22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
26 ARALIK1994 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMI 1995 yılı dış ticaret stratejileri belirlendi thracaipazadan çeşitkndirilecek L ANKARA (AA) - Toplam ihracatın yansına yakınını AB'ye yapan Türkiye, gelecek yıl ihracat pazan ülkeleri çeşitlendirmeyi amaçlıyor. Aynca, tekstil ve konfeksiyon yanında gıda. elektronik ve taşıt yan sanayıi gibi 'yeni lokomotif sektörlerin' ön piana çıkartılması hedeflenıyor. Dünya ticaretindeki büyüme beklentısi nedeniyle, gelecek yıl ihracatta daha da hızlı amş öngörülüyor. Dış Ticaret Müsteşarhğı'ndan (DTM)üstdüzey bır yetkili, özellikle ekonomik durgunluktan çıkması nedeniyle ABD'nin ithalatmda önemli bır artış olduğuna dikkat çekerek, Türkiye'nin de bu ülkeye ihracatının ilk 9 ayda yüzde 52 oranında arttığına dikkat çekti. Kıta Avrupası'nın durgunluğa daha geç girdiğıni, ama 1994'ün son çeyreğinden itibaren burada da bir toparlanma başladığmı anlatan yetkili, dünya ticaretindeki beklentileri şöyle özetledi:u Nitekim, 1994 yüı sonu itibanyla dünya üretiminde yüzde 3"lük bir artış bekleniyor. Bu rakam 1995 için yüzde 3.75. Yani 1995, ekonomik olarak 1994'ten de daha canlı bir yıl olacak: bu, dünya tkaretine de yansıyacak. Mesela dünya ticaretinde, 1993'te yüzde 2.5 gerileme vardı, 1994'te 5.75 artış oldu, 1995 beldentisi yüzde 625." Özellikle tanfe dışı engellenn belli normlara getirilmesi, gümrük tanfelerinin tedricen indirilmesı gibi sadece Uruguay Raundu'nun liberalleşmeye katkısından dolayı, dünya ticaretinin 1995'ten itibaren ilk 10 yılda yüzde 10 oranında artacağının hesaplandığını hatırlatan aynı yetkili, sanayıleşmiş. ülkelerin, bu çerçevede ımalat sanayiinde gümrük tarifelerini eşıt dilimler halinde 5 yılda yüzde 40 oranında azaltacaklanna dikkatı çekti. Bazı sektörlerde ise gümrük tarifelerinin tamamen kaldınlacağını belirten DTM yetkilisi. "Böylece, sanayfleşmiş ülkeîerde, gümrük muafiyetli ithalatın payı yüzde 20'lerden yüzde 43'e çıkacak, ağıriıklı tarife yüzde 6'dan yüzde 4'einecek" dedi. Venipazarlar Türkiye'nin son yıllara kadar ihracatının yansını AB ülkelerine yaptığına işaret eden yetkili, bundan sonra pazarlann geliştirilmesine çalışılacağını, bu amaçla ABD, Rusya ve Uzakdoğu'ya yönelik ihracat faalıyetlerinin destekleneceğini söyledi. Rusya ve BDT'ye yönelik ticaretin çok özel bir gelişme gösterdiğini kaydeden yetkili, 1992'den beri çok büyük boyutta olan, ancak bir türlü kesin rakamlarla ortaya konamayan bavul ticaretinin artık normal ticarete dönüştüğüne dikkat çekti. hracatınmhemen hemen yansını Avrupa Birliği'ne yapan Türkiye, gelecek yıl ihracat pazan ülkeleri çeşitlendirmeyi amaçlıyor. Aynca, tekstil ve konfeksiyon yanında gıda, elektronik ve taşıt yan sanayii gibi 'yeni lokomotif sektörlerin' ön plana çıkartılması hedefleniyor. AB Koordinatörü Tigrel gümrük birliği için sürenin iyi değerlendirilmesini istedi:Türkiye zaman kazanacak Tigrel: Zaman kazandık. Aloğlu: Bakanuk kurulmalı. •Gümrük birliği anlaşmasının 6 marttaki ortaklık konseyi toplantısma ertelenmesinin, yapılacak düzenlemeler için Türkiye'ye zaman kazandırabileceği değerlendirmesi yapıldı. Tigrel, anlaşmanın sonuçlanması için, Türkiye'nin bu süreyi çok iyi değerlendirmesi gerektiğini söyledi. Canevi: Yasalan çıkaralım. ISTANBUL (AA) - 19 aralıkta Brüksel'de toplanan Ortaklık Konseyi'nin, gümrük birliği anlaşmasını 6 marttaki Ortaklık Konseyi toplantısına ertelemesinin, "yapılacak düzenlemeler için Türkiye'ye zaman kazandırabileceği'' değerlendirmesi yapıldı. Başbakan Başdanışmanı ve AT Koordinatörü Büyükelçi Ali Tigrel, yaptığı açıklamada, 6 marttaki toplantıda anlaşmanın sonuçlanması için, Türkiye'nin bu süreyi çok iyi değeTİendirmesi gerektiğini söyledi. Gelişmelerin sadece Türkiye'ye bağlı olmadığını ifade eden Tigrel, "Bu konuda herkesin çalışması lazım. AB'nin de uğraşması gerek. Birtakım sonınlan birlikte halletmeliyiz. Her şey istendiği gibi giderse. büyük ihtimalle mart ayında gümrük birliği imzalanabilir" dedı. Anlayış reformu şart Iktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Yönetim Kurulu Başkanı Sedat Aloğlu da, konuyla ilgili açıklamasında, Türkiye'nin son ikd yılda dıplomasi konusunda gerekeni yaptığını belirterek, bundan sonra yapılması gerekenler konusunda şunlan söyledi: u Bizce en önemlisi, bir bakanlık kurulmasıdır. Çünkü, Türkiye'nin bugünkü polirik iç yapısı, başbakanın veya başbakan yarduncısuun, bu konuyla 7 gün 24 saat UgUenmesine imkân vermez. Bir bakan olursa, o, bütün siyasi mekanizmayı harekete geçirir. Türkiye'nin çeşitli konularda reformlara ihtiyacı var. Yalnız yasal değU, anlayış refonnlan gerekti." 'Bize düşeni yapalım 1 Yabancı Sermaye Koordinasyon Demeğı Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Canevi de açıklamasında, 19 aralıkta yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında, konunun polıtık zemine çekildiğini söyledi. "Folitik alanda iki sorun var" diyen Canevi, şunlan söyledi: "Bunlardan biri Kıbns sorunu. Bu, Türkiye ile Yunanistan arasındaki bir sorundur. O konuda çok önemli bir mesafe alınacağını zaten kimse beklenûyor. Ama Yunanistan bunu bir pazaıiık unsuru olarak ortaya koyduğu için, AB'nin öteki üyeleri ona bir taviz vererek bu konuyu kendileri çözümleyecekler. Yeter ki biz, öteki alanda, yani demokratikleşme, rekabet kanunu, patent kanunu gibi, AB'nin hukuki yaptsına uyum sağlayacak kanunlan çıkararak üzerimize düşeni yapaİım." TZD Başkanı İbrahim Yetkin, sektörün çöküş sürecine girdiğini belirtti Tanmda, 1994 için kara tablo ANKARA (Cumhuriyet Bü- rosu) - Türkiye Zıraatçiler Der- neğı (TZD) Başkanı İbrahim Yetkin. bu yıl tanm sektörünün tüm yönlerıyle çöküş sürecine girdigini belirtti Tanma yönelik yatırım ödeneğı oranlannın düş- tüğünü. yatınmlan sürekli aza- lan bır sektörün büyümesinin dü- şünülemeyeceğini söyleyen Yet- kin, belirlenen hedeflere ulaşıla- hilmesi icın tanm birlik ve ko- Tanm sekröriinde hâlâ eski vöntemler kullaıulnor. operatıflennın 'tanm-sanayi kompleksi" yönünde geliştiril- mesi gerektiğini vurguladı. Yetkin, dün düzenlediği basın toplantısında. tanmsal alana ya- pılan yatınmlann GSMH'ye oranının 1994'te yüzde 1.2'den yüzde 1 'e, toplam sabit sermaye yatınmlan içindeki payının da yüzde 5.1 'den yüzde 4.7'ye ge- rilediğini belirtti. 1995 yılında genel bütçede büyüme oranı yüzde 62 iken Tanm Bakanlı- ğı'nın büyüme oranının yüzde 45'te kaldığına dikkat çeken Yet- kin, 1994 yılında genel bütçe içindeki payı yüzde 4.4 olan ba- kanlık bütçesinin 1995'te yüzde 3.2'ye düşürüldüğünü vurgula- dı. Yetkin, şu bılgıleri verdi: "Tanmın korunması ve geliş- tirilmesi hizmetlerine, 1993 yılın- da 2 trilyon lira a\ nlırken bunun 486 milyar lirası harcanmıştır. Aynlan ödenegin tamamı kulla- nılamayınca 1994'te aynlan öde- nek 1 trilyon 41 milyar liraya dü- şürüldü. Bu ödenegin de 450-500 milyar lirasının harcanması bek- leniyor. 1995 yılında ise tanmın korunması ve geliştirilmesi için aynlan ödenek y üzde 60.5'lik bir arbşla 1 trilyon 672 milyar lira olarak belirlendi. Harcamaları karşılaştırdığımızda cari fiy atlar- la 1994 yılında aynı miktarda bir harcama yapıldığı görülmekte- dir. Enflasyon hesaba katıldığm- da isegerçekte tanmın korunma- sı ve geliştirilmesi için harcana- cak olan paranın en iyimser tah- minlerle geçen yılın üçte biri ka- dar olacağını söyleyebiliriz. 1995 yılında ise 1993 yılındaki ödenek- ten daha az bir ödenegin aynl- dığını görüyoruz.** TMMOB'nin ozellestirme raporu: Yerli ve yabancı tekeller artacakANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Türkiye Mimar ve Mühendısler Odalan Birliği (TMMOB), Ozellestirme Yasası'nda, KlT'lerin satışı küçük bir grubun elınde olduğuna dikkat çekilen raporda, "Yasada, ekonomide verimliüği arttırmak, devleti küçültmek. piyasada tam sonucunda tekelci bir yapının rekabeti sağlamak ile de\ let oluşmasını önleyecek hiçbir gelir ve yatınmlannı arttırmak düzenleme yapılmadığına gibi gerekçeler öne sürülerek dikkat çekerek,"Yasa, yerB v?'^mılBflofcgulenmeye yabancı tekellerin oluşumuna çalışılmaktadır" dendı. neden olacakor" görüşünü Yasanın, ulusal kaynaklann bildirdi.TMMOB tarafından yabancılara devredilmesini hazırlanan 'OzeUeştirme önleyici hiçbir hüküm Raporu'nda, kamunun bütün taşımadığı vurgulanan üretim araçlannın, taşınır ve raporda, "Satış şekilleri taşınmaz tüm mallannın belirnlirken tüm yöntemlerin özelleştınlmesinın gündemde başına "yurtıçı ve olduğuna dikkat çekilerek yurtdışı'ifadesi ekleiierek 'rejim değişikliğine' gidiidıği yabancılara sattşta tüm kapılar vurgulandı Yerlı sermayenin açılmıştır~denıldı. DÜNYA EKONOMİStNE BAKIŞ/ ERGÎN YILDIZOĞLULONDRA OECD'nin İyimser Raporu E konomik Işbiriiği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) ikincı yan yıl raporu, "Wohd Outlook" geçen hafta yayımlandı. Sanayileşmiş ülkeleri 1995 ve 1996'da iyi bır ekonomik atmosfer beklediğini ıleri süren ra- porun anafıkri,"... bu fırsatın değeriendirilerek emekpaza- nna ilişkin yapısal reformların bir an evvel uygulamaya kon- ması gere/c/r"şeklindeydi. Hem 10 yıldır gelişmiş ülkeleri et- kileyen ekonomik sorunların birçoğunun giderek kronikleş- mesi, hem de bu ülkelerin ıçinde oîduğu siyasi koşullar göz önüne alındığında OECD'nin iyimserliğini paylaşmak zor. Ekonomik büyüme gözlemleri Geçen üç yılda, ekonomik durgunluk sırasında, 25 OECD ülkesinin ortalama büyüme oranı yıilık yüzde 1.3 idı. OECD raporu bu oranın, 1994'te yüzde 2.8,1995'te yüzde 3 ve 1996'da da yüzde 2.9'a yükselmesini bekliyor. ABD, Japonya, Al- manya, Fransa, Ingiltere, için ortalama büyüme hızları ise bu yıllarda sırasıyla yüzde 2.7, yüzde 3 ve yüzde 3 olacak. Bu beş ülkenin 1972-1994 arası ortalama büyüme oranının yüzde 1.8 oldu- ğu düşünüldüğünde bu rakamlaroldukçayüksek. Ama, bunlann 1950-1970 döneminin yüzde 5.5- 6 gibi ortalama büyüme pranlanndan hâlâ çok uzak oldukları da bir gerçek. OECD raporunda dikkatı çeken bir diğer nokta da şu: Büyüme oran- ları projeksiyonlarındaki rakamlarda, ABD'de 1994'ten, Avrupa'da da 1995'den sonra bir ya- vaşlama görülüyor. Dığer bir deyişle, rapor, bü- yük iyimserliğe yol açan bu ekonomik toparlan- manın zirve noktasının gelecek iki yıl içinde geri- de kalacağını söylüyor. Demek ki 1995'ten son- ra ABD'de ve 1996'dan sonra da Avrupa'da eko- nomik tempo tekrar yavaşlayacak ve geçmişte ız- lediğt dalgalanmayı tekrartadığı takdirde de 1990'lann sonunda 2000'in başındayerini yeni bir ekonomik durgunluğa, hatta bir ressesyona bıra- kabilecek. OECD projeksiyonlanna göre dünya ti- caretinin 1994'te yüzde 8.9,1995'te yüzde8.2'lik büyüme hızının 1996'da yüzde 7.8'e düşecek olması da bu gözlemi güçlendiriyor. Burada bir başka gözlem daha yap- mak mümkün: Bugün yaşanmakta olan ekonomik toparian- manın zirve noktasındaki büyüme oranları 1972'den bu ya- na yaşanan zirve noktalanndan (1973: Yüzde 6.5; 1976: Yüz- de 5.1; 1978: Yüzde 4.2; 1988: Yüzde 4.5; 1995: Yüzde 3) dahadüşük. Bu zirve noktalarındaki oranlann gittikçe küçül- mekte olması da başka ilginç gelişme. Ve bazı kronik sorunlar Ekonomik büyüme rakamlan tek başına pek bir anlam ifa- de etmiyor. Özellikle, bu büyüme sürecinden yeterince fay- dalanacak şekilde konumlanmış olmayanlariçin. OECD ra- kamlan bu gerçeği tüm açıklığı ile sergiliyor. Rapora göre son yılların en hızlı ekonomik büyümesi olarak nitelenen 1994- 1996 döneminde en gelişmiş yedi ülkede ışsizlik oranları 1994'te yüzde 7.2'den 1995 ve 1996'da ancak yüzde 6.8 ve yüzde 6.6'ya düşecek. 1980'lerin sonunda ekonomik büyü- me yerini durgunluğa bırakırken ortalama işsizlik oranı yak- laşık yüzde 5.6 dolayındaydı, sonra yüzde 8.1 'e kadar yük- seldi. Bu temelde, işsizlik oranlannın 1990'lann sonunda başlayacak olan bir ekonomik durgunluğa, bir öncekinden daha yüksek bir platodan gireceği ve yüksek işsizliğin, 1980'lerden bu yana nispi toparlanmalaria azaltılamayan ve artık kronikleşen bir sorun haline geldiği söylenebilir. Bu yüz- den, işsizliğin en az yüzde 30'unun yapısal hale geldığıni, devrevi toparlanmalaria kendiliğinden azaltılamayacağına işaret eden OECD, hükümetleri emek pazanna ilişkin yapı- sal refonnlan biran evvel gerçekleştirmeye çağınyor: Sosyal harcamalan ve sosyal güvenlik sistemlerini azaltın, işe alma- yı ve işten çıkarmayı kolaylaştırın. Bu yapısal reformlann ger- çek hedefi, her ne kadar işsizliğe işaret edilse de, hükümet- lerin mali durumlannı düzettmek. Çünkü bu sene, tahvil pi- yasalan -yani hükümetlerin borç aldığı piyasalar- çöktüğün- de, gelişmiş ülkeîerde, özellikle Avrupa'da bir borç krizinin yaşanmakta olduğu ortaya çıktı. OECD raporu da gelişmiş ülkelerin kamu borçlarının GSMH'ye oranının 1993'te yüz- de 68'den 1996'da yüzde 74'e çıkmasını ve bu krizin sür- mesini bekliyor. Bu krızın arkasında, örneğin Avrupa'da 1980'de GSMH'ye oranı yüzde 45 iken, 1994'te yüzde 52'ye yükselen kamu harcamalarının (1980'lerde yaşanan özelleş- tirmelere rağmen!) olduğuna inanılıyor. OECD, bu soruna çare olarak, bütçeden çalışanlara ve işsizlere, yani ekono- mik toparianmadan en az faydalanan kesimlerin ceplerine giden parçayı azaltmak için yapısal reform öneriyor. Bu acı ilacı, yutulmasını kolaylaştırmak için de "işsizliğiazaltmak için emek pazannı esnekleştinvek" şeklinde bir şekerle kapla- mak istiyor. Geçen aylarda bu köşede, işsizlik, işçi haklan ve ücretler arasındaki ilişkiyi araştıran global ve çok geniş kap- samlı bir araştırmanın, düşük ücret ve işçi haklanyla işsizlik arasında bir bağlantı olmadığı sonucuna ulaştığını aktarmış- tım. Ancak OECD, Almanya, Italya, Ingiltere, Hol- landa gibi ülkeîerde yapılan ve ış çevrelerinin yüz- de 91 'inin daha esnek iş yasalan ve düşük ücret- ler istediğini gösteren anketlerin (The Economist 24/12/94 sf. 42) sonuçlanna uygun ve iş çevrele- rinin istekleri doğrultusunda davranmaya devam ediyor. Bir kriz yaşanırken bunun faturasını, öde- me gücü onlara değil de krizden en çok zarar gör- müş olanlara, yoksullara ve çalışanlara çıkartma- ya kalkmanın mantığı (mantıksızlığı) da ancak ka- pitalizmin şu meşhur "doğal yasalarıyla" -ya da gizli elin kerametiyle- açıklanabilir sanınm. Yapısal reformlar öneriliyor Diğer taraftan bu "gizli el" bir zamandır işlemi- yor olsa gerek kı OECD, hükümetlere, yapısal re- formlar yapmalarını öneriyor. Ne ki, Avrupa'da ve ABD'de hükümetlerin ve siyasi liderliklerin son de- rece zayıf ve işçi hareketinin de bir o kadar huzur- suz olduğu günümüzde bu yapısal reformları ger- çekleştirmenin koşulları yok. Financial Times ekonomistlerinden Samuel Brirtain geçen ay bir makalesinde "Ekonomik to- parlanma yerine Boom ifadesini kullansak daha yehnde olur" demişti. Bu haftaki The Economist, OECD raporuna ilişkin olarak "şok yaratacak ka- dar iyi bir manzara"^ ifadesini kullandı. International Herald Tribune, rapor üzerine yazısında, 1995 yı- lıpı "canlı ve refah dolu bir yıl" ifadeleriyle karşıla- maya hazırlanıyordu. Ancak rapordaki rakamlara dikkatle bakıp da hemen hemen tüm sorunlann çözülmeden, ortada durduğunu görünce ister istemez "bir kendi kendine gaz verme durumu" ile karşı karşıya olduğumuzu düşünmekten kendimi alamadım. Düzettme: Geçen hafta kurgu bilim tarzından ödünç aldığım bir tek- nikle, "//. Barbarlık dönemi ne zaman baş/ad/"başlıklı yazı- mı 2200 yıllarında yaşanan bir tartışmayı aktanyormuşçası- na kaleme aldım. Ancak yazının giriş paragrafındaki bir diz- gi hatası bu projemi aksattı. Düzeltmek ıstiyorum: "Bazıları, yaklaşık 20 yıl önce yani 1980'lerde..." şeklindeki yazılan satırlardaki "20 yıl önce" ifadesinin doğrusu "200 yıl önce" şeklindedir. Okuyucudan özür dilerim. ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Katsayı Duyarsızlığı Siyaset, gerçeklerin tersyüz edilmesi üzerine kurulursa sorunlara çözüm üretmesi beklenemez. Kendisi sorun olur. Yine de "siyaset yalancısının mumu" sürekli yanıyor. Hükümet, işçileri ve memurları "Enflasyona ezdirmeyece- ğiz" derken, yalnızca 1994 sonunda ücret ve maaşlann alım gücünün bir yıl öncesinin yüzde 35-40'ı dolayına düş- tüğünü bilmektedir. Açıkçası, ne denirse densin, işçiler ve memurlar 1994'te enflasyona ezdirilmiştır. Son bir yıl ıçinde işçilerin ve memuriarın cebindeki pa- ranın üçte ikisi alındı; görünen, 1995'te de bu "enflasyon soygununun" sürdürüleceğidir. Bütçe ile kesinlik kazandığına göre 1995 yılının ilk yarı- sında maaş artışı oranı yüzde 23.6 olacaktır. Artış oranı, hükümetin kendisinin bile gerçek dışı bulduğu, 1995 so- nunda enflasyon oranının yüzde 22.5 olacağı beklentisi- ne dayanıyor. Bu uydurma enflasyona dayalı maaş artışı da öyle görülüyor ki, 1994'ü bile aratacak bıçimde "üçer aylık makaslamalar"\a; ilk üç ayda yüzde 15, ikincisınde yüzde 7.5 olmak üzere, dilimlere bölünerek venlecektir. Daha maaş artışları gerçekleşmeden, son günlerde he- men her ürün ve hizmete yüzde 25-125 arasında değişen oranda zamlar yapılıyor. Maaş artışları üçer aylık ve aza- lan "taksitlere" bağlanırken, zamlar "peşin" ve artarak uy- gulanıyor. Benzınden PTT hızmetlenne, ulaşımdan ekme- ğe dek temel tüketım ürünlerınin fiyat artışları, daha şim- diden, kamu çalışanlannın enflasyona ezdirildiğinin açık belgesidır. Hükümet edenlerden maaş-ücretlerin hiç ol- mazsa enflasyon oranında arttırmaları istenmez mi? Istenir de, yalana kurgulu siyaset, daha doğrusu toplum- sal istemlere duyarsız siyasal yöneticıler bunu duymaz. Tıpkı geçen hafta yürüyen onbinlerin çığlığını duymadığı gibi. Toplumunun özlemlerine "yabancılaşmış "siyasal ya- pılar bu çok doğal istemi algılayamaz. Kendi toplumunu "anlamayan" siyasetçinin gerçek demokrasiyi, onun işle- yişini anlaması da olası değıldir. Bakınız, demokratik du- yarlılık kimi ülkeîerde nasıl işlıyor? Bunun çok güzel bir ör- neği geçtiğimiz günlerde Fransa'da görüldü. Gelecek ilk- baharda yapılacak Fransız Cumhurbaşkanlığı seçimlerin- de, sosyalistler, Avrupa Bıriiği Komisyonu Başkanlığı'ndan aynlan Jacques Delors'u aday göstermek istediler. Tüm kamuoyu araştırmaları Delors'un seçımleri kazanacağı so- nucunu vermekteydi. Kısaca Fransız Cumhurbaşkanlığı, Delors için "çantada keklik"X\. Delors, geçenlerde bir TV programında, milyonlann şaş- kın bakışlanna aldırmadan, aday olmayacağını açıkladı. Ve doğallıkla bunun nedenlerini de. Delors, özetle Fransız Pariamentosu'nda sosyalistlerin çoğunlukta olmadığını, bu nedenle "aday olarak" vereceği sözleri "seçıldığinde" tutamayacağını, oysa Fransız halkınayalan söyleyemeye- ceğıni belırtıyor ve "Aday olmuyonım" diyordu. Delors'un davranışını bu ülkenin önde gelen siyasetçi- lerinin, eskisiyle, yenisiyle yöneticilerinın anlaması olana- ğı var mı? Bırakalım daha önce olanları bır yana, 1991 son- rasında kurulan ıkı koalisyon hükümetinin üyeleri kendi hü- kümet programlarını ne ölçüde gerçekleştirdıklerinin he- sabının "kınntısını" verebilir mi? Hükümet programlarının "yüzüne bakabilirler mi?" "Ben demokratım" demekle demokrat olunmuyor. Si- yasetçinin verdiği sözü tutma duyariılığı ile demokrathğı doğru orantılıdır. Delors'un Fransız Cumhurbaşkanlığı'nı elinin tersiyle it- mesini anlamayanlar, geleneksel ilkelliklerini toplumsal duygusallığın kollarına atıyor. Dinsel duyguiarı sömürüyor. Ulusçuluğu kışkırtıyor. "Avrupa bizianlamazsaanlamasın; aslında bize düşman bir Hıristıyan topluluğudur" türün- den gerekçelerle, yalnız kendi siyasal çapsızlıklarının de- ğil, üst yönetimi saran hırsızlıkların da üzerini örtmeye uğ- raşıyor. Sesi çıkan büyük sermaye kesimlerinden vergi al- mıyor; vergi yerine yüksek faizle borç alıyor ve bütçe açı- ğı gerekçesıyle emekçi kesimi daha da eziyor. Kımi siyasetçiler "Biz bize yeteriz" derken, biz ınsanımı- zı, uluslararası sözleşmeleri hiçesayarak, öldürürüz, işken- ceden geçinrız, hapse atarız, yasal haklannı bile kullandır- mayız ve tüm bunlar yetersiz kahrsa da enflasyonla yola- rız, demeye getiriyorlar. Hükümet edenler, düşük katsayı- larla ücretli ve maaşlıların enflasyonla nasıl soyulacağının bütçesel denklemini yapıyor. 1995 bütçesi ile kesinleşen maaş artışı katsayısı soygu- nun derecesini de gösteriyor. Daha doğrusu hükümetin *'demokratik duyarsızlığının" somut bir göstergesı olarak tarihe geçiyor. OtomotivdeAvrupa uyum çaltşmaları ANKARA(AA)-Gümrükbir- liğine gırmeye hazırlanırken oto- motiv ana ve yan sanayiinde de Avrupa ülkelerinin kabul ettiğı normlara taraf olabilmek ama- cıyla, Sanayı ve Ticaret Bakan- lığı koordinatörlüğünde başlatı- lan çalışmalar sonuçlanma aşa- masına geldı. Sanayi Bakanlığı Ölçüler ve Standartlar Genel Müdürü Ali Eren, Otomotiv Sanayicileri Derneği (DSD), Taşıt Araçlan Yan Sanayii Derneği (TAY- SAD), DPT, HDTM, Gümrük Müsteşarhğı, KOSGEB ve TSE yetkililennin katılımlanyla ger- çekleştirilen toplantılann, bu ayın sonunda tamamlanmış ola- cağını belirtti. Eren, amaçlannın. otomotiv ana ve yan sanayiinde Avru- pa'nın kabul ettiğı normlara Tür- kiye'nin de taraf olmasıyla. mo- torlu araç veya aksamı için Av- rupa normlannı temsil eden (E) markasının TÜBİTAK aracılı- ğıyla Türkiye"de verilmesinı sağ- lamak olduğunu anlattı. Eren. toplantılarda, "Hangi üretimlerdeAvrupa normlannın kabul edileceginin" tespitine ça- lışıldığını bildirdi. Ali Eren, "Bu cerçevede, Avrupa normlannı temsilen (E) markasının verilme- siyle, ihracatçı otomotiv ve yan sanayi firmalannın yurtdışı ku- ruluşlara ödedikleri yüksek üc- retler ve harcanan zaman kaybı ortadan kalkacaktır" dedı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear