25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 24TEMMU21992CUMA 12 DIZIYAZI Sisco'ya verilen raporda yanhşlık olduğu anlaşılmıştı. Belli etmeden derhal düzeltmek gerekiyordu. Ama nasü? Istilıbarat hatasına 'şeytan' örtbası K H V I B A E R R S I S B A R I Ş E K A T I O N R A S I 1ECMEL BARUTÇU Turan Gûneş fıkrimi çok parlak buldu. Gözlüklerinin altından büyü- düğünü gördüğütn gözlerini boşluğa dikerek: - Ankara'ya gidince bunu başbaka- na söyleyeceğim, dedi. Ankara'ya döndûkten sonra, bir gün, Turan Güneş bana bu konuyu başbakanla görûştüğûnü ve Ecevit'in de bunu ilginç bulduğunu söyledi ve bunu nasıl realize edeceğimizi sordu. - Ben dedim, uygun bir yol buldum. Rum Haririyesi'nin protokol genel mûdürû Pelegias birkaç ay evvel Kıb- ns Bûyükelçilıği'ni teftiş için Ankara'- ya geldiğinde, bizim protokol genel müdürü Yalçın Kurtbay'a bir nezaket ziyaretinde bulundu. Yalçın Kurtbay da kendisine başbaşa bir yemek verdi. Bana göre Petegias'ın Ankara'daki Kıbns Büyükelçiliği'ni teftiş için gel- mesi aal maksadırun kamuflajıydı. Böyle bir zdyaret on yıldan beri ilk defa vuku buluyordu. Bence Pelegias An- kara'ya kapalı bir mesaj getirmişti. Nitekim, Yalçın Kurtbay, Pelegias'- ın yemekte bir söz sarf ettiğini bana söyledi. Onun da dikkatini çekmiş. Pe- legias, Makarios'un Denktaş ile gö- rûşmekten memnun kalacağını söyle- miş. Mesaj bu olabilirdi. Pelegias, Makarios'tan habersiz böyle bir şey söyleyemezdi. Şimdi Yalçın Kurtbay da izin geçirmek veya büyükelçiliğimi- Ameıerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Sisco'nun ulaştırdığı Yunan teklifine göre, Kıbns'a çıkan Türk askerleri, dağınık Türk anklavlanna yerleştirilecek, böylece Kıbns'taki Türklerin emniyetleri güvence altına alınmış olacaktı. Turan Güneş,'bunlar çocuk mu kandınyorlar' kabilinden bana baktı. zi teftiş bahanesiyle Kıbns'a gider ve Pelegias'a iade-i ziyarette bulunur ve düşüncemizi ona çıtlatır. Turan Güneş yöntemi beğendı. - Çok güzel, dedi. Yap, ama ben Pe- kin'e gidiyorum. Sen bunu Hasan Işık Bey'le halledeceksin. Doğrusu bundan memnun kalma- mışum. Çünkü bu işi Hasan Işık ile yürütmeye imkân yoktu. Nitekim de öyle oldu. Hasan Işık'ı çok iyi tanıyordum. Ben Dışişleri Bakanlığı'na gjrdığım zaman o Ekonomik fşler Müsteşar Yardıması'ydı. Ticaret Dairesi Genel Müdûrû Oğuz Gökmen ve MEİ- DUM, yani Milletlerarası Ekonomik İşler Dairesi Genel Müdûrû Semih Günver ona bağhydılar ve ben de Se- mih Günver'in dairesinde Amerikan yardımı işlerine bakan ikinci şubede çjçeği burnunda bir mûsevvit idim. Bu nedenle Hasan Işık'ın odasına zaman zaman imza için giderdim. Hasan Işık'ın zevki Hasan Işık yanına giren genç diplo- matlan hırpalamaktan hoşlanırdı. Hemen hepsinin giyim kuşamlanna takdır, inceden inceye ve alaylı tarzda eleştiride bulunurdu. Tabii, bundan. ben de her seferinde nasibimi alırdım. Bu yûzden bilhassa genç diplomat- lar onun yanına gitmekten ürkerlerdi. Ben bir yol bulup onun bu şekildeki davranışlannı bir sûre sonra hiç ol- mazsa kendi bakımından önlemiştim. Odasına girdiğimde o konuşmaya başlamadan kravaünı veya elbisesinin rengini söz konusu eder, birbirlerine çok yakışûğını, kendisine de çok iyi gittiğini söylerdim. Bundan çok hoşla- nırdı ve keyiflenirdi. Böylece aramızda bir sıcaklık doğmuştu ve bu durum ile- ride bir dostluğu da dönûşecekti. Hasan Işık ve onun yakın mesaı ar- kadaşlan olan Oğuz Gökmen ve Şe- mih Günver, o dönemin en gözde dip- lomatlanydı ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'ya çok yakın görünürler- di. Bu da norrnaldi. Her bakanın en iyi ve en yetenekli memurlannı yakınında bulundurması kadar tabii bir şey ola- mazdı. 1960 ihtilalinde Fatin Rûştü Zorlu tutuklanınca, çok sevdiğim bu değerli ûç diplomat da bir kenara itildi. Başta onlan kıskanan meslektaşlan olmak üzere pek çok kimse onlara sırt çevir- di. Yalruz kaldılar. Bu halin onlan çok ûzdüğunü ve askeri idare tarafmdan bakan yapüan yakın bir diplomat ar- kadaşlannın bıle randevu taleplerini evinde kabul etmediğini ve ancak köşe başlannda kendilenyle görüşmeye n- za gösterdiğinij'akından biliyorum. Hasan Işık ile ıübardan düştüğü dö- nemde ben irtibaürnı kesmedım. Oysa askeri idareden çekinen pek çok kim- se, tespit ediliriz endişesiyle adreslenne kart bile atmıyorlardı. Yıllar sonra durum düzelip demok- rasiye dönüldûkten sonra tabii Hasan Işık da diğerleri gibi Dışişleri'ne geri döndü. Artık benim mektuplanma da gerek kalmamıştı. Bir gün ben Londra Büyükelçiliğj'nde iken bir vesileyle be- ni aradı ve bir sipariş verdi. O münase- betle bir mektup gönderdim ve şimdi etrafını herkesin yine sarmış olduğun- dan bahisle, mektuplanmın neden ke- sildiğıni anlamış olacağını sandığımı yazdım. Bana gönderdiği mektupta şöyle bir pasaj vardı: "Herkesin sukuti olduğu dönemde velut olanlar; herkesin velut olmakta artık bir sakmca görmediği dönemde elbette sukuti olmayı tercih edecekler- dir..." Bu mektubu hayaümda aldığım en iyi şahadetnamelerden biri olarak hâlâ saklanm. Aramızda böylesine bir dostluk ku- rubnuştu. Ama Hasan Işık güç bir in- sandı ve kendi fıkrinden başkasını be|enmesi herhalde çok nadirdi. Tu- ran Güneş'in Başbakan Bülent Ece- vit'in tasvibini aldığı fıkrimi dinlemek için Hasan Işık cumartesi günü bakan- lıkta genel sekreterin odasında toplan- kimse ile danışmıyorsun dedi ve hiç üniversite profesörleriyic daruşıyor musun diye sordu. - Kıbns meselesinde işler öyle çabuk gelişiyor ki böyle bir danışmaya mad- deten imkân yoktur. Bir yıldınm telg- raf geliyor, cevabmı hemen haarlayıp Bakan'a sunup göndermek zorunlu- ğunu duyduğunuz bir konuda üniver- site ile nasıl danışırsınız? Hasan Bey yine beni tersliyor ve üniversite profesörleriyle danışmam ûzerinde ısrar ediyordu. Dayanamadım. - Beyefendi, dedim, siz arabulucu Galo Plaza'yı reddederken üniversite profesörlerine danıştınız mı? Dışişleri Bakanıydınız. Galo Plaza aleyhimize rapor neşredince hemen Genel Sekre- ter Haluk Bayûlken ile bir araya geldi- niz ve başka kimse ile konuşmadan hem raporu reddetme ve hem de Galo Plaza'yı, görevinin hududunu aşü diye arabuluculuktan azletme karanru al- dınız. Bununla yanhş yaptmız demek istemiyorum. Gayet yerinde ve doğru bir karardı. Ama son derece önemli bir karardı ve karşınızda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyi vardı. Bu kadar önemli bir karardı. Neden profesörlerle daruş- madııuz? Söze Haluk Bayûlken kan- şarak havayı yumuşattı. - Bakanın, Genel Sekreterine çok güveni vardı, dedi. Gülüştûk ve toplantı bu hava içinde sona erdi. Turan Güneş, Pekin'e gjtmeseydi oldukça ilginç bir girişime geçecektik. Kısaca söylemek istediğim, Turan Güneş ile çok iyi bir uyum içinde çalşı- yordum. Güneş'ın Sisco'yu kabulfi Bakan'ın odasına girdiğimde Turan Güneş yalnızdı. Sisco'yu kabul etmesi- ni söyledim. Koltuğündan fırladı. Kıbnslı Türkler gibi tutsak hale gele- ceklerdi. Sisco'ya bunu anlatük. Böyle bir planı kabul edemeyeceğimizi, Yunan oyunlanndan bıktığımızı, Yunanlıla- nn samimi olmadıklanru, bize muha- samaun durdurulması için bir yandan plan teklif ederlerken, öte yandan Kıbns'a asker sevk ettiklerini söyledik ve Kıbns'a gelmekte olan Yunan ge- mileri geri dönmezse baüracağımızı bildirdik Hazırladığımız kâğıdı da kendisine verdik. Sisco telaşlandı. - Dün akşamdan beri bekliyorum. Daha önce bunu bilseydim iyi olmaz rruydı, dedi. Yanlışistihbarat Sisco'nun Güvenlik Konseyi'nin bi- ze o sabah gelen ateşkes karanndan da haberi yoktu. Veya belki öyle görün- mek işine geliyordu. Karan görmek istedi. Getirmek için dışan çıktım. Sa- bah, özel kaleme gelen amirali tekrar orada buldum. - Aman, Ecmel Bey dedi. Sisco'ya kâğıdı verdiniz mi? - Evet, ne oldu? - Bir yanlışlık var haberde. -Nedir? - Gemilerin adedi 11 değil, 7 olacak - Mühim değil canım, ha 11, ha 7, ne fark eder, tehlike aynı olduktan sonra. - öyle, ama harp gemisi değil bun- lar. - Bu ne biçim iş amiralim, böyle is- tihbarat olur mu? - Harp gemisi de var, ama o kadar mühim değil. Kâğıdı dûzeltemez mi- yiz? . - Kendisine verdik, nasıl düzeltebili- riz. Ben içeriye giriyorum, bakayım bir şey yapabilir miyim, dedim. Güvenlik Konseyi'nin karar met- nini alarak Bakan'ın odasına dön- düm. ZTPATOnEADN AIBEPADY ANAPEA Yunan alayına ait Balayıs sırtlanndaki kampın girişinde 'Kıbns Yunanlüann olacak' yazıyordu. kınlmasını zoriaşüran, işte bu alayın savaşa karışması oldu. Mukavemetin mamızı istedi. Toplantıda eski Dışişleri Bakanı Büyûkelçi Haluk Bayûlken, Genel Sekreter Ismail Erez ve Enformasyon Dairesi Genel Mûdürû Semih Akbil de vardı. Hasan Işık, -Anlat bakalım, ne imiş Turan Gü- neş'e söylediklerin dedi. Ben de durumu yukandaki şekilde anlatüm. Hasan Bey işin esasını tut- madığı gibi şekli de beğenmedi. - Niçin, Modinos değil de Yalçın Kurtbay'a veriyorsun bu işi, diye sor- du. Modinos, Kıbns Rum Yönetimi'- nin Paris'teki Büyükelçisi'ydi ve Ha- san Bey onu yakından tanıyordu. - Efendim dedim, bir aksiiik olursa işin içinden sıkıntısız çıkabilmek için bizim bir insanırruzın olması lazım. Biz kendisine böyle bir talimat vermedik, o kendiliğinden böyle bir şey yapmış diyebüiriz. Ama, bu işi Modinos ile yapmaya kalkarsak aynı şeyi söyleye- meyiz. Hasan Bey dudak bûktü ve eliyle haydi oradan der gibi bir hareketle toplantıyı noktaladı. Yalçın Kurtbay'ı bu işi kmrabilecek nitelikte bulmu- yordu. Hariciye'de gözü tutmadığı pek çok kimse vardı ve Yalçın Kurt- bay'ın da bu kategoriye dahil olduğu anlaşılıyordu. Oysa Yalçın Kurtbay'- dan isteyeceğimiz iş o kadar da güç bir şey değildi. Ama Hasan Işık'a kendi- sinden çıkmayan bir fıkri kabul ettir- mek herkesin harcı değildi. Hasan Işık ile bu toplantıda ilk defa sert bir şekilde tartışük. Kafamdaki senaryoyu kendisine anlatmam kolay olmadı. Bana sual üstüne sual yağdın- yordu ve üstelik birincisinin cevabını daha almadan diğerini patlatıyordu. Açıkça anlaşılıyordu ki o gün beni bir güzel benzetmeyi akhna koymuştu. Hasan Işık, Ecevit kabinesinde Dışiş- leri BakanlığVnı alamamış olmasını içine sindirememişü". Turan Gûneş ile bu yûzden sürtüşme halindeydi. O, as- hnda Turan Güneş'in tasvip ettiği bir fıkri reddediyordu. Cevabını almadan peşi peşine sıra- ladığı sualler karşısında benim de Ka- radenizli damanm yavaş yavaş kaba- nyordu. - Yeter artık, bırakın da suallerinize cevap vereyim dedim. Hasan Bey sarsıldı. - Benimle bu şekilde nasıl konuşur- sun? - Sual soruyorsunuz, cevabını bekle- miyorsunuz, bu nasıl toplantı? Size saygım ve sevgim olduğu için bu ana kadar sabrettim. - Hadi oradan. saygı ve sevgi böyle mi olur! Kendi başına iş yapıyorsun. - Canım, dedi. Ne istiyor bu adam? Ben kendisiyle ne konuşacağım! Gör- müyor mu, askeri harekât devam edi- yor. Harekât objektiflerine daha ulaş- madı ki, benimle ne konuşacak? - Dinleyelim ne cıkar bundan. Hiç olmazsa kınlmadan aynhnasını sağla- nz diyerek ısrar ettim. - Peki, dedi. 8.15'te gelsin. Yunan gemileri Randevunun saaüni Amerikan se- faretine bildirdik. Bu sırada bakanın özel kalemine bir amiral geldi. Beni ça- ğırdılar. Amiralin elinde bir kâğıt var- dı. Aldım okudum. Bunda, alınan is- tihbarata ve buna istinaden yapılan tespitlere göre 11 adet Yunan harp ve askeri taşıt gemjsinin Kıbns'a doğru seyretmekte olduğu bildiriliyordu. Se- yir sûratlerine göre gemilerin on saat sonra Kıbns'ta olacaklan anJaşıhyor- du. Durumu Başbakana da bildirdik- lerini amiral söyledi. Başbakanın tali- matı üzerine Yunan harp gemilerinin geri dönmelerini istediğimizi Sisco'ya bildirecek ve Türk uçaklannın Ada üzerine gidişlerine tekabül edecek bir zamana kadar gemilerin Kıbns'a yak- laşmalannı bekleyeceğimizi ve gemiler o andan itibaren geri dönmezlerse, hepsini baürmak için hava kuvvetleri- mize talimat verileceğini kendisine söyleyecektik. Sisco ile görüşülecek mevzular için hazırladığımız bir sayfahk kâğıda bu- nu da koydum. Sisco geldi. Turan Güneş'in makam odasında oldukça gergin bir hava var- dı. Turan Güneş'in söyleyecek bir sö- zü yoktu, lafı Sisco aldı. Yunanistan'- dan geldiğini, Atina'da temas yapmak için çok uğraştığını, kimsenin ortada gözükmediğini, herkesin sonımluluk- tan kacar bir halde olduğunu, bu yüz- den yetkili bulmakta güçlük çektiğini. ama sonunda yetkililerle görüşebildi- ğini söyleyerek "Muhasamatın durdu- rulması için Yunanhlann teklif ettiği bir plan getirdim size" dedi. Yunanlıların teklifı Bu plana göre Yunanlılar. Kıbns'a çıkan Türk askerlerinin ada sathmda- ki dağınık Türk anklavlanna yerleşti- rilmelerini teklif ediyorlardı. Böylece Kıbns'ta Türklerin emniyetleri güven- ce altına alınmış olacaktı. Türkiye'nin artık bu yolda bir endişesi kalmaya- caktı. Ama çıkarma harekâu da dur- durulmalıydı. Turan Güneş, bunlar çocuk mu kandınyorlar, kabilinden bana baku. Çıkarma harekâü durdurulacak, şirn- diye kadar Kıbns'a çıkmış olan Türk askerleri ada üzerine serpiştirilmiş ve birbiriyle irtibaü olmayan Türk bölge- lerine dağıtılacak ve böylece onlar da Kararda yalnız ateşkes istenmiyor- du. Bundan başka garantör devleüe- rin bir araya geîerek Kıbns'ın anaya- sal buhranına çare aramalan da talep ediliyordu. Böylece ilk defa olarak, 1960 Garanti Antlaşması Güvenlik Konseyi'nin resmi bir belgesinde ka- bul ve tescil edilmiş oluyordu. Birleş- miş Milletler'de 11 sene Garanti Ant- laşması'nı reddetmiş olan Makarios, denize düşen yılana sanlır kabilinden, şimdi Garanti Antlaşması'ndan medet umar hale gelmişti. Sisco karan okudu ve düşüncemizi öğrenmek istedi. Ateşkesi kabul etme- diğimizi, askeri harekâün Türk toplu- munun güvenliğini sağlayabilecek ölçüde geüşmemiş olduğunu kendisi- ne söyledik. Acele işe... Sisco taleplerimizi açıkça öğrenmek istedi. "Sarih olarak bileyim ki Yu- nanlılara ne istediğinizi eksiksiz intikal euirebileyim" dedi ve elindeki kâğıtla- nn birer kopyasının çıkanlmasını iste- di. Hemen elinden aldım ve dışan çık- üm. Amiral orada idi. - Tamam, kâğıdı aldım dedim. Ama nasıl düzeltecegiz? Yeniden yazmaya kalksak zaman alacak. onun için bir başka kâğıda yalnız gemiler pasajmı yazalım, bir fikrim var. Sekreter gemiler pasajını ayn bir ka- ğıda doğru olan şekliyle yazdı. Diğer kâğıdı ortasmdan makasla keserek ge- miler pasajını attım ve iki kâğıdı birbi- rine iğneledim. İçeri girince Sisco'ya acele işe şeytan kanşır kabilinden bir izahat yaptım - Kâğıdın altına mürekkep dökül- düğü için yeniden yazmaktansa son kısmını çabuk olsun diye aynca yaz- dık diyerek bana verdiklerini kendisi- ne kopyalan ile iade ettim. İşi kavrayabildiğini sanmıyorum. Kocatepe niçin battı? Sisco hemen Atina'ya hareket et- mek istedigini söyleyerek aynldı. Atina'da General İonnides ile gö- rüştü. İonnides kendisine "Bizim Kıb- ns sulannda seyreden hiçbir gemimiz yok. Görürlerse batırsınlar" demiş. Bunu Amerikan Büyükelçiliğı vasıta- sıyla hükümetimize bildirdi. Kocatepe muhbiri bunun sonucun- da battı... Sisco'nun hareket ettiği sabah öğle- ye kadar yine Kıbns'tan iyi haberler gelmeye başladı. Ama bunlar öğleden sonra yine kesildi. Tekrar bir merak devresi başladı. Ertesi günü artık da- yanamadım. Özel Harp Dairesine gderek Tuğgeneral Kemal Yamak'ı ziyaret ettim. Onu, masasının üzerine harekât planını açmış tetkik ederken buldum. Yanında Kurmay Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu vardı, bana duru- mu izah etti. Her şey plana göre yürû- yor dediyse de plan ûzerindeki izahat- tan geri olduğumuz anlaşılıyordu. Genelkurmay harekât planını 6 güne göre yapmışü. Altına günün sonunda Serdarlı bölgesi ele geçmiş olarak as- keri harekât bitmiş olacaktı. - Alü gûnlük harekât planı kanımca uzun. Harekaü üç gûne göre planla- mak gerekirdi. Kimse bizd altı gûn as- keri harekât yapmak için bırakmaz, dedim. Kemal Yamak bütün çıkarma araç- lannın Kıbns harekâtına tahsis edile- meyeceğini, başka ihtimaller ûzerinde de haarlıklı olmak için ancak bir kıs- mıyla harekât yapıldığını. başka türlü- sünün düşünülemeyeceğini söyledi. Bakanlığa döndûkten sonra, hare- kâtın ilk günlerinde sabahlan iyi ha- berler ahp, akşamlan merak içinde kal- mamızın sebebini daha iyi anladım. Duşmanın mukavemetini kırmak işten değildi, ama işe Yunan alayı da karış- mıştı. Yunanistan bizimle Kıbns'ta açıktan açığa harp halinde idi. Genelkurmay ile Hariciye'nin irti- bat halinde çalışması lazım geldiğini düşünüyordum. Harekât odasında bir Hariciyeli arkadaşın bulunması bu yûzden faydalı olacaktı. Bizde hiç ol- mazsa durumu bilip ona göre hareket ederdik. Ama Genelkurmay bu arzu- muza iltifat göstermedi. Belki onlar da kendi yönlerinden haklıydılar. Biz ça- lışmalanmızda aramızda bir generalin bulunmasını istemiyorduk ki, onlar da bu ihtiyacı hissetsinler diye dûşün- düm. Bunarağmen,işbirliğinin fayda- sı münakaşa edilemezdi. Genelkur- maydan rica ettik. Bize harekât hak- kında bilgi vermelerini istedik. Birkaç general bakanlığa geldi. Genel sekre- terin odasındakı masa üzerine serdik- leri haritalar ûzerinde bilgi verdiler. Bu arada içlerinden biri şöyle dedi: -Ne hilelerle karşılaştık tasavvur edemezsiniz! Yunan uçaklan ile bizim K<.ocatepemuhribi batmıştıvebugizli tutuluyordu. Bu olayı bize ancak mürettebatın denizden yabancı gemiler tarafından toplanarak kurtanlması üzerine anlatmak mecburiyetinde kaldılar. Daha sonra denizde yapılan aramalar çok faydalı oldu. Kocatepe muhribindeki mürettebatın büyük kısmı sağ olarak kurtanldı. uçaklanmız aynı tip olduklan için bir- birinden ayırt edilemiyor. İstanbul Rumlanndan pilotlar yetiştirmişler. Tûrkçeyi bizim gibi konuşuyorlar. Tûrk uçağı zannediyorsunuz. Bizi de- vamlı olarak aldattılar. Bu yûzden rahat çalışamadık. Daha sonraki günlerde Genelkur- may Başkanı Semih Sancar'ı harekât sırasında tam bir hava hâkimiyetine sahip olduğumuzu ve ada ûzerinde tek bir Yunan uçağının uçmadığını Bülent Ecevit'e söylerken dinlediğimde, Dı- şişleri Bakanlığı'na gelerek bize yuka- ndaki ifadeleri kullanan generah ha- tırladım. Demek ki her şeye rağmen bize doğruyu söylemiyorlardı. Bunun nedenini sonra anladık. Kocatepe muhribi batmıştı ve bu gizli tutuluyordu. Bu olayı bize ancak mürettebatın denizden yabancı gemi- ler tarafından toplanarak kurtardması üzerine anlatmak mecburiyetinde kal- dılar. Bir gûn İsrail'deki Büyükelçiliği- miz'den gelen bir mesajda bir Israil şilebinin denizden bir miktar Türk as- keri topladığı bildirilerek bunlann Türkiye'ye gönderileceği ifade edili- yordu. Durumu Genelkurmay'a bil- dirdik. Genelkurmay, bunun üzerine, yaşayan başka denizcilerin de buluna- bileceğini bize söyleyerek İngilizlerden bunlann denizden aranması için yar- dımını istememizi talep etti. Bu sayede denizde yapılan araştır- malar çok faydalı oldu ve Kocatepe muhribinin mürettebatından büyûk kısmı sağ olarak kurtanldı. 350 kişilik mürettebattan sadece 50 kadan şehit oldu. HarekâUn üçüncü günü Amerika artık iyice basürrnaya başlamışü. Gü- venlik Konseyi'nin ateşkes karanna Türkiye'nin uymasını Dr. Kissinger is- tiyordu. Bunun için Bülent Ecevit ile sık sık telefon görüşmesi yapıyordu. Kıbns'tan ise çok güzel haberler geli- yordu. Darbe üzerine cumhurbaşkan- lığına getirilen Nicos Samson istifa etmişti. Yunanistan da kanşık bir du- rumdaydı. Turan Güneş ile odasında ayak üstünde konuşuyorduk. Birden kapısı açıldı, içeri Bülent Ecevit girdi. Atina'dan gelen haberleri bildirdi. - Panik halindeler dedi. Ecevit'in öngörüsû Gizikis. Yunanıstan'ın bir uçuru- mun kenanna geldiğini halkına bildi- riyordu. Atina yeni gelişmeler içindey- di. Nitekim, ertesi günü askeri idareye son verilerek Karamanlis, Paris'ten Atina'ya cağınldı. Türk basını iki yer- de ûst ûste vuku bulan bu değişiklikle- ri büyûk başhklar halinde verdi. Bü- lent Ecevit'in dediği çıkıyordu. Kıbns banş harekâu Yunanistan için de ha- yırh olacak demişti. StRECiK ANKARAANKA MÜŞERREF HEKİMOĞLU İnönü'nün Köşkûnde Önce Heybeliada'ya bir yolculuk, sonra İnönü'nün köş- künde bir gezi yakın tarihimizde... Ağaçların yeşil gölge- sinde Profesör Stanford Show'u dinliyoruz. Türkiye ve Soykırım adlı bir kitap var elinde yakında basılacak. Mek- tuplar, fotoğraflar, belgelerle dolu. Dinlerken onurla dikili- yorum sandalyemde, ne güzel devletimiz varmış diye düşünüyorum. İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler Almanyası 1 - nın baskısıyla Yahudilere uygulanan çağdışı politikadan örnekler veriyor Profesör Show. Batı ülkelerinde yaşanan olaylar insanı utançla ürpertiyor gerçekten. Yahudiler kamplarasürülüyordurmadan. Kaçanı, kaç roman yazıldı bu konuda! Kaç film çevrildi, operalara, müzikallere yansı- yan nice olaylara sahne oldu dünyamız! Yeteri kadar uya- rıldık mı acaba? Kan ve gözyaşı dindi mi? İkinci Dünya Savaşı'nda Yahudilerin yaşadığını başka halklar yaşamı- yor mu bugün? Soykırımı çok acımasız boyutlara varmıyor mu? Kimi ülkeler için tarihin yaprakları hiç çevrilmemiş gi- bi! işte Bosna-Hersek, işte Nahcıvan! Profesör Show, Türkiye ve Soykırım adlı kitabını hazır- larken kimi Türk diplomatların bilgisine de başvuruyor. Onlardan biri emekli Büyûkelçi Namık Yolga, öteki Necdet Kent, üçüncüsü Selahattin Tülümen. İkinci Dünya Savaşı'- nda kimi konsolos, kimi konsolos yardımcısı, Fransa'daki Türk kökenli Yahudilerin kamplara yollanmasını önlemek için büyük çaba gösteriyorlar. Nazilerin baskısına da, Na- zilerin soykırım politikasına direnemeyen Fransız yöneti- cilere de laik bir devletin görevlileri olarak tepki gösteri- yor, güzel ders veriyorlar. Bizim ülkemizde insanlar din ve inanç ayrılığı nedeniyle suçlanamaz, soykırım olamaz di- yorlar. Bunu diyebilmek genç diplomatlara nasıl güç verdi kimbilir! Laik Türk Cumhuriyeti'nin insan haklarına saygısı tüm vatandaşlarına güç ve güven verir değil mi? Laiklik il- kesi zedelendiği zaman gücümüzün tükendiğini de ya- şayarak biliyoruz. Profesör Show konuşmasını sürdürü- yor, Yahudilere sığınma hakkı tanımamızı önlemek için Batı ülkelerinin baskısına Türk hükümetinin direnişini de anlatıyor birkaç sözle. Sonra da bilimin ışığında aydınla- nan gerçeği açıklıyor. Sovyet arşivleri açıldıktan sonra Yahudilerle yüklü Sumatra gemisini Rusların batırdığı an- laşılıyor! inönü köşkünün yeşil bahçesinde bir akşam saatinde Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ndeki değerli bilim adamları da canlandı gözümde. Ankara Üniversitesi'nin belli fakül- telerini onlar kurdu, öğrenciler yetiştirdiler, bilim dalında güzel filizler ürettiler. Ama sonra ülkemizden ayrıldılar. ABD'nin ünlü üniversitelerindeki kürsülere yerleştiler. Bu da çok ilginç bir olay bence. O bilim adamlarının ayrıca devlet konservatuvarında ders veren sanat adamlarının üretkenliği yadsınamaz. öyleyse ülkemizden neden gitti- ler acaba? Daha özgür üniversitelerde ders vermek için belki de. Belki de bilim özgürlüğü nedeniyle. özden To- ker'i kutlamak istiyorum. İnönü Vakfı'nın işlerliği için tüm olanaklardan yararlanıyor. Sıcak bir temmuz günü İstan- bul'dan Ankara'dan vapurlar dolusu insanı Heybeliada'ya getirmek kolay değil. Nitekim bana da ören'de ulaştı. O topiantının gündemi karıştı bir aralık. Dinleyicilerden biri kürsüye çıkarak Aşkale'den, varlık vergisinden söz et- ti. Yeri miydi bilmem, ama o da ülkemizde yaşanan bir olay. Elbet tartışılması gerekir. Her ülkenin tarihinde ka- ranlık ve aydınlık olaylar var elbet. Kimini ayağı yerde başı •göklerde düşünür insan, kimini utançla, yüzü kızararak anımsar. Asıl acısı tarih yargılıyor, ama ders vermiyor, ye- teri kadar uyarmıyor her zaman! Yoksa 2000lere doğru böylesine kanlı olaylar izler miydik ekranlarda! İkinci Dün- ya Savaşı'nda Yahudi soykırımına direnen Türkiye insan hak ve özgürlükleri açısından üzücü olaylara sahne olur, uluslararası kuruluşlarda suçlanır mıydı? Düşünce ve inanç özgürlüğü alanları, kürsüleri gündeminde uzun süre yer alır mıydı? Sıcak temmuz günlerinin çağrışımlarıyla bir soru daha takılıyor düşünceme: Büyûkelçi Ecmel Ba- rutçu'nun yazdıklarını okuyorsunuz sanırım. 1974 yılında Kıbns olaylarını çok yakından yaşayan bir gazeteciyim ben. Sisco'nun Ecevit ile konuştuğu gece Hasan Işık'tan dinlediklerimle hâlâ coşkuyla çarpar kalbim. Nereden ne- reye geldik! Mektup yağmuruna tutulmuş durumdayız! Bu yağmurdan ıslanmadan kurtulabilecek miyiz acaba? Bir ulusun tarihiyle onurlanması için kimliğini, kişiliğini vurgulayan politikaların doğrultusunda direnmesi gereki- yor galiba. Yoksa onur duygusu da nostaljiye dönüşüyor! Profesör Shovv'un konferansında SHP Genel Başkanı Erdal inönü oturuyordu karşımda. Konuşmaları ilgiyle iz- ledi. Nelerdüşündü bilmem? Belki de çok yakından bildiği, bu yeşil bahçede ya da Pembe Köşk'ün salonlarında din- lediği konular bunlar. Sosyal demokratlar sahnesinde yaşanan olaylar doğrultusunda nasıl bir yoruma varıyor acaba? Erdal Bey'in SHP Genel Başkanlığı'nı inönü soya- dının ötesinde düşünürüm ben. Soyadından değil, cumhu- riyet kuşağından bir aydının sorumluluğundan kaynakla- nan bir görev diye... Cumhuriyetimizin tarihini yazan kişi- lerden birinin oğlu olarak o tarihi onurlandıran olayları çok kişiden iyi biliyor, devlet yaşamındaki görevi de bu bilinçle yapıyor. Özden Toker'in vakrf yöneticiliği de böyle bence. O bir cumhuriyet kızı... Babasının adını taşıyan vakıf çalış- malarında bu kişiliğini vurguluyor her zaman. Bir sergi, bir söyleşi, bir konferansla geçmişten çağrışımlara yol açar, konuklarını düşünmeye, yorumlara yöneltir. Ara sıra bu tür uyarılara gereksinim var. Kişiler için de kuruluşlar içinde... BULMACA 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Ağızda çiğnen- dikten sonra çıkartı- lıp küçük çocuklara verilen yiyecek. 2/ Utanç duyma... Op- tik aygıtlarında ob- jektiften aldıgı ışın- İan göze veren mer- cek dizgesi. 3/ Dam- la hastahğına verilen bi başka ad... Mate- matikte kullanılan sabit bir sayı. 4/ As- ya'da bir ülke. 5/ Bir kimsenin, başkalan tarafından dokunul- maması ve saygı gösterilmesi gereken iffeti... Iri kemik. 6/ Müzikte, fasıla başlamadan önce yapüan giriş... Hayvanlara vurulan damga. 7/ Şid- detli belirtilerle başlayıp kısa sürede ağırlaşan hastalık... Anadolu Selcuk- lularının Usluplaştırdıklan dolaşık süsleme. 8/ tkinci tekil kişi adüı... Yeryüzü parçası. 9/ özen... ABD Cumhurbaşkanı Eisenhower'ın laka- bı. YUKAREDAN AŞAGlYA: 1/ Duvarları, yontulmamış ağaç gövdelerinin üst üste oturtul- masıyla yapümış ev... İsyankâr. 2/ Oylumlu... Bir spor aracı. 3/ Çok koyu siyah renkte olan. 4/ Yerleşmiş ilke ya da yasaya uygun durum... Avrupa Topluluğu'nu simgeleyen harfler. 5/ Tİp dilinde "bere" anlamında kullanılan sözcük... Şaşma belirten bir ünlem. 6/ Okullarda öğrencilerin sunduğu eğlence. 7/ Vila- yet... Olumsuzluk belirten bir önek... lsviçre'de bir kanton. 8/ Sipersiz şapka... Yerdeki çamuru kazımak için bir değneğin ucu- na geçirilen yassı demir. 9/ Mısır'ın OsmanJı topraklanna ka- tılmasını sağlayan savaş.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear