22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 2KASIM1993SALJ 12 DİZİYAZI „ YUROAGUL ERKOC/Ui Şan zarf açılıp da 'sakıncalılar'ın başmda Erdal înönü'nün geldiği görülünce, genel merkeze bomba düşmüş gibi oldu ama Erdal Bey son derece sakindi: "Parti devam edecektir" dedi ve yerinden yavaşça doğrularak ekledi: "Eh, ben gideyimartık..." r . GenerallerdengelenVeto' Takvimkr 23 haziranı gösteriyor- du. Konur Sokak'taki genel merkez- de parti yöneticileri ve kurucular top- lanmıştı. O günleri anlatırken odada bulunarüann biri, ortamı "Gerginlik ete kemiğe bûrünmûş, gelip aramıza oturmuştu o gün" diye tanımlaya- cakü. San zarfi Genel Sekreter Ahmet Durukoğlu acıyordu... Bır anda odaya bomba düşüyordu adeta... Zarf elden ele dolaşıyor, şöyle bir göz atan, yanındakine veriyordu... Çoğunluk sessizdi. Günlerdir kim- lerin veto edileceğine ilişkin dediko- dular kulaktan kulağa yayılıyordu. Nihayet tebligat yapıbnış, beklenen san zarf gelmişti. İnönü başta olmak üzere 21 kişi veto edilmişti. özellikle.İnönü'nün veto ediimesi şok etkisi yapıyordu kurucular ara- sında. Veto edilenler, yaşadı- klan hayal kınklığının yanı sıra generaller tarafından veto edil- menin onurunu yaşarken, veto edilmeyenlenn yüzünde "suçlu- luk duygusu" okunuyordu. Veto edilmek ya da edilmemek o günlerde bir "siyasi onur" me- selesiydi. Nihayet şaşkınlık, ye- rini meraka bırabyordu: "Şim- di ne olacak?" hip çıkarken, onu korurken yine de- mokratık sûreçlerle korumak olarak kendini gösterdi. Yani bir ihtilal ya- palım. Gayrimeşru işlere girelim. O şekilde demokrasiyi koruyaüm diye bir şey aklımdan geçmedi. O zamanki düşüncem buydu. Bir taraftan de- mokrasiyi kuracağımızı söylüyor- duk, bir yandan da askeri rejimi karşımıza almamaya dikkat ediyor- duk. Karşımıza alırsak demokrasinin yerleşmesi daha gecıkir diye düşünü- yorduk. HaUan iradesınin eninde so- nunda ortaya çıkacağıru ve tam bir demokrasıye geçebileceğimize inanı- yorduk. Önun için bunu yapmakJa onlar yanlış bir şey yapıyorlardı. Bu ileride düzelecektir, ama şimdi bunu niye yapünız diye bunlarla kavga et- menin anlamı yok. Bugünkü yetkiler içınde bunu yapıyorlar, ama bunun yanbşlığı ortaya çıkacaktır. Do- layısıyla fazla etki yapmadı bende. Herhangi bir biçimde benim kişiliği- koyuyordu. Genel Başkanlığa veda kurultayında, Karayalçın'ın karşjsı- nda adayhğmı koyan Aydın Güven Gürkan kürsüden, "Sabretmesini öğ- rettiniz bana Sayın Genel Başkanım" diyerek teşekkür edecekti kendisine yıÜar sonra. Gerçekten de 10 yıl için- de bir gün bile telaşlandığını, sinirlen- diğini, hoşuna gjtmeyen gebşmeler karşısında bıle duygulannı belli ettigi- ni gören olmamıştı. Danışmanlanndan Fikret Üniû, genel başkanım anlatırken "Mantık her zaman duygudan önde gelir İnö- nü için. Bunu verdi bize" diyordu. Her türlü gelişmeyi, yûzünden eksik etmediği bir gülümsemeyle karşı- lamıştı. On yıl içinde yakın çeyresi ve gazeteciler yalnızca bir kez sinirlendi- ğine tanık olmuşlardı. Dönemin Baş- bakanı Turgut Ozal'ın torunu Turgut yeni dünyaya gelmişti. Turgut özal bir gün tnönü'yü yanıtlarken gazete- cilere "O gitsin, bunlan Küçük Tur- gerekiyordu. O gün Başbakanbk'tan çıkarken yağmur yağıyordu. Daha doğnısu serpeliyordu. Bir arka- daşunızın bana şemsiye tutuğunu far- kettim. Ben de ktzdun. şemsiyeyi ittim. tki daltikahl \ol, ora\a gidene kadar şemsiyeye gerek yok. Zaten öyie şakır şakır yağmıyordu. Ama öyle görünum hiç boş değfl. Birisi yürüyor, başka biri de ona şemsiye tutuyor. Bu da eskiden kalan bir anlaytş. Onun için ittim. Hat- ta sonradan oradaki gazetecüer "Bu- gün çok sinirÜsiniz" diye yorum yaptı- lar. Böyle şeyier oluyor taİ>ü. Beiirli bir yaklaşmu, abşdmış bir yaklaşmıı de- ğiştirmek için çauşırken Şapma" de- mek yetmiyor. Nezaketen yapma dedi- ğjniz sanüıyor. Onun için çok da sert söylemek, çüuşmak gerekiyor. öyle şeyler yaptiğım oldu..." Veto olayından sonra süratle yeni kurucular bulunuyordu. İnönü de bu sırada kendisiyle görüşenlere, partiyle ilişkilerin sürdürülmesi gerektiğıni Babasının oğlu Olayı en soğukkanlı karşıla- yan tnönü'ydü belki de. Niha- yet sessizliği bozuyor ve "Parti devam edecek" dıyordu. Kısa bir süre sonra da partililerin şaşkın bakışlan arasında "Hadi ben gideyim aruk" diyor ve kapıya yöneliyordu. Odayı dolduraruar da peşinden aşağı- ya iniyor, İnönü'yü arabasına bindirip yolcu ettikten sonra, bundan böyle ne yapılacağını tarOşmaya başlıyorİardı. San zarflar her partide şaşkınlık ve öfke yaratmıştı, ama ŞODEP'e gelen veto en önemüsiydi. O ana dek kurulan partiler arasında genel başkam veto edilen tek partiydi. Veto edilen genel başkan da, generallerin korumaya calıştığı Türkiye Cumhuriyeti'nin kuru- culanndan tsmet Paşa'nın oğ- luydu... Bu garip çelişkı, şaşkınlık, kızguıbk ve giderek is- yan duygulan yaratıyordu par- tililerde... Darbenın başkanı Kenan Ev- ren bu çelişik durumun nedenini yakın çevresine şöyle açıklryor- du:"Babası hepimizin komu- tanıdır. Cumhuriyetin kurulu- şunda büyük katkısı vardır. Ama aşın solcular tnönü so- yadını kullanarak Erdal Bey'i paravan olarak kullanıyorlar." SODEP'in yalnız genel baş- kanı değil, 21 kurucusundan 21'i veto edilmişti. Veto karan tebliğ edildikten bir gün sonra veto edilmeyenler toplandı ve Cezmi Kartay'ı genel başkanb- ğa seçerek "devam" karan aldı. Veto olayından bir kaç gün son- ra İnönü, İstanbul'a dönüyor- du. Veto edilmeyenler ise kısa bir süre sonra önce ikili-üçlü, sonra daha kalabalık gruplar halinde toplanıp "devam" ka- ran aüyordu. Veto edilenler bü- yük bır haksızbğa uğramışhk duygusu içindeydı. O günlerde veto edilen kurucular arasında bulunan Korel Göymen şöyle anlatıyor yaşadıklan duygulan ve devam karannı: Kurakız oyunun kurallan "Oyunun kurallan demokra- tik ohnayan bir biçimde ortaya kon- muştu. Siyasal faaliyete yeniden mü- saade edilme karan da demokratik olmayan bir biçimde ve ortamda abnmışti" Bunun ezikliğmin sıkıntı- sını zaten hissediyorduk. Ama oyu- nun kurallannı yeniden tanımladı- ktan sonra son derece haksız, son de- rece geçersiz ve sudan nedenlerle baş- ta tnönü olmak üzere veto edilmemizi hiçbirimiz ıçimize sindiremedik. Bunu hem bir kişisel onur meselesi yaptık hem de Türkiye'nin yeniden demokratik sisteme gecmesinde çok ciddi bir eksiklik, çok yanlış bir mü- dahale, bana göre olumsuz sonuçlan günümüze kadar uzanan haksız bir müdahale olarak niteledik..." Devletle karşı karşıya tnönü, hayatında ilk kez devletle karşı karşıya kalıyordu veto olayıyla. O anda neler hissetmişti: "Yanlış olduğunu bib'yordum. Ge- çerü bir hareket değildi. Her zaman benim yaklaşımım, demokrasiye sa- T^K. urrı ümpartilerde bir san zarf öfkesi egemendi ama, SODEP için bunun anlamı çok farklıydı. Çünkü, o ana dek genel başkanı veto yiyen ilk ve tek parti durumundaydı sosyal demokratlar. Herkesin kafasında aynı soru vardı: "Şimdi ne olacak?" B.'irlider veto edilebilirdi o günün koşullan içinde ama bu kez veto edilenin soyadı İnönü'ydü... Darbenin başı Kenan Evren'e göre, Cumhuriyet'in kurucu önderlerinden İsmet İnönü'nün oğlunun veto ediimesi 'doğal'dı. Çünkü "aşın solcular, İsmet Paşa'nın soyadını kullanarak oğlu Erdal Inönü'yü paravan olarak kullanmaktadırlar." Errdal İnönü, veto sonrası 'hissettiklerini' şöyle dile getiriyor: "Bir darbeyapalımda demokrasiyi koruyalım düşüncesi benim aklımın ucundan bile geçmedi. Ama, bir yandan askerleri karşımıza almamak, bir yandan da demokrasiyi kurmak zorundaydık. Eğer askerleri karşımıza alırsak, demokrasinin gecikeceğini düşünüyor ve halkın sağ- duyusunun sonunda galip geleceğine inanıyorduk." Kenan Evren, tnÖDÜ'nün paravan olarak kullanıldığına inana dursun vetohı 'göl- ge' genel başkan, siyasi kararlan halka mal etmenin yoilannı anyordu. min örselendiğini filan düşümnedim. öyle düşünenler oldu. Bu arada çok saygıdeger insanlar veto edildi. Ve onlar çok üzüldükr. Veto edilmek 'sen siyaset yapamazsın, sen memle- kete, siyasete hizmet edemezsin, de- mek senin bir kusurun var' anlamma geldiği için insanlar çok üzüldüler. Atatürk'ün yaverlerinden çok değerli bir arkadaşınıız vardı kurucular arasında. O çok üzüldü. 'Ben bütün hayaümı Atatürk'ün yarunda en ileri meykilerde en iyi hizmetfer vermekle geçirdim. Beni veto etmek nasıl bir şey' diye çok üzüldü. Tabii üzülecek bir şey yoktu. Bir oyundu. Siyasi bir oyundu, ama neticesiz bir oyundu. Si- yaset hayatımıza geürdiği kanşıklı- klar devam etti, ama gene eninde so- nunda gerçek demokrasi kuruluyor. Kuruldu ve ekaklikleri düzeltilerek kurulmaya devam edilecek." Veto olayını başmdan beri en so- ğukkanlı karşılayan İnönü'ydü. Daha sonra on yıl Türk politika ha- yatımn tanık olacağı sabır ve soğuk- kanlığını ilk kez veto olayıyla ortaya gut'a anlatsın" diyordu. Bu sözler Inönü'yü çileden çücartıyor, Meclis'- teki odasından çıkarken "Bu konuda ne diyorsunuz?" diye soran gazeteci- lere yanın, "Bunu gidin erbabına so- run, bana sormaym" oluyordu. söylüyordu. 24 ağustosta seçimlere katılabilecek partiler belli oluyordu. MDP, ANAP ve HP seçimlere girebi- liyor, BTP'nin kapatılmasından son- ra kurulan Doğru Yol Partisi ile SO- DEP ve Refah Partisi ise 6 Kasım se- Demirel de yıllar sonra, ortağı İnö- çimlerine giremiyordu. Seçimler so- nü'nün bu özelh'ğini çevresindekilere şöyle anlatacaktı: nunda Meclis Aritmetiği ANAP 211, HP 117, MDP 71 olarak biçirnlenince "Benim konuşma üslubumu bili- Turgut özal başkanlığındaki ANAP, yorsunuz, jestlerimle mimiklerimle hükümeti kuruyordu. Türkiye Cum- belli ederim. Ama tnönü hiç belli et- mıyor, ne düşündüğünü en akılü olanlar bile bir hafta sonra anlarlar ne demek istediğini." Genel Başkanlık koltuğundan kalkmadan bir iki ay önce İnönü'ye, televizyon ekranlanna gelen bir gö- rüntüsünü hatırlanyoruz... Başba- kanlıktan çıkarken, kendisine şemsi- ye tutan bir görevlinin elinden sertçe, şemsiyeyi çekişinin nedenini soruyo- ruz. Inönü'yü "kibar, saygılı" kişili- ğiyle taruyan milyonlan şaşırtan bu davranışının nedenini soruyoruz: "Genellikk yaptığmı anlaşdamrvor, bunun için zaman zaman sert söylemek huriyeti'nin 45. hükümeti 24 Aralık 1983'te Meclis'ten güvenoyu abyor- du. tnönü, veto edildikten sonra za- manımn önemli bir bölümünü tstan- bul'da geçiriyor, ama Ankara'ya sık sık gelerek parti çalışmalannı izliyor- du. SODEP Genel Başkam Cezmi Kartay'dan bilgi abyordu. Yasak- lann kalkmasıyla, henüz 1983 ta- mamlanmadan Kartay genel baş- kanlık koltuğunu Erdal İnönü'ye devrediyordu. Kartay'm anlatığına göre çok da kolay olmuyordu tnönü'yü SODEP'- in genel başkanlık koltuğuna oturt- mak. Kartay'ın "Buyrun koltuğunu- za" ısrarlanna tnönü, "Siz devam edin. Başan gösteriyorsunuz. Ben de size yardıma olurum" yamtmı ve- riyordu. Kartay. son çare İnönü'ye, bir emrivaki yaparak kendisini genel başkanlık koltuğuna oturtacağını, önce MKYK'yı toplayıp istifasuıı ve- receğıni ve kendisini de genel başkan sectireceğini söylüyordu. Israrlar so- nucunda tnönü, SODEP'in başma geçmeyi kabul ediyordu. Yüzde 45'le iktidar olan Turgut özal, 6 Kasım genel seçimlerine katı- lamayan partilerin ilk yerel seçimlere gınnesi için bir yasa önerisı hazırbyor ve 15Ocak 1984'teöneriyi Meclis'ten geçiriyordu. Ve 25 Mart yerel seçimlerinde sos- yal demokrat oylann yüzde 22'si SO- DEP'e, yüzde 8.5'i de HP'ye gidiyor- du. Halkçı Parti yüzde 8.5'le Meclis'te muhalefetken, SODEP yüzde 22 oyu ile Meclis dışı muhalefeti oluştu- ruyordu. İki partinin kurulduğu günden ben süren solda birük tartışması yerel secimlerden sonra yeniden gündeme geliyor- du böylece. Seçimlerde Halkçı Partible- rin, CHP'den tanıdıklan SODEP adaylanna oy verdikleri söylenti- leri dalga dalga yayılıyordu. Demek ki solun yüzde 30 civan- nda oyu vardı. "Tabandan ge- len istekJe gerçekleşen birleşme sonunda öyle bir hava eser ki oylar yüzde 33-35'i bulur" di- yordu birük yardılan. Nitekim secimlerden sonra gerçekleştiri- len SODEP kongresinde birük konusunda genel başkana yetki verilmişti. Bunun üzerine HalkçıPartiyegiden tnönü'ye, Calp'in yamtı "Birlikten ya- nayız, ama henüz kurultaya gjt- medik. Kunıltayı gerçekleştire- üm, sonra görüşeüm" oluyor- du. Halkçı Parti'nin 1985 Mayıs ayında yapılan kurultayında Aydın Güven Gürkan, 'birlik' sloganını öne çıkartıyordu. Aynca Gürkan'm sol söylemi de tabanda kabul görüyor ve iki partiyi, SODEP'le HP'yi birbi- rine daha çok yaklaştınyordu. SODEPveHP'nin sürpriz birteşmesi İnönü'nün en çok eleştirilen bir yönü de, en önemli kararlan örgüte ve yetkib organlara danı- şmadan abnasıydı. Bu karar- lann başında da HP ile birlik ge- üyordu... Halen şu anda parti içinde ya da parti dışmda, hatta şu anda CHP'de bulunan pek çok kişi, iki partinin birleşme sürecinin sağüksız geüştiği dü- şüncesını taşıyor. Nasıl gerçekleşiyordu birük? Aydın Güven Gürkan'm SO- DEP'i ziyaret edeceği haberi ge- üyordu. Ziyarete gazeteciler de pek ilgi göstermiyor, parti yöne- ticilerinin neredeyse tümü gö- rüşmede hazır bulunmayı kabul etmiyordu. HP'nin çiçeği bur- nunda Genel Başkam Gürkan söze giriyor ve "Birleşme gün- deme geldi. Ama nasıl birleşece- ğiz. Aramızda buz dağlan oluş- tu yerel seçimlerde" diyordu. Gürkan'ın önerisi, komısyonlar kurularak birük çabşmalanna başlamaktı. Gürkan sözlerini tamamlar tamamlamaz Erdal Bey sözü abyor, herkesi şaşkına çeviren unlü konuşmasını yapı- yordu: "Yok, yok Sayın Gürkan, ben bu ışin uzamasına karşıyım. Hemen ohnah bu iş. Bunun için düşündüm ve üç altematif geldi aküma. Birincisi HP seçimlerde yüzde 8'lere indi, biz de yüzde 20'lerde kaldık. Küçük bir parti kendini feshetmeü ve diğerine kaül- mah. Bu bir yoldur. Ama biz neden parlamentodaki partiyi kapatahm. Bu doğru bir yol değil. Hem para yardımı abyor hem televizyona çıkıbyor hem milletvekilleri var. Bu oünaz diye düşünüyonım. Belki ikin- ci bir altematif olarak her iki parti de kendini kapatmah, ortak koşullarda yeni bir parti kurulmalı. Bunu da doğru bulmuyorum. İki parti birleşe- cekse niye kapansınlar. Tabü bence en doğrusu SODEP'in kendini feshe- derek Halkçı Partı'ye katılması. Bu- rada da en büyük sorun liderük soru- nudur. Ben de size onu bırakıyorum" Bu açıklamadan sonra başta Aydın Güven Gürkan olmak üzere odada buhınanlar şok geçiriyorlardı. Ga- zeteciler bu beklenmedik teklif karşısında şaşkınlıktan fotoğraf çek- meyi bile unutuyorlardı. İnönü sürp- riz yapmışü. ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Ö. Asım Aksoy'un Gözleri 19 Eylül Pazar günkü "Ankara Notlan"nda çıktı; telefon- da konuşurken ömer Asım Aksoy'a sormuştum: - Efendim, şimdi sağlık durumunuz nasıl? - Sağlık durumum şu: İki ay içerisinde iki ameliyat geçir- dim. Idrar çıkmıyordu, idrar çıkıyor şimdi. Ondan sonra apselerim vardı, gerçi şimdi bunlar geçti. Geçti ama, vücu- dumda halkalmadı. Vücudum bitti. Günden güne zayıflıyo- rum. Takatim yok. Mumun yana yana sonunu bulması gi- bi... Bir mum gibı yavaş yavaş sönüyorum. Iştahım yok, yemek yiyemiyorum. Onun için ben son günlerim diye dü- şünuyorum. Kavak uzaya uzaya göğe yetişmez ya. Hayatın sonu bu olacak. Çok şükür, buna da çok şükür! İyi kötü gün- leri gördük... Ankara'ya dönünce, Ömer Asım Bey'e Dil Bayramı'nda gıtmiş, sesınden Dıl Bayramı için ıletisıni almıştım. Ö. Asım Aksoy, 30 Ekim Cumartesi sabahı saat 06.00'da öldü. Gıtgide zayrflamış, otuz kıloya dek düşmüş. 95 yaşın- daki dil ustası, 29 Ekim'i 30 Ekim'e bağlayan gece, sayrı yatağında Ankara Televizyonu'na Cumhuriyet'i anlatmışt; şöyle diyordu' "- Ben 25 yaşındaydım. 25 yaşına kadar topluma egemen olan en büyük güç dındi; eğitimde din, öğretimde din, top- lum hayatında din. Öyle ki, ramazanın geldiğını ispat etmek için mahkemenin karan lazımdı: Uydurmasyon bir dava açarlar, filan adam, falancadan şu kadar alacağım var, bi- rinci günü bana verecekti, daha vermedi, diye dava açar, hâkim de karşı tarafa: "Öyle mı?" diye sorar. O der ki: "Efendim, ramazanın birıncı günü geldi1 Hâkim sorar: "Nerden belli geldiği, şahıt lazım, şahitlerin de ayı görmesi lazım". işte, "Biz gördük, bu akşam hılal, ışte şu semtten doğdu. onun için biz ayın biri olduğuna şahadet ederiz!" derler şahitler. Hâkim de bu şahide göre, "öyleyse rama- zan gelmıştir!" diye karannı verir. Cumhuriyet'ten bir sene sonra, ben evlenirken, kanmın yüzünü görmedım. Çünkü benim doğduğum çevrede kara çarşaf, peçe.. Kadın bunların altında kimseye görünmez, Atatürk, birincı görev olarak bağımsızlığımızı kurtardı, fa- kat ondan sonra, şu mealde, şöyle bir konuşma yaptı: "Asıl savaşı bundan sonra vereceğiz." Cumhuriyet'ten önce, sözgelişi toplumda, derlerdikı: "Bu memlekette bırçivı da- hi yapamıyoruz!" Halbuki, gördük ki, çivi, topluiğne yap- mak değil, bilgisayarlar yapıyoruz. İki dönemi karşılaştınr- sak, adeta hayallerin üstünde bırçok gelişme oldu, her alanda. Yazı devrimi ne demek? 1000 yıllık bir yazıyı bırakı- yoruz, yepyeni bir yazıya kavuşuyoruz. Enver Paşa da denemişti ama, başaramadı. Çünkü zamanlamayı bilmedi. Ama, Atatürk zamanlamayı biliyordu. Bağımsızlığımızı ka- zanıncaya kadar bu konulara el atmadı. 1932'den önce yazı dilimizde ancak yüzde 25 Türkçe, yüzde 75 Arapça ve Farsça vardı. Bugün rahatlıkla yüzde 85-90 Türkçe konuşuyoruz. Bu, 50-51 yıl içerisinde gerçek- leştirilen olağanüstü, hatta dünyanın hıçbir yerinde görül- memış... Bunu ısrarla söyleyeyim; dünyanın hiçbıryerinde, böyle eskı yazı bırakılsın da, birkaç ay içerisinde yeni yazı- ya geçilsin, bu hayallerin bile alamayacağı büyük bir dev- rımdir." ömer Asım Aksoy'la konuşmayı TV, ölümünden birkaç saat önce yapmadı kuşkusuz, bır hafta kadar önce, gelip konuştu, 29 Ekim günü yayımladı. Olsun. ölümünden bir hafta önce, 95 yaşında bir kişi, böyle bir konuşmayı kolay yapabilir mi? Dil Bayramı'nda da öyleydi. Emin özdemir anlattı: Berlın'den dönüşünde görmeye gitmiş ö. Asım Aksoy'u; Berlin ızlenimlerini anlatmış. Oz- demir, "Dil Bayramı"n\ Berlın'de kutlamış. özdemır'in ko- nuşmasından önce, Berlin Yazın ve Ekin Derneği Başkanı, -bir işçiymiş- dil devriminin nasıl başladığını, Atatürk'ün Türk Dil Kurumu'nu nasıl kurduğunu anlatmış, şöyle de- miş: - Çok yaşlı, ama Türkçenin özleştirme akımının baş emekçisi Ömer Asım Aksoy a, biz Berlin dekı dilseverlerin selamlarını, sevgilerinı götürmesi için Emin Özdemir'i gö- revlendinyoruz. Lütfen bu salondakiler adına, bu görevi yehne getirin, Türkiye'ye dönunce (Başkan, Emin özde- mir'e bir de çikolata vermış, Ö. Asım Aksoy'un sayrı oldu- ğunu bilmıyor). Bunu kendisi yemese bile kendisini ziyare- te gelen dilseverlere ikram etsin! E. özdemir, Ö. Asım Aksoy'a bunlan anlatmış: - Hocam, ben de sizin adınıza orada dedim ki: "Gerçek- ten Ömer Asım Aksoy, sizin nitelendırdığiniz gibi, Türk dili- nın baş emekçisidir. Ama şu anda, gerçekten yatağa çivi- lendi kaldı. Bedensel gücü ilezihinsel gücü arasında büyük bir uçurum başladı..." ömer Asım Aksoy, Emin Özdemir'e şöyle demış: - Işte bunlar bana büyük mutluluk veriyor; Mustafa anyor, Berlin'den ses geliyor, Boğaziçi'nde hiç tanımadığım bir profesör beni savunuyor. Yataktayım ama, bütün bunlar beni mutlandınyor. Bu arada, hep kendi kendimin özeleşti- risini yaptım; şuna inandım, şu noktaya vardım ki: Yaşarn- dan pişman olacağım, yani "Yapmasaydım, iyi olurdu!" dıyebıleceğim hıçbir hareketim yok. Emin özdemir, ömer Asım Aksoy'un başucunda bekle- yen çocuklarına: - Insan yetıştığı toprağın ürünüdür, ne yaparsa yapsın! deyince, ömer Asım: - Ona da inanıyorum, ölünce beni Gaziantep e gömmele- rini vasiyet ettim! demiş, ardından eklemiş: - Birkaç gün önce ıştahım kesıldi, çok sevindim; "Artık tamam! dedim, vadem doldu, gidiyorum!" Fakat 2-3 gün geçti, ıştahım açıldı, ağrılarım kalmadı. O zaman da üzül- düm! (Emin Özdemir, "Bunlar, ölüm karşısında insanın bil- gece söyleyeceği sözler" diye düşünmüş). Fakat dahası da şu: Ben gideceğim ama, sorduğum sorulann yamtmı ala- madan gidiyorum! (ömer Asım'ın başucunda, 400'den faz- la yanlış bulduğu, devlet daıresi TDK'nın yayımladığı "Türkçe Sözlük" duruyormuş. Ne Milli Eğitim Bakanı, ne Başbakan -O zaman S.D. idi- ne yöneticiler, sorulanna ya- nıt vermışlerdi. Bu yüzden gözleri açık mı gidiyordu?) BULMACA SOLDANSAĞA: 1/ Yedi karton parçasın- dan oluşan ve bunlarla çeşitü şekiller elde etmeye yarayan eski bir Çin oyu- nu. 2/ Dört Haüfe'nin sonuncusu... Etek ucuna doğru genişleyen gjysi. 3/ Köroğlu'nun gerçek adı. 4/ Güzel sanat... Küçük bal teknesi. 5/ Kimi felse- fe ve din kuramlannın dayandığı temellerden 8 her biri... Bir bilgisayar n belleğinin sığasını ölç- mekte kullanılan birim. 6/ Çıplak vücut resmi... Dikişi gizlemek için ayakkabının taban köselesine açı- lan yank. 7/ Bir nota... "Olmaz ilâç sine-i — pâreme/Çare bulun- maz bibrim yâreme" (Haa Arif Bey). 8/ "Dost, metres" anlamın- da argo sözcük. 9/ Yiğit... Üstü kapah olarak anlatma... Tarla sı- nın. YUKARTOAN AŞAĞIYA: 1/ Kokusu anasonu andıran, çab görünümünde bir bitki... Kuzu sesi. 2/ Eski dilde erik... Güney Amerika yerblerinin oklanna sürdükleri çok güçlü bitkısel ze- hir. 3/ Beürti... Hayvanlara vurulan damga. 4/ Siirt'in bir ilçesi.. Boru sesi. 5/ Evcil bir geyik... Suçşuz, günahsız. 6/ Bir ticaret senedinin üzerine yazılan kefdbk... İyi, hoş, latif. 7/ Diyarbakır- Silvan yolu üzerindeki ünlü tarihi köprü. 8/ Cem Suttan'a Batı- blann verdiği ad... Uzakbk işareti. 9/ Tavlâda bir sayı... Kazak başkanlanna verilen ad.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear