29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
ŞAYFA 12 CUMHURİYET 16 TEMMUZ1992 PERŞEMBE DIZIYAZI Dedelerimiz bir devrim gerçekleştirmişti ama onlann' 1917'deki seçimi bizinı için bağlayıcı olabilirmiydi? Tek doğru vardı, o da sosyalizm DAHA ÖZGÜR BİR DÜNYAİÇİN EDÜARDŞEVARDNADZE'NİN ANILARI Haziran I985'te. "dünyanın çehre- si" benim gözümde net çizgiler kazan- dı. 33 Avrupa ülkesiyle ABD ve Ka- nada'nın dışişleri bakanlun. Helsinki Sonuç Belgesi'nin (20) imzalanması- nın lO'uncu yıldönümünü kutlamak ve Avrupa'nın birleşme sürecini gö- rüşmek üzere Finlandiya'nın başken- tinde bir araya gelmişlerdi. Onlann arasında bir acemıydim. Bu buluşma. çiçeği burnunda Sovyet Dışişleri Ba- kanı'nın siyasi sahneye ilk çıkışı olu- yordu. Karşıhkh resmi nezaket alışve- rişi sırasında, insanlann candan ilgı- lendiklerini hissettim. Meslektaşlanm iyi niyet ve içtenlikle, beklenmedik bi- çimde çevrelerine giren kişinin nasıl bir insan olduğunu anlamaya çahşı- yorlardı. O orlamda kendimi çok ra- hat hissettiğimi söyleyememama, ben de kendi çapımdâ, meslektaşlanmı gözlemliyordum. Her birini merakla inceliyor, özellikle de nasıl insanlar ol- duklannı anlamaya çahşıyordum. Batı'nın her bir temsilcisini sinsi bir düşman gibi gösteren ideoloji gözlü- ğünü ise bir yana bırakmaya cabalı- yordum. Çünkü ideolojinin sabit fıkir haline getirip ateşlediği husumet duy- gulan her an tetikte olmayı gerektirir Aman dikkat et, sana kazık atıp, par- maklannda oynatmasmlar! İster hile, isıer yalan olsun diplomaside her yol mübahtır ilkesinden türetilen ve bir teamül olarak kabul edilen klişe, benı evhamlı yapmışü. Talleyrand ve Met- temich'in bugün bile halen konuşulan alışkanlıklan. benim izleyeceğim normlar değildi elbette. Benim düşün- cemde, yabancı meslektaşlanmla doğ- ru ve dürüst bir diyalog yürütmek vardı. Bunun da ön koşulu, ilkelere sımsıkı bağlı kalmakü. Ortaklanmın bana güvenmesini, kendim de onlara güvenebilmeyi istiyordum. Bu görüşlerin bir bölümü, sonunda ulaştığım felsefeyle bağlantılı. Ancak birçoğu da kişilerle doğrudan kurdu- ğum temaslann, eylemleri ve düşünce- Bizde Sovyet halkının seçimini Ekim 1917'de yaptığından şevkle söz edilir. Peki ama devrim sonrasındaki çarpıklıklan, yozlaşma ve suiistimalleri, canice eylemleri demi seçmişlerdi? leriyle nasıl insanlar olduklannı anla- ma çabasının ürünü. Sonuçta bu iki unsur birbirinden aynlamaz. Yine de burada felsefeye değinmek istiyorum. Belki de fazla tumturaklı bir ifade. Düşünürlerin unvarana sahip çıkmak iddiasında değilim ama, çağımızın ön- de gelen düşünürlerinden, hemşerim Merab Mamardaşvili'nin de isabetle belirttiği gibi insanlarfikirlerindenbir felsefe yaratmadan önce, ara sıra ab- şılmışın dışında düşüncelere kayarlar. Benim durumum da böyleydi işte. Görüşme masasma oturdugumda, muhatabımm benim şahsımda düş- man bir ideolojinin temsilcisini değü de bir insan gördüğünü düşünürdüm. Sonra da aramızda böyle bir ideoloji aynrnı bulunmadığını farkederdim. Aksi takdirde görûşmeler, daha en başlan çıkmaza gjrerdi. İnançlanm- dan vazgeçmiyor, ancak o orlamda söz konusu olan çıkarlan da inancın tutsağı haline getirmiyordum. Elbette ülkemin çıkarlan ön plandaydı, ancak bu arada muhatabımın çıkarlannı da hesaba kaüyordum. Aynı tavn karşı taraflan da bekliyordum. Hangi nok- tada aynldığımızı her zaman bilirdim, ama bizi nelerin birleştirdiğini de anla- maya çakşırdım. Ortak çıkar ve değer- kr ön plana çıkardı; geri kalanlar bir yana bırakıhrdı. SBKP 28'inci Parti Kongresi'nde, delegelerden biri bana, işçi sınıfmın çı- karlanyla insanlıgın ortak çıkarlan arasında ne gibi farklar gördüğümü sordu. Ben de ona soruyu doğru bi- çimlendirmediğini söyledim. Sınıfsal çıkarlarla insanlığın ortak çıkarlannı asla karşı karşıya getirmemiştim; ben bu iki kavram arasındaki ilişkilerden söz etmiştirn. Bu iki kavram kesinlikle çelişkili değüdir. Olsa olsa, aynnüyla bütûnün iüşkilerinden söz edilebilir. "İnsanlığın ortak çıkarlanrun önceli- ği" kavramından anladığun, normal her insanın, banş, refah, ilerleme, in- san ve toplum sağhğı, nükleer ve eko- lojik tehlikeler, kalkmma sorunlannın çözümlenmesi gibi alanlarda ortak bir flgiye sahip olduğudur. KuraldeğU Yeni düşünce bizi, dış politikada ça- tışmanın bir kural ve ilke olmadığı an- layışına götürdü; ideolojik şablonlar- dan kurtulmamızı ve uluslararası iliş- kileri ideolojiden anndırmamızı sağladı. Devletlerin, insanlığın -küçük ya da büyûk- bir bölûmünü kendi dış politikalanna tabi kılmak yerine, iş- birliği içinde çahşmayı, birbirlerinin cıkarlanna saygı göstermeyi, ideolojik aynlıklan gözetmeksizin temas nokta- lan aramayı öğrendigini görmemizi sağladı. Bu anlayış, bizim dünya görü- şümüzü. inançlanmızı ortadan kaldır- madı elbette. Böyle bir davranışı baş- kalanndan da bekleyemeyiz. Temelde her devletin politikası ideolojiye dayanır. ideoloji tarafından yönlendirilır. Buradaki soru, ideoloji- nin nasıl bir ideoloji olduğudur., Bir politika. ancak iyi. doğru. insani ve manevi ilkelere dayanıvorsa, eli yiizü düzgün bir politika olabilir. İdeolojik tarikatçılık ve tahammülsüzlük ise hiçbir zaman iyilik getirmemiştir. Ge tırmesi de beklenemez. Burada konudan biraz sapmama izin verin. Akla gelebilecek her tür si- yasi ideolojiyi. insan haklansla bağ- daştırmaya çalıştıysam da sonuçtan pek hoşnut kalmadım. Bazı toplum- îarda ideoloji. din demektir. Ancak bireyler, inançlannı diledikleri gibi se- çebilmelidir. En azından yetişkinler. 1917Devrimi Bizde, Sovyet halkının seçimini Ekim I917'de'yaptığjndan şevkle söz edilir. Evet. dedelerimiz bir devrim gerçekleştirmişler. Peki ama, devrim sonrasındaki çarpıklıklan, yozlaşma ve suiistimalleri. canice eylemleri de mi seçmişlerdi? Ve onlann veya bizim se- çimimiz, çocuklanmız ve torunlanmız için bağlayıcı mıdır? Sınırlanmızın ötesi vatandaşlanmı- za kapalıyken, dış seyahatlere verilen izinlerde, aya göndermek için astronot seçer gibi titizlikle davranırken, birey- lere herhangi bir seçim hakkı bırakmı- yorduk. Tek doğru vardı, o da sosya- lizmi seçmek. Peki o halde bizim ideo- lojimizin en doğru ve ileri olduğuna inanıyorsak, farkh ınançlara sahip in- kalmıştı. Söz konusu konuşmacı, be- nim bu insanlann gözlennin ıçıne ba- kabileceğimden kuşkuluydu. Bakabi- lirdım elbette. Aynı Afganistan'da gördüğüm 20 yaşindaki delikanhlann, korku dolu gözlerine baktığım gibi. Aynı. oğullan Afganistan'da şehit düşmüş ya da yaralanmış analann acı ve yaş dolu gözlerine bakabildiğjm gi- Creorge Shultz ile temaslanmız, her geçen gün resmiyet duvarlannı biraz daha yıkıyordu. Ülkelerimiz arasındaki ilişkiler tarihinde ilk kez ABD veSSCBdışişleri bakanlan karşüıklı olarak birbirlerinin evlerini ziyaret ediyorlardı. bi. Belki de genç erkeklerimizle ana- babalannın ve elbette Afganhlar'ın hayatını ve yazgjsını parçalayan savaş makinesinin durması için elimden ge- leni yapma kararhhğımı sağlayan, bu ülkedeki askeri varlığımıza karşı Bir- leşmiş Milletler'de her yıl yinelenen oylamalar değil de insan gözlerinde okuduğum o ifadeydi. Afganlılar"ın rüklediğjmiz şeklınde yorumlanmıştı. Afganistan'daki birliklerimizin varlı- ğı, sadece dış dünyayla ilişkilerimizi frenlemekle kalmamış, aynı zamanda uluslararası sorunlarla ilgili tavnmızı, dürüstçe yeniden biçimlendirmek iste- yip istemediğimiz konusunda kuşku- lar uyandırmışu. Bunlar artık son buluyordu. Anık ülkeye ölüm haberleri ve şehit düşen genç erkeklerin tabutlan gelmeyecek- ti. Birkaç ay içinde tüm subay ve as- kerlerimiz geri dönecekti... Sevinç duymak için yeterince nedenim vardı. Ne var ki, sevinemiyordum. Uçağın penceresinde. Alpler'in ala- ca karanlığı giderek gözden yitiyordu. Hostes şarap getirdi. Çalışma arka- daşlanmdan biri kadehleri doldurdu. "Bugünkü başanmıza!" Başanmıza bile içemedim. Yüreğjmde bir ağırlık vardı; Kabilli dostlanmızın yüzleri gö- zümün önünden gitmiyordu. Artık tek başına kalmışlardı. Birliklerimizin geri çekilmesinden sonra iktidarda tu- tunabilecekler miydi? Ulusal uzlaşma- ya varmalan, kan dökülmesine artık bir son verilmesi ve Afganistan'ın ba- nşa kavuşması için onlara nasıl yar- dım edilebilirdi? Bize güvenen insanla- nn, uzlaşmaz düşmanlanyla bir başı- na kaldıklan düşüncesi bana rahat, huzur vermiyordu. Siyasi çabalanmı- zın, Afgarüstan'a banşcıl bir düzen getiremeyeceğini biliyordum. Ancak yine de müttefıklerimize karşı kişisel suçluluk duygusundan kurtulamıyor- dum. Başımdan geçen şu olayı bugün ar- tık çekinmeden anlatabilirim. Son as- kerimizin de Sovyet Afganistan sırun- ABD Dışişlcri Bakanı George Shultz ile başlayan ilişkilerimiz kısa bir söre içinde ailevi dostiuğa dönüşmüştü. sanlarla temas kurmaktan neden o denli korktuk. kitaplan neden yasak- ladık. radyo vericilerini neden boz- duk, salt bize uygun düşmeyen fılmleri seyredip bize hitap etmeyen müzikleri dinledikleri, hoşumuza gitmeyen danslar yaptıklan için insanlan hap- settik? İnsan hiç kimseyi kiliseye hapsede- mez, aynı şekilde sınırlann ötesinde günah ve fesat bülunduğu gerekçesiyle hiç kimsenin ülke dışına çıkması en- gellenemez. Herkes kendi karannı ver- mekte, kendi seçimini yapmakta öz- gür olmahdır. Devletlerararası ilişkilerin ideoloji- den anndınlması üzerinde düşünceler yürütürken, bu ilişkilerin her şeyden önce, kabaca deforme edilmiş, yanlış yorumlanmış ideolojiden, ideolojik aşınüğın unsurlanndan ve taşlaşmış köktencilikten kurtanlmasmın gerek- liüğini göz önünde tuttum. Ancak, uluslararası ilişkilerin ideolojiden anndınlması için öncelikle bu ideoloji- ye yüklenen mitoslann ortadan kaldı- nlması gerekiyordu. Yani insanın, çevresindeki dünyayı kendisine buyu- nılduğu gibi değil, olduğu gibi görme- yi öğrenmesi gerekiyor. Diğer bir deyişle: Eleştirel olarak düşünürsek, ideolojiden anndırmak demek. dünya görüşümüzün nesnel- leştirilmesi ve özgün düşüncenin teş- vik edilmesi, okul öğrenimi ve herşey- den önce siyasi çizginin devlet ideoloji- siyle dogmatik biçimde özdeşleştiril- mesini en aza indirgemek ve bunlan topluca uluslararası platformda uygu- lamaya geçinnek demektir. Doğu Avrupa İstifamı açıkladığım gün, muhalifle- rimden biri, beni Doğu Avrupa'daki Sovyet birliklerinin çekilmesine yol aç- makla suçladı. Bunun sonucunda or- du mensuplannın aileleri, kar üstünde kurulu çadırlarda bannmak zonında gözlerinde okuduğum ifadeyi de asla unutamam. Beni, devlet cıkarlanna uygun hare- ket edilmesini buyuran süper güç poli- tikasının "makro ölçülerini" hiçe saymakla suçlayabiürler. Ben her za- man "mikro ölçü" -insan ölçüsü- hiçe sayıldığı takdirde, devlet çıkarlannın garanti aluna alınamayacağı nokta- sından hareket ettim. Afganistan Afganistan'da verdiğimiz kayıplara ilişkin rakamlar biliniyor. Bunlar sık sık gündeme gelir, ancak herhangi bir nedenle, madalyonun diğer karanlık yüzünden hiç söz edilmez: Şehit düşen yanm milyon Afganlı. "İnsan ölçüsü" bir bütündür, evrenseldir ve bu kavra- mın seçmece kullanılması beni çok rahatsızediyor. Sovyet savaş tutsaklannın geri dö- nüşü konusunda yardımcı olması amaayla görüştüğüm Afgan muhale- fet liderlerinden biri isteğimi kabul etmiş: "Kabil'de kalan yakınlanmın akıbeüni öğrenebilmem için bana yar- dımcı olun. Onlardan hiç haber ala- madım" diye eklemişti. Benim görüşüme göre insanın önce insan. sonra belirli bir dünya görüşü- nün mensubu olduğunu unutan politi- kacılann, politikayla uğraşmaya hakkı yok. İtirafetmeliyim ki Cenevre'de Afga- nistan anlaşmasının imza töreninde son derece karmaşık duygulara kapıl- dım, sevinçten eser yoktu. Asbnda çok mutlu olmam gerekiyordu. 28"inci Parti Kongresi'nde kararlaştınlan he- deflere ulaşılmış, 1985 aralık ayında ahnan siyasi ilke kararlan gerçekleşti- rilmişti. Çok zorlu bir sorundu. çö- zümlenemediği takdirde Perestroyka büyük erozyona uğrardı. Afganistan'- daki kardeş kavgasına kanşmamız, birçok ülkede, nüfuz alanımızı geniş- letmek için bölgesel bir çaüşmayı kö- nı geçmesinden sonra Vladimir Kryuçkov'la (21) birlikte yeniden Kâ- bil'e gittim. Aynı günün akşamı Neci- bullah (22) ailesinin evinde konuktuk. Kent roket atışı altındaydı, bazı önem- li illerde şiddetli çarpışmalar meydana geliyordu. Çaüşma sesleri mütevazı bir sofranın başında oturduğumuz -birkaç konuk, evsahibi, kansı, çocuk- lan ve ben- odada yankılanıyordu. "Belki de" diye söze girdim ihtiyat- la. "Ailenizin ülkeyi terketmesi daha iyi olur. Moskova'ya yerleşmelerine yardımcı olabilirdik..." Kansı çabucak yanıt verdi, nazik. ancak kesin bir tavırla: "Bu kara gün- lerimizde kaçarak, halkımıan gözün- de ölmektense. şu kapının eşiğinde can veririm daha iyi. İster mutlu son olsun, isterse mutsuz, sonuna kadar burada halkımızla birlikte olacağız..." İşte o zaman, düşünce ve ideallerin, ancak gerçek anlamda insanlıktan esinlendiği takdirde bir değeri olduğu- nu anladım. Burada düşüncelerimin arasına bazı özel siyasi terimler kanş- tırmayacağım, çünkü kullandığım to- nu degiştirmek istemiyorum. Yine de şunu belirtmeliyim: Afganistan'la ilgili tüm girişimlerimizde Afganhlar'ın iyiliğini de amaç edindik. Dış politikamızın genel stratejisi içinde, insan ölçüsü, benim için değiş- mez bir ilke ve ternel ölçü birimi olarak kaldı. Hem stratejik anlamda, hem de yabana meslektaşlanmla kişisel te- maslanm açısından. 1985'in o uzak temmuz gününde. meslektaşlanmla Helsinki'de ilk kez buluştuğumda. bi- rer insan olarak birbirimizle ayru dili konuşabilmemiz için benim kıstaslan- mı kabul etmelerini diledim: Aileleri- mizin huzuru. çocuklanmız ve torun- lanmızm geleceği, vatandaşlanmızın refahı. Güvensizlik ve korku duvarla- nnın bizleriayırmamasıiçin... Dileğim yerine gelecekti. Hemen he- men bütün meslektaşlanmla aramızda bu tür ilişkiler gelişti. Ülkelerimiz ara- sındaki ilişkilerin iyileştirilmesi anla- mına gelmese de en azından karşılıklı anlayış ortamı yaratabildik. Bu nedenle hepsine şükran borçlu- yum. Burada her birine teker teker değinrnek isterdim. Ama, onlan anlat- mak için sadece hak ettikleri sözcükle- ri sarfetmek yetmez. Hiç de basit olmayan, ancak ortaklaşa işbirliği içinde çözüm yollan aradığımız sorun- lan da ortaya koymak gerek. George Shultz Yine de bazılanndan söz etmek, özellikle de George Shultz'tan başla- mak isterim. Onunla ilk buluşmamı- zın, memleketim Gürcistan'da nasıl destanlaştığını bildiğini sanmıyorum. Yaşamımı destan ve masal dekorlany- la süsleyen. ozan hemşehrilerden yana hep şanslı olmuşumdur. Kimileri iyi niyetli, kimileri fesatça; bazılan hoşu- ma gider, bazılan daha az. Ancak George'la ikimiz hakkında o küçük çekici öykü, benim için çok şey ifade ediyor, çünkü insanca umut ve beklen- tileri bir halkın düşlerini yansıtıyor. Helsinki'deki görüşme masasında, ABD Dışişleri Bakanı'nın önüne bir hançer koymuş ve şöyle demişim: "Ben silahlan indirdim. Şimdi sıra sizde.' Keşke böyle olsaydı. Gerçekler dünyt-îinda, buna olanak olmadığı halde. • Daha ikinci buluşmamızda -1985 Eylülü'nde New York'ta- Shultz'a şöyle dedim: "Dünyadaki birçok şey, Sovyet- Amerikan ilişkilerine bağlı. Bu da bir- çok açıdan, sizinle aramızdaki ılışkile- re bağh. Sizinle dürüst ve güvenibr bir ortakhk kurmak istiyorum. Eğer siz de benimle dost olmak isterseniz." Shultz birden masadan kalktı ve eli- ni bana uzattı: "İşte elım. Siz de elinizı bana uza- tm." O günden beri, elinin güçlü temasını hep hissettim. Bu temas, zaman za- man. bizim inisiyatifimiz dışındaki nedenlerle zayıfladı; ister ülkelerimiz arasındaki ciddi görüş aynhklanndan kaynaklanan durumlar olsun, isterse önceden kestirilemeyen nedenlerden ötürü buluşmalanmız buruk izler bı- raksın, bu unsurlar hiçbir zaman, her iki taraf için de kabul edilebilir bir çö- züm bulabilmek için birbirimizi dinle- yip, birbirimize anlayışla yaklaşma çabalanmıza baskın çıkmadı. En dra- matik anlarda bile böyle oldu. Reykja- vik'teki zirve buluşmasından sonra, orta menzilli nükleer füzelerle ilgili an- laşma metninin son hazırlık aşamasın- da, Cenevre'de Afganistan Anlaş- ması'nın imzalanmasından önce. Her şeye rağmen, insanca konuşabilmek ve içinde bulunduğumuz durumdan çıbş yollan bulabilmek için zemin ya- ratabildik. Temaslanmız her geçen gün, resmi- yet duvarlanm biraz daha yıkıyordu. Ülkelerimiz arasındaki ilişkiler tari- hinde ilk kez, SSCB ve ABD dışişleri bakanlan karşılıklı olarak birbirleri- nin evlerini ziyaret ediyor, birbirleri- nin aileleriyle taruşıyor. çocuklan ve torunlannı taruştmyordu. Son derece parlak fıkirleri olan George Shultz, Potamac üzerinde ailece katıldığımız nehir gezintileri düzenliyor ya da tipik Amerikan tarzında bir gece geçiriyor, "O, Georgia, Georgia" şarkısını söy- lüyorduk. Bir başka sefer, hazırladığı şürprizle beni şaşkına çevirdi. Yale Üniversitesi'nin o mükemmel korosu. Amerikan Dışişleri Bıkanlığı'nda ver- diği konserde, Gürcistan halk şarkısı "Mrawalshamiier"i seslendiriyordu. Ben de altta kalmamak için elimden gelen çabayı gösteriyordum. Görüşme masasına oturduğumuzda -meslektaş- lanmızla ya da baş başa- olduğumuz gibi davranabiliyorduk. Her iki tara- fın pozisyonunu da ortaya koyuyor ve görüşlerimizi yakınlaştırmaya çabşı- yorduk. İçimizden biri, "Daha fazla Ueri şdemem" dediğinde. Diğeri anla- yış gösteriyordu: "Ben de öyle. Bu bir blöfdeğildir." James Baker Shultz'un halefı de her türlü ilişkiye girmeye değecek bir insan. James Ba- ker, Sovyet meslektaşıyla temaslanru, karşılıklı güvene dayanan ilişkiler ra- yına oturtma şansını kaçırmadı. Eğer yanılmıyorsam, ilk kez, konvansiyo- nel silahsızlanma görüşmelerinin açılı- şı sırasında Viyana'da buluşmuştuk. Bu onun ilk sahneye çıkışıydı ve smavı parlak bir başanyla tamamladı. Son derece zekice, ancak Shultz'un üslubu- na oranla hayli sert birkonuşma yaptı. Sonra kansı Susan'la birlikte bizim heyetin yanına yaklaştı. Benimle ve- rimli bir işbirliği içinde çalışmak istedi- ğini söyledi. Sanınm bu dıleği yerine geldi. Jim'in sayesinde, buluşmalanmız hem coğrafi hem de içerik açısından hayli geniş bir tabana yayıldı. Sadece ülkelerimizi birbirine yakınlaştırmak- la kalmadık, yüreklerimizi de insanla- nmınn umut ve beklentilerine açtık. ABD ve SSCB'nin bir donemlerin ça- tışma ortamından işbirüğine yöneldi- ğini ilan etmemizle sonuçlanan Jack- son Hill (Wyoming) buluşmasmda böyle olmuştu. Moskova yakınlann- daki Sagorsk, Baykal GÖlü kıyısında- ki İrkutsk ve nihayet Baker'm memle- keti Teksas'taki buluşmalannuzda da öyle. O son buluşmamız sırasında. be- nim istifamdan kısa süre önce, kansıy- la birlikte beni, o günlerde ölen annesi- nin evine davet etti. Bu jesti, içimı sımsıcak duygularla doldurdu. İstifamdan kısa bir süre sonra ka- nm, Susan Baker'dan bir mektup aldı. "Sizin içm ağlıyor ve dua ediyoruz" di- ye yazmıştı. StİRECEK AJNKARA NOTLABI MUSTAFA EKMEKÇt Ayaküstü Konuştnalar... Taşlama ustası Mustafa Eşref, 12 Eylül'ün civcivli günle- rinde "dörtlükler" yazar, bunlan "Ankara Notları"nda ak- tarmaya çalışırdım. Yayımlandığı biçimiyle biri şöyleydi: "Evren Paşa, Evren Paşal/Değişir bu devran Paşa,/Böy- le böyle bu iş olmaz,/Oku biraz öğren Paşa!" Üçüncü dize, gerçekte "Cahillikle bu iş olmaz" biçimirv deydi, ben onu, "böyle böyle bu iş olmaz" biçiminde de- ğiştirir, değiştirmeden önce de taşlamacının izntni alırdım. Sonra, cumartesi arkadaşlarıma sorardım: - Böyle böyle'den ne anlıyorsunuz? - Bunu anlamayacak ne var? Suç işlememek için, "cahil- likle" yerine, "böyle böyle" demişsin! Okurlar, takılırlardı: - Böyle böyleliğin geregi yok! Bir dörtlük de şöyleydi: . "Hiç güvenim kalmadı atasözlerimize./Pekala yayılıyor, birlikte kurtla kuzu;/Bir de 'Akıllı domuz çok yaşamaz!' de- mişler./Yetmiş yaşına basb domuzu!" Buradaki nokta noktayla geçen son dize biraz kapalıydı; gazetelerde çıkan "Doğramacı 70 yaşında!" haberlerini okumamış olanlar kolay çıkaramazlardı! ihsan Doğramacı'yı son olarak Alman Elçiliği bançesin- de, konuk Alman Dışişleri Bakanı Kinkel'in, Hikmet Çetin onuruna verdiği kokteylde gördüm. Şapkamı, çantamı al- dım, çtkıyordum: - Aaa, Doğramacı! dedim içimden, yanından geçerken sordum: - İhsan Bey, rektör seçimleri ile ilgili olarak ne düşünü- yorsunuz? - Ben seçimlerden yana değilim, atamalardan yanayım! - Peki, seçilecek altı adaydan en az oy alan atanabilecek mi? Bu nasıl olacak? - Hiç ilgilenmedim, ilgilenmiyorum! Lafı değiştirmeliydim: - Emel Hanım nasıl? ''• - O da burada! Yanımdan ayrılıp, kardeşi Emel Doğramacı'nın yanına gitti. İhsan Bey'in hiç keyfi yoktu; Hacettepe bahçesine di- kilen anıtını soracaktım, onu da soramadım. Büroya gelin- ce çocuklara söyledim: - Böyle böyle, dedim, Doğramacı'nın suratı asık, "Ben seçimden değil, atamadan yanayım!" dedi. Istanbul'dan Füsun Özbilgen'le konuşuyordum, ona da anlatüm. Heye- canlandı, "Çok ilginç" dedi. Sesini duyuyordum, "Çocuk- lar, Doğramacı, Ekmekçi'ye 'Ben atamadan yanayım!' demiş. Haberi geldi mi?.." Doğramacı bir ara, Prof. llber Ortaylı'yla konuştu, onu gördüm. İçimden: - Ortaylı'yı arar sorarım! diye geçirdim. Doğramacı'nın istifa edebileceğini düşünmek neden usuma gelmedi? Buna hâlâ şaşıyorum. Yoksa, kendi istifa etmedi de istifa ettirildi mi? Çünkü o akşam geç vakit Sü- leyman Bey, Doğramacı'nın istifa ettiğini açıklıyordu. Kok- teylde yüzünün bozukluğu bundandı demek... Kokteylden tam çıkarken Altan Öymeni gördüm. Pazar- tesi günkü yazısının sonunda, okurlara "kişisel" bir açıkla- ma yapıyor, bir yerde şöyle diyordu: "(9 eylüle dek) Milliyet'in, CHP'yle ilgili haberleri dahil olmak üzere, haber ve yayın politikasıyla ilgili değilim. Gazeteme olan katkım, yazılarımla sınırlı kalacak. Yazıla- rımı zaman zaman aralıklı olarak yazmak zorunda kalaca- ğım..." Altan Ûymen'e: - Yazı, bir veda yazısı mıydı? diye sordum. - Yok canım, öyle mi yorumluyorsun? - öyle yorumlayanlar var... Altan Oymen'in demek, eli gibi ağzı da sıkıydı! Bir "An- kara Notlan'nda, CHP'nin geçici genel başkan adayları arasında adını anmış, boşuna çabaladıklarını yazmıştım satır arasında. Tabanda neler olup bittiğini öğrenmek istiyordum, eski CHP'nin tabanında; bugün CHP'yi yeniden oluşturmaya çalışanların CHP tabanıyla bir ilgiieri olduğunu sanmak çok güç. Aradan 12 yıl geçmiş; CHP tabanı SHP ile DSP'de toplanmış. SHP'deki taban Hinthorozu'nun elinde, DSP'- deki ise Ecevit'in... Milletvekilliğine seçilemeyip ortada kalanların tabanları nerede?Torbalı Belediye Başkanı Er- tan Ünver, bu konularda sık sık başvurduğum önemli bir kaynak. Ertan Ünver: - Ben, diyor, her gün on eski CHP'liyle konuşuyorum, nabız yokluyorum. Herkes, Erdal Bey'in genel başkanlığı- nı kabule hazır! DSP tabanının yüzde sekseni buna "evet" diyor. Erdal Bey'in soğukkanlılığı, partide, tabanda ve ül- kede çok büyük prim yapıyor. Şimdi, o primlerin zamanı geldi. Deniz Baykal'ın, Bülent Bey'in kavgacılığı, 'illallah' dedirtir sosyal demokrat sade vatandaşa, tabana. Bu çok önemli. Tabandan çok büyük bir güç gelecek Erdal Bey'in genel başkanlığı için... Ertan Unver, olayın olumlu olumsuz yanlarını sıralıyon bunlar belki bir başka yazının konusudur. Ertan Ünver'in ilginç önerileri var. önerileri sıraladıktan sonra şöyle di- yor: - Bu somut öneriler, yaklaşım ve yorumlar nesnel doğ- ruları içeriyor ise gidişin ana çizgilerini de oluşturuyorlar demektir. Güçlendirilmesi gereğine inandığımız bu çizgi- lerin dayattığı nesnel kural ve koşullara uyulmadan CHP açılsa ne olur, açılmasa ne olur... Sosyal demokrasi Tür- kiye'de bir partili olsa ne olur, üç partili olsa ne olur.. Sol ülkede bulunsa ne olur, bulunmasa ne olur.. O lider olsa ne olur, bu lider olsa ne olur!.. • ' c - BULMACA 9 SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 1/ Gülyağı esansı. 2/ Osmanlılarda önce- leri halktan yalnız olağanüstü durum- larda, sonralan ise sürekli olarak topla- nan vergi... Rubid- yum elementinin simgesi. 3/ Ruy gay- dası. 4/ Ovma, ovuşturma... Fas'ın plaka işareti. 5/ "Ir- İanda Cumhuriyet Ordusu"... Yakacak olarak kullanılan kurutulmuş sığu- pis- liği. 6/ Belli bir topluluğa özgü olan işaret... Nazi partisinin hücum kı- tasını simgeleyen harfler. 7/ Bir hay- van... Eski Mısır'da güneş tanrısı... Kimi kâğıt oyunlannda aynı cins iki karta verilen ad. 8/ Yassı ve büyük yemek tabağı... Bir nota. 9/ "Bir çift güvercin havalansa/Yanık yanık kok- sa —/Değil bu amlacak şey de- ğil/Apansız geliyor aklıma" (Melih Cevdet Anday). YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Elverişsiz durum, engel. 2/ Tuzağa düşürülen şey... Cinsel zevkleri çağrıştıran, cinsel istek uyandıran. 3/ Çıplak, tüysüz... Şaşma belirten bir ünlem. 4/ Asya'da bir ülke... Türkiye'nin ilk deniz araştırma gemisinin adı. 5/ Bir zaman birimi... Çekilerek balık avlamaya yarayan daire şeklinde el ağı. 6/ Gidiş... Tarla sının. 7/ tsteksiz gibi görünerek yalvartmak amacıyla yapüan davranış. 8/ İnsan türünün bellibaşlı ve sürekli çeşitlerinden her biri... Osmanlı devleünde kullanılan ve üzerinde aslan resmi bu- lunan gümüş sikke. 9/ Venedik gondolculannın doğaçtan söy- ledikleri şarkı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear