22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA 12 CUMHURİYET 17TEMMUZ1992CUMA DIZIYAZI C -^kunakh siyasihaberler ve canıtezgazeteciler, Gorbaçov-Reagan buluşmasını 'fiyasko' olarak ilan ettiler Reykjavik'te topııtutamaddar DAHA ÖZGÜR BİR DÜNYAİÇİN EDUARDŞEVARDNADZE'NİN ANILARI Sönmeye yüz tutmuş ateşten daha .kasvet verici bir şey olamaz. Korlaş- mış odun parçalan küllerin üzerine düşer. Küllerden az da olsa ısı yayılır. Birkaç dakika sonra, soğuk saracaktır sizi. Soğumaya yüz tutmuş külleri eşe- lemeyi bilen, küllerin içinde halen ışık saçan mucizevi kıvılcımlar keşfedip, bunlardan yeniden neşeli alev dılleri yaratabilen birinin yanmızda bulun- ması ise şanstır. ABD Dışişleri Bakanlığı'nda sürüy- .le şömine var, ancak bunlar arasında en fazla haünmda kalan, Dışişleri Ba- kanı'nın özel çalışma odasındaki. O şöminenin başmda uzun ve zorlu saat- .-tergeçirdim. ; Ortaklaşa çalışmaya başladığım ilk '• kişi George Shultz'tu. Şömine başı sohbetlerini severdi. Evde de büroda ' da. Shultz, büronun yanı sıra evde de çalışır, resmi görüşmeleri, konuksever bir ev sahibi ve aşçının yükümlülükle- riyle bir arada yüriitürdü. Kendi elle- riyle ızgarada pişirdiği bifteğin tadma doyum olmazdı. Şömine sanatına ne kadar aşina olduğuna, şömine ateşini besleyip idare etmekten ne kadar iyi anladığına tanık oldum. Bu işi büyük ' bir ustalıkla, gizlemeye gerek görme- diği bir sebat ve bağlıhkla yapardı. Odun kütüklerini isüflerken, şömine- nin, az sonra bir kilise orgu gibi gûçlü, aydınlık ve sıcak şarkısını çalması için maşayla odunlan itelerken onu izle- mek bana büyük kevif verirdi. Pek sıkı Kapanmamış perdelerin arasından VVasnıngton gününün ışık- lan odaya düşerdi. Yakındaki havaa- lanından kalkış yapan uçaklann göv- desinden yansıyan güneş ışınlan, hızla duvarlan yalayıp geçerdi. Arlington tepesinin cıvıl avıl yeşili, anıtın kar be- yazı sütunlan insanın ruhunu dinlen- diren bir doğa huzuru sererdi gözler önüne. Bir cennet miydi? Hayır, cennet ol- rnaktan çok uzaktı. Diplomat ve ordu mensuplanmız arasında. Amerikah- larla pazarbğın çocuk oyuncağı oldu- ğunu söyleyip övünenine hiç rastlama- dım. Çoğunlukla, zorlu ve kolay pes etmeyen diyalog ortaklandırlar. Bu- nu, ben şahsen yaşamak durumunda kaldrtn. Evet, Shultz'la çok özel biçim- de el sıkışmıştım. fotoğraf ve televiz- yon kameralan önündeki, salt proto- kol gereği. törensel bir tokalaşma da değildi. Ama, aramızdaki diyaloğun kolay ve basit olduğunu söyleye- mem... Ytllar sonra Roma'da. Guiulio Andreotti'yle görüşürken, Shultz'tan Şevardnadze'yle ceza yasasına ilişkin sorunlan konuştuğunu duyunca ne denli şaşırdığını anlatmıştı. "Şu işe ba- kın. Görüyor musunuz, Edvard'la George nasıl da derinlere dalmışlar" diye yorumda bulunmuştu İtalyan Başbakanı. "Demek ki birer insan ola- rak birbirlerine çok yakınlaşmışlar. Laf aramızda. Shultz da az çetin ceviz değildir hani." Geriye dönüp de baküğımda, önemsiz ve küçük sorunlar adma veri- len büyük "savaşlardan" edinilen de- neyimin, sonunda görüş birliğine yarmamız ve birbirimize güvenmemiz icin gerekli onamı yaratüğını fark edi- yorum. Artık bir kez spor terminolojısıne el âtüğım için biraz da Amerikan futbo- luna başvurmak istiyorum. Bu oyun- da iki tür taktik bulunuyor: Ya şansb bir atışla, tek hamlede ileri doğru düzi- nelerce yarda kazanıyorsunuz, ya da top elinızde, rakıple dövüşe dövüşe ay- nı mesafeyi kat ediyorsunuz. George Shultz'la ben de bütün za- manımızı, Sovyet-Amerikan ilişkileri- nin topunu elimize alıp ileriye taşı- makla geçirdik. Fiziksel, zihinsel ve psikolojik açıdan oldukça zorlu bir uğraştı. Ancak ilk uzun pas denememizi, Reykjavik Zirvesi'nde gerçekleştirdik. Çok iyi hatırhyorum, bu buluşma fık- ri, her iki tarafın da nükleer bir savaşın asla kontrol altına alınamayacağı ve bu savaşm galibi olmayacağını ilan et- tikleri Cenevre buluşmasından sonra Sovyet-Amerikan ilişkilerinde yaşa- nan duraklama sırasında ortaya çık- mıştı. Ne var ki İzlanda başkenündeki buluşmadan önce yine birileri. işimize çomak sokmayı gerekli gördü. Yine bir "DanüofF Vakası" yaşama- mak için Shultz'la toplam 20 saatlik görüşmeler yapmak zorunda kaldık. Bu "sorunu" çözümlemesek, Reykja- vik buluşması da gerçekleşmeyecekti. Reykjavik Zirvesi Sonbahar I986'da, Reykjavik'teki Höfdi Villası'nda yapılan görüşmeleri ash unutmayacağım. Mihail Gorba- çov başkanİığındaki Sovyet heyeti, görüşmeler sonunda düzenlenen basın toplantısına geldiğinde, daha sonra Moskova'ya dönünce bize söylendiği- ne göre içinde bulunduğumuz durum yüzlerimizden okunuyordu. Dünyayı değiştirecek bir anlaşmaya varmamıza bir adım kalmışü. Ancak bu adım atıl- madı! Batı'da bu olayı anlata'n bir film çe- virdiler. Söylendiğine göre görüşmele- rin dramatik yapısını, gerçeğe çok yakın biçimde yansıtıyormuş. Bilmi- yorum... Sanınm edebiyat ve sanatın, geçen yıllarda siyasete açılan yeni alanlan bir süre daha nadasa bırak- malan gerekiyor. Dokunaklı siyasi haberler ve canı tez gazetecilerin çabu- cak kotardığı analizler üzerine, bu işin ustalan, Reykjavik'i bir fiyasko ola- rak ilan etmekte geç kalmadılar. Gerçekten böyle miydi? İki ülkenın lıderleri Mıhaıl Uorba- çov ve Ronald Reagan, İzlanda baş- kentinde oldukça ileri gitmiş bulunan topu tutamadılar. Bugünkü bakış açı- sıyla. belki de Reykjavik'teki zirve bu- luşmasının böyle bıtmesı daha ıyı oldu diye düşünüyorum. Devlet başkanla- nnın sall ileriye doğru hızlı atağa geç- me denemesı bile birçoklannı korkut- muş. SSCB ile ABD'nin yakınlaşması- na şiddetle karşı çıkan veya kuşkuyla tepkı gösteren güçleri harekete geçir- mişli. Bununla birlikte Reykjavik buluş- ması büyük anlam taşıyordu ve Sov- yet-Amerikan ilişkileriyle dünya poli- tikasında ortaya çıkan olanaklann boyutunu göstermesi açısından tasan- lanmız üzerinde haylı etkili oldu. Ancak nesnel olarak, o dönemde bu olanaklardan yararlanmak mümkün değildi, çünkü Doğu-Batı ilişkilen karşılıklı güvenden yoksundu. Bu gü- vensizlik salt karşı tarafın amaçlannın anlaşılmaması ve davranışlannın ön- ceden hesap edilememesınden değil, aynı zamanda denetim mekanizması- nın eksiklığinden kaynaklanıyordu. Ronald Reagan'ın birçok meziyeti arasından özellikle mizah anlayışı be- nim zevkime hitap ediyordu. Dağara- ğında sayısız espri ve fıkra vardı, an- latmasını da çok iyi biliyordu. Söz ne zaman denetim sorununa gelse, bek- lendiğı üzere. konuya hemen çeşnisini kaüyordu: "Doveryay, no prover- yay!" Tamam olabilirdi. Gülmek. ın- sanı hafıfletir, sıkıntılanndan uzaklaş- tınr. önemli olan. herkesin aynı isteği paylaşması. çıkarmak üzere yeniden Villa Retro'- nun toplann salonuna döndük. Dışiş- leri Bakanı'yla aramızdaki görüşme, daha öncekiler gibi dar katılımlıydı. Bu nedenle, Amerikan Dışişleri Ba- kanlığı Sözcüsü Margaret Tutweiler'ın ansızın çıkagelmesi bizi şaşırttı. Ekip- lerimizin üyeleri, her zaman son dere- ce disiplinli davranır, göriişmeye çekil- diğimiz zaman, çok önemli bir mesele olmadığı sürece bizi rahatsız etmezler- di. Bayan Tutvveiler, şefıne bir bilgi notu iletti. Bakan, notu baştan sona .merikan futbolunda iki tür taktik bulunur: Ya şanslı bir tek atışla ileri doğru düzinelerce yarda kazanıyorsunuz, ya da top elinizdeyken, rakiple dövüşe dövüşe mesafe kazanıyorsunuz. Shultz'la ben tüm zamanımızı Sovyet-Amerikan ilişkilerinin topunu elimize alıp ileriye taşımakla geçirdik. Reagan ve Gorbaçov ise İzlanda'da oldukça ileri giden topu tutamadılar. okudu ve şöyle konuştu: "Beyler. Dışişleri Bakanhğı, lrak'ın Kuveyt sınınnı geçtiğini haber almış bulunuyor. Bununla birlikte Was- hington'daki Kuveyt Büyükelçisi'nin görüşüne göre durum telaşa kapılma- perlerden de bir nebze olsun göriin- müyordu. Saddam Hüseyin Saddam Hüseyin'le kişisel görüşme- lerin sonucu, onun hakkında oldukça genel bir flkir edinmiştim. İrade sahi- bi, sert, iktidar hırsıyla dolu, ancak aynı zamanda akıllı biradamdı. İran'a karşı savaşında yaratüğı olumsuz ima- jı "düzeltmeye" çahşmıştı. Irak Kür- distanı'nda kimyasal silahlara başvur- muştu. Herhangi bir itaatsizliğe şid- detle tepki gösteriyordu. Ancak bütün bunlar, çatışma ve düşmanlıklann böldüğü dünya ıppluluğunun. örgütlü bir direniş sergileyemeyeceği. yaptı- nmlara başvuramayacağı koşullar al- tında gerçekleşmişti. Ancak, artık süper güçlerin işbirliği ve ortaklığına dayanan yeni bir dünya düzeni olgun- laşmaya başladığı için herhangi bir saldırganhk eylemi, inüharla eşanlam- h olurdu. Saddam Hüseyin'in bunu anlamaması mümkün değil, diye dü- şünüyordum. İrkutsk Havaalanı nda, Jim'le veda- laştık. O LJlan-Bator'a uçtu, ben de Moskova'ya. lrak'ın Kuveyt'i istila et- tiğini orada öğrendim. Aynı gün lrak'- ın saldırganlığının, ortak bildiriyle kınanmasını öngören Jim'in önerisi bana ıletildı. Bu, aldığım en zor kararlardan biri oldu. Neden zor olduğunu kendime saklamak ve bunun yerine 3 Ağustos 1990'da Jim'le yaptığımız görüşmeyle ilgili düşüncelerimi aktarmak istiyo- rum. Söz konusu görüşme, Jim'in Moğo- listan'dakı tatiîini yanda keserek gel- diği Moskova'nın Vnukovo 2 Havaa- lanı'nda gerçekleşti. Uzun saatler boyunca, güçlü birdirenişi kırmak için çaba göstermek zorunda kaldım, ken- di içimde ve çevremde -sadece Dışişleri Reykjavik görüşmesi Amerika ve Sovyet Biriiği için büyük önem taşıyordu Bu bağlamda özellikle Jamcs Ba- ker'la 2 Ağustos 1990'da İrkutsk ve Baykal Gölü kıyısındaki buluşmalan- mıza kısaca değınmek istiyorum Da- ha önce de belirttığim gibi Sovyet- Amerikan divaloğunun içerdiği güç- lüklerle yüklü bir gündemimiz bulu- nuyordu. Her seferinde somut sorun- lan ele alı>or ve stratejik silahlarla ilgili anlaşmalar. Avrupa'daki kon- vansiyonel silahlar, bölgesel anlaş- mazlıklarda uzlaşma arayışı gibi konularda ortaya çıkan pürüzlerin çö- zümü yolunda adım adım ilerliyor- duk. Bunlann dışında insan haklan sorunu, ekonomik ilişkiler ve diğer iki- li ve çok taraflı sorunlar üzerinde da- nışmalarda bulunuyor: aynı zamanda ayn ayn anlaşmalar hazırlı\orduk. Wyoming'in kayalık ve engebeli arazisinde, iki ülke arasındaki ilişkile- rin artık normalleştiğini saptadık. Ar- tık yapıcı bir işbirliğine doğru yönel yı gerektırmiyor..." Görüşmelerimize devam ettık. Ben pek tedirgin değildim, gördüğüm ka- danyla Amerikalı da değildi. Irak ile Kuveyt arasında hayli çetrefılli görüş- meler yapıldığını bili>ordum. ama Saddam Hüseyin'in işgale yelteneceği- ni asla tahmin edemezdim. Bunu gös- terenhiçbirişaretvoktu.Irakbirlıkleri daha önce de komşu ülkenin sınınnı geçmiş. ancak orada uzun süre kalma- mıştı. Dahası. Irak'ın mevcut koşullar altında saldırganlığa yeltenmesi. pek zayıf bir olasılık olarak görünüyordu: Tamamen mantık ve akıl dışı, sağdu- yu\ a aykın bir adım olurdu. Beni eleştirenler. bu tür itiraflan. be- nim yetersiz olduğumu ve uzmanlann değerlendirmelerini dikkate almadığı- mı kanıtlamak için sık sık malzeme olarak kullandıklan halde, bugün ay- nı görüşleri yinelemeye hazınm. Ben uzmanlara danışmadan. hiçbir giri- şimde bulunmadım. Dışişleri Bakanlı- buluşmamızın felsefi önemi. ulaştığı- mız şu sonuçtan kaynaklanıvordu: İlişkilerimiz, uluslararası platformda, özellikle de Üçüncü Dünya'daki an- laşmazlıklarla ilgili konularda. bırer ortak olarak harekct edebıleceğimiz bir düzeye ulaşmıştır. Bu on birinci buluşmamızın ardın- dan, tatile çıkmak üzere ba\ ullanmızı toplamaya başladık. 2 ağustos günü öğleden önce, basın toplantısı düzcn- ledik ve ardından, son kez bir bilanço ölçüde arttınldı. Bu değerlendirmeleri her zaman dikkatle dınledim. Bu ara- da uzman görüşlerini, dış politıkamı- zın stratejik ilkeleri doğrulıusundaki görüşlerimle bırleşürdım. Bazılan bu olayı. siper çukurundan bakar gibi gö- rüyor. Benim ise bulunduğum makam nedeniyle tum cepheyi görüş alanı içinde bulundurmam gerekiyordu. Bununla birlikıe. lrak'ın Kuvyet'i iş- gal \e ilhakı gibi birdeliliğin işaretleri. bızim bazı uzmanlanmızın çekildiği si- BakanlığYnda da değil- beliren direni- şi. Topu, yine birlikte sahaya taşımak gerekiyordu. Ancak ileride bana yö- nelttikleri suçlamalarda olduğu gibi Amerikan futbolunun kurallanna gö- re oynanan bir oyun değildi bu kez. Sovyet-Amerikan futbolu da değildi. Dünyanın geleceği büyük bır risk al- tındaydı. 2 ağustostaki olaylar ve yol açacağı olası gelişmeler. o güne kadar başardı- ğımız işlere set çekiyordu. Yeni düşün- cenin uygulanması. silahsızlanma eği- limi ve yeni uluslararası ilişkiler yara- tılması için izlenen politikanın toprağa gömülmesı tehlikesine davetiye çıkan- yordu. Nasıl bir tutum almalıydım? O dö- nemde, knzden u>gun bir çıkış yolu planlayabilecek durumda değildim, ancak benim görüşüme göre atılması ve atılmaması gereken adımlarla ilgili düşünceler yürütmekle yükümlüy- düm. Meslektaşlanm, Irak'la imzala- dığımız dostluk ve işbirliği anlaşma- sıyla bu ülkeyle olan özel ilişkilerimızi hatırlattılar. Bütün bunlan hcsaba kattım Ancak en büyük endışem. Irak'taki 8000 Sovyet vatandaşının durumuydu. Onlann kıhna bile zarar gelmemesı için elimden geleni yapmak görevimdi. Ancak aynı zamanda Ku- veyt ve diğer ülkelerin vatandaşlanna da yardım etmekle yükümlüydüm. Cstelik benden böyle bir davranış beklenmediği halde. Ahlakı değerlerle siyasi muhakeme arasında çetin bir mücadele ba^lamış- tı. Ve bir kez daha. bir toplumun. bir devletin, bir insanın ahlaki değerleri- nin. öncelikle her tıirlü şiddete karşı alınan tavırda ortaya çıktığını fark et- tim. Devlet, vatandaşın canına, onu- runa ve malına yönelik her darbeyi cezalandınyor. Devletler de yasalan korumadan, insan haklan kurallanna uymadan var olamıyorlar, yoksa bu- nun altematifı herkesi başıboş bırak- mak olurdu. Yani diğer bir deyişle; güçlünün güçsüz üzerindeki keyfı hâ- kimiyeti. Demek ki dünya topluluğu- nun haydut devletlerle korsan rejimle- rin eylemlerine geçit vermemesi gere- kiyor, aksi takdirde dünyadaki hukuksal düzenin zedelenmesi ve uluslararası ilişkilerin istikrarsızlığa sürüklenmesi kaçınılmaz olur. Yani sorun şuydu: Ya iyiyle kötüyü tek bir düşünce çatısı altında ayırt ede- rek yaşamaya devam edeceğiz, ya da bu ölçülere aldınş etmeksizin, herhan- gj birinin dünyayı temelinden sarsma- sına göz yumacaktık. Körfez krizinde geçen sınavın ışığında, artık bu sonıyu sormanın zamaru gelmişti. Kuveyt'i hedef alan saldın, aynı za- manda yeni düşüncenin uluslararası yaşama getirdiği olumlu değişim eğili- mine yönelen bir saldınydı. Krizin üs- tesinden gelebilmek için Kuveyt'in egemenliği, toprak bütünlüğü ve meş- ru iktidann yeniden işbaşına gelmesini dışlayan bir seçenek, benim için söz konusu bile değildi. Bu devlet. netice- de Birleşmiş Milletler'in bir üyesiydi. Bu böyleydi ve böyle kalmahydı. Kısacası, ortak bıldirimizi yayımla- dık. Daha sonra olaylar olağanüstü tehlikeli biçimde seyrettiğı için SSCB ve ABD başkanlannın 9 eylülde Hel- sinki'de buluşmalan gerekli görüldü. Bütün bugünler zarfında, Körfez kriziyle ilgili aramızda sağlanan görüş birliğini, uluslararası uzlaşmaya, dün- ya topluluğunun ortak tepkisine dö- nüştürmek için olağanüstü gergin bir ortamda çalıştık. Daha başlangıçtan itibaren, BM Güvenlik Konseyi'nin diğer daımı üyeleriyle yoğun konsül- tasyonlarda bulunduk -Çin, Fransa, İngiltere, ABD ve Güvenlik Konseyi üyesi diğer devletlerle.- Amenka Birle- şik Devleüeri'yle yürüttüğümüz ortak çalışma, eşi benzeri görülmemiş bir karaktere büründü. Moskova-Was- hington-NVyoming (o sırada Dışişteri Bakanı James Baker orada kalıyordu) arasında telefon köprüsü kuruldu. Avrupa ülkeleriyle düzenli temaslar yürütüyorduk. Hans Dietrich Gensc- her'le, Fransa Dışişleri Bakanı Roland Dumas ve İngiltere Dışişleri Bakanı Douglas Hurd'le sürekli görüş alışve- rişinde bulunuyorduk. Varşova Pakü üyesi ülkelerin yöneümlerine gelişme- ler hakkında bilgi veriyorduk. Arala- nnda Hindistan, Yugoslavya.Türkiye ve İran'ın da bulunduğu komşu dev- letlerle dost ülkelere bilgi akışını sağlı- yorduk. Baa Arap ülkeleriyle Arap Biriiği Sekretaryası ve FKÖ'yle kesin- tisiz temas halindeydik. ö a d d a m Hüseyin'le görüşmelerim sonrasında onun hakkmda geniş bir bilgi edindim. Irade sahibi, iktidar hırsı ile dolu, akıllı bir adamdı. İran savaşında yaratüğı olumsuz imajı da düzeltmeye çahşmıştı. Irak Kürdistam'nda kimyasal silahlara başvurmuştu. Herhangi bir itaatsizliğe şiddetle tepki gösteriyordu. Ve Irak yönetimıyle temasımızın kesildiği tek bir gün olmadı. Siyasi sorunlann yanı sıra, Kuveyt'teki Sovyet vatandaşlannın tahliyesi ve Irak'taki uzmanlanmıza çıkış izni verilmesi gibi pratik konularda da görüşmeler yapıyorduk. Sonunda, vatandaşlanmız korun- madığı takdirde gerekli adımlann atılacağını hatırlatarak. uygun bir dille tehdit savurmaktan da geri kal- madım. Salt bu yüzden, kendi ül- kemde eleştirilere hedef oldum. Ne var ki, gerçekleri kimse inkâr ede- mez: Bağdat ancak o tehditlerden sonra Sovyet vatandaşlannın Irak dışına çıkışina izin verdi. Bugün. geçmişteki olaylann seyri- ni yeniden gözden geçirirken piş- manlık duyacağım tek bir kusur bulamıyorum. Saddam Hüseyin'in eylemine karşı aldığımız sert tutum öncelikle siyasi ve ahlaki ilkelere, keyfı hareket ve saldırganlığın onay- lanamayacağı, insanlann bir saldın- nın kurbanlanna yardım etmekle yükümlü okiuğu, küçük ve banşçı bir ülkeyle insanlannın yok olması- na göz y umamay acağı ilkesine daya- nıyordu. Ancak burada söz konusu olan sadece Kuveyt değil, aynı zamanda Irak'tı. Burada söz konusu olan bü- tün bir bölge -en ufak bir abartıya sapmaksızın yeniden söylüyorum- bütün dünya, bütün ülkelerin \e halklann yaşamıydı. StlRECEK ANKARA/ANKA MÜSERREF HEKİMOĞLU İda'ntn Eteğinde Bfr Akşam Tahtakuşlar Köyü'nde bayram şenliği var. Kudarailesi- nin düşü gerçekleşti artık. Etnografya Galerisi kuruldu, değerli ressam Selim Turan'ın adım taşıyan bir salonda da ortak bir sergi açıldı geçen hafta. Ama asıl sergi salon- da değil, dışarıdaydı bence. Deniz dağlara taşmış gibi, Körfez kıyılanndan, Ayvalık'tan, Altınova'dan, Burhaniye'- den, Oren'den, Arkent'ten, Akçay'dan, Altınoluk'tan, taa Assos kıyılanndan gelenlerle kalabalık dağlara da sığma- dı. ida nasıl hoşlandı kimbilir! Alevi kadınların şıklığı, kent- lileri geride bıraktı yine! Nereye baksam onları görüyo- rum. Tepelerde, zeytinlerin gölgesinde, demet demet çiçeklergibi, giysilerinde ida'nın renkleri, baslarında buğ- day saplı oyalar, saçlannda kekik kokusu... ida'nın güzel kadınları onlar, Sarıkız'ın kardeşleri. Balıkesir Valisi Kadir Uysal da konuklar arasında. Konuşurken kadınlara da seslendi. Kentlerarası otobüslerde de haremlik-selamhk havası oluşurken İda'nın eteklerindeki rahatlık bir yöneti- ciyi de etkiliyor elbet! Ben, yıllardır ören tatiilerime başka bir güzellik katan dostlarımla gittim Tahtakuşlar'a. Büyü- kelçi Hamit Batu ve eşiyle birlikte. Otomobil, minibüs, kamyon ve traktör kuyruğunu aşarak galeriye ulaştığımız zaman durakladık birden. Bedros Reis'i anımsadık. Kara- dutum, çatalkaram, çıngenem dizeleriyledans eden güzel kızları Bedri Rahmi de görseydi nasıl coşar, yeni dizeler yaratırdı, kimbilir! Belki biliyorsunuz, ida'ya tırmanmaktan, Sarıkız'la ko- nuşmaktan çok hoşlanırım ben. Tahtakuşlar'da Kudar ai- lesiyle buluşurum yaz gelince. Tepedeki mezarlığagide- rim bir akşam saatinde. Yeşil çamların altında beyaz taşlarla ölümü değil ölümsüzlüğü hissederim orada. Sev- digim ölülerle buluşur, konuşurum. Aşağıda Ege'nin ma- viliği, dağları, denizleri, ölüleri, ölümsüzleri bir arada kucaklarım. O akşam da Bedros Reis'le kucaklaştk. Sonra Kudar ailesinin güzel kadınları sardı çevremi. Esma bacı, gelinleri Selver ve Senem Kudar, gel de Sartkız'açıkalım, konuşalım, dediler, Paris'ten Hasan Kudar'ın geleceğini müjdelediler. Derken Ayvalık ilçesinin edebiyat öğretme- ni, Edremit'ten emekli öğretmenler, Akçay'dan başka bir ögretmen, Altınova'dan bir karı-kocayla Cumhuriyet okur- ları geldi yanıma. Kısa, ama çok güzel sözlerle okşadılar beni. Okşadılar ve onurlandırdılar. Yazarlığın ödülü de okurları kuşkusuz! Tahtakuşlar Etnografya Galerisi'nin öyküsünü çok ya- kından yaşadım ben. Yıllarca önce Sabiha Tansuğ ile Kudarlar'ın sofrasında konuşurken başlıyor Tahtakuşlar'- ın öyküsüyle galerinin öyküsü; tahtacıların, dağların, or- manların öyküsü birbirine karışıyor bence. Kekik kokulu bir öykü bu. Ben de birkaç torba kekik al- dım galeriden. Berin Nadi'ye getirdim istanbul'a. Ida'dan sevgiler. Sarıkız'dan selamlarla. Kekik çayı içtiniz mi hiç? Tüm dertlere deva bir ürün kekik. Sindirim, solunum has- talıklarına etkili bir ilaç. Bir bardak cayla güzel bir dağ uykusuna dalabilirsiniz. Sofranıza da başka bir tat verir kekik. Körfez mutfağında büyük yeri var. Zeytine çok yakı- şıyor, ama beyazpeynire de. Beyazpeynire zeytınyağı, üzerine de kekik karaciğerinize dinlence! Doğa tüm hasta- lıkları onarıyor sözün kısası... Selim Turan'ı göremediko akşam. istanbul'a erkendön- düğünü soyledi Alibey Kudar. Salonunda sergilenen tab- loları gördü mü acaba? Gördüyse ne düşünüyor? Ben #esim sergilerinin coşku vermediğini düşünüyorum bir sü- redir. Güzel bir doğa parçasında, İda'nın eteklerinde bir köyde, zeytinlerin, çamların yeşili, denizlerin mavisi, çi- çeklerin coşkusu içinde bir sergi açmak da kolay değil! Doğa bastırıyor, ama doğanın bastıramadığı yerlerde de beni çok şaşırtıyor kimi sergiler. Tablolarda bir sanatçı eli değil, bir boyacı eli seyrediyor insan! Her dalda yaşanan yozluktan resim dalı da etkileniyor kuşkusuz. Bu tür bir sergiden sonra ressam dostlarımı çoközlüyorum ben. Ba- na yaşama sevinci veren tablolar canlanıyor gözümde. Doğanın güzelliği sanatın gücünü daha çok vurguluyor belki de. Bize en büyük dostiuğu insanın doğasını, yaratıcı gücünün boyutlarını yansıtan sanat olayları veriyor değil mi? Konser mevsimi yeni sona erdi, ama kahvelerden ta- şan arabesk müzikle kulaklarım aşınırken CSO salonunu da çok özlüyorum doğrusu. Sonra da düşünüyorum; İda'- nın doruğunda bir konser, Körfez'i nasıl çınlatır kimbilir! Yıllarca önce Ürgüp'te Peri Bacaları'nda bir konser canla- nıyor gözümde. Ankara Oda Orkestrası Gürer Aykal'ın yönetiminde Vivaldi'nin Mevsimler'ini çalıyor. Sonra Suna Kan'ın bır resmi, bir tepede keman çalıyor. öyle bir konseri Adrymitton Çocuklan da bir gün dinler belki!.. BULMACA SOLDANSAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 1/ Yağmurdan, rüz- gârdan ya da güneş- ten korunmak için yapılmış küçük sa- çak. 2/ Vücutta biri- ken azotlu madde... Bir şeyden kalan kö- tü iz. 3/ Boya, pas gibi şeyleri çıkarmak için kullanıian çelik araç... Kadınların giydiği çarşaf. 4/ Mehter müziğinde kullanıian ve iki değ- nekle vurularak çalı- nan bir tür davul. 5/ Cinsiyet... İnanmak eylemi. 6/ Se- naryosunu Yıtmaz Güney'in yazdığı ve Şerif Gören'in yönettiği, 1982 Cannes Film Şenliği'nde Altın Pal- miye ödülünü kazanan Tılm... Karı- şık renkli. 7/ Santraçta bir taş... Ye- min... Boru sesi. 8/ tyi yaşamak için gerekli her şey... Merkez Bankası'nın pasifınde kayıtlı para miktan. 9/ Öv- me ya da övgü. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Gözetmen, gözetici. 2/ Sınır nişanı... Polkayı andınr bir dans. 3/ Bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan... Bir nota. 4/ His- se... Ortak Pazar'ın kısa yazıhşı. 5/ Erkek hizmetçi... Bir duva- rın başını ya da iki duvann köşesini oluşturan gömme ayak. 6/ Eski Mısır'da güneş tannsı... İskoç erkeklerinin giydiği kısa etek- lik... 7/Üç ya da daha çok direği bulunan yelkenli gemilerde arka direk.. Olumsuzluk belirten bir önek. 8/ Toprak, kum ve sa- man eletneye yarayan iki delikli kalbur... Birine dokunsun diye söyienen söz. 9/ Jüpiter gezegenine verilen bir başka ad. KALSİYUM KARBONAT SATIN ALINACAKTIR tZMİT SELÜLOZ VE KÂĞIT SANAYİt MÜESSESESİ IZMtT Müessesemızce 3000 ton kalsiyum karbonat satın ahnacakür. Teklifler idari ahm ve teknik. şartnamesı esaslarında % 7.5 geçici temınaüa birlikte 3.8.1992 günü saat 16.00'ya kadar müessesemizde bulundurulacaktır. Verilecek teklifler 17.9.1992 tarihine kadar opsi- yonlu olacaktır. Konu ile ilgili şartname lstanbul, Izmır, Ankara'da alım satım mü- dürlüklerimizden ve Izmit'te müessesemızden temin edilebilir. Postadaki gecikmeler kapalı zaıf içine konmayıp, açık olarak ve- rilen ve teleks-telefaksla bildırilen teklifler dikkate alınmayacaktır. Teşekkülümüz 2886 sayılı kanuna tabı değildir. Emniyetli, kârlı ve verimli teklif degerlendirileceğinden, ucuz teklifın dikkate alınma- ması ve siparişin kısmen veya tamamen iptali teklif vericiye bir hak sağlamaz. Basın: 32683
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear