02 Şubat 2025 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
26TEMMUZ1994SAU CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 İstanbul'un görsel tarihi, Ara Güler'in son çalışması 'Eski İstanbul Anılan'nda belgeleniyor îstanbıü son çığhğını atiyor! ARAGÜLER DAMLAGÖKDEL Yılak mermer mezarlar arasında oynayan hüzûnlü ço- cuklar, girintili çıkıntıh balkon- lar, kahveciler, sivri selviler, parça parça gözûken gökyüzü, akşamcdar, kapah ve kafesli ev- ler, kış ayının beyazlığındaki kırhklar, asırlık taşîar, nefes bı- rakmayan yokuşlar, tertemiz Haliç, eski fstanbul mahalleleri ve eski tstanbullular... Sayfalan çevirdikçe kaybol- muş, çoğu bir daha dönmemek üzere gitmiş göriintüler canla- nıyor. Bir güzelliğe, bir ayncalı- ğa sahip dönemierinin sonun- cusunun da yitip gittiğinin aynmına vanyorsunuz. Kay- bolan İstanbul'un belki de son çizgilerini, son ışıklannı eliniz- de tuttuğunuzu anlamanız hiç de güç olmuyor. İstanbuTun görsel tarihi Dûnyanın sayılı fotoğraf us- talanndan biri olan Ara Güler, arkadaşımjn ve benim yaşınun toplamından daha fazla olan, neredeyse 50 yıla yakın yaşam deneyimini, kişisel ve profesyo- nel birikimini, bu kez İstan- bul'a adadığı 'Eski tstanbul Anılan'adlı kitapta adeta muh- teşem bir gösteri olarak su- nuyor. Öyle ki sadece bakmak yeterli değil. lnsarun okuması ve değerlendirmesi gerekiyor; çünkü her İstanbul fotoğrafının ardında, zeki bir çift gözün ya- kaladığı bir öykü sakiı. Kendisi de'İstanbuTun görsel tarihinı belgelediğini vurguluyor. Ister bugün arük göremediği- miz aynnülan arumsamak, iş- ter geçmişi belgelemek, ister bir edebiyat eseri gibi okumak, is- terse de genç nesile bir referans kitabı olarak sunmak olarak değerlendirilsin, her yönüyle çok başanlı bir çalışma... Ara Güler, 'Eski İstanbul AnılarT adb kıtabını babası Dadat Gû- ler'e adamış. Ona ilk fotoğraf makinesini aldığı için. Dünya Şirketler Grubu ve Ana Basım A.Ş. işbirüi ile Türkçe ve İngi- lizce olarak 2 bin adet basılan kitap, 190sayfa. Bitmiş dûnyanın çizgileri Bugün sekiz yûz bine yakla- şan negatifıyle, çok değerli bir arşivin sahibi olan Güler'le, Galatasaray'daki evinde yaptı- ğımız söyleşi, kendisinin harita üzerinde bulup da işaretleye- mediği kadar küçük bir adaya yaptığı en son geziyi tartışmak- la başladı ve tekrar İstanbul'a ve onun "Bu kitaptaki fotoğraf- lar, yaşadığm günlerin bende bıraktığı kaybolınuş ya da bit- miş bir dünyadan çizgilerdir" diye özetlediği son çalışmasına uzandı. Kendisini, yaşamlannı gül- mek, ağlamak, dua etmek, se- vinmek, aa çekmek, küfret- mek, lusacası yaşayan ve nefes alan o romantikler neslinden birisi olarak gören Güler'e eski İstanbul denilince düşündükle- rini, kendisi için neler ifade etti- ğini sorduğumuzda şöyle yarut- hyor "Eski İstanbul'un bir rornan- tizmi vardı. Bunu sokağa admu- nızı attığuuz anda hissederdiniz. Sabahçı kahvekri, koltuk mey- haneieri, bekar odalan, akşam- cdar, fedailer. Bu tipte insanlar vardı. Bugün o adamlar yok. İs- tanbul'un bir raconu vardı. Va- şamanın bir şekli vardı. Artık o şekli de yok. istanbul'un nüfusu bir milyon iken şimdi on bir nulyoa kişi yaşıyor bu şehirde. O tenhauğı kal- madı. On bir milyonun on milyonu zaten İstanbullu değiL Onlar kemti medeniyeüerini kendi anJayn şlannı getirdikr. Eskiden bir İstanbullu tipi vardı. Oysa şimdi İstanbullu olmayı bilmeyenler ya da beceremeyenler, o geçmişi, birikimi otmayan in- sanlar İstanbuTu başka bir İstanbul haline soktu- lar. Burası artık başka bir şehir oldu. Kalan bir milyon İstanbullu ise artık aztnlık olarak yaşı- yor." Eski îstanbul'unzarafeti ve inceliği Hızla ve büyük ölçüde de yanlış bir değişime ugrayan İstanbul, Ara GüJer'i fazlasıyla kaygı- landınyor; çünkü o İstanbul'u özümsemiş, onu çok iyi taruyan ve bunu çahşmalannda da kanı- tlamış bir insan. Ona öz bir ıstanbulluyla, İstan- bullu olmayıp da buna yine de özen gösteren bir insanın arasındaki farlu soruyoruz : Ara Güler'in 'Eski ıstanbulAnılan' kitabuıda yer alan 'Tophane'de koltuk meyhanesinde bir sarhoş, 1959'. Çağ değişti, yaşam değişti... Değişecekti, değişmeliydi de ve öyle oldu. Elbette ki benim kuşağım ve benden önceki kuşaklar bir daha erguvanlarla sarılı bir bahçe ka- pısıntn önünden geçetneyecekler, yağmur yağınca kayganlaşan arnavutkajdtrımlı bir Boğaziçi spkağından inemeyecekler, eski İstanbul sokaklarmda sık sık ratslanan bir tekir kedi kuşkuhı parlak gözleriyle duvarın üstürt- den sizi izlemeyecek, "miyavf diyerek önünüzden kaçıp gitme- yecektir artık. Bu sokaklarda artık renk renk, cinscinspark etmiş oıomo- biller, banka ilanları, park levha- Önsözyerinesonsöz ları, trafik işaretleri, duvarlara yapıştırılmış ilanlar... ıiizyılımızm sevimsiz boyalarıyla kapatılmış olumsuz bir dünya.. Çağ değişti, yaşam değişti... Değişecekti, değişmeliydi de ve öyle oldu. Artık ne zaman İstanbuf'da fo- toğrafçekmeye çıksam, böyle so- kaklardan geçiyorum. Oysa be- nim için fotoğraf çekmek, içimde hissettiğim dünyayı çekmektir. Belki de yenidenfotoğrafçekebil- mek için estetiksizliğin estetiğini keşfetmem gerekli. Onun da adı İstanbul olamaz, başka bir şey olur. Bugünkü yeni kuşak. eskiyi hiç bilmediği ve tah- min de edemediği için, istanbul'u budur, böyledir, böyleydi sanıyor. Eski bir fotoğrafa bakınca da şaşıp kalıyor. "Bu da neresi?" di- yor, çünkü çoğu yer artık eskisine benzemiyor, ya da hiç yok. Kan- dillı de güneşi perde perde batıran Yahya Kemalt " l rumelihişan"- nda oturup da gözleri kapalı İstan- bul'u dinjeyen Orhan Veli'vı bu değişen İstanbuila birlikte unut- mak gerek herhalde. İstanbullu olmak bir yaşam larzıdır. çünkü İstanbul üç gerçek imparatorluğun merkezi ve po- tasıdır. Dünyanın başka hiçbir kentine benzemez. Ne yazık ki, gelecek kuşaklar bu yaşam larzını hiçbir zaman tadama- yacaklar. Zaten yaşayışlan ve eğitimleri buna göre değil. Bu kitaptakifotoğraflar yaşa- dığım günlerin bende bıraktığı kaybolmuş ya da bitmiş bir dün- yadan çizgilerdir. Konu İstanbul olduğtu için, sergilemiş olduğum fotoğraflara ek olarak burada belge niteliğindeki röportaj fo- toğraflarına da yer verdim. Bit- miş ve bıtmekte olan bir yaşamın gerçekkrini bu kitapta toplama- ya çalıştım. Inanıyorum ki fotoğraf, ya- şantmın bir anını yakalayıp onu gelecek zamanlara ulaştıran bir sihirdir. 'Akşamüstü Kandilli'den kalkan bir Boğaziçi vapunı, 1965%kitap bu fotoğraiia ve altında berşeyi özetleyen bir şürte bitiyor. "Ne kadar özen gösterse de olmaz. Şimdi bir sokağa, İstanbul'a başka bir yerden geuniş herhangi bir kişinin bakmasıyla benim aynı so- kağa bakmam aynı ola- maz. Aynı tadı da alama- yız. Çünkü benim o sokak- ta hatıralanm vardır. İnsanlar hatıralanyla ya- şarlar. Şu köşeyi dönerken şurada sanşın bir kız oturu- yordu. Çok güzel bir kızdı o deyip de o sokaktan geçme- nin tadı başka. Laleftayin gjdip de bakmak başka. Işte fark budur." Ara Güler eski İstan- bul'a özgü o zarafeti ve in- celiği aradığını dabelirt- meden geçemiyor. Üzülerek "Nizam bile değiş- ti" diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor."Adam 'otur abi' falan diyor. 'Efendim buyrun, oturun' derlerdi eskiden bir yere git- tiğin zaman. Şimdi kibar garson kalmadı. Buyur abi ne isüyorsun?" diyor." Ara Güler'in içinde bir kaşif, bir filozof saklı ve artık dünyanın dört bir bu- cağını görmüş bir dünya va- tandaşı olarak boğazdaki o carpık yapılaşmaya karşı neler hissettiğini soruyoruz. Güzelliklerin olduğu kadar çirkinliklerin de bilincinde olduğunu gösteren bir yo- rum getiriyor: "İstanbul'un modern oünaması lazım. Roma'ıun da, Londra'nın da olamaya- cağı gibi. Ben böyle yüzme havuzlu 25-30 katlı bir otelin boğazda yükseunesini istemiyorum. Bunu her kim y apıyorsa büyük bir suç işli* or demektir. Bir de o bJok apartmanlar var. insanlar artık e>lerde değil sefertasJarında, aralıklarda otu- ruyorlar. Bir de bunlan ev zan- nederek para veriyorlar. Birkaç milyon klrayla da tutabiliyorlar. Bana o sefertaslarına bir de üstûne para versen oturmam. Ama mecbur kalıyoriar tabii.. çünkü yağmur yağıyor. Ama gh bak Ötekilerine yıkmamışlar, tutmuşlar. Çoğu Avrupa ülke- sinde kakleri dahi yepyeni koru- muşlar. Modern bir bina mı ya- pacaksın, git beş kilometre uza- ğa kardeşim diyorlar. Geçen gün Bostancı'ya gittim. Ailemin es- kiden orada bir köşkü vardı. Şimdi yerine iki tane yirmi katlı blok dikmişler. Şoke oldum. He- le o Sangazi, Pendik gibi yerler inamlmaz derecede beton yığmı ohnuş." Kişiliksizbinalar Ara Güler, şehirde nerede bir boşluk bulunursa oraya dikilen kişiliksiz binalardan son derece şikayetçi ve çoğunlukla bunu yapanlan, hem de para için ya- panlan lanetliyor: "İnanuı fotoğrafçıitk bile bu kadar mühim değil. Bunlar söy- lenmesi gereken çok daha mü- him şeyler. Şimdi artık fotoğraf makinemi alıp da sokağa çıktı- ğım zaman benim neyi aramam lazım biliyor musunuz? Benim buralarda bir şeyler ortaya çıka- rabilmem için estetiksizliğin es- tetiğini keşfetmem lazım. Fotoğ- raf çekecek bir köşe bile bırak- madıiar İstanbul'da. Arabalar park etmiş, trafik işaretleri, ban- ka ilanlan, elektrik direkleri, eiektrik telleri. Şimdilerde ken- dime bir köşe bulamıyorum." Peki, yeni İstanbul'u nasıl ta- nımlıyor, eskisini görmüş ve belgelemiş, üstelik onu yaşamış bir insan olarak: "fstanbul son çığlığını atiyor. Sözünü ettiğiniz yeni İstanbul bundan sonra yamyamlann İs- tanbul'u olacak." Güler bize doğru dönerek sesini yükselti- yor: Yeni kuşak için üzgûn "Kitabın en arka tarafını aç ve en son fotoğrafın altını oku. Orada bir şey var. Bu fotoğraf nedir? İki tane boş kalmış iskem- le ve arka planda bir akşam gû- neşi altmda vapur gidiyor. Evet işte İstanbul'un vapunı da böyle kalktı. Oku o şiiri hemen. sana her şeyi özetteyecektir." Şiir şöyle söylüyor: ve... günlerden bir gün güzel bir gün batıntında kalktı gemisi eski İstanbul'un Boğaziçi'den Yeni kuşak olarak bizlerin, İstanbul'un o eski yaşam tarzıru hiçbir zaman tadamaya- cağımız için üzgün. Bizlere dö- nerek soruyor :"Sizler hiç altı tramvay'm art arda sıralandığını gördünüz mü7" Yanıt, elbette hayır " İşte sizlere bir referans kitabı" diyor gülerek " Tarib- teki bilinen İstanbul'un fotoğraf- larının bir toplamıdır bu kitap. Belge niteliğindeki röportaj fo- toğraflarına da yer verdim. Her fotoğrafın sonunda bir numara vardır. O numaraya arkaya ba- karsanız eğer, çekildiği tarihi ve adını belirler." Renkli de çahşacak Ara Güler'le olan sohbetimiz uzarken onun bir başka yönü- nü de keşfediyoruz. Arkadaşı, kendisinin Ermenice hikayelerağandan, yazdığıru kacınveriyor. Bir gün bunlan çevirip yayımlamayı düşündüğünü de. Ancak tüm ısrarlanrruza karşın, içeriklerini, nelerden etki- lendiğini bir türlü söylemek istemiyor. Hemen konuyu değıştiriyor. İstanbul'a adadığı bu kitap gibi başka çalı- şmalannın olup olmadığını sorduğumuz da bize kocaman bir Malezya kitapçığı çıkartıyor. "Eli- nizde tuttuğunuz kitabın maliyeti bir milyardır. Eğer ben böy le renkli bir çalışmayı İstanbul kitabı için yapsavdım bu fiyat iki milyara çıkardı" di- yor. Kendisine İstanbul'a siyah beyaz fotoğraf- lann daha çok yakıştığını söylediğimiz de buna ısrarla karşı çıkıp "Bir de renkli bir çalışma yapa- cağım o zaman göreceksiniz" yanıtını veriyor. Eski İstanbul görüntülerine yer verdiği bu ki- tabıru oluştururken, fotoğraf seçiminde oldukça zorlanrnış Ara Güler. 'Eski İstanbul Anılan'nı gördüğünüzde siz de artık eski İstanbul'un arumsandığı kadar yaşa- yacağının, anımsanırken de bu kitabın eşşiz bir belge olduğunun aynmına varacaksınız. Sinead O'Connor'dan yeni albüm: 'Universal Mother' Sinead O'Coonor KüJtür Servisi- Kurt Cobain'in ni- san ayındaki ölümünden bu yana, Nirvana'dan bir parça ala- rak onu seslendirmeyi düşünen ve en önemlisi bunu gerçekleşti- ren ilk sanatçı Sinead O'Connor oldu. Sanatçı patlamaya hazır yeni albümü "Universal Momer" için " Afl ApoJogies" ın akustik bir versiyonunu seslendirdi. Ancak bu şarkının Cobain'in ölümün- den önce mi yoksa sonra mı ses- lendirildiğj bilinmiyor. Albüm tiplemeleri, feminist Germaine Greer ve Sinead'ın oğlu Jake'i de içeriyor. Hz. İsa'nın çektiklerini ve kurban kabilinden ölümünü de göz önüne akrak, yaşamın içinden geçen insanoğlunun Al- lah ile uzlaşmasını temsü eden kutsal kefaret günü olan 15 eyhll- de piyasaya çıkacak olan albü- mün özünde dinsel, aileye dayalı ve feminist temaiar yer aiıyor. Sinead O Connor "AU Babies" adh şarkısında Allah'ı feminen bir varlık olarak kabul ederek 'she' diye sesleniyor. 1847"de trlanda'da, en önemli besin kay- nağı olarak kabul edilen patates- leri mahveden, bir milyondan fazla insanın açlıktan ölmesine ve yine bir milyondan fazla insanın ise Irlanda'dan Amerika'ya göç- mesine neden olan salgın bir has- tahk adına yaalrruş bir başka şarkı ise "Famine". Famine The Beaties'in Elenor Rigby 'sinin bölümünden de alınülar yapıyor: Tüm yalnız insanlar Hepsi nereden geliyor ? Tüm yalnız insanlar Hepsi nereye aitler ? "Famine" albümdeki en de- ğjşik parça. Yavaş bir hip hop rit- mi üzerineinşaedilmişakla"İrian- da gelenekkrini ve yasalannı" ge- tiriyor. Sinead şarkıda İngiliz hükü- metinin îrlandalı anne babalara çocuklanna İskoçya'da, Galya'- da yada İrlanda'da konuşulan kelt dilini öğretmemeleri için para verdiğini belirtiyor. Derken Irlanda'ran çocuk sömürüsünün en çok yapıldığı ülke olduğunu idda edemeden de geçemiyor ve İrlandalılann gecrnişlerinden ileri gelen stress'i çekuklerini de ekli- yor. Sinead O Connor'ın oğlu Jack de "Am I buman 7" adb şarkının sözlerini yazarak albüme önemli bir katkıda bulunmuş. Her ne ka- dar çocuksu duygularla yazılmış olsa da gelecek vaat ettiği kesin. Albümdeki diğer parçalarda Sinead O Connor, babalık ve an- neük vasfı ve dinsel kardeşlik arasındaki farldılıklara değiniyor ve kadınlann kendilerini nasıl is- pat edip, öne sürebileceklerini an- latıyor. "Fire on Babyloo" albümden çıkması beklenen ilk 45'lik olarak belirlenmiş. Bu parça sanatçının fırtınalı yetişme çağını anlatan slow bir ballad. Gök gürültüsünü andıran bir davul girişinden son- ra bu kez ona trampet seslen eşlik ediyor. Bu titreyen melodi tüm şarkı boyunca devam ediyor. Al- bümdeki "Red FootbaU" adh çalışma Sinead'ın dış dünya, özellikle de medya ile olan ilişkisi- ni içeriyor. Öte yandan Sinead O Connor, Elvis Costello, Hothouse Ro- wers ve Marianne Faithfull ile birlikte "No prfana donna - Van Momsoa'uı şarkdan" adı altında çıkacak yeni bir albüme de katkı- da bulunacak. ALINTILAR TAHSİN YÜCEL Hakikatler ve Gerçekter-. Üç aylık düşünce dergisi Cogito'yu çıkaran dostlan- mız, ilk sayıyı laiklik konusuna ayırırken, seçimlerini iki "tespit"\n, yani, büyük bir olasılıkla, iki "saptama"nın "belirleyiciliği"t\\r\ yönlendirdiğini söylüyorlar. Ancak, "fesp/r"lerine biraz yakından bakılınca, belirleyiciliğin ilk koşulu belirsizlikmiş gibi geliyor insana. Birincisi, Bülent Ecevffin "Laiklik ilkesi, cumhuriyetin Aşil topu- ğudur" önermesi, birkaç anlama birden çekilebilir. Şerif Mardin'e borçlu olduğumuzu öğrendiğimiz ikinci "tes- pif'se, belirginlikten geçtik, tutarlılıktan da yoksun. Bu- yurun, bir de siz okuyun: "Toplumun sorunları, hiçbir yerde entelektüel seviyede vazedilmiş soyutproblemler olarak ortaya çıkmaz. Halk bu sorunları ihtiyaçlarının tatmini olarak görür. Türk aydınları bu hakrkatferden ha- reket etmedikçe, bir taraftan toplumdan uzaklıklannı sürdürecekler, diğer taraftan da sürprizlerle karşılaş- maya devam edeceklerdir." Böyle bir parçanın yazarı, Mualllm NacJ döneminde gelmiş olsa, çok beğenilirdi belki, bir giydiğini bir daha giymeyen sonradan görmeler gibi, "toplum "dan sonra "halk"ı, "sorun"dansonra "problem"i, "sürdürecekler'- 'den sonra "devam edeceklerdir"\ bastırıvermesi hay- ranlık uyandırabilirdi. Hatta, bugün bile "Vazetmek söz- cüğünü böyle tam yerine oturtan kaç kişi kaldıJ" diye Mardin'e alkış tutanlar çıkabilir. Yazık ki, Tanzimat gü- zellikleriyle bitmiyor iş, biraz da sözcükleri birbirine bağiamak gerekiyor. Mardin'in ilk tümcesinin geçerli bir anlamı bulunduğunu varsayalım, "Halk bu sorunları ihti- yaçlarının tatmini olarak görür"ne demek? Halk toplum- sal sorunları nasıl "ihtiyaçlarının tatmini" olarak görür ki? "Biraz sorun çıkarsalar da bunlarla karnımı doyur- sam!" diye mi düşünür? Yoksa çıkar çıkmaz tüketilirler de ondan mı "entelektüel seviyede vazedilmiş soyut problemler olarak" belirmezler hiç? Başlı başına bilme- ce! Hadi gerçek oldugunu varsayalım. Yazar neden ço- ğullaştırarak "hakikatler" diyor ki? Öte yandan, son tümcede oldukça açık bir biçimde vurgulandığı gibi, bu "hakikat"] ya da "hakikatler"\ bunca Türk aydını arasın- da yalnızca Sakli Nursl uzmanının görmüş olması şaşır- tıcı değil mi? Gelin de çıkın işin içinden! "Peki, Cogito'cular nasıl çıkmışlar?" diyeceksiniz. Doğru dürüst yazı yazmasını bilmeyenlerin söylemleri karşısında her zaman yapılanı yaparak, yani "yakıştıra- rak", söylemi içerdiği bildiriye göre değil de öznesinin amaçladığmı sandığımız bildiriye göre anlamlandıra- rak. Sonunda ne işimize yarar, orası gene karanlık ya, biz de deneyebiliriz bunu, Şerif Nardin'in "Düşünsel düzlemde ele alınan sorunlar hiçbir zaman toplumun gerçek sorunlan değildir, çünkü kitleler yalnızca özdek- sel gereksinimlerini karşılamaya bakar, gerisine boşve- rirler; Türk aydınları bu gerçeği göz önüne almadıkları için hep toplumun dışında kalmış, onu hiçbir zaman an- layamamış, davranışlan karşısında hep şaşırmışlardır" demek istediğini söyleyebiliriz. Ama Cogito'cu dostlarımızın "tespit'ie "tespit" ettik- leri de buysa, gerçekten ilkel ve geçersiz bir düşünceye kapıldıklarmı söylemek gerekir. Öyle ya, tüm insan dav- ranışlarını içgüdülere bağiamak yalnızca insanı hayvan düzeyine indirgemek değil, tüm tarihsel ve toplumsal gerçekleri yok saymaktır. Değil Türk toplumunun, hiçbir insan toplumunun sorunlarını özdeksel gereksinimleri karşılama sorununa indirgenmez. İşte büyük budunbi- limci Claude Levl-Strauss, "Yabanılı yalnızca bedensel,, ya da ekonomik gereksinlmlerinin yönl&ndirdiğine inanma yanlışına düşerken, onun da bizlere aynı eleşti- riyi yönelttiğini, kendi bilme isteğini bizimkinden üstün tuttuğunu gözden kaçınyoruz" derken Şerif Mardin gibt- lerin çağdışı görüşlerinin ilkel denilen toplumlar için bile geçersiz olduğunu kesinler. Kaldı ki, kara çarşaftan biki- niye, kuru fasulyeden "cheese-burger'e, en gündelik gereksinimlerin bile temelinde düşünselin azımsanma- yacak bir payı bulunduğu da açık bir gerçek, toplumların düşünsel düzlemde konulmuş kimi soyut sorunları özümleyip üstlendikleri ölçüde ilerledikleri de. Anlaşılan, dostlarımızın "tespit" dedikleri bizim "sap- fama "dediğimiz değil, "rıa/f//caf"dedikleri de bizim "ger- çek" dediğimiz değil. Olsaydı, onlar da böyle demezler miydi? Mevbna Mûzesi'nde yeni düzenleme • KONYA (AA) - Mevlana Müzesi'nin iç dekorasyonu yeniden düzenlendi. Vali Atilla Vural, yaptığı açıklamada, müzeye ayakkabılann çıkanlarak terb'klegirilmesi sonucu meydana gelen olumsuzluklann ortadan kaldınlması ve daha sağbklı bir ortama kavuşturulması amaayla zeminin sedir ağacından ahşap kaplandığını söyledi. Kaplama üzerine Isparta'da özel olarak dokutturulan ve kubbe üzerindeki yeşil rengi taşıyan yün hah döşendiğini kaydeden Vali Vural, müze içindeki mezarlarla diğer eşyalann da yeniden düzenlenerek koruma altına abndıklannı belirtti. Mevlana Müzesi'nin iç dekorasyonu için 500 milyon lira harcandığı bildirildi. Yeşilçam'daki kriz 'kötü adam'ı da vurdu • İSTANBUL (UBA)- Türk fılmlerinin değişmez "kötü adamı" Turgut Özatay maddi sıkıntıdan kurtulmak için ilginç bir yol denedi. "Sinema Yıldızlan Albümü" hazırlayan özatay, kendisinin de rol aldığı birçok fılmden resimler ve afişleri kapsayan albümü sinemaseverlerin uygun gördüğü fiyattan satacağını beMrtti. Ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay, Yeşilçam'daki krizin en çok kendilerini etkilediğini kaydetti. "Star" olarak tanımlanan oyunculann sinema dışında başka alanlarda da çabştığına dikkat çeken Özatay, albümün girişine Atatürk'ün resmini ve "Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz" sözünü koydu. Dünyanın en pahalı senaryosu • LOS ANGELES (AA) - Shane Blackın yazdığı ve başrolde ünlü Geena Davis'in oynayacağı "The Long Kiss Goodnight" adh senaryo, filmi çekecek şirkete 4 milyon dolara (120 milyar TL) satıldı. Senaryoyu satın alan "New Line Cinema" adh fılm sirketi böylece "dünyamn en pahab senaryosuna" sahip oldu. Oyküde, belleğini yitiren genç bir anne, hatırlamadığı zaman diliminde cinayet işlediğini fark ediyor. Senaryoya daha önce Columbia Pictures ve Warner Bros fıhn şirketlerinin tabp olduklan bildirildi. HolJyvvood kaynaklan, '"The Long Kiss Goodnight" filmini Renny Harlin'in yönetmesini bekîıyorlar. Senaryo yazan Shane Black, daha önce de Mel Gibson'ın başrol oynadığı ve üç serüveni çekilen "Lethal Weapon" (Çıplak Silah) fıhninin senaryosunu yazmışü. Son saüşa dek, "Dünyanın en pahalı senaryosu" unvanı, 3 milyon dolarla Joe- Eszterhas'ın yazdığı "Basic Instict" (Temel İçgüdü) filmine aitü. Turgut Özatay
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear