23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
13 NİSAN 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 CRAMOFON ICNESI SEÜMİLERİ Ânmackğımız büyük bir romancı Romanlan ölçüsünde incelikli, unutulmaz öyküleriyle edebiyatımıza büyük emeği geçmiş Halid Ziya Uşaklıgil 27 Mart 1945 tarihinde öldü. Bu yıl ölümünün ellinci yılı. Uygarlıklan, kültürleri ve edebiyatlanyla övünç duyan ülkeler, Halid Ziya'nın çok gerisinde kalmış yazarlannı bile daima gündemde tutarken, büyük romancımız anılmadan unutuluşa terk edildi. Bireysel ve toplumsal Oysa neler karşılaştınlabilirdi: Halıde Edip en ünlû eseri Sinekti Bakkal'da her şe- ye karşuı II. Abdülhamıd dönemini bağışlar, istıbdat ortamına bir pen masalının rengâ- renk kostûmlennı giydirir. Halid Ziya ise hem 1897 tarihli Mai ve Siyah ta, hem 1900 tarihli Aşk-ı Memnu'da aynı dönemi satır arası sezdinlerle bir kâbus sürecı olarak ka- ieme getirir. Mai ve Sıyah'ta Ahmet CemiL Sineklı Bakkal'ın huzurunu asla duyumsaya- maz. 1897'nin bakış açısıyla 1930'lann ba- kış açısını degerlendırmek, karşılaştırmak. cumhunyet kuşaklanmn bir görev-i değıl mıydi? Halid Ziya'nın bireyselden toplumsala, toplumsaldan bireysele, pek çok gelgitle, si- yasal düzen sûreçlenni en derin şekilde algı- lamış bir yazanmız olduğunu, okudukça. ağır zaman dilimınde, yazann gizlenne erdikçe kavnyordum. Yaşantılanndan yararlanıyor, bireysel maceralarda toplumsalın payını öl- çüp bıçıyordu. Örnekse, Beşır ya da Bir Ya- zın Tarihi'ndeki yan sığıntı genç kız, onun Kırk Vıl'da anlattığı bir anıdan ızdûşümler sayılabilir; Halid Ziya, evlerinde çalışmış bir cariyeden söz açıyor, cariyenin umutsuz aş- kını dile getiriyordu. Bu aşk, Halid Ziya'nın evlilik eşiğındeki ağabeysıne duyulmuştu. Cariye, dengı dengine evlilik karşısında, yal- nızca kendi tek taraflı aşkını söyleyecek, tıp- kı Beşır gibi vereme yenik dûşecekti. Beni o kadar etkileyen bu aşk figürünü bırkaç kez. değişik sebepler aracılığıyla, ya- zılanmda anlatmış, hatırlatmış. Kırk Yıl'ın günümüz okurunun merakını çeleceğinı um- muştum. Çûnkü bu aşk figüründe, bir yan- dan Halid Ziya'nın yazınsal venmlenne esin kaynaklığı, bir yandan da Halid Ziya'dakı toplumsal-bıreysel perspektif alımlanabilir- di. Gelgelelim yazılanm en küçük bir ilgi, en kısık bir yankı uyandırmadı. Bireysel: örnekse, 1894 basımlı, yüz bir yaşındaki Ferdi ve Şürekâa'nda çıkmaz so- kak görünûmlü aşk, ınceden inceye, bireyin psıkolojısı öne çıkartılarak çö- zümlenir. Toplumsal: Çûnkü, romanın baş kişilerinin sürük- lendıği aşk ücgeni, gerçeklikte, Ferdi ve Şürekâsı 'nı sarmış me- lodram havasının dışına çıkılır- sa. zümreler arası bir çıkar ça- uşmasını dile getirmektedir. Yalnız bu biraz cılız roman örnegı bile Halid Ziya'dakı perspektifgenişliğini yansıtma- ya yeterken büyük yazann eme- ğı, daha benim ilkgençlık ça- ğrnıda unutulup gıtmışti. Cumhupfyet dönenûnde tek başma öte yandan bu büyük yazar, imparatorluğun sona enp Tür- kıye Cumhuriyeti'nin kurulu- şuna da -edebıyatımızda ve kül- türümüzde ilk kez- bireysel ve toplumsal açıdan yaklaşabil- miş, ilen yaşında kaleme aldığı denemelerinde yeni bir kültür oluşmasında, geçmiş kültür bi- rikımlerinden yararlanılması gerektiğini, kör bir muhalefete düşmeksizın, açıkça ve adeta tek başına söy- lemıştir. Sanata Dairciltlennde yeralan ya- zılannda, Halid Ziya, yazım kûrallanndan alaturka musikıye, o günün heyecanlannm kolayca yadsıdıgı. moda dışı, ama önemi tar- tışılamayacak pek çok sorunu gündeme ge- tirmıştir. Yazım kurallannda okuma-yazma kolaylığının ötesinde, daha karmaşık, belki de gerçekten çok yerinde ve gerekli ilkeler öne sürmüşse de bunlar dikkate alınmamış, yazar handiyse yalnız bırakılmıştır. Yalnız bırakılmıştır diyorum; çünkü, başta yazım kurallanna ilişkin ilkesel önerileri olmak üzere. Halid Ziya'nın görüşlerinin hiçbiri gerçek bir gündem oluşturamamıştır. Tersı- ne, cumhunyet dönemi, Halid Ziya Bey'e yaşı ileri bir usta gözüyle bakmakta ısrar et- mişrir. Nitekim 1930'da, tsmailHabib'in "li- selerin son sınıflanna resmen kabuT edilmiş kitabı Edebî Yeniliğimiz Halid Ziya Uşaklı- gil'ı şöyle noktalar: "Onu Beklerken veîhri- yar Dost gibi kitaptan btıgünün gençleri ta- rafindan dahi seve seve okunabilir." Ama kitaplar okunmamış olmalıydılar ki 1960'larda hıçbın yenıden basılmaz olmuş, 1940'larda basılmış olanlan da eski kitapçı- larda hâlâ alıcı beklıyordu. Zaten çok geçme- den Halid Ziya'nın eseri, üstüne üstlük, bır de öz Türkçeleştırme kıyımıyla karşılaşacak- tı. Onun onca emeğin verimi üslûbu şimdi birkaç yenı sözcükle geçıştinlmek ısteniyor- du... Hemen eklemek gerekiyor: Halid Ziya Bey'ın yazarlık serüveni, düşünce adamlığı, o daha yaşarken sansürle karşılaşmış olma- lıydı. Yaşar Nabi Na>ir, 1972 basımlı Dost Mektuplar'da yazıklanarak anlatıyor: "Son mekfubunu haürfayorum. Daha ön- ce alaturka musikiden överek söz açan bir ya- n göndermisti de ben, bu yazının devrimci. Atatürkçü Varük'ın havasına uymayacağuu ve çok se\ diğim üstadıma zaran dokunabile- cegini nazik bir bir mektupla biktirmiştim. Bunacevapveriyorveüzüntüsiinü belirtiyor- du. Her yazann kendi kanısını açıkça savun- mak hakkı olduğunu yazıyordu haklj olarak. Böjle bir ustanın kınlmasına yx»l açan hare- ketimi bugün daha çok ayıpbyorum." Cinseiliğırı bin yüzü O zamanlar, Sahaflar'dan devşirip getırdi- ğim kitaplan, hep kendine özgü bir yazım ku- ralına bağlı kalınarak yeni harflere geçinl- miş, üslûplan korunarak sadeleştirilmiş Mai ve Siyah'ı, Bir Yazın Tarihi'ni, KınkHayat- hr'ı hep okumak oburluğuyla okumuştum. Bu kitaplann düzlemlerine, yoğun katman- lanna dikkat edebilmeme olanak yoktu. Sonra galiba, Saray veOtesi'nde sakalı bo- yalı, başkalarına sakal boyası salık veren acıklı-gülünç padişah portresini, sultanlann, şehzadelenn, nihayet Pierre Loti'nin tuhaf, irkiltici görümlerini okuyunca, Halid Zi- ya'nın eserindekı karmaşık ruhsal süreçleri yeni baştan düşünmek zorunda kalacaktım. Sözgelımi, bizün daima bır Türk, Osmanlı dostu, deniz subayı bildiğimız Pierre Lotı'yi, Halid Ziya, yine bır 'yasak aşklar' kahrama- nı gibi görüyor, o günün tutucu ahlâk anlayı- şı çerçevesinde, bu gördüklenni örtük biçim- de anlatıyordu. Saray ve Ötesı'nde, böyle, ısteklen, eğı- limleri, duygulan çapraşık, sapkılı birkaç portre daha vardı kı kımi pek süslü püslü bır şehzadenin, kımı saraya çok yakın bir dama- dın, kimi padişah amcasını hafıf dedıkodu- larla çekıştiren bir başka şehzadenindi. Ba- zen tuhaf hanımlar, sultanlar, bazen irkıltıcı siyaset adamlan. hepsı de edebıyatımızda bi- reysel trajedilenyle söz açılmamış, en azın- dan, modern bır anlatımla ışlenmemiş kışı- lerdı. Apar topar, sadece konulan izlenerek sa- dece 'serii\wı'leri okunmuş o romanlar, özel- likle Aşk-ı Memnu ve Kınk Hayatlar, benim için artık birer bılmeceydı. Mai ve Siyah'tan başlayarak hepsinı yeniden okuyordum. Gerçi Mai ve Sıyah'ta da Ahmet Cemil'ın kızkardeşı, mutsuz tkbal'le ılışkisi, Ikbal'ın müthiş ölümü, ruh çözümlemesini gereksi- nir çizgidedır ama. romancı henüz açıkça ko- nuşmayı seçmemıştır. Mai ve Sıyah'm yanı başında Aşk-ı Mem- nu, gerçekten çok daha açık sözlüdür. Bunun- la birlikte romancının geçen yüzyılın sonu - bu yüzyılın başlangıcı çerçevesıne sığışmak durumunda kaldığı muhakkaktır. Roman okumanın bile ahlâkî sorun olarak tartışıldı- ğı toplumsal ortamda, Aşk-ı Memnu, genç bir kâdının cinsel yalnızlığını da ırdelıyordu. Yaşını başını alrnış, Bogazıçili, varlıklı Ad- nan Bey'in genç kansı Bihter, törel değerler açısından aykın bir kimlik, sorunlar açacak bır roman kişisiydi. Roman tefrika edıliricen gerçeklcştrrilrniş söyleşide, besbellı bu endı- şeyle, Tevfîk Fıkret şöyle demiştır: "Bir Bihter, bütün ihti- yar kocalı genç kadınlan arkasmdan sürûkkmez; fa- kat Bihter karakterinde, o- nun terbiyesinde. onun ah- lâkında. yahut ahlâksızlı- ğında onun serbestliğinde, hasjlı onundurumunda bu- lunan kadınlara, bunlann ahlâk güçsüzlükleri arasın- da, pekuğursuz bir kılaMiz, pek zehirli bir düşmc örne- ği olacagında şüphe ><ok- tur." Böylece Tevfik Fikret çapında bir şair bile, o ka- dar somut cinsel yalnızlık olgusunu ahlâk düşkünlü- ğü, ahlâksızlık sayıyor, Ha- lid Zıya'ya da ıster istemez biranlamdaonaylamak, bir anlamda esenni, Aşk-ı Memnu'yu savunmak kalı- yordu: "Bizsananmızınsamiıniliğiikövünü- yoruz, kimseyi aJdatmıyoruz, ha>atta ne \ar- sa bizde de vardır... Hem bizim romanlanmız oimasa, hayatta iyilik ve fenalık oimayacak mı?" Neyse kı bu iyılık ve fenalık, cınselli- ğin değişik yüzlerini yansıtmaktan Halid Zi- ya'yı geri durdurumamıştır. Bütiin aşktap yasak Aşk-ı Memnu'un bütün kişileri, inanılmaz kertede kapalı. ıçe dönük bır ortamda sürek- lı birbirlerine teğet geçerler, sürekli bir cin- sel yalnızlığı yaşarlar. Bihter. Adnan Bey'e bağlı kalmak ıstemekte, Adnan Bey'ın genç yeğeni Behlûl'e gönül bağı duymaktadır. Gençliğe tutkun Adnan Bey, genç kansını mutlu etmediğını bilmekte, ama onun genç- lığinden bir türlü vazgeçmemektedir. Bih- ter'le Peyker'ın annesı, gençliği adeta hafıf- meşref geçmiş Fırdavs Hanım, tıpkı Adnan Bey gibi gençJik hayalleriyle sarmaş dolaş. tıpkı kendısı gibi cinsel seçımleri kural tanı- maz Behlûl'e için için vurgundur. NihaJ'de ai- le ortamım arargörünen Behlûl, besbellı, ev- lılık hayatında da kanşık cinsel oyunlannı sürdürecek yaradılıştadır. Onlan çoğu kez, yaşlı kız Matmazel de Courton gözlemekte, belkı de gözetlemektedır... Çok ustaca ku- rulmuş roman çatısınm altında Halid Ziya, kemıkleşmış ahlâkı aşan. törel değerlerleöy- le kolay kavTanamayacak bütün bu sarsıntı- lan aktarıyor, kımbılıro 1900yıluıınokurla- nna neler söylemek ıstiyordu. Söyledikleri bugün bile, hele toplumun bilgi düzeyi göz önünde tutulursa, öyle kolay, beylik, ivedi çözümlemelerle geçıştirileçek gibi değildi. Sonra Kjnk Hayatlar... ÖmerBehiç'in ki- şiliğinde, bu roman. geçen yüzyılın ahlâkî kaygılanna. içsel huzursuzluklanna, daha da önemlisi, o yüzyılda konuşulması biçimsiz kaçacak. yazıya geçinimesi neredeyse hiç düşünülmeyecek birçok zaafa söz hakkı ta- nıyordu. lşte Doktor Ömer Behiç, mutlu gö- züken aile hayatında insanî zaaflan ikici ah- lâkın yargılanyia mahkûm ediyor, ne var ki çok geçmeden bütün bu zaaflan kendi ben- liğinde, öz^r a^lığında yakalamak zorunda ka- lıyordu. Halid Ziya Bey, Türk toplumunun. dolayısıyla da Türk romanının o güne kadar konuşmaktan kaçındığı konulan. sorunlan anlarmakta, teşrih masasına yatırmakta, deş- mekteydi. Dönemi bu sorunlan, bu konulan görmezden gelıyor, Halid Ziya'nın başka özelliklennı vurgulamakla yetınıyordu. Bunu bir ölçüde doğal karşılamak olasıdır; Halid Ziya'dakı 'öncü' özellıklerin asıl günümüz- de değışmıyor oluşuna şaşmak gerek. T lalid Ziya'nın ±~L bireyselden toplumsala, toplumsaldan bireysele, pek çok gelgitle, siyasal düzen süreçlerini en derin şekilde algılamış bir yazanmız olduğunu, okudukça, ağır zaman diliminde, yazann gizlenne erdikçe kavnyordum. iz cumhuriyet çocuk- lan Halid Ziya Lişak- hgil'i ne kadar tanı- yorduk, ne kadar tanıvabi- lırdik? Bu soruyu elbette sonradan düşünmüştüm. O zamanlar. kitaplann deli gi- bi bir tutkıınu olarak Sahaf- lar'da ne bulabilirsem devşi- rip eve, küçük kitaplığıma taşırdım. Halid Ziya Bey'in yeni harflerle basılmış, çoğu yır- tık pırtık, sayfalan lekelı, kapaklannın rengi solmuş kitaplan da bunlar arasın- daydı. Oysa Aşk-ı Memnu ro- mancısı, eserleri cumhuriyet çocuklannca da okunsun di- ye uğraşmış, didinmiş, Latin harfleriyle ilk kez basılan romanlannın, öykülerinin dilıni sadeleştirmiş, bu edi- mi gerçekleşririrken kimbi- lir ne çetin üslup sorunlany- la karşılaşmıştı. Ama bun- lan da henüz düşündüğüm yoktu. Halid Ziya konusun- da bildiklerime gelince, o, her şeyden önce -yukanda vurguladığım gibi- Aşk-ı Memnu'un romancısıydı. Çünkü ablamın ders kıtabm- da Nitaat Sami Banarb öyle yazmıştı. Bir yandan da "ha> alinin güneş dolu, o kız- guı yazına karşı bir türlü ıst- namayarak" üşüyen, hep üşüyen, tunç heykelleri çağ- nştınr, zenci köle Beşir'den söz açılıyordu, Aşk-ı Mem- Bugünün bakış açısı 2 7 mart günü gazetelerde, özerk ve özel televizyon kanallanmızın haber bültenlerinde Halid Ziya'ya ilişkin tek satır yer almadı, tek bir söz edilmedi. Romanlan ölçüsünde incelikli, unutulmaz öyküleriyle edebiyatımıza büyük emeğı geçmiş Halid Ziya Uşaklıgil, 27 Mart 1945 tarihinde öldü. Bu yıl ölümünün ellinci yılı. Uygarlıklan, kültürleri ve edebiyatlanyla övünç duyan ülkeler. Halid Ziya'nın çok gerisinde kalmış yazarlannı bile daima gündemde tutarken büyük romancımız anılmadan unutuluşa terk edildi. 27 mart günü gazetelerde, özerk ve özel televizyon kanallanmızın haber bültenlerinde Halid Ziya'ya ilişkin tek satır yer almadı, tek bır söz edilmedi. Yine en sıradan magazin haberlerine yer verilmiş ama Türk kültürünün bir anıt yazanndan söz açılmamıştı. Ağır başlı, nazik vc ciddi... Modern Türk romanının kurucusu diye nitelenen Halid Ziya Uşaklıgil'in, cumhuriyetimizin yetmiş yılı aşkın zaman diliminde, derlı toplu bir eleştirel toplu basımının gerçekleştirilmemış olması, yüz kjzartıcı değilse, nedir? Tam tersine, bundan yüzümüz kızarmadığı gibi. bugünün bakjş açısı Halid Ziya'yı görmezden gelmeyi bir erdem saymakta, güncel bayağılıklann sürüsüne yeni yeni güncel bayağılıklar katmayı başan kabul etmektir. 27 Mart 1995 tarihinden bugüne günler geçri. Günlerce Halid Ziya Uşaklıgil'in ölümünün ellirıci yılinı firsatbılip onu genç kuşaklara tanıtacak bir çaba bekledim; elbette kışısel çabalann çok ötesinde bir çaba. Kühür BakanlığTnın onun için gerçekleştireceği bir semineri, çoktan hazırlanmış inceleme kitaplannın art arda yayımlamyor olmasını, MiBi Eğhün Bakankğı'nın bu ders yılında hiç olmazsa bir haftayı Halid Ziya'ya ayırmasını, teknikleri zayıf oisa da biri telif ikisi uyariama üç oyununun usta tiyatro adamlannca sahneye konmasını boş yere bekledim. Bu yazıyı noktalamadan önce, Yaşar Nabi'nin kaleme getirdiği Halid Ziya portresini alıntılamak istiyorum: "Yeşilköy'deki köşkünün özenle bakılmış bahçesinde, zarif birer çay fincanı ellerimbde. Halid Ziya Uşakbgfl'le karşı karşnayız. Ağır başh, nazik ve ciddi üstat- Tıpkı romanlannda gibi koyu ve tcrkipli bir dille, ama ne kadar düzenli ve kiısursuz konuşuyor, konudan konuya geçerek. Ve zevkle dinktmesini biliyor kendini, ama birçok edebiyat ustalan gibi monoloğa çevirmiyor konuşmayı. karşısındaki genç heveslinin düşünceieri. kanılan ve tasarüanyla ilgilenivor. edebiyat alanındaki tecriibelerinin ona bir yardımı olsun istiyor. Güldürücü fikralar anlatnuyor, kahkahalar atmıyor, arkadaşlannı çekiîtirmiyor. Bir erdem örncği adeta." Değil güldürücü fıkralara, en acı şeylere, yoksulluğa ve ölüme kahkahalarla gülünüp geçildiği, her türlü insan dramının alaya ahndığı, rakı sofrası mezesi, mahalle kansı dedikodusu yapıldığı, her kültür emeğının aşağılıkça gözden ırak tutulmak istendiği, arkadaşlannı. değerli kişileri çekiştirmenin. kuyu kazmalann tek erdem sayıldığı günümüzde Halid Ziya Uşaklıgil'i ellinci ölüm yıldönümünde kim, kimler, hangi kuruluşlar, hangi yetkili devlet kuruluşlan anacaktı ki?!.. nu'dan alıntılanmış seçme parçada Beşir, "Afiika çölle- rinin kızgın kumlanylâ ya- nan havasını" özlüyordu. Böylece onun doğup büyü- düğü yerlerden, baba oca- ğmdan kopartılıp getirildi- ğini; daha altmış yıl önce, insanlann alınıp satıldığını öğreniyordum. Üstelik Be- şir veremdi, ölecekti. On bir on iki yaşımın de- rin izlerinden Beşir. Ikide birde ders kitabımn o sayfa- lanru açar, Beşir için sanki yeni, güzel bir haber, bir şeyler umar, bu kez hayatı kurtulacak. Beşir özlediği yurda kavuşacak, bu kez ro- mancı onun kaderini değiş- tirecek umuduyla alıntıyı tekrar okurdum. Yalnız o bölüm bile, eski düzenin ak- sayan yanlanndan birine işaret edişiyle genç kuşak- lara ne çok sey anlatmaktay- dı... Sonradan ayırt edecektim ki benden epey önce, Ziya Osman Saba da Beşir için gözyaşı dökmüş, bir öykü- sünde ona "dert veeiem kar- deşi" aramıştı. Ziya Osman Saba, Aşk-ı Memnu'un tü- münü okduğundan Firdevs Hanım'ı, canına kıyan Bin- ter'i, ötekilen, hepsini de ta- iMmıştı. Bense henüz oku- madığım bir romanın bölük pörçük sayfalanyla, ancak okuyabildikJerimle yaşıyor- dum. Tıirfc ronannıı D808SI Dedığim gibi henüz hiç- birini bilmiyordum: Halid Ziya Bey için bazi edebiyat tarihçileri 'modern Türk romanının ilk ustasi* nitemini kullanmışlar; Ah- met Mithad Efendi'dc masal dokusuyla örtüşen roman anlayışının nihayet HalidZi- ya'yla değışime uğradığını, roman sanatına yaraşır bir estetik gerçeklik edindiğini saptamışlardı. Eski edebiyatımız şiir öl- çüsünde düzyazıyı önemse- mediğinden, hele, roman mimansıne büsbütün uzak durduğundan, Türk romanı- nın ilk ögretmeni Ahmet Mithad Efendi'nin küçük tökezlemelerini dogal karşı- lamamız gerektiği gibi Ha- lid Ziya'nın romanda bir- denbire ustalaşmasına şaş- mamız, hayranlık duyma- mız gerekmez miydi? Halid Ziya Bey böylece Osmanlı- Türk kültüründe, sanatında tek başına yeni bir sayfa aç- mış sayılmaz mıydı? Bir anlamda tansıksı ba- şansını, o, KırkYıl'da alçak- gönüllülükle anlatır. Kırk Yıl, doğum tarihi olan 1866'dan başlayarak Halid Ziya'nın Saray ve Ötesi'ne varacak anılandır. Burada imparatorluğun son dönemlerindeki varlıklı bir Osmanlı ailesini yakjn- dan tanıma fırsatı buluruz. Batı kentsoyluluğunu haylı çağnştıran bir atmosferde, söz konusu aile, helvacıhk, halıcılık gibi ticaret işleriy- le uğraşarak zengin olmuş, taşra dünyasından büyük kent dünyasına geçmiş, kent kûltürüyle beslenmiş ve do- nanmıştır. ftzpüük ortam bk* tirkı beürmez Ne var ki gelişkin bireyli- ğin gereksindiği özgürlük ortamı, memleketin toplum- sal panoramasında bir türlü belırmez. Halid Ziya, II. Ab- dülhamid saltanatına büyük bır kırgınlıkla bakar ve "Bu yülardan başlayarak gittik- çe memleketin bütiin parça- lannı bir mengene içinde sı- kıştıran, bütün beyinleri dü- şünme kabili>etinden mab- rum bırakmak için her gün milletin anlama kuvvetini bir demir pençe içindedaha çok ezen casus teşkilâfı o valtit bi- le pencereleri kapamaya, lambaları kısmaya lüzum gosterecek" kertedeydi, diye yazar. Gerek tstanbul'da, gerek- se lzmir'de bir yılgınlık or- tamı göze çarpar. Sokağa bakan pencereler, hatta bah- çeye bakan pencereler "Siv- risinekler gjrmean!" uyan- sıyla örtülür. Geceleyin lam- balann ışıgı daima endişe uyandıncıdır: "İs yapacak. Biraz k»!" lşin tuhafı, Halid Ziya'dan sonraki kuşağın ınsanı HaM- de Edib de Mor Salkımiı Ev'de tıpatıp bu anılan yine- leyerek biz cumhuriyet ço- cuklanna, ıstibdatın resmini çızerken yeni yeni toplumsa) baskılann oluşmaması için sağduyulu davranmamızı sanki önerecekti. Yazık ki bunlann hiçbiri okul kitapla- nmızda yer almıyordu. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Sokaktaki Adamın Sanatı Ülkemizde sanatın toplumbilimine yönelik araştır- malar, henüz emekleme evresinde bile değil. Bugü- ne kadar bu bağlamda çeşitli alanlarda yapılmış bir- kaç değerli çalışma, sanatın toplum bilimiyle artık ciddi btrbiçimde uğraşıldığının kanrtı sayılamaz. Baş- langıcından günümüze -ya da bellı tarihsel dönem- lerde- ülkemizde sanat ve edebiyat, hangi toplum- sal koşullarda gelişmiş, hangi toplumsal olgular be- lirieyici olmuştur? Türk sanatçısı, Türk yazarı, özel- likle günümüzde, çok hızlı değişen birdünyada, ken- di ortamının sorunlan karşısında ne ölçüde eleştirel bir tutum alabMmiştir? Bugün, günümüzün Türk in- sanını, ona sahnede gösterebilen, böylece onu ken- di kendisiyle ve içinde yaşadığı toplumla hesaplaş- maya götürebilen bir Türk tiyatrosunun, daha doğ- rusu Türk oyun yazarlığının varlığmdan söz edilebi- lir mi? Edilebilirse neden, edilemıyorsa, neden? Gü- nümüzün Türk insanı, daha somut bir beliriemeyle, sokaktaki adam, günümüz Türk resminde kendini bulabiliyor mu? Onun topraklannda gelişen bir re- sim sanatı, ona kendine ilişkin bir "başka ben" su- nabiliyor mu? Türiaye'de sokaktaki adam, genel bir düzlemde olmak üzere, kendi ülkesinde sanat ala- nında verilen ürünleri izlediğinde, "Ben, kendime ve yaşamıma hiç bu açıdan bakmamıştım"g\b\ bir dü- şünceyi kafasından geçırme zorunluluğunu duyu- yor mu? Çoğaltılabilecek olan bu sorulann yanıtla- nnı belli bir yöntem doğrultusunda bulmaya giriş- mek, zaten sanatın toplumbiliminin alanına adım at- makla eşanlamlıdır. Bu sorular ve yanrtlar üzerinde bilimsel-nesnel yaklaşımlarla durmadan, ülkemizde sanatın genel olarak etkinliği/etkinlikten uzaklığı bağ- lamında sağlıklı saptamalara varabilmek ise söz ko- nusu değildir. Sanatın toplumbilimi alanında, bu konuda çok iler- lemiş ülkelerin araştırmacılarının kalemlerinden çık- ma başyapıtlara baikıldığında hemen yaptlabilecek ilk saptama, sokaktaki adamın sanatının çıkış noktası yapıldığıdır. Sanat tarihinin akışı içersinde hiçbir top- lumun sanatı, salt seçkinci sanat sınıriarı içersinde kalıp etkinlik kazanmayı başaramamıştr. Bunun gi- bi temelde içinde yaşadıkları toplumdan olmama çabası içersindeki sanatçılann, yazarlann ve düşü- nürfertn de bu çabalanna karşın ürünleriyle toplum- lanna bir şeyler verebildikleri, toplumlannın o günkü veya daha sonraki konumlarıyla iletişim kurabildik- leri göriJlmemiştir. Yalnız başına sanatın "çofc etkin" bir iletişim aracı, bir yol olduğunu belirtmek, etkinli- ğe ve iletişime değgin hiçbir sorunun yanıtı değildir. Şimdi sözünü ettiğimiz iletişimin anlaşılmasını ko- laylaştırabileceği umuduyla, bir örneğe geçelim ve diyelim ki bir sabah vakti, Haydarpaşa ganndasınız; Eskişehir ve Ankara'ya- gıdecek Başkent Ekspresi hareket etmek üzere. Siz de vagonunuzdaki yerini- zi almışsınız ve pencereden, yağan yağmura bak- maktasınız. Tam o sırada orta yaşlarda bir demiryo- lu işçisi dikkatinizi çekiyor. Adam, yapacağı bir şe- yin görünmemesini ister gibi saklanacak yer artyor, aradığı sığınağı bir sütunun arkasında buluyor. Sizin kendisini gördüğünüzün farkında değil, onun için de artık rahat hemen "gizli" işıne koyuluyor. Ayağında işletme tarafından verilmiş, ama tabanlan delinmiş bir çift çizme var. Adam çizmeleri çıkanyor, sınlsık- lam çoraplı ayaklannı birgazeteyle kuruladıktan son- ra her ayağına birer küçük naylon torba geçiriyor, da- ha sonra da yine çizmelerini giyiyor. Sosyal bir hu- kuk devletinde yaşayan bu işçi, artık en azından o gün ayaklannın o buz gibi havada ıslanmaması için gerekli önlemi "gizfice" almış olmanın rahatlığı içe- risindedir. Belki birkaç gün sonra çoktandır birikmiş "fazla mesai" ücretleri hâlâ ödenmediği için bir sa- bah toplu viziteye çıkan işçilerın arasına katılacaktır. Trenler kalkmadığı için öfkelenecek yolculann içle- rinden ya da sesli edecekleri küfürlerden, ayaklan nayton torbalı işçi de nasibini alacaktır. Bu sahne, bundan bir ay önce bir çarşamba sa- bahı, Haydarpaşa'da aynen yaşanmıştır. Şimdi çok önemli bir toplumsal sınav sorusu. Ülkenizde o ada- ma seslenebilecek, bütün gün çahşmasına karşın, ayaklannın ıslanmasını ancak naylon torbayla en- gelleyebilmesinin, yalnız ona değil, ama bir ülkenin bütün çalışanlanna, o ülkede insan olma savındaki herkese yönelik korkunç bir aşağılama olduğunu o adama ve başkalanna anlatabilecek bir sanat yapa- biliyor musunuz? Dostoyevski, Çarlık Rusyası'nda böyle insanlann romanını yazdığı, yazabildiği için dünya edebiyatının doruklanna yerteşebildi. Cumhuriyet Türkiyesi'nde Ortıan Kemal, bu insanlann hayatlannı yazarlığının büyüteci altına aldı. Bugün ise yukandaki soruyu, sanatımızin ve ede- biyatımızın bütünü açısından bir kez daha sormak gerekiyor. Çünkü bu soru bazen, eğer toplumsal koşullar öyle gerektiriyorsa, sıradanlığın çok dışına çıkıp, sanatın anlamlılığını ya da anlamsızlığmı, sanat- çının sorumluluğunu ve sorumsuzluğunu çok yakın- dan, bir variık sorunu sayılabılecek kadar yakından ilgilendirmeye başlayabilir... Bodyognaphy' sergisi açıhyor • Kültür Servisi - Inci Eviner'in, Kültür ve Sanat Varlıklannı Koruma ve Tanıtma Vakfı (KÜSAV) ve Galeri Nev işbirligiyle düzenlenen "Bodyography" dizisi sergisi bugün Topkapı Sarayı Alay Köşkü'nde açılıyor. Sergide. sanatçının 1994 yılı Eylül ayında Berlin Bethanien'de Beral Madra'nm küratörlüğünde düzenlenen Orient Express'e katılan yapıtlan yer alıyor. Bulunduğu yeri tarihten çok coğrafyayla tanımlamaya çalışan Eviner, bütün kimlik arayışlannın dayandığı ikilikleri aşmayı amaçlıyor. Sergi, 9 mayısa kadar görülebılir. Hazibe Hanım' dünya turunda • Kültür Servisi - Senaryosunu Macit Koper'in yazdığı. yönetmenliğini ırfan Tözüm'ün gerçekleştirdiği "Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri", 3- 10 mayıs tarihleri arasında, Hollanda'da, Amsterdam Sinema Şenliği'nin Türk filmleri bölümünde gösterilecek. Başrolleri Uğur Polat'la paylaşan Hale Soygazi'nin de gösterimde hazır bulunacağı film, daha önce Amerika, (Canada, Almanya, Rusya ve Singapur'da gösterilmişti. ketişim Krtabevi'nde 'Yazan Haftalarr' • ANKARA (ANKA) - iletişim Kitabevi. okurlann sevdikleri yazar ve şairlerin kitaplanna daha ucuza sahip olmalannı sağlamak amacıyla "Yazar Haftalan" düzenledi. Her hafta ayn bir yazar ya da şairin kitaplannın okuyuculara yüzde 20 indirimli olarak sunulacağı etkinlikler, "Jean-Paul Sartre Haftası" ile başlıyor. 17-23 nisan tarihleri arasında "Kemal Tahir Haftası" ve 24-30 nisan tarihleri arasında "Kavafis Haftası" için düzenlenecek olan 'Yazar Haftalan', o şair ya da yazann doğum ya da ölüm haftasında gerçekleştiriliyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear