13 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KÜLTÜR Genco Erkal memurkenti Ankara'da "Çıldıran Memur"u oynuyor JBirDeJininHatıra DefterfAYŞEGÜL YÜKSEL "Bir Deiinin Hatıra DefterT'ni 1960larda ilk kez izlediğimde. Genco Erkal'm psikolog gözüy- leyaklaştığı Oksans İvanoviçPopriçinkarakteri- ni nasıl yoğun birinceieme sonucunda çözümle- yip sahneye getirdiğine tanık obnuş. Gogol'ün ünlü delisinin iç serüvenini soluğum kesilerek iz- lemiştim. Oilk yapımda Popnçin'in "delirmesü- reci" ön düzeydeydi. Popnçin'in öyküsü, Go- gol'ün o zamanlar yutarak okudugumuz "Pai- to"sunda ve "Möfettiş"inde yer alan "memur"- lann serüveniyle buluşunca, oyunun toplumsal fonunda Çarlık Rusyası beliriveriyordu. Çöküp gıtrniş eski bir bozuk düzen... Memura kız vermeyenJerin günden güne arttığı 6O'Iı, 70'li, 80'li yıllarda Genco Erkal, Mert Egemen, Rüştö Asyaiı, Popriçin'i. bu kez "ezilmiş memur" kımlığıni vurgulayarak yeni- den getirdiler sahneye. Memur kadrolannın si- yasal partilerce şişirildiği, bir kişinin ölesiye çaJjşıp beş kişinin boş oturduğu. bürokrasinin kemikleştiği. mevzuatın dal budak saldığı dö- nem. Parasal enflasyon yanmda, üretici olma- yan insan enflasyonu... Ne o. Çarhk Rusyası'na mı benzemeye başlamıştık yoksa? Hepüniz biraz'megaloman'iaşmadık mı? Kemikleşmiş "mevzuat"ın "tepeden inme" yöntemlerle delinmesiyle >apılan "parasal enf- lasyonu yok etme" ve "kaikınma hamlesi" gın- şimlerinin yerleşik bürokratik değerleri altüst et- tiği son altı-yedi yıl içindeiseyalnız Popriçin gibi 9. dereceden olanlardeğıl. daha üst kademedeki memurlar da "kimiik bunalımı"na girdiler. öyle ya devlette ve bürokraside "prens^er ve "pren- ses"ler dönemine geçilivermişti. Genco Erkal işte bu aşamada üçüncü krz sahneledi ve sundu "Bir Deiinin Hatıra Defteri"ni, Bir zamanlar saygı duyduğu ve kimliğiyle bütünleştirdiği işine yabancıiaşan, toplum içindekı saygınlığını yitir- miş, yoksul memurun "mega dösler" kurmaya başlayarak "gerçek"le olan bağlantısını ko- panşını pek deyadırgamıyorduk arük. Toplum- sal ve ekonomik değerlerin altüst edilmesiyle yi- tirilen kimiik yerine mutlaka başka bir kimiik yaratır insan kendine. Son yıllardaki değerler karmaşası içinde. "medya*'daki örneklerden de yüreklenip hepimiz biraz "megaloman"laş- madık mı? Popriçin de kendısmi "İspanya Kralı" ilan ediyor oyunda. Çok mu? 1980'den bu yana biz ne "kral"lar gördük! # Yeni vorumlara açık bir başyapıt Vurgulamak istediğim, yaklaşık 135 yıl önce yazılmış bir başyapıtın, yeniden gündeme geldi- ği her tarihsel dönemde yeni çağnşımJara, yeni değerlendirmelere. yeni yorumlara ulaşma gücü... Dostlar Tiyatrosunun Ankara turnesi- nin yerel secimler, "dolar kria" ve "ekonomik paket" sonrasma ve "tasarruf adına tasfiye" uy- gulamasmın başladığı aşamaya denk gelmesi bile oyunun algılanış biçiminı değiştirmiyor. AJdığı 3.000.000.- TL aylıkla yeni zamian nasıl Jeyeceğini şaşıran. toplumdaki saygınlığı ndan da kendi yazgısına terk edilen küçük urun konumuyla Popriçin'inki neredeyse ırtüşüyor. Sahnedeyansıyan patolojik durumia özdeşleşiyor muyuz yoksa? Ne ilginç rastlanü, çılgın memur Popriçin okuduğu gazetede Müslümanlığın son yıllarda müthiş bir hızla yaygınlaştığını. dünyayı sarmaya başladığını söylüyor! /lahi Gogol! Genco Erkal, onu, 60'h yıllarda izieyemeye- cek kadar genç olan kuşaklara sunacağı oyunu, üçüncü kez yeniden yorumlamış. Duygu SagV re^fu'nun somut gerçeklegerçek dışını bütünleş- DÜŞÜNCEYESAYGI MEMETFÜAT Afiamalcıfar Genco Erkai, oj una çoğunluida egemen olan oldukça 'dışa dönûk' yorumla. son aşamadaki içe kapanmanın, onanJması olanaksız çaresizliğin ve annenin koruyucuiuğuna sığınma özlemivle sıfır nok tasına uiaşan yalnızlığın ve savunmasclığın korkunçluğıınu olağamistü düzevde vurucu kılıyor. tiren pastel tonlu çevre tasanmı içinde. Sevim Çavdar'ın yine pastel tonlu özenli Rus giysileri- ne bürünmüş olmasına karşın, Rus kimliği, daha geniş boyutlara ulaştınlmış bir Popriçin iz- liyoruz. Daha önceki yorumlarda sahnede daha çok anı deftcnni doldururken ve kendi kendine konuşurken izledigımız Popriçin bu kez nere- deyse kalemi eline almıyor bile. Anı defterine yazdıklanru yaşarcasma sahneliyor karşımızda. Genco Erkal, devingen biroyunculuğu öngören bu yorumuyla içiçegelişen ikifarklı boyut yaka- lamış. Öncelikle. oyun kişisinin "deti" kimliği 'içine kapanıklığın" görseİ ve işitsel smjrlannı aşarak, gündelik yaşam içinde devinen, karşı- sındaki seyircisiyie neredeyse dertleşen. aramı- zda gerçekten yaşayan bir insanjn kimliğine dö- nüşüyor. Böylece, Popriçin "döoyayı başma yıkıveren" koşullara, seyirciye daha tanıdık ge- len tepkiler veriyor. Köpeklerin birbinne mek- tup yazmasını bile do|almişcasınâ benimsiyor- sunuz. Bu yorumda, delirme sürecini tek başına yaşayan değil, sejırdye "deü"yı oynayan bır •Genco Erkal, daha önceiki kez sahnelediği vesunduğu "Bir DeJinin Hatıra Defteri"ne neredeyse sıfirdan başlayarak getirdiği bu üçüncü yorum için harcadığı emek, gösterdiği özen vesahnede ulaştıgı duyarlık düzeyi iletiyatroculuğun nasıl zorlu bir uğraş oJduğunu birkez daha gösteriyor. Popriçin var. "Defi"yi yerine göre "sağlıkiı" ol- duğu dûşünülen insanlarda oynar. Çünkü deli- lik bir anlamda özgürlüğe açılan bir p>encere, karşı çıkmanın, başkaldırmanın uç aşamasıdır. Toplumun kendisine çok gördüğü toplumsal ve ekonomik düzeydeki saygmhğı, bir başka varo- luşdüzJeminegeçerek oluşturan Popriçin işegit- meyiveriyor, çayını yudumluyor, sanki onu izle- yenlerin bilincindeymişcesine. sevmediği kişıle- rin dedikodusunu yapıyor, onlara küfrediyor. Erkal, oyunun neredeyse üçte ikisine egemen olan bu oldukça "dışa dönûk"yorumla, son aşa- madaki içe kapanmanm. onanlması olanaksız çaresizli|in ve annenin koruyucu kollanna sığınma özlemiyle sıfır nok tasına ulaşan yalnızlıjm ve savunmasızlığm korkunçJuğunu olağanû'stü düzeyde vurucu kılıyor. Lstalık veolağanüstü bir ovunculuk Popriçinisahııedefızikselolarak daetkin bir konuma getiren bu yorumun ikinci boyutu da oyun kişisinin oyunun en başında girmiş olduğu delirme süreçınin "koıraşma" düzeyinde yansı- ması. Popriçin'in zihnindekı karmaşayı yanlış tonlamalarla, sözcük bulmada çekiien zorlukla. coşkulu vedingin anlardaki söyleyiş farklılığıyla yansrtan Erkal, oyun kişisini Mete Sakpınar'ın etkin bir işlev taşıyan müzik düzenlemesıyle be- lirlenen aşamalarda adım adım kaçınılmaz "son"a ulaştınyor. Seyirdyi, oyunun belirli bir aşamasına dek yaşadığı özdeşleşmeden uzak- Jaşüran. "akrf"yoluyla aranacak çözüm yollan- na yönelten tüyîer ürpertici bir son... Genco Erkal, daha önce iki kez sahnelediği ve sunduğu "Bir Detinin Hatıra DefterTne nere- deyse sıfirdan başlayarak getirdiği bu üçüncü yorum için harcadığı emek. gösterdiği özen ve sahnede ulaştıgı duyarlık düzeyi ile tiyatroculu- ğun nasıl zorlu bir uğraş olduğunu bir kez daha gösteriyor. UstaJjğm, olağanüstü oyunculuğun sürmesi için hergün "yeniden başlamak" gerek- tiğini de... Genco Erkal'ı bu oyunda mutlaka -hele Ankaralıysamz hiç zaman geçirmeden- iz- ieyin. Toplumsalcı dünya görüşünün yı/lar yılı doğru biiine yığınlarr yönlendiren değerlendirmeleri, Sovyetler Birl ği dağılır dağılmaz doğru/uklarını yitiriverdiler. Şurası yanlış, burası doğru, ya da şu doğrular fazl abartılmış, şu yanîışlar görü/emerniş filan gibı bir yem den degerlendirme değil. Birçırpıdanerşeybittı...Sank bir bafon patladı... Hiçbir düşüncenin, hiçbir dünya görüşünün birdenbi- re bütün görünümleriyle, bıçakla kesilir gibi sona erme- yeceği kesin... Öyleyse neydi böy/e pat/ayıp yok olan? En kısa yanıt: Uygulamadaki toplumsalcılığrn faşizm- le, nazizmle ortak ofan yönü... Dev/et baskısı, özgürlük- lerin kısıt/anması, irtsanın ezilmesi... Ne var ki anamalcı dünya görüşünü benimseyenler, yarattıkları, geJiştirdikleri, savundukları düzenı büfün acımasızlığı, çarpıklığı, ikiyüzlülüğüyle ortaya döken eleştirilerin de, baskıcı yönetimlerle birlikte yok olup gıt- tiğini düşünmeyi uygun gördüler... Bugün şöyle sözler kolayca soylenebi/tyor: "Baştan şunu saptayalım. Artık günumüzde sömüren kapitalist, sömürülen emekçiler gibi kavramlann en ufak bir geçerliğikalmamıştır." Neden? Anamalcı düzenin yapısında, işfeyişinde birdegişiklik mi oldu? Toplumsalcı ekonomi çökünce, anamalcılığın "sömü- /ITanlayışı sona mı erdi? Anamalcılıktaki sömürünün nedeni toplumsalcı eko- nomi miydi? Yoksa anamalcılıkta hiçbir zaman sömürü diye bir şey söz konusu değildi de, bunu toplumsalcıJar mı uydur- muşlardı? Peki, kimse kimsenin sırtından bir şey kazanmıyorsa, anamal birikimi nasıl oluşuyor? Belki de yan/fş anlıyoruz, belki de söylenen şudur "Günumüzde sömürenden sömurülenden söz etme- nin geçerliği kalmamıştır. Sömurüsuz bir ekonominin yürümediği görüldü. Anamalcılıktan, serbest pıyasa ekonomisinden başka bir çıkış yolu bulunmadığına go~ re, sömürüye katlanmak, sömüruyu doğal karşılamak zorundayız. Boşu boşuna birbirimizi kıracak sozler et- meyelim. Konuşacaksak, bundan ötesinikonuşalım." Bir deneyelim bakalım!.. Neye karşıyız? Devlete... Devlet her şeye burnunu sokuyor, fabrikalar açıyor, ticaret yapıyor, tekellerkuruyor, köylünün ürünü- nü topluyor, kredi veriyor, özel otel/er, konuk evleri, tafil köyleri... Kaldıralım devleti... Yok, büabütûn kaldıramayız, onun da birtakım görev- leri var: Olkenin korunması, iç düzenin sağlanması, ser- best piyasa ekonomisinin denetlenmesi, kurallarının konması,toplumsaldengenin sağlanması, eğitim, çev- re, bilimsel araştırmalar, daha bir sürü şey... Devleti kaldırmak degil, küçültmek gerek... Peki, küçültelim de, bu her şeye burnunu sokan koca devleti bile gönüllerince yönlendirmeyi başaran serbest piyasa ekonomisinin işbilir anamalcıları o zaman büs- bütün büyüyüp kendileri devletleşmezler mi? (jlke eko- nomisini denetimınde tutan dev kuruluşlara nasıl söz ^eçirilebilir? Üstelik birbirlerine de düşerler... Yanlış anladınız, halkı koruyacak, toplumsal dengeyi sağlayacak güçte bir devlete elbette gereksinim duyula- caktır. Ama her şeye burnunu sokrnasın... Evet, herhalde başka görevler de düşüyorözlediğiniz devlete: örnekse işçilerin sağlıkiı, "sömürülebilecek"dirilikte olmaları, ayrıca iyi eğitilmeleri gerekir, çağdaş, ileri tek- nofojinin makinelerini kullanacaklar!.. Sonra bütün topluma daha iyi yaşama özlemi aşılan- malı, tüketim hızlandırılmalıdır. Piyasa canlı tutulmazsa, işsizlik oranı yükselir. Böyle önemli bir görev, bütünüyle reklamcılara bırakılacak degil ya!.. Düşünüyorum da, güçlü ama küçük, yani her şeye burnunu sokmayan bir devlet, anamalcılar için çok ge- rekli... 1993 Cannes FestivaJi'ndeAltın Palmiye'yi kazanan fîlm gösterimde 1920'liyıüardangünümüzeÇin tarihi SUNGUÇAPAN Batı dünyasının keşfettiği ve gözdesi haline getirdiği Çin si- neması olayı sonunda bize de ulaştı, ulaşıyor îstanbul Film Fesüvali sayesinde. 1988 Berlin Film Festivalj'nde yönetmen Zhang Yimou'nun "Kızü Mısır Tarlalan"nın Alün Ayı'yı kazan- masıyla çıkışa gecen ve son 5-6 •yıldır Venedik. Cannes gib) önemli festivallerin büyük ödül- lerine adeta abone olan Uzakdo- ğu sineması, artık pek ya- banamız sayılmaz. "Kıal Fenerler", "Qıri Ju'nun Öykösfi". "Telin Uamdaki Ya- şam", vb. gibi filmlerle şimdi kıyısından köşesinden tarudığı- mız. oysa 15-20yıl öncesinde baş- kan Mao döneminin, sanau zapn-rapt altına aimaya calışan kültür devrimi ve ezberden, hep bir ağız. slogan atan ürkütücü kızıl muhafızlar kabusu yüzün- den, o 'müsamere gibiTılmlerine . bunın kıvırdığımız Çin sineması *ve kıta Çin'i, aslında Bernardo Bertûlııccrnin Oscar ödüllerine boğulan, ûnlü "SOD tmparator" filmiyle popülerleşerek Batırun 1 gündemine yerleşmişu sanınz bir ölçüde. Kültür devriminin karanlığını yıriarak. Pekin sinema okuJun- dan yetişıp 1980'li yıllarda Çin si- nemasının sesini uluslararası are- naya taşıyan 'Beşmci Kuşak 1 sine- maalann getirdiği 'yeni dalga'nın artık bizim kıyılanmıza da lilaştığınj söyleyebiliriz 1994"te. 1992'dc "Telin Lcundaki Ya- «n"la festivafimızin Altın LaJe'- ini kazanmış olan, 1952 Pekin ofumJu yönetmen Chen Kaige'- in, iki hafta önce sonuçlanan 13. »luslararası îstanbul Film Festi- ıli'nde seyretmek şansına erdi- miz, "Hveda Cariyem"i, dün- •n itibaren Beyoğlu Alkazar si- Xiaolou ya aşık olan ve sûreklikadınrolünûoynayanve kendisini arök bir kadın olarak gören Dieyi, Xiaolou evlenince ktskanelığından ne yapacağını bilemez. nemasmda gösteriüyor. Kısaca özetlemek gerekirse. 1920'Ii yı- 1lardan 1970'li yıllara, savaş sen- yörierinden Japon istilasına ve komünist dönemden kültür devriminekadar Çin'de meydana gelen, yaklaşık yanm yüzyıllık evrim ve kargaşa dönemini, Pe- kin operasının iki ünlü yıldız ak- törü arasındaki derin duygusal iliski aracılığıyla anlatan, des- tansı ve yorucu bir epik "Elveda Cariyem". Bu yıl en iyi yabancı filrn Oscar'ına aday gösterilen, gecen yıl da Cannes'da Alnn Pal- miye'yi "Piano"yla bölöşen"El*e- da Cariyan", artık Çın Seddi'ni iyice aşarak Batıya yönelen Uzakdoğu sinemasının parlak ve estetik bir örneği. Çin ve Tayvan sinemasının uyanışıyla son yıllar- da Batı'da sürekü ilgı odağı hali- ne gelen, farklı bir kültürûn yansıdığı Uzakdoğu sinemasırun bu uzun ama olağanüstü nite- Jemesini hakeden filmi, Çin'in bütün bütüne değıştiği son >anm ü l iki aktörle bir cariyenin öyküsü eşliğinde karşımıza getiri- yor, belırttiğimiz gibi. Kalabalık ve karmaşık Çin topiumunda ne- ler olup bitüğini, başanlı bir oyunculuk. egzotik dekor- mekanlar, nefis maske- makyaj- lar. Baü'nın hoşuna gidecek be- Iirgin sanatsal kaygılar ve gerçek- ten harika görüntülerle yansıtan, birkaç yıl öncesinin Bertolucd yapımı "Son tmparator"u gibi bu farklı toplum hakkmda bılgi ve fi- kir veren "Elveda Cariyem M e tek itiraz. aşın anü-komünist yanlar içermesinden ötürü yapılabilir herhalde. Sonuçta ilgiyle izlenen, estetik, dinamik ve modem bır yapıt "Hteda Cariyem". Sansür- cüleri harekete gecirip orasından burasından kesilerek Çin seyirci- sine sunulan, 1988'den itibaren New York'a yerleşmiş olan gü- nümüz Çin sinemasınınBatı stan- dartlannda film ûreten namlı temsiids] Chen Kaige'nin bu fil- mini festivalde izleyemeyen seyir- cilere hararetle olmasa da salık veriyoruz tabii ki. Gençliğimizde yankılan bize kadar da ulaşan o ürküiesi kültür devriminin hangi şartlarda genel bir toplumsal bar- barlığa dönüştüğüne ve gelenek- lere dayanan görkemli Pekin operasrndaki eğitim sisteminin zenginliğjni gözler önüne sermesi ya da Çin'in son yanm yüzyıldaki tarihsel evrimterini görüntülere dökmesi bakımmdan. uzun ve yoruculuğuna karşın son derece ilginç bir eser kuşkusuz "Elveda Cariyem". Alışılnuş deyişle kaçınlmayacak bir film. Gerçek ve sahneyaşamKültür Servisi- Lilian Lee'nin beğenilen bır öyküsünden uyarlanan ve yönetmenliğini Chen Kaige'nin üstlendiği "Elve- da Cariyem" Pekin Operasf nm iki ünlü yıldızı arasındaki derin duygusal ilişkiyî ve yaklaşık ellı yıl süren sosyo politık kargaşa- lık döneminde olaylann. yaşamlannı ne şekılde değiştirdiğini konuedinir. Fahişeannesi tarafından 1925yılında Pekin Ope- rasfnın eğitim bölümüne veriterek terk edilen Dieyi'nin yaşamı bundan böyle bu kurumda uygulanan aamasızdisipfin altında sürecektir. Burada edindiği kendine güvenen ve azim dolu ar- kadaşı Xiaolou (Zhang Fengjı) aynı zamanda onun koruyu- cusu olmuştur. Görünümünün dişisel olması nedeniyle. ku- rumda kendine sürekü kadın rolleri verilen Dieyi. zamanla dn- _ , , , _ . sel kimliğiniyitirirveXiaolou'- fclveda Canyeni ya a? ık olur. Artık E»ieyi kendi- (BavvangBİejİ)/ ni bir kadın ve KraJ'ın cariyesi Yönetmen: Chen Y u J l r o I û n û ovnayan biryıldız Kaige/Senaryo:LİJİan ^ S u i ^ ' e v i e n ^ n ı Lee. LU Wei/Kamera: duyduğunda Dieyi kıskançlı- GuChangweİ/ MÜZİk: ğından ne yapacağım şaşınr. ZhaoJİpinfi/ ^iaolou'dan aynlır. Aynı ak- Ovıınrnîar- 1 oJîL Ş a m J a P ° n o r d u i a n Pekin e gi- Uyuncular Leslie rer X iaolou tutuklanır. Cheung, Z h a n g Dieyi. Japon askerlerini eğ- Fengyi, G o n g Lİ, Lll lendirerek özgürlüğünü koru- Oİ YingDa/1993 m a ^ t a ^ ı r - Bu tutumu daha n\> r_r,L,v v ~ s o n r a o n u n v a t a n hainliğiyle Vin-MOng-Kong S uçlanmasına neden olacaktır. (IFA) Beyoğlu Mao Tse Tung'un başlatrnış ol- AJkazar sinemasında. d"!" Küitürcl Devrim üikeye yayıldıkça, 0 güçlüklerle dolu dönemde özgıirlüklerini koruyabilenlerin olsa olsa vatan haini olduklan düşüncesi deyaygmlık kazanmıştır. Chen Kaige 1991 yılında "Telnı Lcundaki Yaşam" adlı filmiyle boy gösterdiği Cannes Film Festivali'ne tekrar katılırken. bu yeni filminin nasıl ve neden yaşanjp ölündüğü ile ilgili seceneklerden. aşk ve seks, gerçek yaşam ve sahne yaşamı arasındaki ilişkilerden oluştuğunu söylemektedir. "Genelde gerçek yaşamı sahneye aynı canlılıkta aktarabilen insanları ûshîn kişiler olarak göriirûz. Buna karşılık. gerçek ya- şamlannda bazı sahndemderi düşieyenleri ise defi olarak ad- landtnnz ki bu da temelde bizim iki yûzfüiüğümüzün en açık ka- nıtıdır." "Dieyi, benim beklentilerime oldukça uyan bir sanatçı"diyor yönetmen Kaige, "...bu da onun becerisine sahip ustalann genel- de toplum içinde çevrelerinde neler olup biteceğini önceden kesti- rebildikleri anlamına gelir. Asıl sanatın da bu tünfe birşey olması gerektiğine inamyorum" diye devam ediyor ve "...insanın biraz ideaiist olması gerek" diye bitinyor sözlerini. StuartMcGeacbin (Screen International)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear