşhisi, o günden günümüze, büyük kitlenin kimlik sorununadoğru yol almışa ben- ziyor. Büyük kitlenin kimlik sorunu elbette daha eskilere dayanıyor: Melodram havasında gelişen Çalıkuşu, Feride aracılığıyla Anadolu'ya kültür ve tabii tımak içinde kültür taşımakla yetinmez; Anadolu'dan Istan- bul'a dönen Feride artık büyük kitlenin kimliğine ka- nştığından, o eskı Çalıkuşu değildir. Reşat Nuri, Ça- lıkuşu'ndan on altı yıl sonra, 1938 tarihli Eskı Hasta- lık'ta iki kültürü, bızdeki doguyla batıyı birkez daha yüz yüze getirir: Hayatının dönüm noictasındakı Zü- leyha, kocasını, büyük kitlenin temsilcisi Yusuf'u o güne kadar niye anlayamamış olduğunu. tam da ay- nlık anında kavramıştır. Ve Züleyha, artık başka bir Zü- leyha'dır. Işin tuhafı, kolejde okumuş Halide Edib'in yanı ba- şında, Reşat Nuri de Izmir'de Frere'ler mektebine de- vam etmiştir. Paradoks gibi görünmesine karşın, her ikisi de Tanpınar'ın teşhisini doğruluyor, gerçek ay- dını salt kolej ya da Fransız mektebi mezuniyetinde bulamıyor... Şu ürkünç olayı gözden ırak tutmamak gerekir: 1949 tarihli Huzur yapay aydının desteğini kazana- mamış; Tanpınar'a kendi arasında "Kırtipil Hamdi" di- yen aynı yapay aydın, 1950 tarihli Bizim Köy'ü sade okuryazara okunacak başyaprt nitemiyle takdim et- miştir. Yapay aydın şimdi sahneden çekiliyor. Geleneksel kültürü büsbütün inkâr edişi, kendi hayatına -eşya- nın tabiatı gereği- bir türlü uyarlayamayan, belki de güçlü bir sezgiyle uyarlamak ıstemeyen büyük kıtle, eski yöntem yaşayışına şımdı dört elle sarılıyor. Hat- ta bu sanhşta, karmakanşık, ister ıstemez tepkici, za- man zaman çarpık bir yeniden doğuş hıssediyor. Kendi olmaktan çıktığı gibi, batılı matılı da olama- mış yapay aydın, sorunu elbette böylesi bir perspek- tiften göremeyecektir. Yapay aydın, çok uzun yıllar- dan beri, büyük kitlenin ne şekle gireceği, nasıl der- lenip toplanacağı, ne yiyip ne içeceği, hangi müziği dinleyip hangisini dinlemeyeceği konusunda masa başı fikirier üretmektedir. Bu fikirier öyle şaşırtıcı bir noktaya ulaşmıştır ki, Türk halkının ya da Türkiye'dekı her kültürel kesim- den, hermeslekten insanın kaçta kaçının aptal oldu- ğunun istatistiği bile çıkartılmış, dile getirilmiş, ista- tistikler bazı çevrelerde ilgi devşirmiştir. Uçurumun kenarındayken, sabuklamalan bir yana bırakıp, eski kültürümüzün sönmemiş bırikimıni atgı- lamakta büyük yarar var. Salman Rüşdü^nün yeni romanı GÜRHAN UÇKAN STOCKHOLM - tngı- liz yazar Salman Rüş- dü'nün. hakkında Ayetul- lah Humeynharafından ölüm fetvası verilmesin- den sonra yazdığı ilk ro- man olan u The Moor's Last Sigh" (Arabın Son Nefesi), 12 ülkede birden vayımlanıyor. Yazdığı "Şeytan Ayetleri'" adlı ro- mandan sonra, Müslü- manlığa ve Kuran'a haka- ret ettiği savıyla kökten- dincilerin tepkisine yol açan Hint kökenli yazann romanını yayımlayacağı ülkeler şunlar: Norveç, Brezilya, Dani- marka, Isveç. Yunanistan, Finlandiya, Fransa, Hol- landa, lspanya, Portekiz, Almanya ve Ingiltere. Norveç'te daha önce Şey- tan Ayetleri'ni yayımlayan ve bu nedenle redaktörüne silahlı saldında bulunulan "Aschehoug" adlı yayıne- vi. romanı 3 ekimde dağı- tıma sokarak en erken dav- ranan yayınevi olacak. KJ- tabın İsveç'te yayın hakkı- nı alan a Bonniers",bu ro- mandan önce yazann ge- çen yıl yayımlanan "East and West" (Doğu ve Ba- tı)adlı öykü toplamını pi- yasaya sürmeyi yeğliyor. Romanın en erken gelecek yıl yayımlanacağını açık- layan Bonniers, yapıtın çe- virisininu imkânsıza ya- kın" olmasının bu gecik- mede önemli payı olduğu- nu gerekçe gösterdi. The Moor's Last Sigh'ın kişileri. çeşitli ırklann ka- nşımmdan oluşan melez- ler. Kullanılan dil^ Rüş- dü'nün "Britanv-a Ingiliz- cesine,sömürgelerdeki tn- gili/ccnin kanşmasıyla oluşan şeklini yansıtma," çabasından ötürü oldukça anlaşılması güç olarak ta- nımlanıyor. Hint kökenli tngilız yazann, özellikle deyimlerde çeşitli dil oyunları yaptığı, romanı henüz okuma fırsatı bulan az sayıdaki eleştirmen tarafından dile getiriliyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear