25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET2 19 AĞUSTOS1993 PERŞEMBE KULTUR Ölümünün 57.yılında Endülüs'ün ölümsüz sesi Federico Garcia Lorca Geçmişi 'yaşayan geleneğe' dönüştürmekti amaa NEYİRE GÜLIŞIK Eğer Madrid'c yolunuz düşer de geniş Castellana Bulvan'- ndan Pinar sokağma sapıp. za- rif vıllalann arasından "Kavak- lrtepe"yı ağır apr tırmanırsanız bir kasım akşamında, gıde gide geniş ağaçlıklı bir bahçe ıçinde. !9lO"lardan kalma. sade görü- nüşlü. ahşap nefti balkonlu. pencereleri tahta pancurlu, üç katlı bir >apıya vanrsmız. Aslında bir kış akşamı ya. bir ilkbahar sabahı da olabilir el- bette; çe\resinde çamlan, akas- yalan, defnelerivİe binavı hep öyle vakarh, görmüş geçirmiş. biraz yüksekten kenti sevre dal- mış bulursunuz; ama v ine de en iyisi "ölmüş yaprakların yüreğe korku saldığı'" mevsımde, eski fenerlerin loş ışığında görmek- tir onu. O zaman. yan aydınlıkta. bi- nanın tuğla kaplı cephesinde şu dizeleri seçerek duralarsınız. "Gülün aradığı bilim değildi, ne de gölge: tenle diişün sınırmda aradığı başka şeydi" Ve eğer lıse sıralannda, sıkıcı tarih ya da fizık kitaplannın arasında gizhden gizlıve Federi- co Garcia Lorca'run şiırlennı ezberlemiş, bir kuşaktansanız, birden nereden esiverdıği belır- siz bir güçlü Endülüs rüzgan sarsar sizi dennden: Şaınn usta- lık \ e sevgn le seçılmış o dört di- zesi, benzersız sesleri ve ımge- leriyle bütün şıirlenni birden çağnştınvenr belleğınize. (Yok eğer geçmışınizde öyle bir anı bulunmuyorsa. yaak doğrusu: Yine de bu büyük, bu evrensel İspanyol şairinin dize- lerini özümsemek için hiç kimse asla geç kalmış sayılmaz!) Iİspanyol yazınının "Giimüş Çağ"ı İspanyol Bilimsel Araştırmalar Kurumu'nca yakın yıllarda restore edilerek bir uluslararası kültür mer- kezine dönüştürülmüş bulunan o bina bir zamanlann ün!ü Residen- cia"sı, Lorca, Dali, Bunuel, Alberti, Gerardo Diego, Juan Ramon, Jime- nez, Lnamuno. Antonio Machado gibi ünlü şanatçı ve >azarlann bu- luşma yeriydi. Bir zamanlar... 20'li ve 30'lu yıllar: Boğa güreşçilerinin şiir yazdığı, şairlerin resim ve beste yaptığı, Madrid"in siyasal calkanü- lara inat yaratıcı, esinleyici. çokyön- lü bir kültür merkezi oluşturduğu; sanki yaklaşan fırünayı sezinlemiş de acelesi varmış gibi. o verimli çev- rede herkesin. tüm sanatcılann bir- birleriyle yanşırcasına peşpeşe ola- ğanüstü yapıtlar verdiği dönem. ispanyol yazınının "•Gümüş Çağı". Sonra iç savaş gelmiş, bırdenbire "şölen sona ermiş"ti. Binadan içeriye girecek olursanız her şeyi-her biri kendi dramını ya- şamış olan- o olağanüstü insanlann bıraktığı gibi bulursunuz: Salonun baş köşesinde Federico Garcia Lor- ca"nın piyanosu yerli yerinde dur- maktadır. Ünlü "27 Kuşağı" sa- natçılannın sevdiği müzikler beste- lenmiş, çalınmıştır tuşlannda... Sonra iç savaş gelmiş, o insanlan darmadağın etmişür: Kimi Alberti gibi sürgünde yaşamış, kimi Una- muno gibi ev hapsinde ölmüştür. 1932"de kurduğu ve kendini bir kut- sal görev duygusuyla adadığı gezgin üniversite tiyatrosu "La Barraca" ile.okıyametinarifesindehâlâİspan- ya"nın tozlu köy yollannı arşınlaya- rak ulusal yazının klasik başyapı- tlannı halka tanıtma derdinde olan Federico Garcia Lorca ise. kanlı kar- Süsme ve Olüm V Akşamüstü saat beşte Alcşamüstü saat tam beşte. Ak çarşaf getırdı bir çocuk akşamiıstü saaı beşte. Hazırlannuş bir sepet alçı akşamüstü saat beşte. ölümdü gensı. hep ölum akşamüstü saat beşte. Pamukîan yel aldı gittı akşamüstü saat beşte. Oksıt bıllur ve nikel ekti akşamüstü saat beşte Çarpışıyor güvercın ve pars akşamüstü saat beşte Çan sesleri başlar öıeden akşamüstü saat beşıe Arsenık ve duman çanlan akşanrustıi saat beşıe. Köşelerde sessiz kümeler akşamüstü saat beşte. Ve keyifli. kimsesız boga' akşamüstü w ı beşte. Bastınnca vağan kar ten akşamüstü saat beşte önulünce alan ıyotla akşamüstü saat beşte ölüm yumurıa koydu yaraya akşamüstü saat beşte Akşamüstü saat beşte. Akşamusıü saat tam beşte. Böğürürdö boğa alnında akşamüstü saat beşte. Ev can çekişmeyle parlardı akşamustu saat beşte. Uzaktan kangren geliyor akşamusıü saat beşte Yesıl kasıkta zambak boru akşamüstü saat beşte. Yanan bir güneştı yaralar akşamüstü saat beşte, halk pencereleri kırardı akşamüstü saat beşte. akşamüstü saal beşte. Ah o korkunç beşi akşamın! Beşi gösterirdi saatler' Akşam gölgesınin beşıru! (Çe>. Sait Maden) Doşek. tekerlekh bir labut akşamüstü saat beşte. Kulaânda kemik. flüı sesi akşamüstü saat beşıe. Lorca'nın, 11 Ağustos 1934'te ünlü boğa güreşcisi Ignacio Sanchez Mejias'ın ölümü üzerine yazdığı ve dostu Lopez Juhez'e adadığı ünlü Ağıt'ı için Salvador Dali'nin yaptığı iUüstrasyon. deş kavgasımn ilk kurbanlanndan olmuştur. Lorca'nın görünürde -ama yalnız göninürde- hıç de ölümcül bir an- lamiçermeyenodizeleriyle"Residen- cia"nın derhal çağnşurdığj olgu, şa- irin trajik ölümüdür: İdeolog olma- yan. siyasal propaganda yapmayan, ancak devrimci ruhlu, idealist bir şair olan ve Cumhuriyet hükümeüni desteklediği herkesçe bilinen Federi- co Garcia Lorca, üç yıla yakın süre- cek iç savaşın daha ilk ayı tamam- lanırken tutuklanmış ve sorgusuz- mahkemesiz. 1936 yılının 18 Ağus- tos günü şafak sökerken, doğduğu toprak olan Granada yakınlannda Viznar'da kurşuna dizilmiştir. Öldüğünde daha kırkında bile yoktu. Bernarda Alba'nm Evi'ni yeni tamamlamıştı ve -aralannda Yerma ve Kanlı Düğün piyesleri ülkemizde çok iyi tanınan- çeşitli tiyatro yapı- tlanyla -hepsi dilimize kazandınl- miş bulunan (Sait Maden. Lorca- Bütün Şürleri, Cem Yaymevi, İstan- bul 1974)- çok sayıda şiir bırakü: Öl- dürmeye hiçbir faşizmin gücü yet- meyecek yapıtlar. I"Neden yaziyorum ki?" II. Cumhuriyet'in kargaşalı or- tamında, siyasal gerilim parlamen- toda. sokakta, ülke genelinde tırmanır. şiddet olaylan günbegün ariarken, hep öyle genç. tutkulu, umutlu kalmışü Lorca: Gidişin ne- reye olduğunu anlamadığından de- ğil. herhalde. başka çaresi ol- madığından: "Kimi zaman, dünyada olup biten- leri gördükçe 'Neden yazıyonım kif diye soruyorum kendi kendime. Ama Ve Sonra Dehlizler ki zamanın yarattığı, yokolur gider. (geriye kalan : •* yalnız çöldür). Yürek ki arzunun pınan, yokolur gider. (geriye kalan yalnız çöldür). Şafağın aldanmacası ve öpüşler yokolur gider. Geriye kalan çöldür yalnız. Bir çöl ki dalga dalga. çahşmak gerek, mutl^ka çalışmak gerek. Çalışmak ve hak edene yardımcı olmak. Ara sıra boş bir çaba olduğu aklunızdan geçse bile, yine de çaltşmak gerek. Karşı çıkma- nın bir yolu olarak çalışmak. Çünkii her sabah, binbir çeşit haksızlık ve yoksullukla dolu bir dünyaya gözleri- ni açttğında insanın içinden avaz avaz şöyle haykırmak geliyor: Karşı çıkı- yonrnı! Karşı çıkıyorum! Karşı çıkı- yonım!" Her insani değerin silindiği. hatta tehlikeli görüldüğü iç savaş ortamı- nda. böylesi bir toplumsal biltnç ve sanatçı sorumluluğu bir şairin yazgısını çizmeye yetti de arttı bile. Ölümüyle mitoslaşan Federico Garcü Lorca. Gırnatah ydı: Doğ- du^,. oy olan Fuente Vaqueros'taki evi bugün müzeye dönüştürülmüş- tür. Şair başhca esin kaynağı olan yurdu Endülüs'ü. kendi deyişiyle "ağıt Endülüsû"nü doğası. insani. özgün dünya görüşü, çingeneleri. gelenekleri. müziği, kükürel akkat- manındaki derin Arap izleri, akıl sır ermez gizemiyle her düzeyde yo- rumlamış, destanlaştırmış, ölüm- süzleştirmiştir: "Gırnata gizemlerin, olanaksız diye bilinen. ama yine de olan şeylerin havasını taşır. \ arolmayan. ama etki yapan. ya da varobnadıklarından ötürii etkileyen. sonuıt varlığuu )iti- rip, kokusunu yoğonlaştırarak sür- düren şeylerin." İspanya'nın yıldızlaşmış ve -aynı önemdeki başka büyük şairleri bi- raz da haksızca gölgede bırakarak- yurtdışında belki en çok tanınmış çağdaş şairidir Lorca: Yöresellikle evrenselliği uzlaştırmak gibi, pek az şairin üstesinden gelebildiği çetin bir işi acaba nasıl böylesine başarabil- miştir? Bu soruya değişik yanıüar verile- bilir; ilk akla geleni G.Benumeya gibi, tılsırm "Gırnatah karakterleri- nin eşsiz ve büyüleyici tutkusalbğı- nda aramak: Gırnata'da. Gnnatah'run ruhun- da dolaşmak yanardağlar arasında gezinmeyebenzer. Çevrenizde hep sönmüş ya da sönmüş gibi gözüken volkanlar vardır, derken bakarsmız, içlerin- den biri patlayıverir... Garcia Lor- ca'nın gjzi de su katılmadık bir Gı- rnatah olmasıdır." Halk geleneklerinden esm ve kuwet alışı genelde Lorca'run şiirsel anlatımının "doğallığı" ve 'Şaluüığı" kanısını yaygın- laştırmıştır. Ovsa bunlar hayli tartışma götüren, yüzeysel sayı- labilecek tanılardır. Bir çıİcış noktası değil, yıllann, hatia yüzyıllann birikiminden damı- tılmış. özgün ve bireşimsel bir vanş noktası. ustalıklı bir ku- sursuzluk ara>ışı olarak nite- lenmeleri daha doğru olur. Kendi de aynı Fıkirdedir: "Şairlik bana Tanrrnm -ya da Şeytan'ın- lütfu, ama aynı za- manda tekniğinün, çabamın ürünü; şiir denen şeyin ne anla- ma geldiğinin mutlak bilincine ulaşmamdan kaynaklanıyor." Lorca'nın sanatırun, insani -Ispanya'ya ömründe ayak basmamış yabanalann bile- böylesıne yüreğinden vuruşu bir yandan Endülüs'ün derin halk sanatının kendine özgü gerçekliğini devralışıysa. öte yandan o öğeleri çağının A\TU- pa öncü şiinnin ilke ve gereksi- nımleri\le yorumlayıp biçim- lendirişidir. I"27 Kuşağı"nın verimli ortamı l Aslında Lorca çok geniş bir alana ve zaman dilimine yayıl- mış birçok yazınsal geleneğin mırasını kişisel duyarlığıyla ye- niden değerlendiriyordu. O ulusal kültür geçmışine sahip çıkma çabasını. daha 1928'de gençlere yazın eğitimi ve zevki vermek amacıyla yayımladığı "El Gallo" dergisinin progra- mında açıklamıştı. Kendisi lirik şiirde olsun. ü- yatroda olsun. ömrünü, gecmi- şı geçerli yönleriyle algılayarak yeniden \aratma\a ve tipik Is- panvol "yaşamcıİığı"na uygun bir "yaşayan gelenek" meyda- na getirmeye adamıştı. O geçmiş, Endülüs'ün eski Arap şairlerinden ve XV-XVI. yüzyılın "Cancionero"- lanndan başlıyor, klasik >azarlar- dan, çağdaş Antonio Machado ve Juan Ramon Jimenez aracılığıyla algılanan Gustavo Adolfo Becquer gibi romantik-sembolist şairlere de- ğin vanyordu. Zaten Lorca, ülke yazınına >epyenı bir soluk getiren "27 Kuşağı"aın bir üyesi olarak o il- kelerin ve uygulamalann sürekli tartışıldığı bir bağlamın şairiydi. IGörmtüsüyle tanınan Lorca 1927 yılında klasik şair Gongora"- nın üç>r üzüncü yıhnı kutlama amacıyla öbekleşen ve aralannda XX. yüzyıl İspanyol şiirinin en bü- yük adlan olan V'icente Aleixandre, Damaso AJonso. Gerardo Diego, Ra- fael Alberti ve Cemuda'nın bulun- duğu o şaırler, bir yandan İspanyol yazınının klasiklerinden esinlenir- ken, bir yandan da çağdaş Avrupa etkilerine açılarak XX. yüzyıl İspan- yol lirik şiirine evrensel bir boyut ka- zandırmışlardır. Şairliği, bizde İspanyol eleştir- menlerin yakındıklan gibi, daha çok çingene dünyasını yansıtan"flamen- co" görüntüsüyle tanınan Lorca, se- vilmek için okurda duyarlıktan baş- ka bır hazırlık gerektirmeyen. ama yüzeysel bir şiirselliğin ötesinde an- İaşılmayı ve değerlendirilmeyi de hak eden bir yazar. Ama günümüzde ders kitap- lannın sıkıntısından uzaklaşmak is- teyen çocuklar ya da gerçegın kı- skaandan sıvışmak isteyen yetişkin- ler şiire sığınmıyorlar artık: Başı yok ki sonu olsun sevginin... ÇEVIRI BIR SANAT MI?(2) Çevirmen ölçüyükaçınnca, okurun da keyfi kaçar TUNA ERDEM 1969 yılından ben bilimadamlan çevıri yapabilen bilgısayar program- lan üretmek için çahşıyorlardı, sonuç- ta ortaya bir cümlenin olası tüm karşılıklannı sıralayabilen program- lan çıktı. Elbette bu olasıhklardan hangisinin kullamlabileceğini anla- mak için >ine de bir "insan'a gereksi- nim var. Bilgisayara, iki dilin tüm sözcükleri ve deyimlerinin yanı sıra evrensel bir ansıklopedı bile">oiklense: bir bilgisa- yann, okuduğunu anlama. bundan zevk alma ve yonımlama becerisi bu- lunmadığı için yan anlamlan ve este- tik güzellikleri kavrayıp cevırmesı olası değil. Yine de bu yenı teknolojt özellikle terimsel ağırhklı metinlenn çevrilmesinde kullanılıyor. Ortaya çıkan cümlelerde ne söylendiği anlaşı- lsa bile . bu cümleler yanlış olmanın ötesinde "gülünç" olabıliyor: " Bu var biz mak çok mesgul durum" gibi. Cümle yapılannı düzeltmeji bilen daha akillı programlar bile sonuçta bir makinenin elinden çıktığı anlaşılan kuru cümleler sunuyor insanlara. Başansız da olsa bütün bu çabalar- dan çeviri adına çıkan önemli sonuç- lar var Öm I klc. her ık: dılın g^Tck yapısal u/eilıklcnnc gcrck sözcuk da- ğarcığına tümüyle egemen olmanın iyi bir çeviri yapmaya yetmeyece|i yani çe^rinin teknik bir uğraş olmadıgı Ikincisi birebir çevirinin sadık bir çevi- ri sayılamayacağı. son olarak da kötü çevirilerin birebir çevirme ve amaç dili bozma açısından bilgısayar çevırileri- ne benzerliği. îşte bazı çeviri kitaplar- dan örnekler: . Postacının anlattığı çingene ile ilgi- li öykü bile, tıpkı sözcükleri o denli sı- radan olan ki diyor gibi göründükleri şe>i demelerine olanak olmayan kut- lama telgrafı gibi. beceriksizce bir okundurma. kaba bir dürtüş gibi gö- rünmüştü. . Ne zaman bır müzikli kutu görse olduğu gibi yine onu daha önce gör- düğü duygusuna kapıhrdı. . Yavaş yavaş, birşey dediğinde kendisi de yeniden söylediğinde gö- rünmeye başbyordu. . Şu bir gercek ki, her ikimiz de bitip tükenmiştik, ancak sinirlerimiz yeteri kadar gergin bir durumda, her ikimiz de birbirimizin varlığına gereksinim duyuyor ve birarada bulunduğumuz için de dinlenmemiz olanaklı olmu- yordu. .Yapmayı kurduğum şey (hazırlık yapıp Londradan en iyi donanımı edinmiştim), az rastlanan cinslerin ve sapınçlılann bulunduğu yörelere gidip doğru dürüst diziler oluşturmaktı. Yani bir yere gidip canımm çektiği ka- dar kalmak ve derme yapıp fotoğraf- lannı çekmekti istediğim. . Geçen gün toplumsal smıflama ru- hunun ortadan kalktığı üzerine bir yaa okudum. Bir de bana sorsalar. bol bol anlatacaklanm olurdu. . Yukarda sözünü ettiğim günün er- tesi, dosdoğru Avustralya'ya onlarla birlikte gitmeyeceğimi söyledim. . Zeki erkekler böylesine olduklan için kendilerini hor görüyorlardı her- halde. . Daha ileri gitmem. Ama bu hoşu- na giderse uzunlamasına çekebilir. Bir şpk etkisi yapmak daha iyi. Böylesi yanlışlar, hem Türkçe bılgi- sinin eksikliği hem de kaynak metne bağlı kalmayı; kaynak dilin yapısına bağlı kalmakla kanştırmaktan kay- naklanı>or. Bu tür "yapısal bağlılık" anlayışlı çeviriler öylesine çoğaldı kı. Türkçe"nin yapısı da artık bozulmaya başladı. Sözgehmi, İngilizce'de fııll'er eenellikle cümlenin ortasında yer aldı- ğı ve öyle çevrildiği için dilbilgisı ku- rallanna göre "sadece öznenin bilinme- diği ya da gizlenmek istcndiği dunım- larda kullanılan devrik cümle" artık her durumda kullamlır oldu. Türkçe'- de insanın bir adı bir de soyadından söz edilirdi ama çevirmenler sık sık İngilizce'den doğrudan çevirdiklerin- den u küçük adın ne" gibi söyleyişler de günlük konuşma dilimizde yerlerini aldılar. Televiz>on fümlerinde yeni tanışan kışiler birbirine "memraın ol- dum" diyeceklerine. doğrudan çeviri sonucu "nasdsınız" diye sorduklann- dan artık bu kalıp günlük kullanıma bile girdi. Dilimizde yabancı sözcükle- rin artışı da çoğu zaman. çevinnen- lerin sözlükte karşıhğını bulamadığı yenı bir sözcüğü olduğu gibi bırak- masmdan kaynaklanıyor Çevirmen ler sözcük dağarcığımızı geliştirme so- rumluluklannı yüklenmeyince," fast- food", 'In-otrt". "flat sqnare" gibi kav- ramlar Türkçe'de kullanılmaya başllı- yor. Başka bir sonın ise, öztürkçe tartı- GORUŞLER: MEHMET FLAT: Çeviri anlayı- şlan kaynak dile ya da erek dile ağırlık verilmesıne göre ikiye aynlır gibi gö- ninse de, uygulamada çok daha çeşit- lıdir. Bu anlayış çeşitliliği, "Çeviri bir teknik midir, yoksa sanat mıdır?" tartışmasına da ışık tutar. Örnek vere- rek konuşursak. Can Yücel bir yapıt- tan yola çıkıp yenı bir yapıt üretir. Yaptığı lş yalnız dil açısından değil, içerik açısından da sanat nıteliklidir. Sabahatrin Eyüboğlu, "Bu sanatçı 1 ürkçe yazsaydı, bunu nasıl yazardı?" sorusundan uzaklasmamak adına dil- den uzaklaşmavı bile göze alabıhr. Sa- natçılıgj dil ağırlıklıdır. Nundlah Ataç kendi üslubunu, çevirdiği yazann üs- lııbuna kesinlıkte yenik düşürmez. açı- kça dırenır. Murat Belge, Faulkner ya da Joyce çevirirken bir üslup aktana- sıdır, kaynak dildeki ûslubu erek dile aktarmaya çahşır. Nazun Hikmet, Tolstoy'un "Savaş ve Banş"ını çevirir- ken yazann uzun tümcelerini, başı so- nuna uymayan zamanlamalanyla ol- duğu gibi çevirmiş, ama birlikte çalış- tığı arkadaşı, bu aksaklıklan sonra- dan düzeltmişür. Demek ki kaynak dildeki metni, olduğu gibi. aksak- lıklanna kadar. erek dile aktarmak is- teyen bir anlayış da var. Bu anlayışta teknik sanaon iyice üstüne çıkıyor. Başka ömekler de verilebilir. Diyece- ğim, çeviri anlayışlan sanıldığmdan çok daha çeşitlidir. VURDANUR SALMAN: Yazın çevirisi çok üst düzey bir yazın etkinli- ği. Yazına çok aşina olmayı. çok iyi bir okur olmayı, çok iyi bir yorum- layıcı olmayı, dile teknik ve bilimsel düzeyde hakim olmayı gerektinyor. Çeviri hem bir teknik, hem bir zanaat ve giderek de bir sanat olarak kabul edilebilir. Şiir çevirisi gibi yazınsallığın üst düzeyde olduğu her çeviride bir ya- zarlık yeteneği gerekiyor. Çevirmen çok özgür değildir, eninde sonunda bir iletkendir. Yazann ütreşimlerini. yan anlamlannı ne ölçüde kendi diline iletebildiği, yazın çevinsinin getirdiği binbir koşulu nasıl harmanladığıdır önemli olan. VEDAT GÜNYOL: Çeviri bir sa- nattır. Her ülkede çeviri ustalan vardır.Çevin ögrenilen bir sanattır. Belli bıryetenek. uzmanlık ister. Bizde roman türünde Atilla Tokatiı, şiirde de Ce\at Çapan büyük başan ka- zanmışlardır. Sabahattin Eyüboğlu- nun Arthur Rimbaud'danyaptığı "Sar- hoş Gemi" çevirisi hala örnek duru- mundadır. Çeviride her iki dile de ege- men olmak gerekir. Çeviride ustalaş- mak diye bir olgu vardır. Örneğin Al- dous Hux)ey'in tüm yapıtlannı Fransızca'ya bir tek çevirmen çevir- miştir. Şiir çevirisinde Orhan V'eB, Ca- hit Sıtkı şairliklerinden gelen büyük yetenekle usta durumuna gelmiştir. Ben çeviri yaparken, yabancı dilde ya- pılmış çeviriden de yararlanınm. Ör- neğin Camus'nün "Yabancı"sını çevi- rirken yapıtın îngilizce'sini de karşıma aldım. Çeviride özgün metne elden geldiğince sadık kalmak lazım ama Türkçe" nin karşılayamadığı durum- larda iş çevirmenin ustalığma kalır. AHMET CEMAL: Edebiyat çevi- nsi kesinlikle yaratıcılık gereküriyor. Bu yaratıalık, yazannkinden daha az değil, çünkü başka bir dilde o yazan yeniden var edıyorsunuz. Edebiyat çe- vinsinin geçmiş deneyim ve tekniğin değerlendirilmesi açısından öğretilebi- lir bir yanı vardır. Bu sınınn ötesinde tıpkı yazarlık gibi yetenek gerektiri- >or. Edebiyat çevirisine kesinlikle sa- nat denilebılir. Zaten Türkiye dışında- ki çeviri tarihinde eninde sonunda bir sanat olduğuna karar verilmiştir. şmalannın çevırilere yansıtılması. Ya- bancı yazarlar bizim kendi dilimizle il- gili tartışmalara katılmış oluyorlar böylelikle. Cevat Çapan, dilde özleş- meyı bilinçli olarak benimsemeyen ki- şilerin'moda" olduğu için bunu kul- landığını öte yandan "diğer" sözcü- âünden kurtulamadıklannı söylü- yor. "Yeni kavramlara bulunacak karşdıklann deneme, makale gibi yazı tfirlerinde kuilanılması daha doğru ama edebi bir çoiride henüz oturmamış yeni bir sözcüğün kullanümaması daha doğ- ru olur." Oysa birçok roman veya öykü çevırisinde, sapınçlılar, ölçüm- eü, alışkılar, kuğurdayan gibi sözcük- terle karşılaşabiliyoruz ya da devlet hazinesinden "devlet gömüsü" olarak söz edilebiliyor. Vedat Gûnyol, "akıl yerine us kullanılabiliyor rahat rahat ama akillı yerine uslu diyemeyiz. Çün- kü uslu, bizde uysal. kendi halinde an- bunında kullanıyor" dıyerek öztürkçe kullanımmda aşınya kaçmamak ge- rektığini belirtiyor ve çeviride her şeyin başının ölçü olduğunu vurguluyor. Olçü kaçtığında olan okuyucuya oluyor ve keyifle okuyabıleceği bir yapıtta daha önce hiç duymadığı söz- cüklerle karşılaşan okuyucu, oku- maktan soguyor. Çevirmen de ya yeni bir sözcüğü aynen bırakıp, dildeki ya- bancı sözcük sayısını arttırmak ya da okura "yabancı" yeni sözcükler türet- mek açmazıyla karşı karşıya kalıyor. SÜRECEK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear