23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 11 HAZİRAN 1995 PAZAR 12 DIZIYAZI Sınırlar alçaldıkça engeller yükseliyor AVRUPA'DA SERBEST A ., DOLAŞIM*? SORUNU Dr. M. Ataıııan Aksövek ka\han l\«ur 1 • 26 Mart 1995 tarihinde yürürlüğe giren Schengen Sözleşmesi, Schengen'e üye ülkelerin iç sınırlannda vize zorunluluğunu ortadan kaldırması dolayısıyla o ülkelerde yaşayan üçüncü ülke vatandaşları ve bu arada Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlan açısından olumlu bir gelişme şeklinde sunulmaktadır. 14 Haziran 1985 tarihinde Benelüks ülkeleri, Federal Almanya ve Fransa tarafin- dan imzalanan Schengen Sözleşmesi. bu ülkeler arasın- da ortak iç smırlarda kont- rollerin kaldınlmasını amaç- lamaktaydı. Yıllar süren dip- lomatik çabalardan sonra ni- hayet 26 Mart 1995'te yedi ülke arasında; Federal Al- manya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Fransa, Ispan- ya ve Portekiz'in oluşturdu- gu "Schengen Topraklan" denilen alanda iç sınır kont- rollen kaldınldı. AB huku- ku dışında ve devletlerarası bir nitelik taşıyan bu Sözleş- me'nin yürürlüğe girmesiy- le, bu ülkelerdeki yerleşik bulunan yurttaşlanmızın • Schengen Alanı'nda üç avı geçmeyen seyahatleri için v i- ze isteme zorunluluklan kalktı. Türkiye'den bu ülke- lere seyahat edecek olanlar da sadece tek vizeyle yedi ül- keye giriş- çıkış yapabilecek- ler. Orneğin Federal Alman- ya'da oturma iznine sahip olan bir yurttaşımız Ham- burg'dan Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Fransa, Ispan- ya üzerinde vizesiz olarak Portekiz'e kadar gidip döne- bilecek. Bu ülkelerden birin- de oturma ızni olmayan yurt- taşlanmız ise bu ülkelerin herhangi birinden alınan vi- zeyle aynı seyahati yapabile- cekler. Değerlendlrme yaıilışı • Sözleşmenin içeriği ve özellikle vizenin yerini alan "Bildirim Sistemi" dikkate alındığında bu yorumun fazlaca iyimser olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu sözleşme, diğer yerleşmiş üçüncü ülke vatandaşları gibi yerleşmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlan için de 'haklar' açısından bir gerilemedir. Rodenkirchen Godorf Sürth 500 m ,***•• Günümüzde yaşanan koşulların doğal sonucu olarak AB üyelerinin hükümetieri dış sınırlannı -özellikle kişi (emek) ser- best dolaşımına- açmayacaklardır. Bir yandan iç sınırlan alçaltırken bunu telafi edici önlemleri de getirmektedirler. Dış sınıriann yûkseltilmesi ise insan haklannı zedeleyici düzeye gelmiştir. Olay Türkiye'de, hatta Av- rupa'da bir kısım medya ta- rafindan "serbest dolaşınT alanında önemli bir ilerleme olarak değerlendirildi. Hat- ta, gümrük birliğıyle ilinti- lemeye kadar gittiler. Oysa, Schengen Sözleşmesi'nin "serbest doJaşım"la ilgisi yokru. Gümrük birliğiyle uzaktan yakından ilgisi ol- madığı gibi sadece Avru- pa'daki "gurbetçilerimisd'" değil, Schengen ülkesi va- tandaşlanni, Avrupa Birli- ği'ne üye olup Schengen'e üye olmayan ülkelenn va- tandaşlannı ve diğer ülkele- rin vatandaşlannı ilgilendi- riyordu. Schengen serbest dolaşım değil, bir serbest geçiş belge- sidir. Schengen sistemine dahil olan ül- keler, sınırlan ortadan kaldırmamışlar, sadece sınırlarda sistematik olarak yapı- lan kontrollere son vermişlerdir. Schengen anlaşmasının doğrudan etkı- leri yanında, Avrupa'nın başka ülkelerin insanlanna karşı düşmanca yaklaşımını pekişrirmek gibi yan etkileri de olacak- tır. İnsan hakları sorunu Serbest dolaşım, tûm ekonomik öne- mine rağmen, sadece ekonomik bir olgu değildir. Mal, hizmet, sermaye ve eme- ğin dolaşımının gündeme girdiği birkaç yüzyıl önce, bu konular temel insan hak- lan olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Avrupa'nuı bitmeyen sancısı: Birlik Schengen Sözleşmesi'ni yerli yerine oturtmak gerekmektedir. Bunun çerçevesi ise lkincı Dün- ya Savaşı'ndan bu yana oluşumu sürdürülen "Av- rupa Birtiğr (AB) fıkri ve oluşumlandır. AB'nin temel felsefesi, kâr ve rantabilitenin yükselece- ği mal. hizmet, emek ve sermayenin serbest dc- laşabildiği bir bölgesel birliğin oluşturulması- dır. AB; serbest dolaşım, ortak para politikalan. ortak ekonomik ve sosyal politikalarla tamam- lanarak evvela ekonomik, onu takiben, doğal ola- rak vanlması gereken politik bir birliğı amaçla- maktadır. Avrupa, ekonomik birlik yolunda önemli adımlar attı. Ne var ki para sistemi içine girdiği ağırkrizden birtürlü çıkamıyor. Sosyal birlik, alı- nan mesafeye rağmen, olması gereken noktadan çok uzaktadır. Politik bir birliğin yokluğu Kör- • Avrupa, ekonomik birlik yolunda önemli adımlar attı. Ne var ki para sistemi içine girdiği ağır krizden bir türlü çıkamıyor. Sosyal birlik, alınan mesafeye rağmen, olması gereken noktadan çok uzakta. Politik bir birlik ise yok. fez krizı ve Yugoslavya'daki katliam süresinde tüm açıkhğı ile ortaya çıktı. Bazı Avrupa çevreleri, birlik modelinin karşı- sına daha gevşek bir işbirliği modelini, bir ser- best tıcaret bölgesi modelini çıkarmaktadırlar. Bugün için bu çizgi azınhkta ise de dünyanın içinde bulunduğu hızlı değişim sürecinde, "Na- sıl Bir Avrupa" üstüne olan tartışmalann kolay kolay sona enneyeceğini rahatlıkla söyleyebili- Serbest dolaşım evrensel bir kavram olup, bilinen tüm aksaklıklanyla gerçek- leştirilebilen temel hak ve özgürlükler, mal ve hızmetlerin dolaşımıyla ilgili eko- nomik ve sosyal haklar ile kişilerin ve sermayenin serbest dolaşımıyla ilgili ki- şisel haklan da içermektedir. Konuya bu genel çerçeve içinde de- ğindikten sonra tüm Batı Avrupa ülkele- rinin dahil olduğu 4 Kasım 1950 tarihli "Avrupa İnsan Haklannı ve Temel Öz- güıiükleri Konıma SözleşmesPnın bir- çok maddesinin, yine Batı Avrupa ülke- lerinin dolaşım ile ilgili yabancılar huku- kundaki uygulamalan sonucu çiğnendi- ği ortadadır. Aynca 12 Eylül 1963 tari- hinde imzalanıp 1 Aralık 1964'te yürür- lüğe giren ve Avrupa Topluluğu ile Tür- kiye arasında bir ortaklık yaratan Anka- ra Anlaşması ile 23 Kasım 1970'te ûn- zalanif) 1 Ocak 1973'te yürürlüğe giren Katma Protokol'un Türkiye Cumhuriye- ti vatandaşlanna serbest dolaşım doğrul- tusunda kazandırdığı haklann işletilme- diği görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti ile Federal Al- manya, Belçika, Hollanda ve Fransa ara- sında yapılan ikili anlaşmalann birçok hükmü de uygulamada ihlal edilmekte- dir. Son olarak değinmek istediğimiz bir diğer nokta, çok taraflı ve ikili uluslara- rası anlaşmalarla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlanna tanınan haklann yanı sı- ra Avrupa Topluluğu' na üye ülkelerde on yıllardır yerleşmiş olan tüm diğer üçün- cü ülke vatandaşlanyla birlikte, insan haklan konusundaki çeşitli uluslararası • Avrupa'da son yıllarda egemen olan 'kapalı kapıcılık' ve 'ayırımcılık' eğilimi burada da kendini göstermektedir. Belçika Göç Politikası Komiserliği'nin raporunda da görüldüğü gibi, "Avrupa vatandaşları arasındaki eşitliği arttırmak için atılan her adım, onlarla göçmenler arasındaki uçurumu derinleştirmeye yönelmektedir." Cumhuriyeti vatandaşlan için de "haklar" açısından bir gerileme ifade etmekte- dir. Derlnleşen uçurum Bugün Avrupa Birliği adı- nı almış olan Avrupa Toplu- luğu yetkili ve sorumlulan- nın "iyi niyet dohı" tüm me- sajlanna rağmen, Toplu- luk'ta son yıllarda egemen olan "kapalı kapicıhk" ve "ayıruncıhk'' eğilimi Schen- gen Sözleşmesi'nde de ken- dini göstermektedir. Belçika Göç Politikası Kraliyet Ko- miserliği'nin Şubat 1993 ta- rihli raporunda görüldüğü gibi "Avrupa vatandaşlan arasındaki esitligi artünııak için atılan her adım, oniarla topluluk-dışı göçmenler ara- sındaki uçurumu derinleştir- meye yönelmektedir.'* Günümüzde yaşanan ko- şullann doğal sonucu olarak AB üyelerinin hükümetieri dış sınırlanıu -özellikle kişi (emek) serbest dolaşımına- açmayacaklardır. Bir yandan iç sınırlan alçaltırken bunu telafi edici önlemleri de ge- tirmektedirler. Dış sınıriann yûkseltilmesi ise insan hak- lannı zedeleyici düzeye gel- miştir. Bu çalışmamızda asıl ko- numuz Schengen Anlaşması ve Uygulama Sözleşmesi'dir. Tüm metinler, kısaca "Schengen Sözleşmesi'' ola- rak adlandınlacaktır. 14 Ha- ziran 1985 tarihinde, Bene- lüks devletleri, Federal Al- manya ve Fransa arasında imzalanan "Schengen Sözfcş- mesi" bu ülkeler arasındaki ortak sınırlarda kontrollerin aşamalı olarak kaldınlmasını amaçlamaktaydı. Anlaşma- nın hedefi, bu beş ülke ara- sında, Avrupa Topluluğu üyesi diğer ülkelerinin de ka- tılmalannı sağlayacak bir perspektif ile kişi, mal ve hiz- metlerin serbest dolaşımını gerçekleştirmekti. 1984 yılında Avrupa'nın iç sınırlan, uzun kuyruklan ve beklemeleri protesto eden ağır vasıta sürücülerinin sı- nır kapılannı kapamalan ile tıkandı. Eylem, ülkeler ara- sındaki trafiği felce uğrattı. Bu protestolara cevap vere- bilmek için Federal Almanya ve Fransa, 13 Temmuz 1984 yılında, Schengen An- laşması'nın "anası" olan ve basamaklı olarak Fransız- Alman sınırlannda kişi- lerin kontrolünü kaldırmaya gidecek olan, Saarbrük .Ajılaşması'nı ımzaladı- lar. tki ülke bunu müteakip, 1960 yıhndan bu yana kendi aralannda iç sınırlardaki kontrolü kişi ve mal geçişine tamamen kaldırmış olan Benelüks (Belçika-Hol- landa-Lüksemburg) ülkeleriyle ilişki kurdular ve Saarbrük Anlaşması 'ndan 12 ay sonra Schengen Grubu kuruldu ve Be- nelüks Genel Sekreterliği, Schengen Ge- nel Sekreterliği görevini de yüklendi. riz. Bilindiği gibi "uhısaldevtet" kavramının bir- kaç asırlık. çok uzak olmayan bir geçmişi vardır. Ulusal devletin ortaya çıkışı, ulusai pazarlan oluşturan bir ekonomik harekete paralel olarak gerçekleşmiştir. AB bölgesel bir oluşumdur. Dünyanın değişik yörelerinde başka bölgesel oluşumlar da mevcuttur. A>Tica mal, hizmet, ser- maye ve emeğin dolaşımının sadece bölgesel planda değil, küresel planda da büyük hızla art- tığı görülmektedir ve ekonominin küreselleşme- si, gündemin en önemli konulanndan biridir. Bugünkü, "dfinyanın yaşanan düzensizliği*' hakkında tartışmalara girmeksızin, sadece şunu kaydetmekleyetinelim; Batı Avrupa'nın bir yan- dan kendi içinde sıkı bir birlik oluşturup öte yan- dan da kapılannı dış dünyaya kapatması. eşya- nın doğasına aykındır ve böylesi biryönelim, her adımda yeni başansızlıklarla karşılaşacaktır. anlaşmalardan doğan haklardan da ya- rarlanmamız gerektiğidir. Çizmeye çalıştığımız bu çerçeve için- de, 26 Mart 1995 tarihinde yürürlüğe gi- ren Schengen Sözleşmesi, Schengen'e üye ülkelerin iç sınırlannda vize zorun- luluğunu ortadan kaldırması dolayısıyla o ülkelerde yaşayan AB dışında kaîan üçüncü ülke vatandaşlan ve bu arada Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlan açısın- dan olumlu bir gelişme şeklinde takdim edilmektedir. Sözleşmenin genel bir in- celemesi ve özellikle yerleşmiş yabancı- lara dahi zorunlu kılınan vizenin yerini alan "Bildirim Sistemi" dikkate alındı- ğında bu yorumun fazlaca iyimser oldu- ğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Kanımız- ca, bu sözleşme, diğer yerleşmiş üçüncü ülke vatandaşlan gibi yerleşmiş Türkiye Yarın: Roma Anlasması'ndan günümüze LAİKLİK İLKESİNİN ATATÜRK DEMIİMLERİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ I ATtLLA ÖZTÜRK / Uluslararas, llişldler ve Kamu Yönetimi Uzmam Laüdik demokrasinin önkoşıdudur-3- Siyaset bilimcisi Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, laiklik ilkesinin Kemalizmin altı ilkesi içindeki önem ve yerini şöyle yorumlamaktadır. " „ Laiklik, devietçiük dışındâki diğer ilkelerin de ön koşuDan içinde yer alır. Demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de olamaz, gerçek bir özgür seçimde millhetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşı- yan öge ulus değil. inananlaruı oluşturduğu 'üm- met'tir. Devrimdliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilinıin ve çağm gerek- lerinin gerisüıde kalmış kunımlan değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz. Halkçıiığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekle- ri değU, dinsel seçkinlerin düşunceleri onemBdir" (M) Laikdevlet Laikliğin, devlet, demokrasi ve eşitlik kavramla- n ile olan ilişkisi incelendiğinde; Laik devlet demek, devletin resmi birdini bulun- maması ve devletçe müsamaha edilen din veya din- lerin olmamasıdır. Böyle bir sistemde din, insan vicdanında yerini bulan, fertlerle Allah arasında kutsal bir varlıktır. Dini makamlar, devletten tama- men aynlmış ve özel kurumlarca yürütülmektedir. Atatürk devrimi, laik devlet ilkesini benimsemiş • Demokraside egemenlik kişidedir. Bu da kişilerin her türlü baskıdan uzak olacak şekilde hür düşünceye sahip olması ve ifade etmesidir. Demokrasi rejimine bu içeriği kazandıran kavram laiklik ilkesidir. Kişi vicdanı; gizli, girirmez kutsal bir sahadır. Bu korumayı sağlayan çelik zırh, laiklik ilkesidir. • Devlet hayatına din girince, korku duygusu da beraber girer. Korku ve baskının bulunduğu devlet yaşamında düşünce ve vicdan özgürlüğü bulunamaz ve gelişemez. Din ile özgürlüğün bir arada yaşayabilmesi için laikliğe ihtiyaç bulunmaktadrr. ve anayasanın vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul ermiştir Laiklik, siyasal bir kavram olup, yönetme yetkisinin Tann'dan veya din adına hareket edenler- den alınarak halka verilmesidir. Laik devlet siste- mi, halkın kendi kendini yönetmesinin bir sonucu olarak. kişilere din ve vicdan özgürlüğünü gerirmiş, kişileri devlet veya başta din kurumlan olmak üze- re çeşitli baskı gruplan ve kişilerden gelecek baskı ve zorlamalardan korumuştur. Demokrasi ve ö/güriük Demokrasi, hukuki ve siyasi bir kavramdır. Dini bir kavram değildir. Demokraside egemenlik kişi- dedir. Bu da kişilerin her türlü baskıdan uzak ola- cak şekilde hür düşünceye sahip olması ve ifade et- mesidir. Demokrasi rejimine bu içeriği kazandıran kavram laiklik ilkesidir. Kişi vicdanı; gizli girilmez kutsal bir sahadır. Bu korumayı sağlayan çelik zırh, laiklik ilkesidir. La- iklik ilkesinin amacı, kişilere düşünce ve inanç hür- riyetini sağlamaktır. Laiklik, düşünce ve inanç özgürlüğünü imtiyaz- lı, devlet ve kişilerin herçeşit müdahalesinden uzak bir alan haline getirir. Bu da kişilerin özgür iradesi ile kendilerini yönetmesine, yani demokrasi rejimi- nin oluşmasına neden olmaktadır. Demokrasi siste- minin oluşmasında vazgeçilmez kural özgürlük olup, ancak laik bir ortam ve devlet sisteminde olu- şabilir. Devlet hayatına din ginnce, korku duygusu da beraber girer. Korku ve baskının bulunduğu dev- let yaşamında düşünce ve vicdan özgürlüğü bulu- namaz ve gelişemez. Dinde hoşgörüye yer yoktur. Her din değişmeyen kural lar getirir ve yalnız ken- disinin en doğru olduğunu iddia eder ve kendisin- den başka inançlan hoş görmez. Buna karşılık öz- gürlükte ise hoşgörü mevcuttur. Din ile özgürlüğün bir arada yaşayabilmesi için laikliğe ihtiyaç bulun- maktadır. Laiklik ilkesi, toplumu oluşturan katrnan- lar, kişiler arasında; düşünce, inanç, cinsiyet ve hu- kuk açısından eşitlik sağlamaktadır. Şeriat kuralla- nna göre bir erkek birden fazla kadın ile evlenebi- lir ve yalnız erkek boşanma hakkına sahiptir. Siyaset bilimcisi Prof. Dr. Toktamış Ateş, laikli- ği "uluslaşmanın çimentosu ve demiri" kabul et- mekte ve şöyle yorumlamaktadu": "Ben Tûrk dev- rimini 'Teokratik kökenli bir monarşiden halk ege- menliğine dayanmaya çalışan laik bir cumhuriyete geçiş' olarak tanımuyorum. Yani teokratik monar- şinin kullan yerine, laik cumhuriyetin yurttaşlanna geçiş. Ancak yüzyülar süren bir birildm ve ahşkan- lıktan sonra, kul olmaktan, yurttaş olmaya geçiş pek de kolay olmayacaktır. Fakat bu devrimin asıl 'çimentosu' ve 'demiri' öz- gür yurttaş temeli üzerinde yükselen 'laiklik' anla- yışıdır. Laiklik olmadan bunlann hiçbir değeri kal- mazdı. Ama bunlar yapdmasaydı laikliğe ulaşması da mümkfin değüdir." (15) (14) Kışlalı, op. cit. s. 30. (15) Ateş, op. cit, s. 100 SÜRECEK ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇt Dil Bilinci (5) İlerici-Gerici Kavgası... Dünyanın pek çok ülkesinde, ülkenin dilinin özleş- tirilmesi çalışmalanyapıldı. Prof. Cem Eroğul, bunun güzel birtaramasını yapmış, özellikle Fransızcanın arv- laştırılması konusundaki çabalan, bir bir saptamış. Fransa ileTürkiye'nin bu konularda neleryaptığını ser- gilemiş. Prof. Cem Eroğul, özetle şöyle diyor araştır- masında: "... Gerçek şudur ki, bütün diller bilinçli bir çaba ile geliştirilmişlerdir. llk büyük örnek, Yunanca karsısın- da üstinceyigeliştıren Vergilius, Cicero gibi, I.Ö. bi- rinçi yüzyılın ünlü Romalı yazariannca verilmiştir. Ay- nı işi, daha sonra, Araplar da yapmışlardır. Yunan di- linin terimlerinin çevrilmesi için Abbasi halifesi Elme- mun (9. yüzyıl) Bağdat'ta 'Beytülhikme' adıyla bir 'Akademi' kurdurtmuş ve böylece, otuz-kırkyıl için- deyetkin bir Arapçanın oluşturulmasını sağlamıştır. Ön dördüncü yüzyılın başında Oante, Latince ile Italyanca arasında gidip geldikten sonra, siyasal an- lamı açık bir yeğlemeyle Jtalyancaya yönelmiştir. Ay- nı tutum, on altıncı yüzyılın başında Luther tarafın- dan sergilenmiştir. Başta Saksonya lehçesi olmak üzere çeşitli Alman lehçe ve ağızlanndan yararianan Luther, yabancı sözcüklere yer vermediöı Incil çevi- risinde, bilinçli bir çabayla ortalama bir Almanca ya- zım dili yaratmıştır. Luther'in öğrencisi olan Agrico- la, aynı yüzyılda, Fin yazın dilinin temelini atmıştır. Aşağıyukan aynı dönemde yaşayan Shakespeare'/n çağcıl Ingilizcenin oluşumundaki payını herkes bil- rnektedir. On yedinciyüzyılda Komensky, ülkesinde- ki Latince yerine Çekçe eğitime önayak olmuştur. Ma- carlar da, dillerini geliştirme çabasını, on sekızinci yüzyılın sonundan itibaren, büyük bir direçkeniikle yürütmüşlerdir..." Dillerde yapılan özleştirme çabalannın böyle uzun uzun anlatılması, kimi okurlara sıkıcı gelebilir. Bunu bi- liyorum. Kimi okuriar, benim de politikacılar arasında- ki dedikodulara yer vermemi isteyebilirier. Örnegin, Süleyman Bey'in, Uzakdoğu gezisinden dönerken, bavullaryüzünden uçağın kalkamadığını yazmak, çok tatlı birdedikodu olabilirdi. Kulaktan kulağa söylenti- tere göre, sözde, bu bavul dedikodusunu Tansu Ha- nım çıkanp yaymış. Süleyman Bey'in gazetecileri var da, Tansu Hanım'ın yok mu? Süleyman Bey, dediko- dulan öğrenince küplere bınmiştir, binmez mi? Ben, Prof. Cem Eroğul'un araştırmalanna geleyim: Cem Eroğul, Macarlann sözcük türetme yöntemlerini ünlü dilci Agop Dilaçar'ın ağzından şöyle aktanyor. "Yenicılenn yöntemi başlıca şu yollardan yürümûş- tür: Eski sözcükleh dıriltrnek; ağız sözcüklerini yazın- da kullanmak; sözcukleri kırpmak, bitiştirmek, parça- lananlara bağımsızlık vermek; donmuş kökleri bağım- sız olarak canlandırmak; ses uyumu sağlamak; ekler- le sözcük türetmek; dilde bulunmayan kavramlan an- latan yabancı sözleri çeviri yoluyla dile almak ve her seyden sonra, yeni sözcüklere biryaşama savaşı hak- h, anlamlara yerleşip durulması için de bir ara süre- si tanımak..." Cem Eroğul, bu aynntılı alıntıyı yaptıktan sonra, gö- rüşünü şöyle açıklıyor ... Dil, birçok ülkede bir 'siyasal mühendislik'/ş/o/- muştur. Büyük dillerin, bilinçli çabalar olmadan ken- diliğinden geliştiğini sananlar çok yanılıyorlar. Sadri Maksudi'n/n (ArsaQ (7930 Türkçesiyle) dedlği gibi: 'Dil daima yaradılır; iptidai halklarda şuursuz yaradılır, medeni olmak isteyen milletlerde ise şuuria yaradılır. Dil yaradılmakdan murat, dillerin esas unşurtan, söz kökleri hazinesi ve gramer şekftteri değiştirilemez, de- mektir'." Cem Eroğul, dilin özleşmesi konusunda, gençliğin- de uzun süre, 'Dil doğal gelişimine bırakılmalıdır al- datmacasına kendini kaptırdığını söylüyor, bu konu- da şöyle diyor "Dil alanında en tehlikeli olan savlardan (kJdialar- dan) biri de, 'Dil doğal gelişimine bırakılmalıdır' savı- dır. Tehlikesi, bu görüşün ilk anda çok doğru görün- mesidir. Oysa, biraz düşünüldüğünde, bunun aldatı- cı olduğu hemen görülür. Dil bilincinin doğmadığı dö- nemlerde, gerçekten de, 'doğal' denmeşe bile 'ken- diliğinden' diye nitelenebilecek birgelişim olmuştur. Ancak, dil sorunu bir kez ortaya atildıktan sonra, ar- tıkyansız kalma, işi oluruna bırakma gibi seçenekler kalmamiftır. Hepimiz ister istemez bir yan tutmakta- yız. Türkıye'de heraydın, daha ağzını açtığı ya da ka- lemi eline aldığı anda, dil kavgasında yerini alır. Böy- lece de ortada 'doğal' gelişim diye bir şey kalmaz. Böyle olması için, konuşma ya dayazı konusunun dil olması da gerekmez. Hertıangi bir konuda düşünce yürûtülmekte olunması yeter. Dahası, kişinin dil ko- nusundaki tuturpu bilinçsiz bile olabilir. Orneğin, cok s/radan bir işimize ilişkin olarak 'ayakyolu' yerine I U - valet' (ya da 'hela','WC 'vb.) dediğimiz an, yan tutmuş oturuz. Bundan kurtulmak olanâksızdır. Onun içindir ki, Türkiye'de, bilinçli olsun ya da ol- masın, en yaygın siyasal kavga, dil kavgasıdır. Her- kes bunun içindedir. Sorun, bu kavgada, ileriden ya- na mı, geriaen yana mı tutum takınılacağıdır. Yoksa, tutum takınmamak diye bir seçenek yoktur. Durum böyle olduğuna göre de, en ussal çözüm, hiç değil- se yaptığını bilerek yapmaya çalışmaktr..." ••• Karaman'da Dil Bayramı kutlamalan bir_şölen biçi- minde geçti. Son gün, Sevgi Özel, Emin Ozdemir le birlikte ben de konuştum. Karamanlılara, özellikle eza- nrn yenkjen Türkçe okunması için çaba göstermele- rini önerdim. Karamanoğlu Mehmet'in buyruğunun gereğiydi bu. Bir de, namaza çağn olan ezanın, 'ses- yükseltir'den (hoparlör) değil; ezgisiyle, güzel sesli kişilerce söylenmesi gerekir. B U L M A C A SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 7 8 9 - SOLDANSAĞA: 1/ Pazar ya da pa- nayır kurulan gün... Algılanan nesnelenn temel niteliği. 2A-'aşak denilen hayvanın ufakbirtünl...Kir- 4 liliği gösteren iz. 3/ Renyum elementi- nin simgesi... Lenf 6 düğümleri yangısı. 4/ Aza... Din adamlannın sim- gesi sayılan başlık. 5/ Tath sularda ya- şayan bir balık. 6/ Etek ucuna doğru genişleyen giysi... ln- giltere'de çok sevilen bir bira çeşidi. 7/ Balık yumurtasıyla yapılan bir tür meze... Tuzağa düşürülen şey. 8/ "Oç melek gördüm elinde üç " (Sü- leyman Çelebi)... Kitap getir- memış peygamber. 91 Kedi ve köpeğin ön ayağı... Belirteç olarak kullanılan eylem soylu sözcük. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/Gelinın çeyızi... Bir yanşın belirii uzaklığı kapsayan bölüm- lerinden her biri. 2/Cınsiyet... Baş örtûsü olarak kullanılan bir tür ipekli dokuma. 3/ Bir nota... Tutsaklık. 4/ Yapma, etme... En çok, en yüksek. 51 Ritim. 6/ Osmanlı devletinde kadılara ve müderrislere verilen ad... Eski Mezopotamya halklannın gök tannsı. 7/ Ev giysileri ve sabahlık yapımında kullanılan dökümlü bir kumaş... Birorganımız. 8/ Sonuçsuz, başansız... Antalya yöresine özgü, kaburga kemığı ve pırinçle yapılan bir yemek. 9/ Oğuz Kağan ile özdeşleştınlen Hun imparatoru... Türk müziğinde bir makam.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear