25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 8MAYIS1994PAZAR 12 DIZIYAZI A D A B E Y O Ğ C E L A L B A S L A N G I C Reyoğlu daha renklerini yitirmeden, hoyratça harcamadan öncesinin sokaklan, şimdi zorunlu göçün insanlanna geçici biryerleşim yeri olmuş. Yerdeki pislikten, dökülen duvar sıvalanndan belli ki bu sokaklargeçmiş güzelgünlerini özlüyor. Şimdi ne olacak? Beyoğlu kararacak mı? Hayır! Çünkü artık insanlar nelere sahip çıkması gerektiğini, neleri savunması gerekti- ğini daha iyi anJadı. Hep bir "kurtarıcı" bekle>enler, gerçek kurtancının kendileri olduğunu daha iyi, daha kesin biçimde aniadı- lar. Sonuç olarak Beyoğlu kararmayacak. Bu bir inanç olduğu kadar bir umuttur da. Bir şenliktirBeyoğlu... "İçerisi", söz müzikalitesi- nin vejestin karşılıklı etkileşi- minden oluşan dramatik bir aksiyondu. Gösteriden çıkan genel so- nuç, dört sesli bir konserdir. Metin, iç içe örûlen, kehdi içinde anlam bütünlüğü taşı- yan ve herbin bağımsız ikı monolog ve bu monologlann oluşturduğu dıyalogdu. Dramı oluşturan dört ka- rakter gizemli yaratıklardır. Ama her fıgür rüyanm toz- laşürdığı parçalanmış ruh- lardır. Adeta tanımadıklan kelimelerin tozu dumanı için- de, hafızalan ve tarihleri ol- maksızın parçalanmış bir "ben"in hayaletleri olarak kendi kendilerini tekrar etme- ye ve varolmaya mahkûm- durlar. Sahnede olan "hiçbir şey"- dir. Rüyadaki bu varhklar, ölümsüzlüğü yaşamayı bil- nieyen öîülerdir. Böylece oyunun görünmez sınırlanrii aşarlar ve etraflanna korku salarlar. Buenos Aires doğumlu yö- netmen ve yazar Paola Taddei içerisi'' adlı oyununu böyle tanımhyor. _ Sahnede LJTJtö Duru, Zerrin Siimer, Özdenür Çiftçioğlu ve Derya AJabora var. 30 kişilik salon Yaklaşık otuz kişi izliyor oyunu. Salon o kadar çünkü. Daha doğrusu bar o kadar. Bir yandan içkiler içiüyor, di- ğer yandan "bize rüyanuzda ya da tiyatroda görünen ölü- ler" izleniyor sahnede. Burası eski Yeşıl. Önceden Ali Poyrazoğlu'nun kabaresi var. Hemen Tarlabaşı'nın üs- tünde. Çok uzakta değil, hemen birkaç sokak aşağıda başka bir dünya yaşaruyor. Cum- bah taş Rum evlerinin bitişik nizam uzandığı daraak so- kaklar var biraz ötede. Evler artık eskimiş. İçinde- kilerin bakım yapüracak gücü yok. Bir zamanlann görkemini. zarifliğini yitirmiş sokaklar. Yeni sahipleri, eskilerinden farklı olarak karşıdan karşıya gerdikleri ipiere asıyorlar ça- maşırlannı. Oysa geçmişte böyle birdavranış "neayıp"tı. Rumca cıvıltılar yerini Kürtçe bağnşmalara bırakrnıştı. Evlerin önünde yirmi yaşında, yirmi beş yaşı- nda gençler top oynuyordu . Tatil günü olduğundan değil, işsizlik otduğundan. Tarlabaşı'nın üstünden PeşkirriSokağTna giriyor iki kadın. İnce, uzun boylular. Saçlan bellerinde. Kahvenin önündeki gençler, "San ayakkabdı» daha güzel" diye laf atıyor. Önce ayaklanna bakıyor kadınJar. Birinin ye- şil, diğerininki siyah. Daha uzun boylu olanı, "Ulan it" diyor. İkincisi daha az kızgın: "Ay ben o kadar basit kadın mıyun?" Gençler korkulanndan kahveye kaçıyorlar. Çünkü dal gıbi ıncecik iki kadından bas bariton bir erkek sesi çı- kıyor. İçerdekiier çayına pişti oy- nuyorlar. Mustafa Gülcü Sı- irtfi. Bir yı! önce göçmüş İstanbul'a; "sebebi terördür" diyor. İçlerinde Baykanh, Idılli, Vanlı, Mardinli olanlar var. Göç nedenleri aynı; Tar- labaşı'na gelme ne- denleri de: "Daha önce gelen akrabalar vardı da.." En büyük dertlen işsizlik ve parasızlık. Gençten olanı, "Ba- bam pazar pazar do- laşıyor. O günlerde ne çok satılıyorsa, onu alıyor. Bir örtüsü var, üzerinde satıyor. Bu- günlerde tişört işine girdi. Daha önce şap- ka ve şemsiye satıyor- du. Ama iş bir kişilik. Benim de pazara çı- kacak param yok" di- yor. Elindeki kâğıtlan bırakıyor biri, "Gel Allah aşkına şu kaldığımız evlere bir bak" diye. İkı sokak ötede, eski bir Rum evi. Dargeçit'ten gelmiş- ler. Tekgöz bir salon. Yerdeki yataklar toplanmış. Duvar- lann sıvası dökülü- yor. Badanası hiç kalmamış. Sanki içinde kimsenin yaşa- madığı metruk bir yer. "Bak" diyor "Ben, karım, beş çocuğum, bir de ba- bam... Hepihüz bura- da kalıyonız." Amacı bir iş bulur bulmaz daha büyük bir eve taşınmak. Ama ış bulmadan olmaz. fşsiz ve bu evin kirası bir buçuk milyon. Beyoğlu daha renklerini yitirme- den, hoyratça harca- madan öncesinin so- kaklan, şimdi zorun- lu göçün insanlanna geçici bir yerieşım yeri olmuş. Yerdeki pislikten, dökülen duvar sıvalanndan belli ki bu sokaklar geçmiş güzel günlen- ni özlüyor. Vasil Yağcıoğlu. 1920 yılında Tar- labaşı'nda doğmuş; Çakmak Sokak'ta. BalıkL Rum Hasta- nesi'nin "tımarhane şefi." O gün gazetelerde Büvüksehir Betedive T 3 ^ 3 ^ 1 deniünce akla ilk gelenlerden biri de son zamanlarda hızla işgal edilen Rum ev- Baskaru TavvİD Er- I e r i °'u >or -(ts tte)Beyoğlu hakkında en kapsanılı araştırmalardan birini yapan Özdemir doğan'ın "Yağmur Ka Ptan (Arkan)Beyoğlu'nu,"SarayınBatıvaaçılankapısı"diyeniteliyor(Solbaşta)... duasuıa çıkacağını" demeci. Kendi bölü- münü göstererek "İşte efendün, yağ- murun hangi oiaydan meydana geldiğini, bunun bir doğa olayı olduğunu bilmeyen- leri, dua edince yağ- mur yağacağını sa- . . . . . . . T .... . . . . . . . . , . nanian burâya ka- olan ozlemı okunuyor Vasıl ın gozlennden: Ayn bir rengı patıyonız" diyor, ga- zetelerdeki demeci hiçokumamışgibi. M f l v e ; ^ g Rumca.»Sonra ar- oldan zerzevatçılar geçiyor sonra. "Şarkı söyler gibi bağınrlardı" diyor Vasil "Pırasa, lahana diye; ama Rumca." Arkasından tabladamuhallebi satanlar, salepçiler, dondurmacılar geçiyor. Anlatırken o günlere vardı Tarlabaşı'nın. Elbet o zamanlar lahmacun yoktu. Tarlabaşı'nda bir gününü an- laüyor. Yağcıoğlu öyle ince aynntılar yakalamış ki anlatı- rken karşısındakine o günleri ya- şatıyor. Saat beş. Atlı arabalar Tarla- başı'nın ara sokaklanndan çöp topluyor. Küçük Vasil, at ara- basının parke taşlarda çıkardığı seslerle uyanıyor her sabah. Elektrik altıdan sonra kesiliyor. Tarlabaşı'na elektriği veren Ha- liç'teki tek fabrika. Yoldan zerzevatçılar geçiyor sonra. "Şarkı söyler gibi bağın- rlardı" diyor Vasil "Pırasa, laha- navutciğerci geliyor. Atın üze- rinde iki tel dolap. Biri sağında atın, diğeri solunda. Ciğercinin peşinde Tarlabaşı'nın bütün ke- dileri... Arkasından tablada mu- hallebi satanlar, salepçiler, don- durmaalar geçiyor. Anlatırken o günlere olan öz- lemi okunuyor Vasil'in gözlerin- den: "Ayn bir rengi vardı Taria- başı'nın. Elbet o zamanlar lah- macun yoktu. Kimse kokusunu bile bilıtıiyordu. Dondurmacı- lardan sonra sıra suculara gelirdi. Arkasından \ ahudi "mezuracılar' gelirdi. Porselen tabak satarlardı. Eğer bir tabak kırılıp ikiye bölün- müşse V ahudi tabakçı iki ayn parçayı çinkoyla birbirine yapıştınrdı. Evlerin taraçaJan te- nekeydi. Ha\a ısınınca ondüle olurdu. Bu yüzden lehim yapüırdı tenekelere. Çoğu Yahudiydi. Si- mitçiler. helvacılar, turşucular akşamüstü geçerdi. Arada bir de Ermeni mezesi topek satüırdı 'kuşlar, kumrular' diye. Beyoğ- lu'na çıkmak içüı o zamanlar şap- ka, kravar.baston gerekirdi. Ya- hudiler bombe şapka, levantenler fotr giyerdi. Babam fes takardı. Markiz'e, Le Bon'a, Ancapulos'a gidilirdi." Vasil'in hatırladığı Beyoğlu'nun en par- lak yıllan 1932 ile 38 arası. "Beyoğlu'mı bu hale varlık vergisi ge- tirdi. Levantenler, Rumlar hep gitti. E> Ie- ri işgal edildi." 6-7 Eylül olaylan da derin bir iz bı- rakmış Vasil'de: "O gün Beyoğlu'- ndan adaya gidecek- tim. Geçen pazar Tak- sim'de yapılan gösteri gibi bir grup insan top- landı. Ellerinde sopa- lar vardı. Ben adaya gittim. Cemilerle Bti- yükada'ya da geldiler. Davullar çalıyorlardı gemide. Sanki bir ÇH kartma yaptılar Büyü- kada'ya. Rumların ev- lerinin camlarını kırdılar. Önlerinde de bir bekçi vardı. Gelen- ier yabancı. Evlerin ki- min olduğunu bUmi- yorlar. O bekçi gösfe- riyordu Rumların evle- rini. İstanbul'un o hali- ni görseniz ağlardınız. Yerden bir merre yûk- sekliğinde kumaş ve el- bise yığınları vardı. Ki- iiseler yağmalandı. Bi- zans ikonlan yakıldı. Tarihi servet yok okfaı." Rumlar açısından elbette güzel günleri de var Beyoğlu'nun. En güzeli de karnaval zamanlan; paskalya- dan kırk gün önce yapılan... "Her ma- halle ayrı ayn hazı- rlanırdı" diyor Vasil "At üzerindekiler kon- feti atardı.Kurtuluş'a gider, oynar, dans ederdik. Tavalarda palamutlar pişirilirdi. Tahtadan bir tramvay yapılır, karnavalın so- nunda yakılırdı." Ya şimdıki Beyoğ- lu? Bugünleri düşü- nünce buruk bir gü- lümseme yerleşiyor Vasil'in dudaklanna: "Lahmacun mu is- tersin, kokoreççi mi, donerci mi, hepsi var. Sahi kuzum nereden çıktı o hıyarcılar. Bir tarafta Vakko, Bey- men, adam önünde durmuş soyup soyup hıyar satıvor." Bir özlemı var Va- sil'in. "Eskiden mu- hallebileri ince, üçgen kaşıklarla yerdik" di- yor. "Şimdi olsa da bari çocuklara göster- sek..." Tarlabaşı denilince akla ilk gelenlerden biri de son zamanlar- da hızla işgal edilen Rum evleri oluyor Bir Rum vakfının avu- katlığını da yapan Mıırat Cano, bu evler üzerindeki iş- galin resmi tesdle dönüştürül- mesi sürecini şöyle anlatıyor: "Mallar üzerindeki resmi blokajın kaldırıldığı tarihten itibaren mirasçı avına çıkan ki- şilerin. ilişki kurabildikleri her- hangi bir mirasçıdan vekalet, ilgili yabancı resmi makamdan ise eksik mifus kaydı aldı- klarını. bu beigelere dayanarak mahkemelere başvurduklarım, ne yazık ki mahkemelerin, Dı- şjşleri Bakanlığı araeıltğıyla gereldi ve yeterli incelemeyi yapmadan, başvuru tarihi ile aynı tarihi taşıyan resmi vera- set ilamı verdiklerini, bu ilan- lara dayanılarak inn'kaJ ve satışların yapıldığını, yahut tapu iptal ve tescil davaJarının açüdığuıı artan oranda gözle- mek mümkün hale gelmiştir." Herkes içın bir anlamı var Beyoğlu'nun; ama iyı, ama kötü. Ermeni Patnk Vekıli Mes- rop Mutafya "Ermeniler için Beyoğlu bölücülük, ayrılma demektir" diyor. Nedenı de şu: "1800'lerin başlannda ya- bancı misyonerler geldi. Mez- hebini değiştirince daha Batılı olacağını sanan ba/ıları Kato- likliği, Protestanlığı secri." Ellı yılı aşkın bir süredir Be\ oğlulu olan Hüseyin Baş "Sondü gitti" diye başlıyor söze. Melek Sinemasfndaki 16.30 matinelerindeki mis gibi parfüm kokulannı. To- katlayan'da ya da Degüstras- yon'da oturan öğretmenleri Ercan Ekrem Talu'Ian. Esat Karakurt'lan. Nisuaz, Le Bon gıbi pastanelen anımsı- yor. Sonra da Burhan Felek- in bir değerlendirmesini ak- tanyor "Derdi ki Le Bon'a herkes giremez. Cirerse de yanlışlıkla garsonun elini sıkar." Baş'a göre laisızmin en iyi gözlendiği yerlenn başında gelıyordu Beyoğlu. "Şimdi" diyor, "Beyoğlu'nda yürürken ramazanda sigara içmeye kalksan, sağına soluna dikkat etmek zorundasm." Batı'ya açılan kapı Beyoğlu hakkında en kap- samlı araştırmalardan birini yapan Özdemir Kaptan (Ar- kan) Beyoğlu'nu, "Sarayın Batı'ya açılan kaptsı" diye ni- telıyor. Kaptan'a göre Be- yoğlu ilk kurulduğundan bu yana İstanbul'la çelişen. ama onu tamamlayan bir nüfus yapısı banndırmıştır. Çoğu zaman İstanbul'la çelişen, ancak son seçimlerde, Türkiye geneline hatta İstan- bul'a uyan bir yapılanma gösteren Beyoğlu gezintisi burada bitiyor. O denli ko- şuşturmaya karşm, tum renklenne. tüm tonlanna ulaşmak olası değil Beyoğlu'- nun. Elbette bu "tutanak" hazırlığında bir "teslim tesel- lüm makbuzu" doldurulması- nda eksik kalan çok şey ol- muştur. Ama Refah'ın seçim kazandığı Beyoğlu'nun son günleri ana hatlanyla böyle. Şimdi ne olacak? Beyoğlu kararacak mi? Hayır! Çünkü artık insanlar nele- re sahip çıkması gerektiğini, neleri savunması gerektiğini daha iyi anladı. Hep bir "kur- tancı" bekleyenler. gerçek kurtancının kendileri oldu- ğunu daha iyi, daha kesin bı- çımde anladılar. Sonuç olarak bir şenliktir Beyoğlu ve Beyoğlu karar- mayacak. Bu bir inanç olduğu kadar bir umuttur da. Tıpkı Halil Ergün'ün söyle- diği gibi: "Her insanın yüreğinde, en zor anında uçurmak için sak- ladığı bir kuşu vardır. Bırakın ucsun..." BİTTİ ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Yükselmekmiİstiyorsunuz? Bayan gazeteci, Atatürkün, Inönü'nün arkadaşının kızıy- dı. Onlar üç kız kardeştıler, en küçükleri oydu. iyi Almanca bilir, Alman gazetelerinin ya da ajanslarının muhabirliğini yapardı. İsmet Paşa'ya yakınlığt nedeniyle, onun gönüllü yazmanlığını yapar, yardım ederdi. Paşa'nın son zamanla- rıydı. Bir gün Paşa, bayan gazetecıye: - Yaşlıyım diye yapıyor Bülent bana bunu böyle.. dedi. Bayan gazeteci üzülmüştü bu söze. - Sizin ruhunuz genç Paşam! dedi, gönlünü almaya çalış- tı. CHP'de tertiplerin yapıldığı izlenimi İsmet Paşa'y çok üzmüştü. 12 Mart dönemiydi. Bir uçak kaçırılmıştı Bulgaristan'a; ömer inönü de kaçırılan uçaktaydı. ismet Paşa'nın olay yü- reğıne indı, üzüntüden kriz geçırmışti. Biz gazetecılere bel- /i etmemeye çalışıyor, soğukkanlı görünüyordu. Kurultay, onun üzerine mi olmuştu? CHP'nin Ankara kongresinde "terftp/er"döndüğünü, da- ha önceki "Ankara Notlan"nda yazmıştım. O kongreyi de izledim. Kapıdan içeri salona girme olanaği yoktu. Her yanı gençler tutmuşlardı. Ankara, Istanbul kongreleri, Kurultay'- ın nasıl geçeceğini belırleyen kongrelersayılırdı. içeri güç- lükle giren ismet Paşa, yapılmak istenen "tertipler"\ gör- müş, sezmişti. Açıkça "Tertip yapılıyor!" bile dedi. Paşa'- nın sözlerıne kimse aldırmıyordu. Bu kongrelerden önce ismet Paşa, bayan gazeteciye; - Bülent'e komünist der misin? diye sordu. - Demem! karşılığını verdi bayan gazeteci. - Ben de demem! O Ankara kongresinde Paşa, "Bülent Ecevit komünist değildir!" dedi. Hemen arkasından ekledr "Ama, güvenil- mez, memleket emanet edılemez!" Ozaman Türk Haberler Ajansı'ndaçalışıyordum. Ajansa gıdip kongre haberinı yazdım. Telefon çaldı, Orhan Birgn"- ti. Yanında Bülent Bey'ın de olduğunu söyledı: - Ekmekçı, haberi yazdın mı? -Yazdım! - Haberin başlığma, Paşa 'nın "Ecevit komünist değildir!" dedığinı çıkar mısın? - öyle yaptım zaten, ama "Ecevit'e güvenilmez!" dediği- nide yazdım. - Olsun. Başlığa "Komünist değildir" dediği çıksın da... Tutucular, "Ortanın solu Moskova'nın yolu" diye propa- ganda yapmıyorlar mıydı? Ecevıt'ın tek korkusu buydu; "komünist" tanınmak! 1973 seçımlerını kazanıp gelince, Konjtûrk'ün, hükümetı kurma görevı vermeyeceği korku- sunu bile yaşamamışlar mıydı? Bülent Bey'in ilk mılletvekilliğı 1957'dedır. Adliyeeskı na- zırlanndan Ali Münif Bey'in damadı, CHP eski Mılletvekili Seyfullah Turan, bir gün CHP Genel Sekreterı Kasım Gü- teke: - Kasım Ağabey, der, Bülent'i mebus yapın! O da İsmet Paşa'ya söyler. İsmet Paşa: - Ne münasebet? Neden mebus oluyprmuş? deyınce Ka- sım Gülek, şu karşılığı verir: - Namık Zeki Aral Bey'e mebusluk teklif ettiniz, kabul et- medr. Sız de damadını mebus yapın! Paşa. - Ne yaparsan yap! der. Bu anda, CHP Ankara il örgütü, il Başkanı İbrahim Saflet Omay'ın başkanlığında toplantı- lar yapmakta, bir gençlık, bir kadın temsılcısini kontenjan- dan Ankara mılletvekıllığıne aday göstermeyı düşünmekte, bu konuyu tartışmaktadır. Bülent Ecevit, o zaman Ulus'ta çalışmakta; o sırada, ben de Ulus'a "Yurt Köşelerinden" başlıklı yazılar yollamaktayım. Ama, partı içinde olup biten- lerden bilgim yok Gençlik temsılcılerı arasında Bülent Ecevit'le birlikte, MeönToker'in de adı geçer. Ecevit'in na- sıl mılletvekili olduğunun bir öyküsünu, çok önceleri "An- kara Notlan"r\da çalışmıştım. Bülent Bey'in babası Fahri Ecevit güzel konuşurmuş, iyı hatipmış. Annesı Nazlı Ecevit ise kekeme imiş. O, ressam annesıne değil, sağ kesimde güzel konuşan babastna mı çekmış? Olayların ıçıne gırınce, ilginç şeyler öğreniyordum. Ece- vit'e Ankara milletvekılliği adaylığt önerilirken, bayan ga- zetecimize de Mersın ile Aydın önerılmiş. O ikisini de red- detmiş. - Mersın'de Koraltan, Aydın'da Menderes var, nasıl olsa kazanamayacağımi demış, gırmemış. Ancak Bülent Bey için Ankara, çantada keklikmiş. ilginç şeylerden biri de, Bülent Bey'in Hint felsefesi. As- sociated Press'te, gazeteci Emel Anıl vardı; o Hint Elçiliği Başkâtıbı ile görüşürken, "Ecevit, Ataturk'ten buyuk" mü ne demiş? O da konuyu bizım bayan gazeteciye açmış: - Emel Anıl diyor ki: "Bülent Ecevit, Ataturk'ten büyük!" Sen ne dersin? - Ben bu konuda tartışmam. Seni Ecevit'e yollarım, ken- dingitgör. Ecevit, o sırada (1974) yenı başbakan. Bir rastlantı, gaze- teci Ecevit'ten randevu koparmaya uğraşırken, Prof. Mu- ammer Aksoy'u görür. Aksoy da gazetecının okul arkada- ' "- Muammer, bugunlerde Bülent'i görüyor musun? - Evet, bugün göreceğım. - Hindistan başkâtıbıne bır randevu al! Hintli Başkâtıp ertesi günü telefon eder: - Başbakan beni çağınyor! diye Gazeteci bayan: - Kendisi Sanskritçe öğrenmiştir. Ona bir de Hint felsefe- sinisor... Hintli sormuş Başbakan'a, Hintfelsefesini. Hint felsefesi dermiş ki: - Yükselmek istersen, "guru"nu arkadan vur, omuzlan üzerinde yüksel! - Yok böyle bırfelsefe! demiş Başkâtip. Bülent Bey, "Ben İsmet Paşa 'yı arkadan vurdum, bak Başbakan oldum!" mu demek istemiş? "Guru" Sanskrit dilinde "saygıdeğer" demek. "Manevi içgörüye ulaşmış olan tinsel önder, ya da b'zel öğretmen" anlamına geliyor Hindu dininde. (Ana Britannica, Cilt 10, S. 128) BULMACA SOLDAN SAĞA; 1/ Dört dizeli bır kıtada •'abba" biçimindeki uyak dizilişinin adı. 2/ Bir Pasi- fık ülkesi olan Batı Sa- moa'nın başkenti... Ev- lerde oda kapılannın açıldığı genişçe yer. 3/ Kapı, pencere ya da ka- pak kenarlanna açılan dik açılı girinti... Ticaret eşyası. 4/ Acıklı... Arjan- tin'in plaka işareti. 5/ Batı Nijerya'da Yoruba halklan arasında yaygın dinsel hareket. 6/ Konut... İskam- r; bilde bır renk. 7/ Pamuk kozası... Denyi kullarulabilecek duruma getiren kimse. 8/ Anlama yetene- ği... Üstü toprakla örtülü saman yığını. 9/ Şarkıyı güzelleştinnek amaayla yapılan süslemelere ve bu süslemeleri icra edebilen sanat- çıya verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ İlkel bir su taşıtı... Telli çalgılar- da telleri yüksekçe tutan tahta köprücük. 2/ Konya ilinde bir baraj... Eskiden haberleşme ve irtibat hizmetlerinde kullanılan hızL ve hafif gemi. 3/ Kirpik boyası... Bakı. 4/ Aşure kazanlannı kanştırmakta kullanılan uzun saplı tahta kepçe... Numaranın kısa yazıhşı. 5/ Ödenti. 6/ Akıl... Eti beğenilen yırtıa bir balık. 7/ Uğur, iyi talih... Adını Çek yazar Karel Çapek'in bir tiyatro yapıtından alan ve belirli bir işi kendi kendine yapabilen otomatik aygıt. 8/ Harman ye- rindeki tahılın taş ve toprakla kanşık kahntısı... Düşman. 9/ tri ve boru biçimindeçiçeği olan bir süs bıtkisi... Bir yağış şekli.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear