25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
27 NİSAN 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 CRAMOFON IĞNESİ SELİMİLERİ Kendi kendime, kendiminkinı araşhrdığımdan olacak,*Yazarlık tutkusu ne zaman, nasıl başladı? İsterseniz böyle başlayalım-." diyorum Nezihe Araz'a. Etiler'de bır apartmanın kûçük giriş katı. Nezihe Araz buraya Yaaevi adını vermiş. Ev duygusunu gerçekten taşıyor. Belki çiçekler, belki Neâhe Araz'ın güngörmüş dünyası, bürolann o tuhaf donukluğunu buraya taşıyamamış. Kimbilir kaç yıl önce böylesı bir başka yazıevinde Nezihe Hanım'la tanışmıştım. Yine ön odalarda değil, arkada küçük bir odayı seçmıştı, yine böyle karşılıklı oturmuş, Sarah Bernhardt'dan Afife Jale'ye, Boğaziçı'nden Ankara'ya gelgitler ortasında konuşmuştuk. Nezihe Araz: "Kalabalık bir evde, sekiz kardeş arastnda büyüdüm" diye yanıtlıyor."Çok konuşulan, hareketii bir evdL Ama biz küçüklere hiç laf dûşmezdL Sofralarda ağabey k'rim maç kavgalan vapariar, aMalarun moda tarnşırlar; benim de bazı fikirlerim olur. söylemek için vakit olmazdL Sanınm o sıkışıklık, o günkü iç konuşmalarun beni bazı düşüncelerimi yazı aracıhğryla söylemeye sevk etti. Çünkü, hatniryorum, ükokulun beşüıci sınmnday ken. annemle karşı karşrya otururken bile "Anneme Mektuplar' diye yazılar yazardım. Bir de annem o günkü deyişle 'muharnre" olmayı çok istemiş; erken yasta evtendirmişler, o heves sönmemiş. Ilk cumhuriyet balotanndan birinde, Mustafa Kemal, annemle yan yana oturan Ağaoglu Ahmet Bey'in hanımına lazlannı sormuş, o da birinin İsviçre'de doktorasını tamamladığmu öteldnin avukat otduğunu söylemiş. Annem bebek bekiiyormuş, içinden 'Inşallah kız doğar. muharnre olur, Mustafa Kemal Paşa sorarsa söylerim' dıyormuş. Bu masal bana bep söylendi. O zamanlar bu soy masallann, temennilcrin bambaşka anlamlan, mesuliyetleri olurdu. Annem gerçekten beni çok teşvik etti..." Oysa Nezihe Araz oyuncu, tiyatro lyuncusu olmak ıstemektedir. Ankara'da geçen ortaöğrenim; lısenin son sınıflanndaki müsamere oyunlannı Nezihe Hanım yazar, bir türlü cesaret edip oyuncu olmak istediğini öğrermenlerine söyleyemez. Sonra küçük bir rol alır ve kendini çok, ama çok başansız bulur. Ikincı provada oyundan çekılir, geriye yazmak kalmıştır. Aklıma o yıllann Ankarasf nı sormak gelıyor. BfiyfikfilkûlerinAnkarası "O zamanın Ankarası deniHnce, yeni ve külriiriü bir nesli var etmek için didinmiş aydmlann çabasını haüriryorum. Mesela Çarşamba Hikâyelen adlı bir oyun yazmış, Çocuk Esirgeme Kurumu gecesinde uynansın diye o günlerin popüler kişisi Münir Hayn Egelı'ye götürmüştüm. O da ojunu Orhan Velı'yeokutmuş. Orhan Veti beni karşısına alıp yanlışlannu, eksikkrimi göstermiş, ama bunlan kendi kendime düzettmem gerektiğmi söylemişti... Ankara bir ülkü şehriydi. Şündi Selim'ciğim, bizim Kız Lisesi anayoiun üzerindeydi; akşamüstü üç buçukta dağılıyorduk. Fakat dört buçuga kadar okul kapısında beklerdik. O saat gelince Nurullah Ataç, Orhan Veti, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet bizim okulun kapısından yürüye yüriiye geçerler, biz gençler de peşkrine takılırdık. Onlar öyle yollarda dura dura konuşuriar. hepimizi heyecanlandıran sanat kültür, çeviri meseleierinden söz açariardı. Biz dinlerdik. Meram adlı bir kır gazinosuna kadar yürüyüş sürer. onlar bir masaya, biz öteİerinde bir masaya otururduk. Bunlar harikuladc günJerdi Edebiyat öğretmenim Nahit Hanım, evindeki toplantılara. şairlerin, yazariann. hocalann geldiği toplanülara, edebi>ata merakunı bfldiğinden beni de çağırırdı. Bu toplanhlarda Türkiye'nin yannı için çok güzel umutlar veren konular söytepnrdL" "Gerçi Mustafa Kemal'in Ankarasrnda dile getırdiniz, ama bir kez daha sormak istiyorum: O günün Ankarası'yla bugünün Ankarası'nı birbirinin devamı sayabilir miyiz? Bugünün Ankarası'nı nasıl görûyorsunuz?" "Dehşet, Tek kelimeyle dehşet. O günlerin en küçük bir izi yok. Bir kere nüfiıs çok artmış; Ankara şehir olarak buna hazjrhklı değildi ve gelen nüfiıs, bir şehir kültürüyle donanamadığından büsbütün çaresiz, yalnız. Ben, \nkara'nın şehir adı altındaki kasabaiı günlerini bilirim. Cumhuriyet'in ilk on yıhnda bu eski kasabadan hakikaten modern bir başkent doğmuştur. Şündi geriye dönüş var: Modern başkent köhne bir kasabaya dönüşmekte. Yönetim yetişemiyor, kalabahğm genel davranış biçiminde bir ytğın ilkeUik ister istemez yer edinebflmekte. Ünrversheler çoğalmış, luyamet gibi ünhersiteler olmuş, ama ben bizim vıllanmı/dan, kolunun altmda, çantasında kitap olmadan gezen tek bir üniversiteli, ILseli hatniamıyorum! Kendi aramızda konuştuldanmız, bu kitaplar. gfttiğuniz oyunlardı. Biz tiyatroyu o zaman öğrendik, operayı o zaman öğrendik..." "Sözünüzû kesiyorum; denıimıştır ki, bu operalar, klasikler, Devlet Tiyatrosu, bale, şu bu, hepsi zorlamaydı, tepeden inmeydi..." Herkes opera sevebüir "Hiç olur ımı! Kesinlikle» Çok yannş. Ankara'da opera acı tatlı birçok anryta bir arada anılmaudır. Annemle N.urullah Ataç, Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melin Cevdet, bizim okulun kapısından yürüye yürüye geçerler, biz gençler de peşlerine takılırdık. Onlar öyle yollarda dura dura konuşuriar, hepimizi heyecanlandıran sanat, kültür, çeviri meseleierinden söz açarlardı. Biz dinlerdik... Edebiyat öğretmenim Nahit Hanım'ın evindeki toplantılarda Türkiye'nin yannı için çok güzel umutlar veren konularda söyleşilirdi. ırk beş yıl hep çalışarak geçti. Yazarhk dışında hiçbir gelir kaynağım yok. Bu yüzden hep bir yerlere bir şeyler yetiştirmek zorunda kaldım. Tabii severek yazıyorum, gelgelelim yazarken, hep başka şeylen yazmak düşüncesiyle kalakalıyorum. Kendi istediklerimi yazıyorum ama başka yazmak istediklerim için çoğu kez zaman bulamıyorum 'Birumut mutlaka var..'.babamın operaya flk gkUşleıi, elbette fazla resmi sa>ıİabilecek bir davetledir. Ama o gece biz çocuklar uyuyamamış, onlann dönüşünü bekkmiş. operanın ne olduğunu öğrenmek istemiştik. Her yeni şeyi öğrenmek biraz vakit aiabilir. Ama öğrendikten, anlanuna vardıktan sonra herkes opera sevebilir. Ismct Paşa' nın Ankara'daki konserleri hiç kaçırmayışını eleştirenler çıkımştır, ama onun bu konserlere gitmesu ısrarla gjtmesi genç kuşaklara klasik Batı müziğini de sevebilecegimizi göstermiş, anJatmtşnr-. Özenti, düşünülenin tersine, Demokrat Parti iktidanvla gehniştir. CHP'nin önüne geçmek isteyen DP. iktidara \e shasete CHP öiçüsünde bile hazırlıklı değUdi. Bir yandan onu geçmek, demokratlaşmak istiyor, bir yandan da takıp taktştırarak, süslenerek operalara, tiyatro galalanna gidiyoıiann. Burada sanann yerini bir defile varışı ahnaktaydı~" "Bununla bırlikte siz 27 tutulabilir. Mesela Mevlevilerin kendilerine mahsus bir dilleri vardır; 'Aman çocuğum düşeceksin' demezler onlar, 'Çocuğum düşmeyesin' derler. CMumsuz sözierden, olumsuzlayıcı fiilierden uzak dururlar. Mevlana'nın bir uvansı var: İmkânlar âleminde olacak bütün şeyler uykuda beklerler. Siz onlan kelâmla uyandınrsınız.' Bunlan özümseyerek büyüdüm, bunlann devirlerden devirlere geçecek anlamlar olduğunu fark ettim. Sonra felsefe okudum >e birçok felsefi kuramla Mevlevilik arasındaki yakınlıklan gördüm. Bunlar beni duygusal olarak çok etkilryordu." Iki kflltfirün biriikteliği Artık akşamüzeridir. Her akşamüzeri, Nezihe Hanım'ın yazıevinde çay içilir, kekler. tuzlular küçük tabaklarda ikram edilır. Şimdı de çay ıçiyoruz. Güneş, gıtgide bir akşam güneşine evrilerek. camdan vuruyor. Nezihe Araz, ılkgençlik, gençlik yıllannın dünyasında iki kültürün iç ıçeliğini, o günlere yaşamlanyla bağiı kalmış kişılere özgü bir duyarlıkla dile getiriyor: •*Bence, Cumhuriyet'in bütün samimiyetiyle. ülkü edinerek otuşturmaya çalışüğı kültür, eski istemiyorum, ama anlatmak istediklerim, öyle gericiükle ikricilikk geçiştirilmemesi gereken konulardL Tekrar edeyim: Onlan iyi anlatamamış olabilirim, ama Dogu ve Batı kültürieri arasında banşıklık sağlamak bizim elimize geçmiş büyük bir fırsat ve imkândır." "Galiba Meydan Larousse'un telif kadrosunun oluşturulmasında bu görüşlerinızin de payı oldu. Hatırlıyorum, eşıne ender rastlanılacak bır kadroydu. Ansiklopedı de çok önemli, başanlı bir hizmet sunmuştu..." "O oluşum nasıl oldu, şündi bana bir mucize gibi geliyor. Bu parayla ounadı, bunu biliyorum. O telif kadroda Türkiye'nin yetiştirdiği büyük yazarlar yer aldı. Demek ki bir ihtiyaçü; degişik dünya görüşlerinden insanlar bir araya geldiler, eşsiz çalısmalar yaptdar. Cünümüzün para değeıieri karşısında o kadro iftihar edilecek bir topluluk, belki de son topluluktur. Meydan Larousse benim >etişmemde, yani yeniden var olmamda söze dökemeyeceğim kadar önemlidir. Yedi sene boyunca, Meydan Larousse'da, ünrvershede tek bocadan okuduğum birçok konuvu, birbirinden değerti insanlann kâleminden okuma fırsarj buldum." Mehmet Âkif-Nâzım Hikmet "Sürtüşmeler, kınlmalar olmaz mıydı?" Şimdi, başlangıçta. kadrolar kurulurken birtakım sorunlar oldu. Larousse çok eski bir ansiklopedi olduğu için, maddeler konusunda kesin bir çizelge Mayıs'tan sonra Demokrat Partı'yi savıınan sayılı gazeteciler arasındaydınız." "Öyleydi, öyle olması gerekirdL Düsenin dosru pek olmuyor, ama memleketin siyasi kaderini daha nesnel bir tutumla görmek de gerekiyor. Bugün Demokrat Parti iktidanna da 27 Mayts'a da daha serinkanlı bakıbyor, zaten. Bir savunma değildi benimkisi; iftira kampanyalan karşısında bildiğimiz, tamk olduğumuz gerçekkri söylemeye çalışmakü." "K.ırk beş >Tİlık yazı emeğinize dönüp baktığımızda. ıki kültürü bir arada dile getirme çabanız saptanıyor. Sizın tasavvuf kültürüne adeta özel bir tutkunuz var.Anadolu Evliyalan'nı. Aşk Peygamberi'nı, Dertli Doiap'ı kaleme getırdığınız yıllarda bu çabanız nasıl karşılandı?" "Sen de biliyorsun. gericüik yaftasıyla karşılandı. Kişisel bir çaba değildi. Babam Mevleviydi, ayduı bir Mevlevi, aydın bir MüslümandL Bize İslamı sevdirmek için epey gayret sarf etmiştL Fakat bizde devamh reaksiyon \ardi_." "Nedenacaba?" "Büyük bir yepyeni bir oluşum içinde yetişen kuşaklann bu tiir tepldlerini doğâl karşılamak gerekir. Bir gün babamla Istanbul'a geldik, Sahaflar'da son mühürcü ustasını ziyaret ettik. Rauf Efendi. minderinde oturmuş, mühür kazıyan. bembevaz sakalh, hakikaten tertemiz bir adam. Bana loncalan anlatryordu, ben de yerde oturmuş not tutuyordum. Bir ara kalemi yere bırakbm. Rauf Efendi çok nazik bir ifadeyle'Ah edepsiz, ah!' dedi. 'Ben bir şey yapmadım ki' dedim."Yann ekmek yiyeceğın kalemini ayaklannın altına koyuyorsun' dedl Bu unutamadığun bir gönül sözü oldu"Bak benim kalemlenmın hepsi duvarda duruyor' dedi; hakikaten duvarda bir rafta dcnıir kalemier duruvordu. Günümüz bunlan safdilce bulabilir. ama gönlün eğirimi uvgarüğui dışında nasıl kültürümüzii reddetmiyordu. İki kültürün berabertiği söz konusuydu. Türk insammn kültür açısından zenginleşmesiydi amaç. Bir sentez vardı, bir senteze yol alımyordu. Çünkü ben babamı ve arkadaşlannı hatıriıyorum; orurup konuştuklan zaman yeni Türkiye'yi samimhetler çerçevesinde, fev kalade özgür şekilde tenkit ederlerdL Ama bu yeni Türkiye'ye, Atatürk'e büyük bir inançla bagh olmaJanm engeUemiyordu. Tartişmalarda, tekliflerde bugünk kı> aslanamayacak bir seviye, kültür düzeyi söz konusuvdu. İki kültürün yarar kaynaklan olmasına çahşıhyordu. Göçmüş bir imparatorluğun tecriibesiyle sağlam bir Türkiye kurulsun isteniyordu. Bunlarla yetiştim ve Atatürk üzerine vazdığnn iki Idtapta bunlan anlatmayı denedim." "Demın 'gerici yaftası' sözünü kullandınız. Bu tarz sözler, eleştiriler yazarlığınıza etkidi mi?" "Etkiledi. O zamanlar üzülüyordum. Eskryi toptan inkâruı bizi nasıl yazık biçimde yoziaşordığını görmezden geİenlere esef ediyordum. Şimdi benim başka bir hayat tecrübem de var: Üniversiteyi okurken, pek çok hocam, çizgidışı solculardı, Behıce Boran, Niyazı Berkes. Muzaffer Başoğlu. oniann da bende derin etkisi oldu. Üstelik bu çizgidışı insanlar geçmiş kültürümüzü mükemmel şekilde bilirienli. İki kültürün, yani kültürün gerçek bir kılavuz olduğuna inandım. Kültüre yönelik bütün girişimleri saygryla karşıladım. Benim kendi çauşmalanm çok önemli falan demek çıkarabilmiş. kimlerin, neierin gireceğini kesin nitenkJeriyle tespit etmiş. Tetif maddelerde de bunlara bağh kalınacak. Fakat bir profesörle göriişüyorsunuz, Cumhuriyet Türkiyesi'ni yazacak, hemen sonryor: 'Nâzım Hikmet var mı? Varsa, ben yazmam...' Birdiğeri, 'MehmetÂkif, Yahya Kemal varsa, ben yazmam..." diyor. Böylece etiketierini yapıştınp insanlan ecza şişeteri gibi raflara koyuyorlar. Sanki o insana yeniden, farkh yorumlarla bakılmazmış gibi... Bunlar başlangıcın büyük güçlüklerhdi. Ama hepsi aşıldı, uyum kendiliğinden sağlandi- Bir ansiklopedide çalışınca ufkun çok gelişiyor; çünkü her türlü kahramam, suçluyu, suçsu/u orada okuyorsun. Dünün suçladığma, bir de bakıvorsun ki, bugünün sevgisi, saygLsı sunuluyor. İşte öyle kolay değil insanlan ecza şişesi kılmak." Nezihe .Araz'ın onca yoğun yazı hayatında tıyatroya ayn yer verdiğini elbette biliyorum. Sonra televizyona. zaman zaman da film senaryosuna. Birlikte Afife Jâle'nin sinema öyküsüne çalışmıştık. Nezihe Hanım o sırada Afife Jâle oyununu çoktan yazıp bitirmışti. Senaryoda her şeyi yeni baştan, sinemanın koşullan çerçevesinde ışledik. Böylece Nezihe Araz'ı yazma eylemi ortasında da tanıma fırsah bufdum: Dış görünüşte inanılmaz bir verimlilikle yazıyor, bol bol malzeme getiriyor; kimbilir içte hangi bilinmez didişmelerle boğuşuyordu. Bunlan hatırlatuıca gülümsedi ve şöyle dedi: "Tiyatroya dönmemin sebebi hakikaten bir iç sarsıntıdır. 27 Mayıs'tan sonra gazetecüikte ilk küfurleşmeler. birbirine çeune takmalar başiamıştır. Kavgasız gazetecilik olmuyordu. Bunlardan uzak durmam gerektiğini hissediyordum. Hayaümı yazı yazarak kazanmak zorundaydım; zaten hep ö\le oldu, yine öyle. Gazetecilik \ apmadiğun takdirde neyie geçinecektim? Çok sevdiğim tiyatroyu bir kez daha yazı masasına getirdim» Afife Jâle'ye gelince, fîhni bugün sevryonım. Doğrusu, o zamanlar o kadar çok sev memiştim. Şimdi bir de televizyon_ Ben teievizyonu çok sevmiştim. Hanımlar Sizin İçin diye dört yıl boyunca süren bir program yapbk. O zamanlar bugünkü kanal bolluğu yoktu. Hanımlar Sizin tçin'i didaktik bulanlar. basit bulaniar çıkmışür. Fakat biz yurdun birçok yerinde araştirma yapmış, ihtivacı duviılan, Türk evinin ortak meselelerini değeriendirmeye çahşnuştık. Televizyon gibi kitleye bütünüyle açık bir alanda yauuzca artistik kalamazsunz." "Bugün nasıl buluyorsunuz televizyon kanallannı9 " "tlerlemek için yanşma güzel bir şey. Çok sayıda kanaluı olması bu yüzden önemlidir. Ama kiminle ve niçin yunştığınıa bilmek zorundasuuz. 'Rating' diye bir laf çıkti şimdi ortaya. Yalnız 'rating' diye degertendirirsen prognunlan, ciddi bir kültür bunahmryla > üz yüze gelirsin. Çok yararlı bir aîet olabilecekken, bakryorsun, çok tehlikeli bir alet olabiHyor. Evinize yirmi dört saat yerleşmiş görünen bu konuk. beş altı yüz evin zev k. görgü sistemiyle yönetilmeye kalkışılınca, her türlü maskarahk da evinize girip çıkmış oluyor. Başka sakıncalar da söz konusu»" TV'de çözümsüz tartaşma "Ne gibi?" "Mesela, grup tarhşmalan. Birçok kişi bir araya gelip saptanmış bir konuvu tartışıyorlar. Tabii çok güzel vanlan var. Ama konuşan Türkiye derken akıl kanştıran bir Türkiye de karşınıza çıkıyor. Herkes kendi düşüncesini tek doğru diye sunuyor oralarda ve sonunda ortak hiçbir noktaya vanlmıyor, ortak mesaja ulaşılamıyor. Herkesin kendi inancu fikri, ideolojisi kendinde kafayor, herkes kendi ideolojisini sağlamlaştırdığmdan memnun, tarnşmadan aynlıyor. Bunu, egitim bakımından çok yanhş buluyorum. Ahlaki endise, tutuculuk falan değil demek istediğim. Toplumun zaranna işleyecek her şeyin bcüi bir denetimden geçmesini, daha doğrusu ö/denetimden geçmesini beklemek yurttaşlık hakkımızdır. Ancak geceyansından sonra konulması gereken pek çok program, en çok seyredilir saatlerde cirit atıyor. Sonra, hiç Idmse üstünde durmuyor, ama sosyal adalet açısından ciddi bir problem var ortada: Filanca sarkıcrya, füanca sunucuya ödenen miKarlar, bu maddi zoıiuklar icindeki toplumun öyle kolay sindiremeyeceği rakamlardır. Bu harcamalann hangi imkânlaria yapıldığı üzerinde çok düşünülmeye değer." K.onuşmamızın sonuna gelmiştik. Yazarlığının kırk beşinci yılını bir süre önce Ankara'da Dil Tarih Cografya Fakültesi'nde bir törenle kutlayan Nezihe Hanım'a o kırk beş yılı, gerçekleştırmek istediklerim ne ölçüde gerçekleştirdiğinı, gelecekten beklentisini sordum. "Setim'cigim, lark beş yıl hep çalışarak geçti. Yazarük dışında hiçbir gelir kaynağım yok. Bu yüzden hep bir yerlere bir şeyler yetiştirmek zorunda kaldım. Tabii severek yaayonım, i gelgelelim yazarken, hep [ başka şeyleri yazmak I düşüncesiyle | kalakalıyorum. Kendi istediklerimi , yazıyorum, ama başka yazmak istediklerim * için çoğu kez zaman bulamıyorum. Elbette ' sen de biliyorsun, j yaşıyorsun. yazarhkla L geçinmek, bizim ülkemizde rahat J yazmak, bol zamanda •.. azmak lüksünü kaldıranuyor. Bu, bazan yıpratryor insanı, bazan da çalışma hırsını arttınyor. Şündi Ismet Paşa diye bir kitap projem var; Mustafa Kemal'le fsmet Paşa'mn özel dünyalanm, anekdotlannı yazmak istiyorum. tsmet Paşa'yı biz tanıdık. derslerimize geldi, bizi payladı, bizi topladu bize öğüt verdi. Bunlar etkiley ici olaylann, şündi bunlan konuşsanız. üstünüze tankerlerle gelirler, ama ben o günleri büyük bir hasretie anıyorum, iyi ki öyle yetişmişiz diyorum.'' "Bunlan söylerken, yann için umutsuzluk mu duyuyorsunuz? Ben bazan duyuyorum da..." "Yok. bir umut mutlaka var. Umutsuz olur mu hiç! Türkiye, büyük çalkantılardan geçti. Bugün de zor bir dönemden geçiyor olabilir. Umut, senin benim gibi insanlar çok iyi bilirter, çalışmaktan, boy una çauşıp didinmekten geçer. Çahşan, ahnteri döken insanın öyle kolay yok edilemeyecek bir umudu vardır»" ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Şiip Çevirisi.. Zaman olur, insan kendini neredeyse ayırdına tam olarak varamaksızın bir uğraşın ortalık yerinde bulur. Son bir yıldır benim açımdan şiir çevirisi de böyle bir uğraş. Çok önceleri, diyelim çevirmenli- ğimin başlangıç dönemlennde, çok korkutucu bir alandı şiir çevirisi benim için. Daha sonra yayın amaçlı olmaksızın, kendim için, hoşuma giden ki- mi şiirleri çevirdiğimi anımsıyorum. Örneğın Goet- he'nin "Prometheus"u gibi. Bachmann'la tanış- mamdan sonra ise, düz yazılan da buram buram şiir kokan bu dil ustasından şiir çevirilen yapmak- tan kendimı alamamıştım. Bu şiirler, genelde çeviri alanında en büyük ustalarımdan ve hocalanmdan saydığım Prof. Dr. Cevat Çapan'ın yüreklendinme- si ve katkılanyla bir kitapçığa dönüşünce, iş sanki daha bir hızlandı. Kleist'tan yaptığım "Amphitr- yon"u, Rilke'den seçmeler ve Bachmann'ın bü- tün şiilen ızledi. Bugünlerde ise Georg Trakl'dan kapsamlı bir seçki tamamlanmak üzere. Bir konu üzerinde daha çok kuramsal düzlemde durmak ile aynı konuyu deneyimlerin rehberiiğinde degerlendirmek arasında ne büyük bir ayrım bu- lunduğunu, sözünü ettiğim son bir yılda, şiir çeviri- leriyle "biriikte yaşamaya" başlayınca bir kez daha anladım. Şiirın çevrilmezliği ya da çevrilebilirliği, sözcüklere ve imgelere yüklenenlerin bir başka di- le taşınması bağlamında düzyazı metinler ile şiir açısından belirgeleşen farklılıklar şiir ile müzik ara- stndaki ilışki ve bu ilişkinin çeviride değeriendiril- mesi, bütün bunlar, hiç kuşkusuz kuramsal düz- lemde de değertendirebilecek, dahası, değeriendi- rilmesinde yarar bulunan konular. Ama, eline hiç neşter almamış birinin başkalarına nasıl ameliyat yapılacağını öğretmeye kalkışması gibi, çevirinin uygulamasının uzağında olanlarca işin kuramına ginlmesi de bir noktadan sonra sanki kısır bir çaba olarak kalmaya yargılı. Dizelerden kaynaklanan şarkılan bir başka dilde söylemenin serüvenini ya- şamamış olanlar için bu serüvenin "nasıl yaşan- ması gerektiği" üzerine konuşmak ve yazmak, ço- ğu durumlarda daha denızci düğümü atmayı bil- meden yelken yanşlarının öncelikleri üzerine ah- kâm kesmekten farksız olur. Şiir çevirisine yoğun olarak girdikten sonra en çok düşünme gereğini duyduğum nokta, sanınm Şiir ile müzik, ya da şiir ile beste yapma arasındaki ilişki oldu. Zaten şiir çevirisini düzyazı edebiyat metinlerinin çevirisinden ayıran asıl sınır çizgısi de bu noktadan geçiyor. Her şairin kendine özgü mü- ziğini iyice yakalamadan ya da yakalanan müziğin hangi dile çeviri yapıyorsak, o dılde de çalınabil- mesine yeterince özen göstermeden anlam aktan- mına girişmek, çeviriyi şiir olma niteliğinden yok- sun kılar. Bu, elbet belli bir müzikalite adına anla- mın feda edilmesi demek değildir; ancak şiiri var eden, anlamın, bellı bir şiirin kendine özgü müziği içerisinde geçeriik kazanmasıdır. Şiir çevirmeninin dikkat edeceği de işte bu müzik öğesidir. Çevirinin yalnızca bir teknik ya da dilbılimsel bir işlem mi, yoksa bunlann ötesinde, aynı zamanda bir sanat mı olduğu sorusu belki de en kesin yanı- tını şiir çevirilerinde bulur. Günümüzün ünlü çeviri uzmanlarmdan Werner Koller, bu bağlamda "Se- ethoven'in bir piyano sonatının büyük bır piyanist tarafından yonjmlanması nasıl sanat ise, çeviri ey- lemi de gerçekte bir sanattır" demektedir. Şiir çe- virisinde çevirmenin işinin, özgün dıldekı şiırdeki sözcüklerde ve imgelerde odaklaşan çağrışımlan- çevrilecek dilde yeniden yaratmak olduğu göz önünde tutulduğunda, genelde edebiyat metinleri- nin çevirisinin, özelde de şiir çevirisinın bır sanat olduğu fazla zorlamalara gidilmesine gerek kal- maksızın, kendiliğinden ortaya çıkar. Teknik bilgi ne düzeyde olursa olsun, çeviri alanında dilbilimci- lerce ortaya atılan kuramlar ne kadar yol gösterici nitelik taşırsa taşısın, adına "yetenek" denen, o eksiksiz tanımlanabilmesi olanaksız öğe eklenme- dikçe başanlı bir şiir çevirisinin gerçekleştirilebil- mesi söz konusu değildir. Ve olaya bu açıdan ba- kıldığında, eğıtim yoluyla şiir yazmak ne ölçüde öğretilebiliyorsa, çeviri eğitimi yoluyla şiir çevirisi yapmanın da ancak o ölçüde öğretilebileceği, ra- hatlıkla ileri sürülebilır. Kanımca belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Sanat eseri düzeyındeki bir şiirin her za- man yazıldığı dili zenginleştirmesı gibi, başanlı bir şiir çevirisi de yine her zaman çevrildiği dili zengin kılan bir kaynaktır. Bu nedenle Türkçede gerçek- leştirilen her başanlı şiir çevirisi, farkh bir şiirsel söylemin kapılannı açmasının yani sıra, kendi şiir dilimize de yeni boyutlar katar. Şiirini gittikçe yitirmekte olan bir dünyada şiir çevirmekte direnmek, belki de her şeye rağmen hayatta kalmakta direnmenin bir yoludur. 7. ULUSLARARASI İSTANBLL ÇİZGt FİLM FESTtVALf'NDE BUGÜN: Atatürk Kültür Merkezi: 10.30- 14.30' Çocuklara Yönelik Program 14.30- 15.30/ Ankara Fılm Festivali programında gösterilen Asansör 5, Elveda, Giriş, Hipnotizma Makinesi, Komik Bir Adamın Düşü, Sağım Solum Sobe, Sakinleştirici, TUK- TUK 15.30- 16.30/ Festivallerde gösterime giren, yetişkinlere yönelik Türk Çizgi fîlmlerinden derlenen örnekler (Askerler, Kebabaluba, Dört FCadın. Yabancı, Normal Sınırlarda, Gölge Oyunu, Dalalet, Biberon. Gölge Oyunu, Ipler, Stereo, Sentez, Devinim, Fiske, Maske 16.30- 17.30/ Hayalimdeki Vılla, Kırık, Bir Sergiden Tablolar, Harlem Noktrün, Köpek- Şarkı. Salyangozlar 17.30- 18.30/ Natürmort. Don Kişot, Cani Tango, Çöl. Traversler, Heykeller, Hamam, Perpere ve Memere, Geometrik, Masallar, Dolmakalem, Paris 1789 Fransız Kültür Merkezi: 15.30- 16.30/ Yurtiçi ve yurtdışyında çeşitli festivallerde gösterilerek büyük beğeni toplamış ve değişik animasyon teknikleri üretilmiş 9O'lı yıllann Dünya Canlandırrna Sanatı Örnekleri (Askerler, Klınik. Sohbet Ül Asmar, Kültürel Tarihte Bir Gece Manevrası Ölüm Dansı, La Bacone, Diğer Taraf. Cumartesi Öğleden Sonra, Dört Kadın 16.30- 17.30/ Askerler, Kanunsuzlar, ithaf, Ev, Eğlence, Yol, Alogaritmen, Stereo, Yakışıklı 17.30- 18.30/ Midas. yön- Ateş Benıce YARIN: cuma Atatürk Kültür Merkezi: 10.30- 13.30/ Çocuklara Yönelik Program 15.30- 17.30/Panel 17.30/ Ulusal Yanşma Ödülü Fransız Kültür Merkezi 15 30- 16.30' Askerler, Gorgon, Lağım, Ağırlık, Zappy, Uygun,-Sentez, lnsek- törs 16.30- 17 30/ lpler, Askerler, Içeridekıler, Yeşılağaç Cad. 66, Dairesel Yön, Aşk Tablosu, Ve Saire, Yalnız Insan
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear