22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYI* CUMHURİYET 30HA2İRAN1992SALI 8 DIZIYAZI Y.B., birsiren ya da polis düdüğü sesi işitince, dizglnlenmesi olanaksız bir heyecan duyuyor Oıııııı adı ve soyadı şimdi Y.B. Y D J 3 •JL>« uzun tutukluluk döneminde, polislerin kendisini çınlçıplak »yup dövdüklerini, vücuduna elektrik verdiklerini, elleri kollan bağlı başaşağıya asılı durumdayken, özel yetiştirilmiş kurt köpeğinin üzerine sıçnyıp cinsel organını dişlerinin arasına aldığını, kendisini sorgulayanlann, sxulanlan doğru yanıtlamazsa verebilecekleri küçük bir işaretle köpeğin, cinsel organlan koparabileceğini söylediğini anlattı. IŞKENCE SONRASI RUHSALSORUNLAR SEROL TEBER —2— Saptuabilen bu temel şikâyetlerin bi- raz dalaaynntıb araştırümasında tespit edilen »ligular genel olarak şöyle sergi- lenebilr: • Getel bir keyifsizlik durumu, hûzün, ûzûntü umutsuzluk, mutlu olaraama durumj, suçluluk duygusu, kendisine yapılaıkn unutamama, utanma duygu- su. Gicerek kronikleşen reaktif depres- yon djrumu... Yorgunluk, canlıhğın yitirilrreâ, sürekli bir ruhsal-bedensel gerginLk duygusu, iç huzursuzluk. • ÇabuSc heyecanlanma, sıklıkla kavga etme cğihmi, öfke ve saldırganlık krizle- ri, heyecansal dengesizbkler. • Genei ve yaygın bir korku duygusu. Aynca, zaman zaman gelen, panik türü korku krizleri. • Gerçek dünyadan olabildiğince kaçış, geri-çekilme, izolasyon, otizm eğilimleri. • Unutkanhklar, konsantrasyon bo- zukluklan, dikkatin azalması, eğitim kurumlanna devam edememe, meslek öğrenememe ya da eski mesleğini devam etürmede başarısızhklar... • Diğer insanlarla olan ilişkilerin azal- ması, en yakınlan, eşleri, çocuklan, ar- kadaşlanyla (bile) sıkbkla ve çok kez gereksiz yere kavga etme eğifimi. • Sıklıkla çahşrna yeri ve arkadaş değiş- tirme... Genel bir güvensizlik ve aşağıkk duygusu, kendisini, artık hiçbir işe yara- maz ve değersiz görme eğüirni... • En yakınlanndan bile kuşkulanma duygusu, paranoid düşünceler... Zaman zaman tüm çevresinin düşmanlarla ku- şauldığı sanısı, düşüncesi... • Hezevanlar, sannlar, düşünce dagı- nıklıklan, kendisini ve çevresindekilerini örselemeye, yaralamaya yönelik huzur- suzluklar, saldırganbklar, ağır depres- yon durumlan, korku krizleri ve başka- lan gıbi psikotik belirtilerle klinikte yatma gereksinimi gösıeren 10 işkence görmüş eski tutukluya konulan tanılar ise şöyle: Reaktif depresif psikoz (ICD 298-1) 3 kişide, reaktif paranoid psikoz (ICD 298-4) 5 kişide, paranoid içerikli psiko- gen psikoz (ICD 298-5) 2 kişide... Ailede huzursuzluk Bu işkence görmüş eski tutuklulann evli olan 8 tanesinden 5'inin eşleri, koca- lannın, kendilerine ve çocuklanna çok kötü davrandıklan, dövdûkleri, evde sü- rekli kavga çıkardıklan gerekçesiyle, Almanya'ya gelişlerinden bir süre sonra, çocuklannı ahp evlerini terk etmişler. Bu aynlan aüelerin sahip olduklan toplam 7 çocuğun, 4 tanesinin, Alman sosyal yarchm kurumlannın aracıhğı ve istegiyle, uzun süreli çocuk psikiyatrisi kliniklerinde ayakta tedavi edilme ge- reksinimi gösterdiklerini öğrendik... Aynca, eşlerin tûmü de gene kısa ya da uzun süreli psikiyatri tedavisine de- vam ettiler... Eski tutuklulara, evlerinde, neden böylesine bir gerginliğin oluştuğunu sor- duğumuzda, bu olumsuz durumun so- nimlusunun kendileri olduğunu, ancak ellerinde olmayan, önleyemedikleri ne- denler yüzünden birdenbire öfkelendik- lerini, hırslandıklanru, birilerine saldır- mak gereğini duyduklannı, bu arada, hiç istemedikleri ve çok sevdikleri halde, eşlerine, çocuklanna, kerelerce çok kötü davrandıklanru, evlerindeki camlan, radyo, televizyon gibi aygıtlan kırdıkla- nru anlattılar... Yakından izleme olanağı bulduğu- muz bu 24 kişinin, hiçbirinin sürekli ve kahcı bir mesleği olmadı. Yeni bir mes- lek edinemediler. Düzenli bir gelirleri olmadı. Çevrele- riyle sürekli arkadaşbklar kuramadılar. Çeşitli iş girişimleri -duyabildiğim kada- nyla- hep başansızhkla sonuçlandı. AJkoüzm eğilimi Sürekli bir yalnızhğın, izolasyonun ve hatta otizmin içinde yaşadıklanm izle- dik. Bu 24 kışilik küçük grubun içinden 4 tanesinde, gjderek artan boyutlarda al- kolizm eğilimleri görüldü. Böylesi konumdaki politik göçmenler sık sık yaşamlannın süreklibğinde bir kopma olduğunu, kendilerini özeüikle yabancı bir ûlkede, çok yalnız, terk edil- miş ve yabancılaşmış hissettiklerini söy- lüyorlar. Yaşamlanna kronikleşen bir korku, depresyon, güvensizlik, kuşku egemen olrnuş durumda... Düzenli tedavi öneri- leri hemen her keresinde ya yadsınıyor, ya da gerçekleştirilemiyor. Çok sık he- kim, psikiyatr, klinik değiştiriliyor. An- cak, kendilerini çok çaresiz hissettikk- rinde, kısa süreler için kliniğe gelmek gereksinimi duyuyorkr. İşkence görmüş bu insanlar, psikiyatri kbniklerine ilk kez, genellikle çeşitli be- densel şikâyetlerden, uyku bozukluklan, dikkatlerinin azalması, konsantrasyon yeteneklerinin bozulması gibi ruhsal so- runlar yüzünden başvurdular. İşkence görmüş insanlarla ilk karşılaş- ma, çoğu kez bu tür, her zaman ve her yerde kolayca anJaUlabilen nedenlerle olmuştur. Burada, bedensel sorunlann hemen hemen her zaman ön plana çıka- nldığı ve özellikle vurgulandıği görül- müştür. Ancak, uzun ve güven verici bir ilişki kurulabüdikten sonra, ki böyle bir ilişki kurulması her zaman mümkün olama- maktadır, kendilerini asıl rahatsız eden ruhsal sorunlardan söz etmeye başlamış- lardır. ömeğin, böbrek bölgelerinden gelen ağnlarla başlayan uykusuzluk, çabuk si- nırlenme gibi şikâyetlerle kliniğe gelen 35 yaşmdaki, evh, bir öğretmen olan Y.B., ancak çok uzun konusmalarda or- taya çıkan karşılıklı güven, empathie döneminden sonra, ağır korku krizleri olduğunu, çok huzursuz, sıkınüh bir ya- şam sürdürdüğünü ve genç yaşma rağ- men addi potenz şikâyetleri bulunduğu- nu anlatmaya başladı. Y.B., özellikle Güneydoğu bölgelerin- de geçen uzun tutukluluk dönemlerinde. polislerin kendisini kerelerce çınlçıplak soyduklannı, dövdüklerini, vücudunun herbir yerine, cinsel organlanna elektrik verdiklerini, elleri kollan bağlı, baş-aşa- ğıya asılı durumdayken, özel yetiştiril- miş kurt köpeğinin birden üzerine sıçra- yıp cinsel erkekük organını dişlerinin arasına aldığını ve bu durumda köpeğin, gelecek ikinci bir komutu beklediğini, kendisini sorgulayan özel ekibin yöneti- cisinin, sorulanlan doğru yanıtlamazsa verebilecekleri küçük bir işaretle köpe- ğin, cinsel organlan koparabileceğini söylediğini anlatmıştır... Gene anlaüldığına göre böylesi ve benzeri işkenceler kerelerce devam et- miştir... İşkence unutulmaz Şimdi, aradan yıllar geçmesine karşın Y.B., bu arulan ve 'an'lan bir türlü unu- tamıyor, özellikle geceleri yoğun kara- basanlı düşler içinde bağırarak uyanı- yor... öfke krizleri geçiriyor... Duyduğu sıradan bir siren ya da polis düdüğü sesi, dizginlenmesi olanaksız he- yecan, hatta saldırganlık krizlerinin baş- lamasına neden oluyor... Bu nedenlerle de Y.B., evinin çevresinde bulunan kli- niklerdeki nöbetçi hekimlerin acil müda- halelerine gereksinim duymaktadır. Kimi zaman ise bu tür krizler kısa sü- reb' psikotik epizodlara dönüşmüş, bir- kaç günlük klinik tedavilere gereksinim duyulmuştur. Y.B.'nin yıllardan beri aasıru çektiği böbrek ağnlannın ise bü- yük bir olasıbkla, özellikle böbrek bölge- lerine tazyildi su sıkılması ile oluşturulan böbrek dokusu tahribatlanndan kay- naklandıği kanısına vanbruştır. Bu konuda aynca üroloji uzmanlann- ca da böbreklerde organik bulgular sap- tanmışür. StRECEK 1961 Anayasası'nı yürürlükten kaldıran geneıallere birçok hukuk profesörleri destek verdi 12 Eylül üniversiteyi 12'denvurdu TÜRKİYE'DE ÜNİVERSİTE VE YÜKSEKÖĞRETİM 1870-1991 ITUNCER GÜVENÇ 12 Eytül darbea ve öniversite: Öğrenci olaylannın kışkırtıbnası, gizb ve açık bir- çok örgütün mantar gibi çoğaiması. olaylan silahb eylemlere kadar götür- müş ve eğitim, birçok birimde yapüamaz obnuştur. Bu dönem karanhk bir dönemdir ve henüz aydınlaübnamış, olaylann des- tekçüeri, koruyuculan resmi makamlarr ca, kim olduklan bir türlü açıklanmayan 'iç ve dış mihraklar' olarak bebrlenmiş- tir. Sonuç olarak 12 Eylül 1980'de anaya- sa, Atatürk'ün 'önce Mecbs sonra ordu' olarak önceb'k verdigi TBMM ve TC hü- kümeti, TC kanunlannı 'milletin hizme- tinde tarafsız olarak... uygulayacağma namusu ve şerefi üzerine yemin eden' devlet memurlan tarafından ortadan kaldınbnıştır. Fahri profesörler İkinci cumhuriyete son verildikten sonra darbeci askerlerin etrafını saranla- nn arasında birçok profesör, hatta hu- kuk profesörleri görüyoruz. Daha sonra bir ûniversite tarafından verilen 'hukuk profesörlüğü şeref unvanı' üzerinde dü- şünübnesi gereken en önemli davranışla- 12 Eylül arkasında hemen olaylann sorumlulannın ûniversite ve gençlik ol- duğu ilan edümiştir. Arkasından yeni bir ûniversite yasası hazırlanması, yine bazı profesörlerce üstlenibniş ve bir taslak şu- bat 1981'de ortayaçıkarümışür. Bir kararname ile yürürlüğe konulan bu taslak, yine aynı yönetimce yasalaştı- nlacaktır. Bu arada 1402 sayıb yasaya göre sayısı kesin bilinmeyen ve YOK. başkanınca 68 olarak kabul edilen öğre- tim üyesinin görevlerine son veribniştir. Bu yasa, askeri okullar ve pobs okul- lan hariç, konservatuvariar ve ortaöğre- tim sonrası tüm okullan kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. YÖK Yasası olarak büinen bu yasa- run yürürlüğe girdiği 5.11.1981'den beri eklenen, değıştirilen yasa Kanun Hük- münde Karamameler ile büyük bir cüt oluşturması yasayı hanrlayanlann ne kadar eksik ve hatab (kendi ilkeleri bakı- mmdan) iş yaptıklannı göstermektedir. Bugün ilk ilkeleriyle ters düsen pek çok hüküm ile karmaşık bir YOK hukuku oluşmuştur. YÖK Yasası öncesinde üniversitelere eleştiriler kısaca şöyledir: • Yüksek öğretim kurumlannın (ûni- versiteler, akademiler, devletleştirilen özel okullar vd.) farklı yasalara bağb 6 Kasmı 1982'de yapılan Anayasa referandumunda Devlet Başkanlığı'na se- çflen Geneikurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evreo tstanbul Üniversitesi Hukuk Fakûhesi tarafmdan fahri hukuk profesörû unvanıyla ödüllendirikli. oluşu ve bunun işlevlerini engeüediği. • Unvanlarda farkbbğin (üniversite, akademi profesörlüğü, doçentbgi gibi) oluşu. • Değişik düzeyde değişik kalitede eği- tim yapıldığı. • Anayasa iptalleri ile boşluklar oluştu- rulduğu. • Farkb diplomalann verikiiği. • Farkb yasalann merkezd bir organın olusturulmasına engel olduğu. • Ûniversite-öğrenci ilişkilerinin kopuk olduğu. • Universite-toplum ilişkilerinin ko- bulunmadığı. • Gebşmelerin planlara uygun olmadı- Sıradan bahaneler Biraz dikkat edildiğinde bunlann sıra- dan bir bahaneler zinciri olduğu görülür. Dünyanın hiçbir yerinde yükseköğre- timin tek bir yasaya bağb, tek tip öğre- tim yapan, tek tip diploma veren kurum- lar olduğu görülmemiştir. Ülkelerin gereksinimlerinin tek tip olduğunu dü- şünenler bilim dışı düşleyenlerdir. Her ülkede doğal olarak farkb seviyelerde kurumlar vardır ve bunlar farkb gereksi- nimlere insan gücü yetiştirir. Aksini söylemek de uygulamaya çalış- mak da gerçeği değiştirmez. Bu yasa ile her türlü okul, konservatuvardan dül- gerbk okuluna kadar bir tek yasaya, bir tek otoriteye bağlanmışür. Diploma eşitliği Aynca dünyanın hiçbir yerinde diplo- ma eşitliği yoktur ve bugün Türkiye'de de yoktur. Her eğitim kurumu amacına ve düzeyine göre diploma verir, esit gö- rünse de gerçek böyledir. Her yerde ga- zete ilanlanna göz atmak yeterbdir. öğretim üyesi statü farkına gelince de durum ayrudır. Örnek vermekten çok hoşlanıldıği ABD'de Massachusetts Teknoloji Ensütüsü MITde ve ortabatı- da bir kasaba yüksekokulunda veya Fransa"da Sorbonne'da ve bir kasaba yüksek teknik okulunda ve lisede, Al- manya'da teknik üniversitede ve politek- nikumda da herkes profesördür. puUğU • Üniversitelerde eleştiri ve denetimin A1NKARANOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Tonguç Baba (3) Kemal Talur'e Yanıtian... Engin Tonguç, eleştirilere yanıtlarda Kemal Tahir'den söz ederken şöyle diyordır. "-Ad vererek söylüyorum, çünkü 197Q'te Kemal Tahir de sağken, bu söylediklerimin çok daha fazlasını, çok daha ağırını ben kitapta, onun yazdığı kitaba (Bozkırdaki Çekir- dek) karşı yazdım. (Engin Tonguç, "Devrim Açısından Köy Enstitüleri Ve Tonguç") ölmüş birisinin arkasından konuşma diye bir durum yok. Şimdi, ne diyor Kemal Tahir? Bir kere garabet şurâ- dan başlıyor, bir eğitbilim hareketini romanla eleştiriyor. Bir bilimsel yapıtla değil de bir romanla. Şimdi, roman ya- zılır, tarihsel roman da çoktur. Ama tarihsel roman yazdı- ğınız zaman, bazı şeylere çok dikkat etmeniz gerekir; bir tanesi, olaylan çarpıtmayacaksınız, olayı iyi inceleyecek- siniz, tarihleri birbirine karıştırmayacaksınız; insanlan iyi inceleyeceksiniz, onların kişiliğini çizerken yanlış tasvirler yapmayacaksınız; ondan sonra, bunun üzerine bina ettiği- niz yorum değişik olabilir, farklı olabilir, ama sağlam olur. ötekini yapmadığınız takdirde işin ciddiyeti kalma2, bir yerde de okuyucuya saygısızlık etmiş olursunuz. Çünkü nesnel değilsinizdir, olayı iyi incelememişsinizdir. Anma toplantısı nedeniyle ben sadece romanın kişilikle ilgili bölümüne biraz değineceğim. Şimdi orada bir Hakkı Tonguç tablosu çiziyor; şöyle diyor: "Dülger kalfası kılıklı, Bulgaryalı Tonguç." Ifade bu. Onu okuyunca, babamın ölümünden sonra ben şunu düşündüm: - Acaba dedim, hani okusaydı tepkisi ne olurdu? Çok memnun olurdu! Çünkü "dülger kalfası", onun kafasına göre, emeğiyle geçinen bir insan. Dülger kalfasına benze- tilmesi onu sevindirirdi! Eğer romanda iddia ettiği gibi, ki esas iddia şu, "Bir bürokrattı" diyor, "Memurdu" diyor. "Halk Partisi" de emir verdi: 'Yap!' dedi, diyor, "o da yap- tı!" diyor. Eğer, "Dülger kalfası" yerine, eğer bir memur, bürokrat şeyi çizseydi, ona üzülürdü. Burada, yazarın, Ke- mal Tahir'in kendi kişiliği bakımından ilginç bir nokta var: Bir adamı küçültmek için bir tasvir yapıyorsunuz, onu da bir emekçiye benzeterek yapıyorsunuz. Kemal Tahir'in solculuğu bakımından bence üzerinde durulması gereken bir nokta! Acaba Kemal Tahir'in kafasındaki ideal, iyi insan tipi başka bir tip mi? Örneğin, Dolmabahçe Sarayı'nda yaşayan bilmem ne kâtibi falan mı? Onu mu yücelterek adam yerine koyuyor da dülger kalfasını adam yerine saymıyor? Böyle birtakım sorular geliyor insanın usuna. Kitapçıktı, tartışıldı martşıl- dı; bir konuşmasında şöyle bir laf var: Başaran da yazıyor, 50. yıl dolayısıyla yayımladığı yazılarda. Diyor ki Kemal Tahir: "Eğitmenleri, Almanlar İkinci Dünya Savaşı'nda kaza- nacaklar diye, Alman taraftarı olsunlar diye yetiştirdiler. Köy Enstitülü öğretmenleri de Almanların kaybedeceğini anlayınca, Sovyetler Birliği'nden yana olsun diye solcu yetiştirmeye çalıştılar!" diyor. Şimdi bakın.eğitmenlerleyetiştirilmeyebaşlanmatarihi 1935, daha İkinci Dünya Savaşı çıkmamış! Bunlar ne adamlarki İkinci Dünya Savaşı'nın ikiyıl, üçyıl sonra çıka- c|iğını, onu da Almanların kazanacağını biliyorlar; tutuyor- lar, Almanlara hizmet etsin diye eğitmen yetiştiriyorlar! Kemal Tahir söylüyor bunları. Şimdi, Köy Enstitüleri Ya- sası'nın çıkış tarihi 1940. 1941 yılı Alman ordularının Kaf- kasya'da olduğu en üstün dönemleri. O dönemde de bu kâhin adamlar, "Bu Almanlar yenilecekyahu, bizkendimi- zi ileriye hazırlayalım da Sovyetler'e göre adam yetiştire- lim!" diyorlar. Bu derece tutarsız, bu derece ciddiyetten uzak! Sıkıştırmtşlar toplantıda: - Peki, siz böyle diyorsunuz da yani bu uymuyor, nedir bu? - Tahir Alangu bana anlattı Köy Enstitüleri'nin ne oldu- ğunu, ona sorun! demiş. "Beni kandırdı!" demiş. Tahir Alangu'ya soruyorlar, bir radyo konuşmasında, Tahir Alangu da diyor ki: "O benim anlattıklarımı yazmadı ki, kendi kafasındakileri yazdı!" Şimdi bunun ciddiyetle bağdaşır bir yanı var mı? Bu, cid- diye alınacak bir eleştiri mi? Batılı ölçüsünde, buna daya- narak bir fikir yürütülebilir mi? Birinci örnek bu. Tam bir sorumsuzluk örneği. Bilen bilmeyen, her şeyi bildiği iddia- sında, her şeye karışıyor. Bir Batılı açısından, bunun nasıl olabileceğini gösteren yine ilginç bir örnek var: Rufer! Is- viçre'de eğitbilim tarihçisi, Pestalozzi uzmanı, yani "İş Okulu'yla yakın ilişkisi olan bir adam. Biz, "imece" dergi- sini çıkarırken Rufer'den yazı istedik. - Köy Enstitüleri konusunda yazı yazar mısın? dedik, adamın yanıtı şu: - Bu konuyu ben yazacak kapasitede değilim, gülünç duruma düşmek istemem! dedi. Adam cesaret edemiyor, eğitbilimci, eğitbilim tarihçisi, iş eğitimi üzerinde çalışan bir tarihçi, Pestalozzi uzma- nı..." Engin Tonguç'un, Kemal Tahir'e bu karşılıkları yanında Mahmut Makal da Kemal Tahir'e, "Bozkırdaki Kıvılcım" adlı yapıtıyla karşılık veriyor. "Bozkırdaki Çekirdek"e kar- şı çıkan kitap, yakında Ankara'da "Başak Yayınlan "nda çıkıyor. (Gelecek yazıda, Engin Tonguç, Yalçın Küçük'ün eleştj- rilerine yanıt veriyor). BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/Anadolu'da yuz- yıllardan bu yana göçerler arasında ya- pılan bl' tür ensiz dokuma. 2/ Havva- nın Batı dillerindeki adı... Çok iri bir ker- tenkele türü. 3/ Bir kâğıt oyunu... Üç bolümü geniş bir tür kıhç.4/ Belirti...Si- birya'da yaşamakta olan Türİc kavimle- rinden bir grubun adı. 5/ Ana motifin yinelenmesinden ibaret canlı ve hareketh' bestelere ve- rilen ad... Yünden dövülerek yapılan kalın ve kaba kumaş. 6/ tlkel ben- lik... Doğu Anadolu'da bir ırmak. 7/ Üstü kumaş, altı kenevir ipinden ya- pılan topuksuz hafif ayakkabı. 8/ Büyük ve derin karavana... Şarkı, türkü. 9/ Zahmet, sıkıntı... Bir ma- sal kuşu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/Çonım ve Yozgat yöresinde oyna- nan halay türü bir halk oyunu. 2/ Eskiden irtibat ve haberleş- me hizmetlerinde kullanılan hızb ve hafif gemi... Kayak. 3/ Evcil bir geyik... Iki bağlantı parçasını birbirine yakın olarak ekle- mekte kullanılan özel parça. 4/ Ağır ve her iki tarafı keskin bir kılıç. 5/ Şikâr... Sümerlerde sağlık tanrıçası... Adın durum ek- lerinden biri. 6/ Eldiven ve giysi yapımında kullanılan bir tür yumusak deri... Üzerine yapı yapılmak için aynlmış yer. 7/ Gü- ney Amerika'da yaşayan oldukça uzun gagalı si>ah tukan. 8/ Eti lezzetli bir tatlı su balığı. 9/ Makbul bir sıcak ülke meyvesi... Eski Mısır'da güneş tanrısı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear