14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
'"t"** CUMHURİYET 26 TEMMUZ1993 PAZARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER Yabana düşmanlığı ve kültürlerarası eğitim PENCERE Tarih. kültürlerarası birtarih. biranlamda tüm toplumlann ortak yazdıkJan birtarih olarak tanımlandığında veokutulduğunda. toplumlarkendi toplumlanna ve o toplumdaki olaylara karşı duyduklan sorumluluğu, yabana toplumlara karşı da duyacaklar. bukonuda ben veyabana ayınmı yapmayacaklardır. Prof.Dr.ŞARASAYIN T ürk-Alman ilişkileri üzerine yeniden eğilin- diği şu son haftalarda tstanbul Goethe Ensti- tüsü'nde kiiJlür alarun- da çok önemli iki etkın- liğe tanık olduk. Bırincisinin konusu "yabana düşmanlığı" idi. Pek çok ül- keden gelen bilim adamlan, politikacı- lar. yabana düşmanlığının nedenJeri- ni. sonuçlannı irdelediler. önlem nite- lığinde bazı önerilerde bulundular. Konu dışına taşmamak ıçin her ıkı et- kinüğin sadece ortak bir boyutu üze- rinde duracağım burada. Konuşmaa- lardan Alman Perlamentosu Sosyal Demokrat Parti milletvekillerinden Freimut Duve. yabana düşmanhğının kaynaklanndan birinin de toplumla- nn ve kişilerin benimsedikleri ve onlan yönlendiren, hatta eyleme sürükleye- bilen "tarih anlayışı" olduğunu vurgu- ladı. Geçmişımizin, başka toplumlann geçmişinden yalıtılamayacağını.ltec- rit edilemeyeceğinıjsalt, an bir kültür olmayacağı gibi, an bir tarih de ola- mayacağını, ayınmcı. tek sesli ulusal tarihJerin ıse yabana düşmanlığını kö- rükleyebileceğıru dıle getirdi. Konuş- manın ilginç yaru, eski bir imgeden yararlanılarak verilen Hetiydi (mesaj- dı). Dokuma tezgahı ımgesinden yola çıkan konuşmaa, tarihin farklı iplik- lerden ve çeşitlı renklerden oluşan ve bırbırleri>le örülü bir bütün olduğu- nu. bu ipliklerin ve renklerin bundan böyle birbınnden ayn ele alınama- yacağını. tüm toplumlann birlikte oluşturduklan bu tarih süreande tek bir toplum ınsanal olmayan davranı- şının -renk veren tek bir iplik bile bü- tün halıyı nasıl boyarsa- tüm tarihi alt üst edebileceğini söyledi. (Bunun ör- neklerinı gördük ve görmekteyiz de). Yeni bir tarih bilinci Goethe Enstıtusü"nün öbür etkinli- ği kapsamında konuşan Karlsruhe Universitesi Uygulamalı Kültürbilimi Enstıtüsü profesörlerinden Bernd Thum da temelde aynı görüşü paylaş- maktaydı. Avrupa'da ve dünyadakı hızlı gelişmeleri ve değişimleri göz önünde bulundurarak Avrupa'run kimliği üzerinde yeniden düşünmesı gerektiğıni vurguladı. Ulusal kimlikler zedelenmeden de bir Avrupa kimliği- nin oluşabileceğini, ama bunun kendi- sıni dışanya karşı korumak içm çepe- çevre bir arhla kuşatmak yerine, öbür kültürlerin farklı renklerini de soluya- bilen ve soludukça kendi öz kültürünü de zenginleştiren "gözenekli bir deri" oluşturmakla gerçekleştirebileceğini belirtti. Konuşmacının savunduğu ve "yeni Avrupa düşüncesi" diye niteledıği gö- rüşün temel taşlanndan ve ön koşulla- nndan birini yeni bir tarih bilinci ve bu bilincin uygulamaya geçirilmesi. eğiti- me vansıması gerekliliği oluşturmak- ta. Bu görüşe göre uluslann yalruz başkalannın değjl. kendi uluslannın tarihlerine de "kültürlerarası bir ta- rih" olarak yaklaşmalan zorunludur. Çünkü ulusal tarih de dokuma tezgahı benzetmesinde olduğu gibi, pek çok ulusun tarihinin farklı renklenni taşır. Ulusal tarih olduğu gibi, ulusai kun- lik de tek renkli olamaz. Bu kimlik de ancak bir ulusun öbürleriyle olan ta- rihsel ve güncel bağıntılan içinde ta- nımlanabilen "açık" bir kimliktir. Böyle bir kimliğiyse kültürlerin çok katmanlı yapısını, kültürlerin çelişki- lerle beslenen dinamizmini kavrayabi- lecek bir düşünce biçimi gerçekleştire- bilir ancak. 'Kapalf bir ulusçuluk anJayışının belirlediğı. tek birdiün, tek bir kültürün sırurlan içinde kapalı ka- lan değıl de, kültürlerarası. uluslarara- sı, dillerarası iüşkılen kavrayabilen ve bunlan uygulamaya geçırebilen dü- şünce biçimi farklı kültürlere saygıyı, farklı toplumlarla birlikteHar olmayı sağlayabilir. Bernd Thum, yabancı düşmanlığını önleyebilecek böyle bir düşünce biçi- minin ancak eğitim araahgıyla. tüm eğitim kurumlannda eğıtime kültürle- rarası ve uluslararası bir boyut kazan- dırarak değiştirilebileceğini savun- makta. Örneğin tarih, kültürlerarası bir ta- nh, bir anlamda tüm toplumlann or- tak yazdıklan bir tarih olarak tanım- landığında ve okutulduğunda, top- lumlar kendi toplumlanna ve o toplumdaki olaylara karşı duyduklan sorumluluğu. yabancı toplumlara kar- şı da duyacaklar. bu konuda ben ve yabana ayınmı yapmayacaklardır. Kendini farklı renklerden oluşan bir bütünün vazgeçilmez bir parçası ola- rak duyumsayan insan ve toplmum- lar. öbür renkleri, ırklan, dinlen ya kendıne benzeterek. ya da dışlayarak 'yabancı'yı ortadan kaldırmayı dü- şünmeyecektir. Bu 'yeni' düşünce biçi- mi görüldüğü gibi aslında hiç de dev- rimci anlamda •yeni" olmayıp. "Av- rupa'nın rönesanstan sonra gerçekleş- tirmek istedığı 'hümanist' eğitimin öğelerini çağa uyum sağlayarak bugu- ne taşıyan bir görüştür." Bu görüş. 'ulusal kültür mirası'nın içeridiği ev- renselliği, ve kültürlerarası boyutu vurgulamakla. yabanaya ve yabancı kültürlere geçit tanımak istemeyen içi- ne kapalı 'Avrupa kültür mirası' anla- yışını da sorgulamakta ve 'Avrupa' kavramı üzerinde yeniden düşünmeye çağırmaktadır. Son yıllarda Avrupa da dahil, dün- yanın çeşitli ülkelerinde bir kimlik arayışı, bununla birlikte ulusal kültür mirasına bir eğiüş var. Toplumlann kendiierine özgü niteliklerini tanımla- mak. bunlan ekonomik güçleri üstün olan toplumlann öbür yargılan karşı- sında korumak isteyişleri çok doğal. Tehlikeli olan kimlik anlayışının ken- disi değil. tehlikeli olan çoğu kez geriye yönelik, tek sesli. tek renkiı kültür ve kimlik arayışı. Sonuç Tehlikeli olan kendisini, ulusunu. kültürünü, öbür kültürlerden kesin çizgilerle ayıran, dünyayı "ben" ve "ötekiler" ya da "ben veyabanalar" gibi iki cepheye ayıran ve eninde sonunda benin var olabilmesi için ötekilerin yok olmasını tek yol olarak gören dü- şünce biçimi. Hümanist eğitim gelene- ğinin kaynağı olan Avrupa'da yabana düşmanhğının yeniden fılizlenmesinin büyük çelişkisini yaşadığımız bu son haftalarda. Türk-Alman kültür diya- Joğunu sürdürmeye özen gösteren İs- tanbul Goethe Enstitüsü'nün çağınsı ile İstanbul'a gelen yabancı dostlan- mızın. bu güncel ve yaşamsal konulara yaklaşımlannı -etkisi uzun vadeli de olsa- köktenci çözüm getirecek bir yaklaşım biçimi olarak görüyor ve be- nimsiyoruz. İçtenliksizliğin Dipsiz Kuyusu... TARTTŞMA Hükümetkurmada seçenekzengjnliği Taçıdan. demc ürkıye'de. feneliıkle. oalisyonlara birtepkıvardır. Evet. klasık kuramsal açıdan. 3emokrası. "iktidar"'ın seçımden çıkmasıdır. Bunun da yolu, bir çoğunluk seçimi sistemi ileparlamentoda bir '"iktidarçoeunluğu" meşdana getirmek: "nükürnefi ona îcurdurtmak; geri kalanlann da. ilerde ıktidarolabilmeleri için. özgürceeleştin yapabilmelerini. seçenek poıitikalar üretebilmelerini güvenceye almaktır. O zaman ulkede siyasal istikraı sağJannıış olur; ulus, bir yasama döneminden öbürüne, rahatlık içinde gitmekte olur. Oysa. deneyimfer göstermiştir ki. bu sistem de. demokrasının bütün gelişim aşamalanndan gelen kunımlan içermeyen ve onlan işletemeyen yerlerde. parlamentodafcı sayısal çoğunluğun sulta ıstibdatını doğurma istıdadındadır. Bu istıbdattan kurtulma güdüsü-bilincı. Fransagıbi "siyasal mizaç yelpazesr" geniş ülkelerle başlayan bir devinimle. heryerde, parti sayılannı çoğaharak. hükümetleri, bö\ le bır "tek"in sultası aracı olmaktan çıkarmayı aramaya doğru itmiştir: Parlamentolarda.çok sayıda parti. hükümetlerde. koalis\onlar.. ve "ıkndar"ın. sivil toplum dinamiklerinin manyetığininaltınaalınması... Şimdi. koalisyonculuk içinde. hükümeiın kuruluşu-düşmesi konusu. ayn birnezaket kazanmıştır. Artık. bır çoğunluk üdennın. kendi merkez liderleri} le vapacağı bır danışma içinde. hükümeti kurması-sürdürmesi kolaylığı gıtmiştir; Önce, koalisyonu oluşturma istidadında ölan partilerarasında. nazik-zor-bireysel ve partisel tutkularla dolu müzakereler. tartışmalarbaşlamıştır. Ondan sonra da, bu partılerin kendi içlerinde bir savaş ortaya çıkmıştır: Karşı ortağa'şirin gözükme koşullan-onerilen araştınlmaktadır. İleri sürülen koşullann ve önenlerin. parti içinde hoşnutsuzluklar \aratması zorluklannı aşmak gerekmektedir. Özetle; hem ortaklar arasında. hem de ortaklann kendi içlerindepost kavgalan istıdatlan, bırçoğunluk sistemindekinden daha fazla kabarmıştır. Hükümeteortak olmada kendine bır pay gkarmakisteyen bıre>sel-bölgesel-grupsal tutkular, yanşa kalkmıştır. Bunlar. dov urulmazlarsa. küsüp kopacaklardır. Ama. bir çoğunluk sisteminde. Parti lideri. şahlanan tutkulan. elindeki "parti disıplini" kırhaayla.gemaltınaalabılir. Fakat, koalisyonclukta. hem koalısyona ek'sen olan parti lideri. hem de. koalisyon orlağı pani liden. parti disiplini sılahını. kendi tutkuculanna, kendi isyancılanna karşı. kolayca kullamaya kalkamazlar: Çünkü. onlarda. küsüp-kopma-a\ nlma tehdidindebulunurlar. Buda. eksenpartiyı.eksen olmaktan: oruk partıyı de. ortak olmaktan alıkovma tehlıkesinı yaratır. (Bu tehlike. "kıl payı bırçoğunluk" halındede vardır) Böyle durumlarda, hükümetlenn kurulamamasından ya da düşmesınden doğacak bunalımlann çaresi. parlamentarizmleri bir ıç sosyo-politik gelişimle. "hükümet kurmada seçenek zenginlığT'ne ulaşma asamasına getirebilmiş olmaktır. Bu. birgenel demokrası formasyonuna erişmiş olma ışıdir. Bu formasyon içinde. birgörüşün yerine. bir başka görüşü İcov a bilme becerisi vardır: bır ekibin yenne. bir başkasını Radyo-TV ve yerel yönetimler R adyo-Televızyon Yayınlan Hakkında Yasa Tasansfna, "Siyasi Partiler, Dernekler, Vakıflar, Mahalli İdareler ile bu idarelerce kurulan veya bu idarelerin ortak olduklan şirket ve sair kuruluşlar, özel radyo ve televizyon kuramaz ve bunlara ortak olamazlar" hükmünün (Madde 29) eklenmesı, kimi çevrelerde hakh bır tepki yarattı. Bu yasağın gerekçesını anlamak olanaksız. "Günün koşullanna uymak" gibi bir açıklamanın hiçbir anlamı olmadığı da kesin. Böyle bir gerekçe aslında, tek cümle ile çüriitülebilir: Bu türgenel nitelikli yasalar, çıküklan günün koşullanna uysun diye değil, "gelecek zamanlar" için yapılır! Yasama işlevinin temel ilkesi budur; yasama ile yürütmenin farkı da buradadır. "Günün koşullanna uysun" diye yapılan yasa tipi için yasama tarihimizde ilginç (!) bir deörnek vardır: 1982 Anayasası. Değil uzak "geleceği", burunlanrun ucunu bile görmekten aciz bir takımın elinden çıkan ve sadece "günün koşullanna" uysun diye yapılan bu "başyapıt"ın (!), on yıldan bu yana, gereksiz ve yararsız yere, ne gibi yapay sorunlara yolaçüğını; başta siyasal ilişkilerolmak üzere toplumun başına durup dururken nasıl dertler sardığını ulusça izlemiyor muyuz? Partiler, dernekler. yerel yönetimler, vakıflar, gazete çıkarabilecek. teknolojinin olanaklan ile kaset, disk, video bandı gibi araçlar üreterek "yayın" yapabilecek, ama radyo-TV söz konusu olunca "dur, yapamazsın" denecek, vakıflara üniversite kuıma hakkı bile verilecek ama, radyo yayını yapmaya kalkışırlarsa. "yasak hemşenm" duvanna koyabilmeyatkınlığı (suplesi) vardır: temel felsefelerden. temel anayasal kural ve kurumlardan. onlann içindekı temel ilkelerden (örneğin, "sosyal devlet" ilkesinden ve buv ruğundan) sapmadan değişik görüşlere-politikalara-uygula- malara iktıdargücünü avarlama sanaUnın inceliklen yardı. İşte. 1924'lerdeki Fransız Milli Eğitim Bakanı. Paris Üniversıtesi Senatosu'nun işaret ettiği adavı değil. kendi "takdir" ettiği adavı atayınca, Mösyö Heriot hükümeti düşer; ama. hemen bır yeni hükümet kurulur Çünkü. rejımde.onun adamlannda. bu formasyon ve onun içinde. hükümet kurmada seçenek zenginliğı vardır. İşte. 1936'larda Leon Blum sosyalizmi. sabahleyin güvenoyu almış hükümeti. öğleden sonra düsürebilir; art-arda kurulan hükümetlen çarpacaklar. rRT neden bu gerekçenin dışında kalsın? Uzun boylu tartışmaya bilegerek olmaksızın şunu beh'rtebiliriz: Demokratik yapılaşma ve siyasal katılım yönünden yerel yönetımlenn toplumdaki yerleri ve işlevleri güçlendirilmek isteniyorsa. onlann, çağın teknik olanaklanndan yararlanarak. belde halkı ile iletişim kurma yollan sonuna kadar açık tutulmalıdır. Demokrasinin de. birer-birerdevırebilir: ama. ülkedeki "hükümet kurmadaki seçenek zengınligi' de. art-arda. jeni hükümetler kurar. Işte.Mr. Eden. 1955'lerde, Süveyş Kanalına hakse bır hava'saldınsı yapınca, yıldınm hızıyla düşer: ama. aynı vıldınm hızıyla, McMillan hükürnetı de kurulabılir. Şımdi. Türkiye'deki koalisyonu. bırbaşkasıvla değiştirmeye kalkın da görün: Şeriatçılığa sığınak olma istıdadı ile; Orta Asya'ya at koşturrnadüşçüleriyle: 12 Eyîül'ün. 82 Ânayasası'nın gölgesıne sığınmış sultacılarla. demokrasinin koalisyonlannı, mutlu olarak kurabifir misınız? Ümmet-Ergenekon-küçültül- müş devlette büyütülmüşdış finans kapital sultaalığı tutkulannı, demokrasıleşme akımımızilebirarada tutmak olası mıdır? Bunlan hükümet kurmada seçenek zenginlıği saymak. ne kadarzor?! Prof. Bahri Savcı gereği budur; çoğulculuğun, çoksesliliğın gereği de budur. Yerel yönetimlerin belde halkına, hâlâ. "münadiler çıkararak" ya da "belediye hoparlöründen seslenerek" ulaşmaya çahşmasını istemek ıse düpedüz "çağdışılık"tır, "gericilik"tir. Bunda ısrar edenlere şunu sormak gerekir: "Bayanlar. baylar; neden korkuyorsunuz?" AydınAybay İnsan akıllanıyor mu?.. Bilginler insan kafasıyla bilardo topu gibi oynuyorlar, ölçüyorlar, biçiyorlar, canları isterse laboratuvarda doğ- ruyorlar, beynimizin sırlarını birer birer çözüyorlar, so- nunda açıklıyorlar: - İnsan akıllanıyor... Gerçek mi?.. Kimisi: - Palavra, diyor, insan akıllanmıyor, her gün kafamız- dan birkaç tahta daha eksiliyor... Doğru mu?.. Mağara insanı karekök almasını bilir miydi? Konfüç- yüs hiç atari oynadı mı? Arşimet'in Amerıka'dan haberi var mıydı? Eflatun bisiklete bindi mi? Napolyon uçak gördü mü? Hayır... Yinedesoruluyor: - Eski zaman adamlan 20'nci yüzyıl insanından daha mı akıllıydılar? Hiç kuşkusuz bu soru "akıl" sözcüğüne yüklenen an- lamla bağıntılıdır. ikinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra kırk yıl, insanoğlu "nükleer dehşet dengesi" için- de yaşamadı mı? ilkel insan bu korkuyu tanımamıştı. yır- tıcı hayvanlardan korkardı; ama, insan soyunu kuruta- cak ve dünyacja canlı bırakmayacak bir tehditle karşılaş- mamıştı. Uygar insanda akıl olsa, yaşadığı gezegeni otuz kere yok edebilecek atom silahını üretip dünyaya istif eder miydi? O silahlardan dünyayı temizleme işi bugüne kadar bi- tirilemedi. • İnsan akıllanıyor mu?.. Hem evet... Hem hayır... İnsan öylesine çıkmaz bj[r yolda ki, mutluluğun özünü yitirmek ıçin çırpınıyor, içtenliğini yok etmek yolunda elinden geleni yapıyor... Dil, artık bir anlaşma aracı değil. Anlaşmamak için konuşuluyor... Eskiden yalnız devletlerarası görüşmelerde geçerli bir yöntem, artık günlük yaşamı belirliyor... Uluslararası ilişkilerde diplomat, mandepsiye basmamak için konu- şur, söylediğiyle kafasının arkasındaki bır değildir. Söz- cüklerin esnekliğini kullanarak açık kapılar bırakır, pazarlık gücünü elinde tutmaya çalışır. Hayır dediği za- man, evet'i içeren; evet dediği an, hayır ı da gözleyen, koşullu, zikzaklı, çekinceli, sarmallı görüşmeler devletin çıkarlarını korumak için doğal sayılır... Ama insan devlet değil ki... Kişi. öz çıkarlarının sınırlarında bencilliğinin gümrük kapılarını kurarak üstüne bir de kurnazlığınm bayrağını dikti mi, içtenliğini yitirmiyormu?.. O zaman insan, yalnızlığının ağlarını da ilmik ilmik ör- müş demektir. • Çağımız insanı bir ikilemin içinde çırpınıyor; içtenlikli davranan damgayı yiyecek: -Aptal!.. Her an karşı taraftan gelecek saldırıyı önlemek için te- tikte durduğu zaman, insandan insana ilişkilerde köprü- leri kuramayacak... .., ,- Neyapmalı?.. . , " Salgın yayılıyor... ~ • İnsandan insana güvensizlik, ilişkilerin ön bilincidir; herkes çok bilmiş, herkes anasınıngözü, herkes televiz- yon eğitiminden geçmiş, herkes piyasanın kanunlarını biliyor, herkes yaralanmaktan korkuyor, herkes konuşu- lurken söylenen sözlerin ardında neler yattığını keşfet- meye çalışıyor. Birisi ağzını açsa: - Ne güzel hava!.. Kimse havanın güzelliğine bakmıyor, lafın ardında ne olduğunu düşünüyor: -Nedemekistedi?.. Oysa insanlık, profesyonelliği kaldırmayan bir erdem- dir; insan olmak için amatörleşmek gerek... Çağımızda insan olmakla aptal olmak arasında çok az fark kaldı; birbirimize tuzak kazmak aptallığında biraz daha yarış edersek, dünya, mutluluğumuzu gömdüğü- müz bir dipsiz kuyuya dönüşecek... T.C. YAHYALI KADASTRO MAHKEMESt E.: 1990204 K.:1992«799 Davaa Yahyalı Orman İşlet- me Md 'iüğünün davalılar Hü- seyin Çeğit vs. aleyhine açuğı tespitin ıptalı ve tescıl davasının yapılan yargılamaları sonunda mahkememizin 19 11.1992 ta- nhve 1990 204 E 1992 799 ka- rar sayılı ilanu ile, Davaa idarenin davasının kabulüne: Dava konusu Yahyalı Kara- köy köyü Küçükkoru mevkiin- de kain 151 ada 9parselin dava- lılar adına japılan tespıtinin iptali ile orman v asfmda Hazine adına tespit ve tesciline; 340 500.TL yargılama gideri- nin davalılardan nıüştereken ve müteselsilen tahsiüne dair dava- cı idarenin yüzüne. davalılann yokluklannda karar venlmiş olup, Davalı Hüseyin Çeğit tüm aramalara rağmen bulunama- dığından. >ııkanda özeü çıkan- lan mahkememiz karan tebligat yenne kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. 14.7.1993 Basın: 35619 îyi bir TergaigFrrpfy&i kaiiteli, kenan diizgün. doku^u ku^ursuz ve homojen. dökümü ise mükemmel olmalı. TAÇ bu gerçeklerin tumünü îyi biliyor. Sonuftfünya kalıtesinde bir tergal, "TAÇ T E R G A L " Tergal alırken TAÇ isteyin gerçeği görün. |Tel: 275 12 44/45 248 58 66 Fox: 266 47 12
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear