13 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 13TEMMUZ1993SAU 10 DİZİYAZI Utançgünü:2TemmuzEkonomik unutulmuşluğu ve yığınlann göçünün yanı sıra, poliük çıkarlar uğruna yıllardır sistemli biçimde sürdürülen dinsel kışkırtmanın ardından ne beklenebilirdi ki? Kanlı to- 'humlann çiçeğı de kanlı açar- dı... İkinci Sıvas olaylanna bir kez daha göz atalım: Tarih, 2 Temmuz 1993 Cu- ma.. Daha önce üç kez, Banaz'- da düzenlenen Pir Sultan Abdal Kültür EtkinlikJeri'nin ilk kez Sıvas'ta gerçekleştirilmesinin ikinci günü. Birçok insan için sıradan, günlük güneşlik güzel bir gündü. Ama laikliğe, insan- hğa, birliğe, beraberliğe. dostlu- ğa, se\'giye düşman güçler bu güzel günü karartmaya karar- hydılar. Bir yazar, bir sanatçı. bir ön- der olarak halkına huzur ve mutluluğu için eserler vererek yol göstermekten başka derdi olmayan ve arük aramızda bu- lunmayan Asım Bezirci, Nesi- mi Çimen. Muhlis Akarsu gibi o değerli. o güzel insanlarsa, ge- len karabuluttan habersiz, et- kinliklere katkıda bulunmaya çalışıyorlardı. Kirnliği belirsiz baa kişiler etkinliğin ikinci günü 'Müslü- manlar' ve Türkiyeli Müslü- manlar' imzalanyla 'Müslü- man Kamuoyuna' ve 'İslama Yapılan Saldınlara İzin Verme- yelim" başhklı bildirileri dağıt- mışlardı. Bildirilerde Aziz Ne- sin'in bir gün önce yaptığı konuşmayla Kuran'a dil uzattı- ğı savlanarak şöyle deniliyor- du. "Salman Rüşdü köpeği Müs- lümardann çok az olduğu kâfır bir ülkede korkudan sokağa çıkmaya bile cesaret edemez- ken, onun yerli uşağı Aziz Ne- sin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte şehri- miz valisi tarafindan davet edi- lip, şehirde adeta Müslüman- larla alay edercesine gezebil- mektedir..." "Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günü- dür..." Etkinlikler başlamadan önce Aziz Nesin'e karşı yayın yapan gerici yerel basın da bu bildirile- II II OLU OZANLAR KENT Ç e t i n Y i ğ e n o ğ i u Sıvas'taki yaygın görüşe göre, Aziz Nesin gelmese de anıt dikilmese de, etkinlikler Sıvas'a getirilmese de şeriat özlemcileri bu eylemleri gerçekleştireceklerdi. Bu yapılanlar gövde gösterisinden öte, büyük bir prova izlenimi veriyordu. Öyle bir prova ki 'cihad' a hazırlıktı sanki. Kemaleddin ibn-i Hümam Es-Sıvasi vakfı Şeriat yolu örgütlenmeden geçerSıvas'ta bir şeriat devletine giden yolun önünü açacak cahşmanın kilidi olarak dinsel eğitim ve örgütlenme görülüyor. Belediyenin Refah Partisinegeçmesiyle birlikte kentte dinsel amaçlarla kurulmuş vakıf, dernek, şirket, yurt, dershane patlaması yaşandı. Birbiri ardına açılan bu tür kuruluşlann başında. merkezinde ise ilginç bir vakıfvar Kemaleddin İbn-i Hümam es Sıvasi Vakfı. Vakfın kuruluş aşamasında Belediye Başkanı Karamollaoğlu özel olarak ilgilendi ve önayak oldu. Vakfın kurucu başkanı da zaten kendisi. Vakfın Kuruluş Senedi'nin amaç bölümünde şu cümleye de yer verilmiş: "...gençlerin boş vakitlerini değerlendirmelerine yardımcı olmak için kültür siteleri kurmak, kurslar açmak. kütüphaneler ihdasetmek. milli ve manevitdeğerlere sahip insan yetiştirmek için okullar kurmak, huzurevleri açmak. yiyecek vegiyecek yardımlan yapmak". Oldukça masum bir amaç maddesi yani. Bu masum amaçlara ulaşmak amacıyla da kentin çeşitli semtlerinde > urtlar. ' siteleraçılrruş. Başlıcalannı sayahm: Recep Ayan Kültür Sitesi, Şelimiye Kültür Sitesı, İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Huzurevi. Şemsi Sıvasi Yüksek Öğrenim Yurdu, Salih Işık Ortaöğretim Yurdu, Yenişehir Küllür Sitesi ve Çarşısu İslami Ilimler Araşürma Enstitüsü. Belediye ile bu vakfın içiçeliği çok ilginç. Besbelli kentteki öteki vakıflara göre "bu"'vakıf üveyevlat-haseviataynmını anımsatıyor. Sıvas Beledivesinin 1993 Nisan'ında yayınladığı "Belediye"de4 Yı!" adlı broşürde vakıf-beledi>e ilişkisi pek açık görülüyor. Broşürden aktanyoruz: Şosyal ve kültür hizmetleri Kemaleddin İbn-i Hümam Vakfı ile belediyemiz tarafindan yürütülmektedir..." Geneaynı broşürde öğrenci yurtlan ile ilgili bir bölüm var. Şöyle deniyor: "KİHV (Vakfın kısaltılmış adı) orta ve yüksek öğrenimde okuyan öğrencilerin hem banndınlmasına, hem de bursla yardıma çahşmaktadır. Şemsi Sıvasi Yüksek Öğrenim Yurdu 400 öğrenciyi banndıracak kapasitede olacak ve bu yıl hizmetegirecektir". Belediyenin faaliyetlennin anlatıldığı bir broşürde öğrencilerin yurt sorununun çözümü belediye adına KIHV tarafindan yürütülüyoranlaşılan. Vakıftan beslenen. vakıfça desteklenen, kentin aşinası kimi öğrencilerin olay günü Madımak Otelı önünde kibritîerle oynadıklanna ilişkin iddialar ise söylenti aşamasından çıktı savcılık dosyalanna girdi. Yakında birlikte okuyacağız... re yayımlanyla destek veriyor- lardı. du. Her şey cuma namazından Cuma namazı öncesinde sonra başlamışü. Yaşlan 14-18 kentte dolaşan bazı dinci grup- arasında değişen, aralannda lar, Büruciye Medresesi'nde daha yaşb bazı yönlendiricile- söyleşi, imza günü gibi etkinlik- rin bulunduğu birkaç yüz kişi- lere kaülan yazar ve sanatçıla- nn bulunduğu yere yaklaşarak, "Dinsizlere ölüm" diye slogan atıp, "Cezanıa bulacaksmız" diyerek kaçmışlardı. Bu gelişmeler üzerine bazı et- kinlikler erteleniyor ve yazar- lar, sanatçılar polislerin de uyansına uyarak öğle yemeği için Madımak Oteli'ne geliyor- lik grup Meydan, Paşa ve Kale camılerinden çıkarak tekbir sesleri arasında "Din elden gjdi- yor", "Allahsız yazar Aziz Ne- sin'e ölüm" sloganlanyla eyle- me geçiyordu. Görgü taruklan- nın anlatüğına göre, camiler- den çıkanlann birleşmesi ilk aşamada polis tarafindan en- gelleniyordu. Ancak, bazı po- lislerin eylemin başjangjcında yakaladıklan eylemcileri bir ar- ka sokakta bırakması gruba cesaret veriyordu. Tansiyon yükseliyor, olaylar tırmanıyordu. Dinci gruplar artık denetim- den çıkmışü. Vali Ahmet Kara- bilgin'e bilgi veren polis şefleri olaylann denetimlerinde oldu- ğunu söylüyorlardı. Görevden aknan Emniyet Müdürü Doğu- kan Öner, daha sonra görüştü- ğümüzde bize de ayru şeyleri söyleyecekti. Olaylann iki aşamada değer- lendirilmesi gerekiyordu. Öner'e göre saat 18.00'e dek olan birinci bölümde polis ke- sinlikle duruma hâkimdi. İşte bu saatten sonra takviye güç gelmeyince hâkjmiyeti yitirmiş- lerdi. öner, "Üç kez güç kullan- dık (cop). Ama sayımız yeter- sizdi" diyor. İş çığnndan çıkmışü. Dinci gruplar, Pir Sultan Ab- dal Kültür Derneğj'nce yaptın- lan anıtın sökülmesini istiyor- du. Belediye Başkanı Karamol- laoğlu. bu isteğe uygun olırak görevlilere anıü sökmeleri için çekici getirilmesi buyrugunu veriyordu. Başkan sonradan bu buyrugu Vali Karabilgin'in verdiğini söyleyecekti. Başkan doğruyu söylemişti. Etkinlikle- rin ertelenmesi ve anıtın sökül- mesi ödününü Vali Karabilgjn vermişti. Ama, valiye bu yönde telkinde bulunan iki kişiden biri başkan, öbürü ise emniyet mü- dürüydü. Kim bilir, belki de bu ilk ödünler verilmeseydi olaylar bu boyuta gelmeyecekti. Ozan anıtımn peşinde "Şeriat isteriz" diye çığbklar atan grup, yazar ve sanatçılann kaldığı otele yönelmişti. Otele giderken önce cadde üzerindeki Atatürk anıtına saldırmışlardı. Ellerin- deki sopa ve kazmalarla bu anı- ta zarar veremeyen grup, etkin- likler dolayısıyla konulan çe- lenkleri parçalamışlar ve Kongre binasırun önündeki Atatürk büstüne yönelmişlerdi. Bunun üzerine güvenlik güçleri büstü kaidesinden sökerek gü- venli bir yere kaldırrruşlar. Çığnndan çıkan saldırganlar Madımak Oteli'ne dayanmıştı. Kısa bir sürede otuz yedi de- ğerli ve güzel insan, yanarak ya da dumandan boğularak can veriyordu. Vali Ahmet Kara- bilgin'in göreve başlamasıyla peşpeşe gerçekleştirilen Ata- türkçü etkinliklerin artması tepki görmûştü. Vali Karabil- gin göreve başladıktan sonra Kongre Müzesi'ni kurmuş, 4 Eylül 1992'de üç-dört yıldır kutlanmayan Sıvas Kongresi'- nin ve 27 Haziran 1993'te Ata- türk'ün Sıvas'a gelişinin yıldö- nümünün. ilk kez görkemli törenlerle kutlanmasını sağla- mışü. Eskiden sadece sağalann ve aşın dincilerin kullanımma verilen Kültür Merkezi'ni iste- yen her gruba vermişti Arük Kültür Merkezi'ne Aleviler de rahathkla giriyor. tiyatro oyun- lan geliyor, sazlı-sözlü etkinlik- ler düzenleniyordu.Bu yapılan, büyük gövde gösterisinden öte, örgütlü bir büyük prova izleni- mi veriyordu. Öyle bir prova ki, zamanı geldiğinde yapılacak o büyük eyleme "cihad'a hazırhk- tı sanki gerçekleştirilen eylem- ler, can kınmlan... BKtl Oteüakvler sardı, bvdyakıyorlar HtDAYFTKARAKUŞ Bir köşe oda vardı. Oradan kapıyı aralayarak caddeyi görebiliyorduk. Bir bakışımda bir askeri birliğin koşar adım geldiğini gördüm. Tüfeklerini çapraz tutmuşlardı. Kurtuluş umudum artta. Aşagı indiğirnde Aziz Nesin'in yanına uğradım. O sırada metalik çarpma sesleri geliyordu. Aziz Ağabey: - Bu gürültüler ne, diye sordu. Ben düşgücümü çalışürdım: - Sanıyorum saldırganlara karşı polis direniyor. Yeni takviye birüği geldi, dedim. - Gercekten geldi mi, dedi. - Biraz önce gördüm ağabey, dedim. - Ama bu sesler ne? - Galiba polis kalkanlanna çarpan sopalann, taşlannsesi... Nereden cıkanyordum bütün bunlan? öyle olması gerekiyor diye düşünüyordum. Ma- dem bir saldın vardı, madem birileri kan dökmeye, can almaya karar vennişti, öyleyse polis yurttaşın can güvenliğini sağlamak için müdahale ediyordu. Biz şairler akıllanmayız. Hep düşlerimiz gerçeğin önünde gjder. Meğer, benim polis kalkaru sandığım metal sesi- nin kaynağı otelin alüminyum kasalannın sesleriy- miş. Ertesi gün otele eşyalanmızı almaya gittiği- mizde, kınlan, yamulan, parçalanan ka^alan, çerçeveleri görünce güldüm. Aayla, iğrenerek, uta- narak... Aziz Ağabey, İnönü'yle konuştuğunu, valiyle görüştüğünü söyledi. Hepsi, "Bekleyin, takviye is- tendi, yerinizden aynlmaym" diyorlardı. Oysa saat 13.30'dan taşh sopalı saldınnın başla- dığı saat 14.00'e kadar otel boşalülabilirdi. Dahası onlann yürüyüşe geçtikleri an oteli boşaltmak mümkündü. Bizler böyle bir saldınyı düşümüzde görsek inanmazdık. Bu yüzden bir öngörümûz yoktu. Ya güvenlik güçleri? Yavali? Ya hükümet yetkilileri? İçişleri Bakaru? Ya Baş- bakan yardıraası İnönü? Ya Başbakan neredeydi- ler? Bir ayaklanma değil miydi bu? Bu üîkede yaşayan herhangi bir yurttaşın düşün- celerini açıklama özgürlüğünü kullanması için sa- vaşlar rru vermek gerekiyordu? Aziz Ağabeyi cîdasında bırakıp çıküğımda Ay- doğan'ın fenalaştığını gördüm. - Ne oldu Aydoğan? Neyin var? - Bilmiyorum ağabey, galiba tansiyonum düştü. Kalbimde de bir çarpmü var. Ellerini tuttum. - Korkma Aydoğan, burdayız, merak eime. - Elimitut ağabey... Ellerini tuttum. Melahat, alnını ovuşturuyordu eşinin. tclal konuşuyor, sakinleştirmeye, güven vermeye çalışıyordu. Bir arkadaş, aramızda doktor yok mu diye sor- du? Behçet geldi aklımıza. Aşağıya seslendik. Metin Alüok duydu. - Metin, Behçet orada mı? Aydoğan fenalaşü, bir baksın. Behçet geldi. Başma çömeldi Aydoğan'ın. Yu- muşak sesiyle konuştu. Ellerini, bileklerini ovdu. Sonra aynldı. Behcet'i son görüşüm oldu bu. So- nuna değin güler yüzlü, sonuna değin metin durdu, biliyor. Zaten, bekleyenlerde müthiş bir sabırlılık vardı. Behçet de şiiri gibi sakin. ince, aydınhku. Ne yazık ki karanlık güçlerin canavarlıklanna kurban gitti. Şimdi düşünüyorum da arka bahçeye bağlanmış kurbanlıklar gibiydik merdivenlerde beklerken he- pimiz. Çaresizlik elimizi kolumuzu bağlıyordu. Herkes daha çok kendi katındaydı. Ali Yüce'yi, Asım Beârci'yi görüyordum ama Lütfi Kaleli, ka- ündan hiç inmiyor muydu? Metin Altıok. Behçet Aysan saldınyı ilk karşıla- yan olmaktan çok. gelismeleri ucundan kıyısından izleyebilmek için merdiven başında gençlerin geri- sfnde duruyorlardı. Otel görevlilerinden ikisi -Ke- nan'dı biri, ötekinin adını bilmiyorum- bize yar- dıma oluyorlardı. Ancak yangın çıkjşının anahta- nnı sordum. - Bilmıyoruz, dediler. Gercekten bilmiyorlar mıydı acaba? Neden bil- miyorlardı? Sonunda bu çocuklann da öldüğünü üzülerek öğrenecektik. Gittikçe artan taş yağmuru dinmezken saatler hızla ilerüyor, odalardan gelecek cam sesleri büyük bir sessizlikle bekleniyordu. Saat 19.30'u gösterirken elektrikler kesildi. Aşa- ğıdan gaz kokukn gelmeye başladı. Barut kokusu- na benzer bir kokuydu ilk burnuma calan. Sonra yanık kokulan sardı ortalığı. istemediler. Kanm çok öfkelendi. Ali Yüce^nin eşi Nimet Hanım: - Yavrum siz Müslüman değil misiniz, insan de- ğil misiniz, diye söylendi. O sırada pencerelerin bi- rinde bizimle sonuna değin birlikte olan güvenlik görevlisi arkada^ımızı gördük. İçeriden yoğun bir duman geliyordu o anda. Pohs arkadaşla birlikte kırkbeş yaşİannda bir bey, militanlan çektiler pen- cereden. Sonradan partiden çücardıklannı, yan binadan çıkardıklannı öğrendik. Bizi içeri buyur ettiler. Kanm bu kez inmek, oraya girmek istemedi. Yeni bir komployla mı karşı karşıyaydık acaba? - Buyurun kardeş, güvenin bize, diyordu kırk- beşlikbe>. - Sizin elinizde ölmektense dumanda boğulmayı yeğlerim, diye çıkışü kanm. Ben adamın yüzünde- ki içtenliği anlamaya çabşıyordum. BÖYLE SEYRETTtLER- Madunak Oteli'in kapısma dökülen benziııle başlayan yangın her yanı sardı. Oışarıda bekleyenler 'Kafirler yanıyor... tşte cehennem ateşi...' diye bağırıyor. Zerrin Taşpınar: - Yakıyorlar bizi, dedi. Bir ses, aşağıya yürüyün, ön kapıdan çıkahm, dedi. Hepımiz ayaklanmış. merdivenlere saldırmıştık. Biz daha önceden Aydoğan, eşi, ben, İclal birlik- te yürümeye, birbirimizden aynknamaya karar vermiş,tik. Karanhk, merdivenlerde düzgün yürü- meyi engelliyordu. Aşağı inerken yüzümüze büyük bir sıcakhk çarptı. - Yukan cıkın, dedi bir başka ses. Bu kez kalabalık yukanya yöneldi. Ancak ben başından ben birçok arkadaşın da gördüğü gibi ar- ka odalann ışıklığa bakan pencerelerini daha gü- venli buluyordum. - Arka odalara yürüyün, kapılan kınn, diye ba- ğırdım. Kalabalık arka odalara yürüdü. Camlar kınldı. Özellikle 109 numarah oda küçük bir ışıklığa açıh- yordu. İki bina arasında üçgenimsi# biçimsiz bir ışıklığa. İlk çıkan arkadaşlanmızı, karşı binarun arka pencerelerinde iki Büyük Birlik Partisi militanı karşıladı. Arkadaşlanmıza ellerinde sopalarla sal- dırmaya hazır bekleyerek: - Orospular, geldiğinız yere dönün, yanın, gebe- rin. türünden sözlerle karşı durdular, içeri almak - Ben güveniyorum, dedim, kanmı ittim. Peşin- den de ben indim üçgenimsi ışıklıktan balkonumsu boşluğa. Başka çaremiz de yoktu. Tank'ın askerleri gibiy- dik o sırada. Önümüz saldırmaya hazır iki militanın bulun- duğu bir parti binaa, arkamız ateşti. Aklımız, geride kalan arkadaşlardaydı. Kimileri militanlann direnmesi sonucu geri dönüp merdi- venlere yürümüş. üst katlara çıkmış olmahlar son- radan edindiğimiz izlenime göre. Elimiz yüzümüz is içindeydi. Büyük Birlik Par- üsi'ndekiler bizi kurtanrken kendileri için de kor- kuyorlardı. Çünkü orası da saldırganlarca bilinirse kötü olurdu. Dışan çıkınca yangmdan kurtuldu- ğumuz anlaşılmasın diye elimizi yüzümüzü yıka- mamızı istediler. Biz de can atıyorduk korku saat- lerinden sonra suya kavuşmak için. Yine bir önlem olarak, kadınlan sokaktan görünmeyecek biçimde arka taraftaki mutfağa aldılar. Çünkü partilerinde hiç kadın yoktu anlaşılan. Varsa da gece bulun- mazdı. Biz on-on beş dakika kadar olmamıştı ki oraya geçeli, dışardan peşpeşe silah sesleri geldi. Otoma- tik silahlarla bir yerlere ateş edildi. Çığlıklar, gürül- tüteT sürüyordu. Meğer, güvenlik güçlerinden yaralananlar oldu- ğu için silahlar patlamış. Bu atılan silahlar bile bi- zim kurtulmamız için değüdil.r Bir servis otobüsüyle Sıvas Emniyet Müdür- lüğü'ne götüriildüğümüzde kurtanldığımıza, kur- tulduğumuza inanabildik. Orada kaldığımız >irmi saat boyunca geride ka- lan arkadaşlanmızı merak ettik. Kimse bir şey bil- miyordu. Televizyondan çelişik haberler gehyor, yeterli bilgi ulaşmıyordu bize. Sabaha değin belirsizlikler icinde koridorlarla gezindik. Bir odada sandalyeler üzerinde uyuduk. Biüşik odadaki bıraz daha rahat olan kanepe üze- rinde, koltuk minderleri üzerinde kestirdik. Ancak hiç yorgunluk duymadık. Şaşılacak şey, yorgunlu- ğumuz aklımıza bile gelmedi. Yangının içinden çıkınca orası bizim için büyük bir lükstü. AU Balkız, Arif Sağ, Battal Pehlivan, Demet Işık, Zerrin Taşpınar. Ali Yüce, Ali Rıza Koçyiğit. Ali Doğan, Haydar Ünal, Ayben Kop, Murtaza Demir. Cem Cilasun... Gencecik Murat, Erkan... Yirmi saatlik birlikteliğin. dostluğun, aynı aayı, cehennem saatlenni paylaşmanın yakınbğıyla sa- nldık birbirimize. 3 Temmuz 1993 Cumartesi günü saat'l 1.00 sıra- lannda bizi ziyarete gelen Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü'ye, yarundaki bakanlara, Genelkur- may Başkanı'na ve kuvvet komutanlanna, kurtu- lan 31 kişi adına bir bildiri okudum. Bunda özetle: 1- Otel taşlanırken, yakılırken 7 saat devleti bek- lediğimizı, 2- Televizyonlarda verilen demeçlerin yanıltıcı, olaylan saptına olduğunu. Başbakan'ın, İçişleri Bakanı'nın ölenlerle, yaralananlarla, bizlerle alay edercesine konuştuklannı, 3- Şeriatın kapıya dayandığmı. bilimsel düşünce- nin, cağdaş yaşamm sonunun yabn olduğunu vur- gulayarak, tez elden bütün olanaklann kullanıhp laik cumhuriyetin kurtarılması gerektiğini, 4- Demokrasilerin kendilerini koruyacak yasala- n ortadan kaldırmamalannı, bu yüzden kendine yönelik tehditlere karşı gerekli önlemlerin alınma- sını, 5- Şeriata ve çağdışı düzen özlemcilerine karşı gerekli kararlıbkla >-ürünmezse sonumuzun iyi oî- madığını açıklamaya çalıştım. Heyecanlıydım. Yorgundum. Sinirliydim. An- cak doğru şeyler söylediğime inanıyorum. Gerçek- lerin insanı sarsan yanını vurgulamak istedim. Bunu ölen arkadaşlanmız için istedim. Bunu gelecekte daha özgür. banş icinde bir ülke- de yaşamak özlemiyle istedim. Çocuklanmızın. karanlık güçlerin küflü özlem- leriyle dolu biryaşam biçimine mahkum edilme- meleri için istedim. Bunu ülkemi, insanlannı sevdiğim için istedim. Bizi saat 16.30'da havaalanına götürdüler. Kır- lar yine yemyeşildi. Sıvas da uzaktan güzel görünü- yordu. Biraz önce otelden eşyalanmızı almaya git- tiğimizde, insanhğın bu denli barbar, bağnaz. inanç körlüğüyle sakatlanmış kişilerden nasıl kurtulaca- ğını düşündüm. Otel merdivenlerinin pirinçleri ateşten eğrilmiş, trabzanlar yanmış, mermerler patlamış, basamak- lara yığılmısü. Odalar. isü duvarlanyla ürküntü veriyordu. Işte şurada uzanmıştım sırtüstü: Yan- mış. Şurada Asım Ağabey'le konuşmuştuk: İkisi de yanmışlar. Şurada Beriçet'le Aydoğan'ı sakin- leştirmeye çalışmışük: Birisi boğuldu, birisi yaralı. Şurada... Şurada... Şurada da Aziz Nesin'in çan- talannı bulduk!.. Çantalardan birinin icinde son yapıünın dosyası vardı: Onursal Doktor Olmama- nınOnuru... Uçak gökte süzülürken, aanın derinlere sızan kanına karşın biüncin kabuğu sanlmaya başlamışü içimde. Bundan sonra ne yapmahydı aydınlar. de- mokratlar, ülkenin esenÛğıni isteyenler, laikler, çağdaş yaşamı özleyenler ne yapmahydı? Ovalar, yamaçlar, dağlar dalgalanıyordu aşağı- larda: Her birinde bir dostun yüzü... Blttl ANKARANOTLAKI MUSTATA EKMEKÇt Ölûmden Dönenin Anlatüklan...(1) Cafer Aydın, eşi Lütfiye Aydın'la birlikte, Sıvas'taki yangından nasıl kurtulduklarını anlattıktan sonra şöyle dedi: - Mustafa Bey, ben yazacaktım bunları, ne olacak şim- di? Gülüştük. ÇGD Genel Yazmanı Metin Aksoy'la birlik- te, Gülhane sayrıevine gidip. "Yanık Mer/cezı"ndeyatan öykü yazarı Lütfiye Aydın'la eşi savunman Cafer Aydın'- la görüşmüştük. Yanmaktan nasıl kurtulduklarını merak ediyordum. Saynevinde de camdan, işaretlerle konusa- biliyorduk. En iyisi telefonla konuşmaktı. Cafer Aydın, jandarma yüzbaşısı iken ordudan ayrılmış, özel olarak hukuk fakültesini bitirmiş, savunmanlığa başlamış. Lüt- fiye Aydın'ın yayımlanmış üç öykü kitabı var: "Ikili Yat- nızlık", "Cemre", "Sengin Semai Bir Ölüm.'' Ayrıca, radyoya izlenceler hazırlıyor. - Cafer Bey, olaylar nasıl başladı Sıvas'ta? - Sabahleyin (o kanlı cumada) kitap imza standları açılmıştı Büruciye Medresesi'nde. Asım Bey'in (Bezirci) girişin tam karşısında standı vardı. Girişte solda da Aziz Nesin'inki vardı; onu biraz köşeye almışlar, dahagüven- li olsun diye. Sonra öbür arkadaşların masalarını yer- leştirmişler. Kitap imzaları pek iyi gecmedi. Asım Be- zirci'ye gidiyorlar gençler, fotoğraf çektiriyorlardı... - Saat kaço sırada? - Sabahleyin 10.00'da açıldı, öğleye doğru biz kalktık oradan. Hatta iki tane de gazete aldık yanımıza, "yerel basın ne diyor" diye. Biri "Hâkimiyet", biri daha yobaz bir gazete. Hâkimiyet sanki daha gerçekçi gibi, bilemi- yorum. Hanımın çantasında kaldı gazeteler! Birinde "Pir Sultan Abdal kimdir?" diye bir yazı dizisi vardı;' Devlete başkaldırmış, Şah Tahmasp 'tan yana ol- muştur..." diyordu. Sonra, "Müslüman mahallesinde salyangoz sattılar" falan vardı. Biz, Büruciye Medre- sesi'nden çıktıktan sonra Aziz Nesin'e bir saldın olmuş diyorlar, polis almış götürmüş saldırganı, biz görmedik. Daha sonra Cumhuriyet lokantasına gittik, orada ye- meklerimizi yedik, hanımla birlikte çıktık. Cuma namazı da bitmiş demek ki; hükümet konagına jpıkan yolda, bi- raz şöyle 400-500 metre uzaklıkta bir cami var, eski bir cami. Büyük camilerden biri o olsa gerek. Siz Sıvas'ı bi- liyor musunuz? - Hayır. - O camiden çıkan bir grup, tahminen 100-150 kişi, "fe/crj/r"getiriyorlardı, "MüslümanTürkiye"diyebağırı- yorlardı. "Sıvas Aziz'e mezar olacak!" diye bağırışıyor- lardı. Biz lokantadan çıkar çıkmaz onlarla karşılaşınca Lütfiye Aydın'a dedimki, "Lütfiye Hanım, biz bu otele git- meyelim. Onlar şimdi 'Aziz Nesin' tilan diye oraya gider- ler, Sıvas Aziz'e mezar olacak 1 diye bağırıyorlar, biz biraz dolaşalım. Bunlar, yukarı doğru çıkarlar. Biraz or- talık sakinleşstn, çok kalab3İık da değiller çünkü. Sonra gideriz..." Çevreyrfilan dolaştık. Yazma mazma baktı hanım, "Masa örtüsü filanalayım"diye. - Evet, sonra? * - Biz otele girdik, onlar da yukarı doğru çıkmışlar, gös- tericigrubu. "Valiistifa "filan diye bağırıyorlar. Hükümet konagına, oradan Kültür Sarayı'na gitmişler, biz bilemi- yoruz onl^rı. Dönüşte daha kalabalık olarak geldiler. .Saat 14.00'te Arif Sağ'ın dinletisi vardı ona gideceğiz. Arif Sağ da geldi bu^arada, sazını akort ediyor. söyleşi- yor. Dışarıda kalabalık daha bir büyümüş, 4-5 bin kişi ol- muşlar. Gösterilere devam ediyorlardı. Biz Asım Be- zirci'y'e satranç oynamak istedik. Asım Bezirci: - Gel bir satranç oynayalım, vakit geçirmiş oluruz de- di. Biz de biliyoruz ki, güvenlik kuvvetleri onları dağıta- caklar! Saat 14.00'te konser başlayacak, bir konser vardı, bir de Büruciye Medresesi'nde gençlerin bir gös- terisi vardı sanıyorum, ikisinden birini tercih edecektik. Saldırılar artınca, Asım Bezirci: - Biz bu satrancı bırakalım, bunlar azıttılar. Birkaç kişi bir komite oluşturarak, bir bildiri hazırlayalım. İnönü'ye falan yazalım! dedi. - Peki, dedim; bıraktık satrancı, kalktı gitti onlar. Saldı- rılar, bağırtılar, şeriat istekleri daha kuvvetli çıkmaya başlayınca, bize "Lobide kalmayın" dediler, odalarımı- za çıktık. Zerrin Taşpınar, ben, Lütfiye Aydın, bir arkadaş daha vardı, konuşuyor, tartışıyorduk; "Neden böyle olu- yor" diye. Bu arada, camlara da taşlama başlayınca biz odaları terkettik. Koridorlara çıktık. Sürekli sloganlar, gi- derek büyüdü. Bu arada, belediye başkanının olduğunu tahmin ettiğimiz bir ses hoparlörden, şöyle bağırıyordu: - Etkinlikler yasaklanmıştır, yasaklatacağız. Bundan sonra, böyle etkinlik burada olmayacak. Heykeli de sök- türüp getireceğim. Siz endişe etmeyin. 12 Eylül'de buna benzer şeyler oldu, işkence gördük... Kulağımıza gelen sesler bunlardı. Korkarak filan da olsa, kapılan açıp arada dinliyorduk. Burada, "Pir Sul- tan Heykeii" diyor gazeteler, yanlış değerlendiriyorlar. "Ozanlar anıtı" olarak hazırlanmış o, sırf Pir Sultan anıtj • değil. Sıvas'ta çok ozan olduğu için hem ozanları, hem Kangal köpeğini simgelesin diye yapmışlar o anıtı. Işte onu sökmüşler, getirmişler. O gelmiş olmalı ki, sevinç çığlıkları yükseldi alandan... (Gerici dâzlakların çığlıkla- n, insan eti yiyen yamyanların tamtamlarına, çığlıklan- na nasıl da benziyor!) * BULMACA SOLDANSAĞA: 1 2 3 4 5 1/ Hasan Hüseyin'in bir şiir kitabı... Deney ve ta- nıtl^malara dayanan bı- limlerin genel ' adı. 2/ Yiyeceği ortaklaşa sağla- nan toplantı. 3/ Yassı gümüş külçesi... Çin ve Japonya'da oynanan bir çeşit satranç. 4/ Eski Mı- sırlılann kutsal saydığı öküz... Güreşte bir oyun. 5/ Olumsuzluk belirten bir önek... Yollann kap- lanmasında kullanılan madde. 6/ XX. yuzyıl başlannda kullanılan bir zırhlı üpi. 7/ Aşıbo- yası... Damarh ve yan saydam bir taş. 8/ Suda yaşayan tek hücreü bir hayvan... Sıcak ve kuru bir rüzgâr. 9/ "Zannetme ki güldür, ne de lâ- le/ doludur tutma yanarsın/ Karşında şu gülgûn piyale" (Ah- met Haşim)... Toprak üstündeki yüksekb'k. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Virginia Woolf un, sinemaya da aktanlmış bir romam. 2/ Boksta vurulan bir yurnruk çeşidi. 3/ Bir resmi sulandınlmış renklerle boyama ya da gölgeleme biçi- mi... Halk dilinde köy yoluna verilen ad. 4/ İslam inancına göre kıyamet günü bütün ölülerin dirilerek toplanacagı yerin adı... Meslek. 5/ Bir cins tuzlu turta... Züppe.6/ Bakır,nikel veçinko- dan oluşan gümüş görünüşünde bir alaşım. 7/ Bi| nota... Şaka. 8/ Bir şeyin gerçekleşmesini önleyen neden... Saa kurmaya ya- rayan burgu. 9/ Yapısına girdiği sözcüğe "yeni" anlamı katan yabancı önek... Yapma. oluşturma.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear