22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
14 AĞUSTOS1994 PAZAR CUMHURfYET SAYFA KULTUR 13 GUIVDEMDEKISANATÇI AZÎZNESİN ONATKUTLAR Aziz Bey'le düşsel bir yolculukTV programlan, gazeteler ve özellikle birkaç gündür okumakta olduğum Amin Maaloufun "Semerkant"ı nedeniyle olsa gerek, dün gece a- acayip bır düş gördüm. Güya yaz mevsimiymiş. Ağustos falan. Hava olağanüstü sıcak ve nemh! Birçok tamdıkla bir- likte kocaman bir uçaktayız. Birçok siyaset ada- mı, gazeteci, yazar-çızer, sanatçı var uçakta. Uçağı Tezcan Yaramancı'ya benzeyen, tepesi açık bir pilot, bıçkın bir şoför gibi hafif yanla- masına oturmuş. afıli biçimde kullanıyor. Yanımda Aziz Nesin oturuyor. Az ilerde Ara Güler'i görüyorum. Objektifini bize çevirmiş, Aziz Bey'in fotoğrafını çekiyor. "Hava çok nemH Ara!" diyorum. Gülüyor. "Sen buna rutubet mi diyorsun? Git de nıtubeti New York'ta gör. Gökdelenin penceresinden balığı bırakıyorsun, karşı binaya yüzerek geçi- yor!.." Önce inanmıyorum. Ama az sonra Mahmut Bey'le Ali yanımdan yüzerek geçiyorlar. "Ara haklı" diyorum içimden. Tam o sırada Yaramancı sert bir fren yapıyor. Aziz Bey'in gözleri iyi görmüyor. Bana soruyor: . "Neoldur "Getöik" diyorum. -. Yüzündeki kaygılı çizgıler siliniyor: "Oh, memlekete geldik sonunda" diyordu. Ben şaşınyorum. Çünkü uçağjn lambozlan- ndan. şehir hatlan vapur iskelelerinde olduğu gibi çini üstüne yazılmış bir kent ismi okunuyor: "Semerkaırt". Aşağıda upuzun borular çalan. (sarunm "kornay' adı bu borulann) tuhaf giysili adamlar görüyorum. Tam Özbekistan'a geldiğı- mizi düşünürken boru çalanlara biraz daha yakından bakıyorum. Bizim mehteran bölüğü zurnacılanna benziyorlar. Hatta biri Upatıp Sü- leyman Bey. Neyse. İniyoruz aşağıya. Aziz Bey'le beni bir itfaiye arabasına bindiri- yorlar. Canavar düdükleri çalarak sıcak, kuru ve tozlu kentin caddelerinden geçiyoruz. itfaiye neferi Aziz Bey'i tanıyacak ve aşağı atacak diye ödûm kopuyor. İtfaiye arabası bizi bir alana bırakıp gidiyor. AJarun ortasında Atatûrk'ie Ahmet Yesevi arası birine benzeyen bir heykel var. Heykelin hemen yanıbaşında bir sürü sanklı, cüppeli, sakalb adam yerde, toz toprak içinde yuvarlanan birini sopalarla dövüyorlar. O sırada yanımızda bir sanklı ve cüppeli adam daha belirdi. ' Aziz Bey'le bana baktı: "Ne öyle dunıyorsunuz orada? İbn-i Sina'nın en yakın arkadaşı Üzun Ca- bir'i bir zındık, birfiJozofdiye dövüyorlar..." Adarrun yüzüne baktım. Bu, Amin Maalouf- un romanında anlatuğı Ömer Hayyam'dan baş- kası değildi. Sakalb, cüppeli yobazlar bizim üstümüze yü- rüdüler. Gelenlerden birinin Sıvas Beledıye Başkanı olduğunu o an farkettim. Kaçamadık. Başkan. Aziz Bey'in üstiine yürüdü: "Seni bir türlü yaka- madık, ey şeytan!" diye bağırdı. Aziz Bey adarru görmüyor, sadece gülümsü- yordu. Gidip adamın cüppesinin eteğini savuru- yon "Ebced, hüvvez, huttiii... Hoca benim başmıı yuttiii!.." diye alay ediyor onunla. O sırada yetişen Birleşmiş MilleÜer Banş Gücü askerleri hepimizi birden toplayıp Kadf- nın huzuruna çıkanyorlar. Kadırun adı Ebu Tahir. Ömer Hayyam'ı tanı- yor. "Bu yüce makamda, Nişaburlu büyük şair ve bilgin ömer Hayyam'ı kabul etroek bir şereftir" diyor. Hayyam gülümsüyor. Kadı Ebu Tahir, Ömer Hayyam'a, beyaz dut ağaandan yapılma kağıtlannı Aziz Nesin'in Galip Amcasfnın yumurta akı ve başka madde- lerle parlattığı bır boş defter veriyor: "Bu defteri sakla" diyor. Defteri Aziz Bey alıyor. Kadı'nın yüzü değişi- yor birden. Tıpı tıpına Nusret Demiral'a benzi- yor. Boyu kısalıyor, saçlan dökülüyor. Gözleri bozuluyor, bir gözlük geliyor, yüzüne yerleşi- yor. Sırtı hafif kamburlaşıyor. Hiddetli bir tavırla yerinden kalkıp Aziz Bey'- in yanına geliyor. Birleşmiş Milletler askerlerine bağınyor: "Bumı da asın!" Askerler öylece duruyorlar. Onlar kıpırdamayınca seyirciler arasından Erdal İnönü ıle Seyfi Oktay ilerliyorlar. "Zorluk çıkarmaym" dıyorlar Aziz Bey'e. Ama Aziz Bey cebinden bir kağıt çıkanp on- lara veriyor. Kağıdın üstüne "zorluk" yazıyor. "tşjte" diye bağınyor Nusret Demıral, "İşte zorluk çıkardı..." Salonda bir sürü TV muhabıri var. Orada bu- lunanlan ikişer ikişer eşleştinp "Çapraz Ateş" tarzında münazara programlan yapıyorlar. Mahmut Bey İsmail Cem'le konuşuyor, Hül- ya Uğur'la Türkeş röportaj yapıyor, Nusret De- miral bizim Eva'ya köpeğini anlatıyor. Tansu ÇOier, "Sevgili vatandaşlanm. sadece ormaniar yandı, ağaçlara bir şey olmadı... Bumı herkes bövle bilsin" diyor. Deniz Baykal, Murat Kara- yaîçm'la eşleşmeye razı olmuyor, Mesut Yıbnaz'ı istiyor. O sırada dışarda kentli halk birikmiş, otelleri peşpeşe yakıyor. Köylüler ormanlan yakıyor. Askerler heli- kopterlerden yangın bombası atıyor. Yangın, gürültü, deprem... Gece saat 20.00'ye doğru, bütün ülkede "Bir Başka Gece" programı başladığı için herkes kalkıp göbek atmaya koyuluyor... "Oynama şıkıdım şıkıdım... A-acayipsin..." Aziz Ağabey'e dönüyorum: "Burası neresi ağabey? Benim tanıdığım ülkeye benzeıniyor... Tımarhane gibi..." Aziz Nesin, o anda ortaya çıkan otuz-kırk küçük çocuk arasma kanşıyor. "Türkiye burası" diyor Çocuklarla birlikte bır lunapark salıncağına binıp neşeyle sallanıyorlar. Sabncakçı bağınyor: "Yandı..." Aziz Bey neşeyle sallanmaya devam ediyor. Bir kolan vuruşuyla yanıma yaklaşüğı sırada bana eğiliyor: "Bu da cabası!.." Ağustos sıcaklan, Amin Maalouf. TV prog- ramlan, gazeteler, gözlerimi açtım. Ter içindey- dim. Ve dehşetle farkettim: Düş değildi. Gerçekti. Yerel enstrümanlarla yeni bir 'ses' arayışındaki Pan African Orkestrası ilk Avrupa turaesine çıktı Afrika kendi müziğini arıyorKfiltfir Senisi - Gana'nın Af- rika klasik müziğınde lider ol- masının tek nedenı rakipsız ol- ması değil. Eski Devlet Başkanı Kwame Nkrumah Afrika'nın kültürel açıdan kendi kendine yeterli bir hale gelebilmesi için çaba gösteren en etkin kişıler- den biriydi. Nkrumah, 1959'da ülkenin bağımsızlığınj kazan- masının ardından bu yolda ilk adımlan atmıştı. Gana Üniversitesi'ndeki Af- nka Bilimleri Enstitüsü'nün müzik ve tiyatro bölümleri Prof. Kwabena Nketia ıle kıta- nın en seckin müzıkologlann- dan Dr. Ephraim Amu'nun yö- neumleri altında gelişme gös- 'terdi. Dr. Amu, bambudan yapılmış, yerel bir çalgı olan özel bir flüt için öğretme me- todlan ve teknikler geliştirerek, "bu çalgıyı yeni bir kuşağa tanı- tan kişi. 35 kişilik bir koro Gana Ulusal Senfoni Orkest- rası 1963 yılında kuruldu. İlk yönetidsı Philip Gbefao, orkest- ranın Avrupa klasik müziğin- ıden oluşan repertuvanna Af- trika'ya özgü öğeler katmaya -başladı. Gbeho'nun ölümü üzerine bu göreve gelen Prof. N. Z. Nayo da bu uygulamayı sürdürdü. Nkrumah'ın 1966 yılında devrilmesinden sonra. bu süreç 80'b yıllann başına dek yavaş- ladı. Ta ki devrimci hükümet iş- başına gelene kadar. j Şimdi Dr. Kwasi Aduonum'- un yönetiminde bulunan Gana Senfbni Orkestrası, 50 müzis- yen ve 35 kişilik bir korodan oluşuyor. Akra kıyılannda. köy okulu gibi tek katL bir bi- nada çalışmalannı sürdürüyor. Aduonum, orkestranın nite- liğinin düşük olduğunu, ancak ;önümüzdeki 6 ay ıçınde Af- rika'ya özgü, geleneksel daha fazla enstrümanın kullanılma- Nana Danso Abiam'nı denetiminde çalışmalannı sürdüren Pan African Orkestrası bugünlerde ilk Avrupa turnesini gerçekleştirecek. ya başlanacağını belirtiyor. Or- kestrarun vereceği konserlerin ilk bölümü Bach, Hendel ve Be- ethoven'ın yapıtlanndan olu- şurken. ikinci yansında Afrika müziği yer alacak ve izieyidler dans edebilecek. Ancak kısa bir süre önce Ga- na Senfoni Orkestrası, hedefı 'Afrikalılaşma' olmasına kar- şın, bu yolda gerçekleştirilecek önemli bir girişime karşı çıktı. Orkestranın 1985-87 yıllanara- sında direktörlüğünü üstlenen Nana Danso Abiam'ın yapmak istediği köktenci değişiklikler orkestra elemanlannca benim- senmedi. Abiam, Ulusal Senfoni Or- kestrası'ndan olaylı bir biçimde aynldıktan sonra 1988 yılında Pan African Orkestrasf nı kur- du. Abiam'ın yöneticiliğini, besteciliğini ve her türlü sorum- luluğunu üstlendiği orkestra bugünlerde ilk Avrupa turnesi- ni gerçekleştiriyor. Gana Üniversitesi'nde 70'ii yıllann başında müzik eğitimi gören Abiam, Londra'da araş- tırmalar yaparken, Ulusal Sen- foni Orkestrasf nı yönetmek üzere ülkesine çağnldı. 1983 yı- lında yazdığı ve geleneklere da- yanan bir orkestra kurulması gereküğini savunduğu bir yazısı yeni devrimci hükümetin yetkilılerinin ilgisini çekmişti. Neo-klasik bir repertuvar Abiam, Ulusal Senfonı mü- zisyenlerinin Batıb enstrüman- lan tamamen bırakarak gele- neksel enstrümanlar kullanma- lanru önerdi. Ancak bu önerisi- ni kabul ettiremedı. Bunun üze- rine isü'fa etti ve bir süre bır reg- gae orkestrası ile seyahat ettı. Hayaünde kendine ait ve istedi- ği çizgıde bir orkestra kurmak vardı. Almanya'da olduğu sıra- da eline gecen ilk para ve daha sonra dostlanndan gelen küçük parasal destekler sonucu ülke- sine dönerek müzisyenler ara- maya ve bir repertuvar oluştur- maya koyuldu. Böyle kurulan Pan Afrikan Orkestrası'na geleneksel enst- rümanlan benimsetmek dışın- dakı hedeflen, 'neo-klasik' bir repertuvar oluşturmak ve gele- neksel konulardan yararlana- rak senfoni uzunluğunda par- çalar yaratmaktı. Abiam'ın orkestrasının ele- manlan Akra'da 20 avn halk müziği grubunda çahşan ve ge- leneksel müzik yapan müzis- yenler. Pan African Orkest- rasf nın ayakta durması Gana Ulusal Kültür Komisyonu'nun mali desteğine bağlı. Komis- yon'un verdiği, orkestranın prova yapmayı sürdürebilmesi için gerekli aybk temel harca- malann yansını karşılayan bu ödenek, Avrupa standaitlanna göre çok düşük. Geleneksel enstrümanlaria yepyeni bir çizgi yaratan or- kestranın ilk Avrupa turnesin- de prestij kazanması bekleni- yor. Devlet Tiyatroları 'ilk'lerin sezonuna hazırlamyor ANKARA (Cumhuriyet) - Yeni se- 1 ekimde açacaİc olan Devlet Tiyatrolan, ilk turda daha önce sergi- lenen oyunlann yanı sıra, dünya ve Türkiye prömiyerlerini yapacağı eser- lere de yer verecek. İstanbul Devlet Tivatrosu Memet Baydur'un "Yeşü Papağan Limited", Bursa Devlet Ti- yatrosu Ali Meriç'ın "Ramazan Etkin- likleri" ve Reşat Nuri Güntekin ın "Ye- ^1 Gece", Diyarbakır Devlet Tiyatro- su da Memet Baydur'un "Aşk" adb yapıünın dünya prömiyerini gerçek- leştırecek. Türkiye ve Devlet Tiyatrolan sah- nelerinde ilk kez seyirci karşısma çıka- cak yapıtlaf ve bu yapıtlan hazırlaya- cak bölge müdürlükleri şunlar: Ankara Devlet Tiyatrosu: Tuncer Cücenoğlu'nun yazdığı "Helikopter", Akk» Nicolaj'dan Muhittin Yılmaz'ın çevirdiği "Kadın ik Memur', Karen Sunde'den Armağan Ersinın Türkçe- leşürdiği "Moskova Geceleri", Yaka- vos Kambanefis'ten Panayot Abacı'nın çevirdiği "Savaş Baba" Borges'ten Tomris Uyar'ın çevirdiği ve Coşkun Ir- mak'ın uyarladığı "Öhunsüz", Orhan Güner'ın "İkinci Nöbetçinin Sıkıntıla- n" ve "Antonius, Kleoparra Arada Bir de Sezar" ilk kez seyirci karşısma cı- kacak. ArooM VVesker'den Gönül Ça- pan'ın Türkçeleştirdiği ve Oda Tiyat- rosu'nda sergilenecek "Annie Wobler" de Devlet Tiyatrolan sahnelerinin ilk- leri arasında yer alacak. İstanbul Devlet Tiyatrosu. Aziz Ne- sin'in yazdığı "Düdükçülerle Fırçacı- ların Savaşı" Türkiyede. Woody Al- len'ın "Fuıal" adb eseri de Devlet Ti- yatrolan'nda ilk kez sahnelenecek. İzmir Devlet Tiyatrosu: Peter We- iss'tan Müşerref Hekimoğlu'nun Türkçeleştirdiği "Marat Sade" Devlet Tiyatrolan'nın ilk kez seyircıyie buluş- turacağı eserlerden. Bursa Devlet Tiyatrosu: Bernard Slade'den Gencay Güriin'ün çevirdiği "Seneye Bugün" , Turgay Nar'm yazdığı "Tepegöz". Stanislav Stara- tiev'den Özdemir Ince'nın Türkçeleş- tirdiği "Deri Ceket" Türkiye'de ilk kez sergilenecek. Adana Devlet Tiyatrosu: Lale Ora- loğlunun yazdığıçocukoyunu"Ketoğ- lan'ın Eşeği" .Neil Simon'dan Sungun Babacan'ın çevirdiği "Büyük AşıkJarın Sonuncusu" seyirciyle buluşacak. Trabzon Devlet Tiyatrosu: Vedat Tûrkali'nin yazdığı "Dallar Yeşil Ol- maJı", Sam Sbepard'dan Pınar Kür'ün Türkçeleştirdiği "Aç Sımfın Laneti" sergilenecek. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu: Or- han Asena'nın "Korku" adlı eseri , A. Egraniufun "Mutluluk Dağıtan Eski- ci" ve Vasıf Öngören'in "Zengin Mut- fağı" DT'nin ilkleri olarak sergilene- cek. Antalya Devlet Tiyatrosu: Ferhan Şensoy'un yazdığı "Haneler" ile Suat Demir-Engin Cezzar ıkilisinin yazdığı "Fosforlu Cevriye" adb yapıtlar ilk turda Devlet Tiyatrolan'nda sahnele- nen ilkler arasında yer alacak. PENALH MEMET BAYDUR Düşier Güncesi... Düş görmeyen insan var mıdır? insanlar bir ölçüye göre düşlerini anımsayanlar ve anımsamayanlar olarak ikiye ayrılırlar. Düşlerini anımsayan insanlar da kendi içlerinde (!) ikiye ayrılırlar belki. Düşlerini önemseyen- ler ve önemsemeyenler. Bu yazıda düşlerden ve düşle- rini önemseyen bazı insanlardan söz etmek istiyorum. örneğin Kurosavva, düşlerini önemsemekle kalmamış, bir de film yapmıştır 'Düşier' adında. Aslına bakarsak bu büyük Japonyalı yönetmenin bütün filmleri şu ya da bu biçimde düşlere göndermelerle doludur. Felllni gibi. Düşier, birçok sanatçı için bir başlangıç noktası, bir sor- gu odağı, bir temel taşıdır yapıtlannda. Sinemaya dışarıdan bakarsak hemen görüleceği gibi, karanlıkta siyah-beyaz ya da renkli bir görüntüler yuma- ğıdır bu sanat sesli ya da sessiz. Sanat dalları içinde düş olgusuna en doğal, ikirciksiz yaklaşabilen, sinemadır. Burada özellikle üç yönetmeni anmak gerekir kanımca. HHchcock, Bergman ve Bunuel. Hitchcock 1944 yılında Amerika'da yaptığı bir filminin (Spellbound) yüreğine uzun bir düş bölümü koyar. Fil- min bilmecesi Gregory Peck'in gördüğü düşlerin psiko- analiz yoluyla çözumlenmesıyle çözülür. Burada Fre- ud'un ünlü kitabı Düşlerin Yorumlanması da araya gir- melidir ama, bu başyapıt bir başka yazının konusudur. Hitchcock, filminin düş bölümü için işbirliği yapacağı sa- natçıyı da seçmiştir: Salvador Dali. Bu büyük Ingiliz yö- netmen, François Truffaut'ya yıllar sonra ilginç şeyler söyler: "Filmlerde ne zaman bir düş gösterilmeye baş- lansa görüntü hemen bir sis, bir duman altına giriyor. Geleneksel olarak film düşlerinin hepsi az ya da çok bu- lanıktır. Bu geleneği kırmak istiyordum. Duşleri çok net, çok aydınlık, çok keskin bir görsellikle filme çekmek isti- yordum. Filmin geri kalan bölümlerinden daha aydınlık ve net olacaktı düşler. Dali ile çahşmak istememin asıl nedeni buydu. Yapıtlarmın mimari netliği. Chirlco'nun resimlerinde de aynı nitelikler vardır biliyorsun, uzun gölgeler, sonsuz mesafeler ve perspektifin bırbirine karışan çizgileri." Hitchcock'un birçok filmi, filme çekilmiş düşler gibidir diyor Truffaut Düşler ya da karabasanlar. 1964 yılında Tippi Herden ve Sean O'Connery'i oynattığı Marnie adlı filminin odak noktası da kadının peşini bırakmayan, an- lamını bilmediği karabasanlar, kabuslardır. • Ingmar Bergman, yetmış yaşında yayımladığı otobi- yografısinde yedi sekiz yaşlarında gittiği büyükannesi- nin evinden söz eder. Bugün, bu yaşında bile, sakin ve huzur içinde bir uykuya dalmadan önce o evi, büyükan- nesinin evini oda oda, bütün ayrıntılarıyla gördüğünü söylüyor. Gölgeleriyle, ışığıyla, kokularıyla, sesleriyle yeniden kuruyor, düşlüyor Bergman. Yaban Çilekleri'- nin profesör Sorg'unun gördüğü düş/karabasan, belki de sinema tarihinin en etkileyici düş çekimidir. Berg- man'ın babasının bir köy papazı olduğunu yazmıştım bir yazımda. Babasının vaaz verdiği kır kilisesinde, öbür çocuklarla beraber bir 'şarkı söylermiş Bergman, baba- sı ortalıkta yokken tabii. "Afrika da doğdum ben Babam oralann kralıydı Zürafa, maymun ve timsah , Oyuncaklarıydı çocukluğumun. Çohaddii-Eyalo! ')"\ - Şişko sömürgecinin yahnisi iyi oluyor!" Evler, gölgeler, kokular, sesler, çocukluğun şarkıları, yetmişine varmış bir büyük sanatçının, düş görmeyi an- layan bir insanın kendi düşlerinden yeni düşler yarat- ması. Düş gören ve gördüğü duşleri anımsayan insanla- rın ayrıntı düşkünü olduğu doğrudur. Bergman'ın anlat- tığına göre 1944 yılında Münih Operası bütün eski şehir- le birlikte bombardıman altında yerle bir olmuş. Savaş biter bitmez bütün şehri eskisi gibi, yeniden kurmaya karar vermış insanlar. Opera binası o kadar büyük bir tutku ve sevgiyle yeniden ınşa edilmiş ki, en küçük ayrıntıya kadar eski binaya sadık kalınmış. O ayrıntılar- dan biri de iki yüz koltuktan sahnede oynanan operayı görem/yorolmanız. Yalnız müziği duyuyorsunuz. Salon sözgelimi bin kişilikse, sekiz yüz iyi koltuğun yanı sıra, dolu bir gecede iki yüz ınsan, örneğin üç saat sahneyi görmeden orada oturup müziği dinliyor. Düş ve düş gü- cü nasıl gelişmesin? • Bunuel ise bir başka âlem! Seksen iki yaşında yayım- ladı kendi hayat hikayesini bu büyük anarşist. Son Nefe- sim adlı kitaptan öğrendiğimize göre büyük bir düşçü o da. "Yirmi yıl ömrün kaldı, ne istersin diye sorsalar, gün- de iki saat çalışıp yirmi iki saat düş görmeyi seçerdim. Sonradan anımsayacağım düşler. Duşleri karabasan halinde bile severim, zaten çoğu zaman karabasandır .gördüklerim. (...) Uyurken akıl kendini dış dünyadan ko- rur; gürültüye, kokulara, ışığa o kadar duyarlı değilizdir uyurken." Burada Bunuel ile Bergman arasındaki düş ayrımına geliyoruz. Birinin duşleri sesler, kokular, ışık üstüne kurulu. Diğeri bambaşka yanaşıyor düşlerine. Bunuel'in yapıtında da Bergman gibi, Kurosavva, Fellini, Hitchcock gibi düşlerin özel bır yeri vardır. Düş olmazsa hayat da olmaz neredeyse bu ustalara göre. • Düşlerin 'anamaddes/'nedirpeki?OğuzAtay "Demir- yolu Hikayecileri - Bir Rüya" adlı hikayesini yazarken hangi rüyaların belleğinden yararlanmış olabilir diye düşünüyorum. Sahi yahu, düşlerimizde gördüğümüz in- sanların belleği var mıdır? Düş Ahlakı diye bir mesele üstüne yazılmış yazıların azlığı üzücüdür doğrusu. Saç- ma Rüyalar da vardır elbette. Bayat Düşler de. Graham Greene, ölmeden önce, yıllardır, kırk yıldır beraber yaşadığı Yvonne Cloetta'ya oir dosya teslim eder. "Kendime ait bir dünya " adını verdiği ve yirmi beş yıl boyunca gördüğü duşleri kayıt ettiği bir kitaptır bu. Bayan Cloetta'ya dosyayı verdikten ve yayımlanmasını istedikten birkaç gün sonra ölür Graham Greene. Kitap 1992de yayımlanır. Enfes bir düş kitabıdır bu. özel ve kişisel olanı, gizli ve bireysel olanı, düşlerin ve yazının gücüyle evrensel olanla buluşturur Greene. Bir başka yazıya bırakıyorum bu kitabın 'düşünükurmayı'... 55. Devlet Resim ve Heykel Sergisî •ANKARA (AA) - Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nce. 55. Devlet Resim ve Heykel Sergisi kapsamında, "Devlet Resim Yanşması", "Devlet Heykel Yanşması". "Devlet Seramik Yanşması" ve "Devlet Özgünbaskı Yanşmasf'düzenlendi. Kültür Bakanlığfndan yapılan yazılı açıklamaya göre Türk sanatçılann yaraücı çalışmalannı desteklemek. verimlerini arttırmak, sanat ortamına değer ölçüsü getirmek ve devlet koleksiyonuna yeni eserler kazandırmak amacıyla düzenlenen yanşmalara, sanatçılardaha önce herhangi bir sergide ödül abnamış ya da sergilenmemiş 3 eserle katılabilecekler.Birinciye 60 milyon. ikinciye 55 milyon, üçüncüye 50 milyon ve 3 adet mansiyona 30'ar milyon ödül verilecek serbest konulu yanşmalann şartnameleri ve katıhm formian, kültür müdürlüklennden, Devlet Güzel Sanatlar galerilerinden, Devlet Resim ve Heykel müzeleri ile ilgili fakülte ve derneklerden sağlanabilecek. Açıklamada aynca, aynntıb bilgi için Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün 341 21 49 veya342 11 71-118,131 no'lu telefonlanna başvurulabıleceği bildirildi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear