25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 3 MAYIS1992 PAZAR 12 DIZI-YAZI Kuveyt'i işgal etmenin bedelini ağır bir şekilde ödeyen Irak, yaralarını sarmaya çalışıyor Savaş bitti, acılar sürüyor— ı — Otobüsün rengi çamurdan görün- müyor. Camlann yansı çatlanuş. Aynadan sileceklere kadar dış akse- şuann hemen hiçbiri orijinal değil. İçerisı dış görünüşle tam bir bütünlük içinde. Koltuklann yüzü yokolmuş. Süngerler, a>ın yüzeyini andınyor. En arkadaki beş koltuk sökülmüş, bagaj haline getirilmiş. Koridordan yürii- mek için çuvallara. mukavva kutulara dikkat etmek gerekiyor. Amman'dan başlayan 18 saatlik Bağdat yolculuğu- nu bu otobûsle yaptım. Irak'ın dünya ile tek bağlantısı Bağ- dat-Amman karayolu. Amman'dan Bağdat'a gidecek otobüsler, kentin dı- şındaki havaalanı >olu üzerinde, oto tamircileri arasındaki küçük bir termi- naldcn hareket ediyor. Otobüse bine- bilmek için hareket saatinden birkaç saat önce pasaportu terminaldeki gö- revliye verdim. Gerekli inceleme yapıl- dıktan sonra otobüse binebileceğim söylendi. Bilet ya da benzer hiçbir bel- ge yok. İstedikleri parayı verdim. Otobüse bindim. Muavin, en arkarun bir önündeki koltuğu gösterdi. Yan cam buzlu. Dışanyı görmek mümkün değil. Bir an, polis aracına bindiğim hissine kapıldım. Yanıma. 35 yaşlann- da. saçlan kısa kesilmiş, tıpik bir Iraklı oturdu. Otobüstekilenn çoğu Suudi Arabis- tan'dan ve Crdün'den ülkelerine dönen Iraklılar. Her sırada iki-üç ço- cuk var. Kadmlar, yaşblar... Önümde- ki koltukta oturanlarla biraz sohbet ettik. Savaşın birinci yılının dolması- nın ardından ülkelerine dönmeye karar vermişler. Yanımda oturan Iraklı, ilk molada, ön sıradakilerle ne konuştuğumu öğ-. renmeye çalıştı. Yola çıkrnadan önce Irak'ta muhaberat teşkilatının ününü duymuştum. Önce şüphemin gereksız olduğunu düşündüm. Irak sınınna vardığımızda benim ışlemlerimin dı- ğer yolculardan önce yapılmasını sağladı. İçeri gırip, yöneticilerle ko- nuştu. Pasaportuma Arapça ekleme- ler yapıldı.Zaten pasaportumda, Irak Enformasyon BakanlığTmn bilgisi da- hilinde ülkeyc girdiğım yazılıydı. Geceyansından sonra girdiğimız Iralctopraklannda kilometrelerce, tek bir viraj dönmeden yolculuk ettik. Otobüsün içindeki ağır havaya, geriye doğru yaslanmış koltuğun bozukluğu- na, zemindeki irili ufaklı deliklerden gelen soğuk havaya karşın, yolculuk yorucu değıldi. Körfez Savaşı'run bi- rinci yılının ardından Bağdat'ta neler olup bittiğini görme heyecanı, bütün bu olumsuzluklan küçük aynntılara dönüştürdü. Bağdat yolu Gün ışımaya başladığında koltuğun üzerinde dizüstü oturup ön camdan çevreyi gözlemeye çalıştım. Uçsuz bu- caksız bir sanbk... Yer yer küçük tepeler, arada bir çukurlar dikkati çe- kiyor. Yol hareketli mi hareketli. Sürekli kamyonlar, TIR"lar geçiyor. Yanımdaki Iraklınm aktardığına gö- re, bunlar Amman yakınlanndaki Zarga serbest bölgesinden yıyecek ve çeşitli madde getiren araçlar. Bağdat'a 200 kilometre kala yol genişledi. Uç gi- diş, üç geliş şeritli asfalt yolun düzgün- lüğü ve kalınlığı petrol zenginliğinin karutı. Saddam'ın, çok uçlu yıldtan orta- sında gülen bir resmi ıle bırlikte Bağdat başladı. Geniş bir alana yayıl- mış iki-üç katlı evler, arada bir yeşil- likler ve yıkılmış binalar... Fabrika ve benzer binalann hemen tümünde ha- sar var. Bunlann bir kısmı onanlıyor, baalanna hiç dokunulmarruş. Saat 10.00 sıralannda Bağdat'ın merkezine geldik. Yanımdaki Irakb, Enformas- yon BakanlığYna (Vezaret Elam) bir- likte gidebileceğimizi söyledi. Burada yetkililerle görüşüp, yanıma bir rehber almadan, resim çekmeye ya da vatan- daşlarla görüşmeye girişmemem konusunda da uyardı. Kuzey Irak'ta peşmergelerin sahte 25'lik, 5Ö'lik dinarlar basıp gönderdikleri söylentisi yaygm. Bu yüzden esnaf, büyük paralan almak istemiyor. Zorunlu olursa da, paranın sahte olup olmadığını gösteren fosforlu bir cihazla kontrol ediyor. Bu cihazı olmayanlar da parayı güneşe tutup ortasındaki çizgiyi ve sol yanındaki parlaklığı görmeye çalışıyor. Iraklılar, giderek yaygınlaşan bu görüntüyü bir espri ile süslemişler: "Saddam bugüne kadar iki kez başımızı yukan çevirmemizi sağladı. Biri savaşta Amerikan uçaklarma bakarken diğeri de paranın sahte olup olmadığını kontrol ederken." I R A K G E Z İ NOTLARI Ml'STAKA BALBAY Irak'a gelen her gazeteci için ilk du- rak Vezaret Elam. Üç fotoğraf verip, uzunca bir form doldurdum. Beş gün- den fazla kalacak olanlar için de AIDS testi şart. Bağdat'ın içinde ya da dışın- da gazetecilik yapmak buradan izin almaya bağh. Kent dışına çıkmak için, aynca bakanlık izni gerekiyor. Veza- ret Elam'a bağh bir rehber de sürekli eşlik ediyor. Dolann varsa yaşadın Irak'ta ekonominin bir yılda ne hale geldiğini görmek için dolann seynne bakmak yeterli. Kaldığım otelin gün- lüğü 15 dinardı. Eğer cebimdeki dolan bankadan bozdurursam, üç dolara karşılık birdinar vereceklerini söyledi- ler. Bu dolann savaştan önceki ve hâlâ devam eden resmi kuru. Savaş önce- sinde kanıborsa fazla yaygın olmadığı için, banka kuruyla serbest piyasa ara- sında fazla fark yoktu.. Bugünkü karaborsada ise bir dolar 10 dinar. Ya- ni tam 30 kat fark var. Bu da karabor- sadaki en düşük değer. Bir devlet memuruna 20 dolar bozdurdum. Kar- şıbğında 200 dinar verdi. O da bir diğer aracıya, bir dolan 12 dinardan satacakmış. Otellerde, lokantalarda, cirosu yüksek her yerde bu makinadan var. Bu cihazı olmayanlar da parayı gü- neşe tutup ortasındaki çizgiyi ve sol yanındaki parlaklığı görmeye çalışı- yor. Bunlar netse tamam. Ama içine küçük bir şüphe düşenler, parayı almı- yor. Küçük dükkân sahipleri bazen tezgahı bırakıp dışan çıkıyor ve gü- neşte para kontrolü yapıyor. Iraklılar, giderek yaygınlaşan bu görüntüyü bir espri ile süslemişJer: "Saddam bugüne kadar iki kez başı- mızı yukan çevirmemizi sağladı. Biri savaşta Amerikan ucaklanna bakar- ken diğeri de paranın sahte olup olmadığını kontrol ederken." Piyasayı karaborsadan bozdurdu- ğum dolarla karşılaşürdığjmda her şey alabildiğine ucuz. Ama Irak'ta her şey resmi kura göre ayarlanıyor. örneğin devlet, en yüksek 200 dinar olan bir memurun maaşının 600 dolara karşı- lık olduğunu hesap ediyor. Oysa 200 dinann piyasa değeri 20 dolar. Yanm günlük piyasa turundan sonra Amiriye'deki ğınağa gittim. Sığınak geçen yıl 13 şubatgünü Bu yüzden grup grup içeri girmelerine de izin veriliyor. Resim çekmek isteyen gazeteciler, televizyon ekipleri de sırayla ve belli sürelerle içeri abndı. Benim girmeme izin verdiklerinde bir grup anne ile bir- likte zıfin karanlık bir tünelden içeri girdim. Bomba sığınağın tam ortasına düşmüş ve üç-dört metre çapında de- bk açmış. Delikten içeri sızan ışık ve duvar diplerine dikilmiş mumlar, orta- mı biraz aydınlaüyor. Ağlaşmalar. ıssız dağda aniden vahşi bir hayvan uğultusu duyrnuşcasına içimi ürpertti. Bazılan içeri birkaç adım attıktan son- ra yere yığıbp kaldı. Çevrede pekçok görevli var. Bu dunımda olanlan he- men dışan çıkartıp ilk müdahaleyi yapıyorlar. Vezaret Elam görevlileri bu tür sahneleri görüntülemememizi isüyorlar. Sadece sığınağın içinde ge- nel görüntü almamıza izin veriyorlar. Anneler, bombanın ilk düştüğü yer- de yığıb külleri görünce, uğultuyu daha bir yükseltti. Bazılan, siyah örtü- lerini gözlerine kadar kapaup gözyaş- lannı ıçine dökmeye çabşıyordu. Kimı, birbirine yaslanıp, güç almaya çalışıyordu. Bu arada, birden orta yaş- h bir kadın kendini küllerin arasına atü. Avaa çıktığı kadar bağırmaya göndermeleriydi. Yani sığınağa ver- meyip yarüannda kalsaydılar, belki bugün ordar da hayatta olacaktı. Amerikan uçaklannın uğultusuyla ve bomba sesleriyle kuşatılmış savaş gün- lerinde çocuklannın hayatta kalması için belki de araya birilerini sokarak, evlatlannı buraya vermişlerdi. Sığınağın içine girmeye cesaret ede- meyen Fatma Abdûlkerim adlı orta yaşb bir kadmla ayaküstü konuştum. Kadınlann çoğu konuşulabilecek du- rumda değildi. Fatma Abdûlkerim, bıraz metin görünüyordu. Ebnde mendil zaman zaman burnunu siliyor- du. Sığmakta tam sekiz kardeşini kaybetmiş, Zeynep, Bilal, Abdulvahap, Belkts. Abdûlkerim, Fettah, Samia, Mustafa Anne, kanve güvercin Fatma, en büyükleri olduğu için o anne babasıyla kalmış. Küçük kardeş- lerini kendi elleriyle sığınağa bırak- mış... Sığınağın arka tarafında ilkokul öğ- rencıleri arasında açılan resim yanş- masında dereceye giren eserler sergilenıyor. En çok kullanılan üç un- sur vardı: Anne, kan ve güvercin... Irak'ın başkenti Bağdat'taki Amiriv e Sığınağı 13 şubat 1991'de müttefik birliklere bağh uçakiarca bombalandı. Bir bomba sığınağın tam ortasına döştü 403 çocuk öldü. Bombanın açtığı delikten içeri sızan ışık ve duvar diplerine dikilmiş mumlar. çocuklannın öldüğü >eri bir yd sonra ziyaret eden annelerin yüzünü a>dınlatı>or. Ucrkcn bir kadın bağırarak kendini yere attı, külleri okşamaya başladı. Ölen çocuğunun kolunu, bacağını, göğsünü kucakla>ıp okşar gibi. Dinann değeri bu kadar düşünce, para basımı da olağanüstü artmış. Sa- vaş öncesinde en büyük kağıt para 10 dinarmış. Şimdi 25'lik, 50'lilik bank- notlar çıkrruş. Yakında 100'lüklerin de çıkacağmi söylediler. Ekonomik güç- lükler nedeniyle paranın basıldığı kağıt da kalitesiz. Birkaç kullanımdan sonra yırtıbyor. Sahte dinar korkusu Kuzey Irak'ta peşmergelerin sahte 25'lik, 5Ö'lik dinarlar basıp gönderdik- leri söylentisi yaygın. Bir diğer söylenti de, Am^nka'nm Irak ekonomisini çö- kertmek için sahte para basıp içeri soktuğu. Bu yüzden esnaf, büyük paralan al- mak istemiyor. Zorunlu olursa da, paranın sahte olup olmadığını göste- ren fosforlu bir cihazla kontrol ediyor. bombalanmıştı. Yıldönümü nedeniyle büyük bir tören düzenlenmiş. Kentin güneybatısındaki Amiriye SığmağT- nın girişi çocuklarla örülü. Ellerinde Saddam portreleri var. ÇocukJann bir bölümü de askeri giysiler içinde. Her- biri, olan bitenden habersiz, cıvıl a- vıl... Kameraya çok abşkınlar. Daha objektif üzerlerine çevrilmeden poz veriyorlar. Sığınağın bahçesinde ise gözyaşı var. Bir yanda devlet erkaru, biryanda sığmakta ölen 403 çocuğun yakınlan. ölenlerin aileleri için hazırlanan bö- lümde çoğunlukla kadmlar var. Bir yıl boyunca zaman zaman sığınağın içine girilmesine izin verihniş. Ozellıkle cu- ma günleri, annuler, çocuklanna mezar olan sığınağa gjdip dualar et- mişler. Ama bugün yüreklerine düşen aanın yıldönümü ve hepsı birarada. başladı. Canb bir insanın kolunu, ba- cağını, göğsünü avuçlar gibi külleri ellennin arasına aldı. Önce diğer anne- ler sonra görevliler koştular, kollann- dan tutup kaldırmaya çalıştılar. Kadın bir türlü bııakmadı külleri. Üs- tü başı toz, is içinde çıkardılar. Ben de bir an koşup kadına yardım etmekle, resmini çekmek arasında ikilemde kal- dım. Sonra elim deklanşöre gitti. Bu tür resimleri çekmeye izin vermedikle- ri için görevlilerle bir süre tartışük. İş, zorla fılmi alma girişimine kadar gitti. Ama fotoğraf, savaşın analann yüre- ğinde hâlâ bütün acısı ve korkunçlu- ğuyla sürdüğünün bir belgesıydı. Kaçarken yakalayan ölüm 403 çocuğa mezar olan sığmaktaki annelerin acısını katmerleyen, yavru- lannı savaştan korumak ıçın oraya Otele dönerken, gözümün önünden gitmeyen sığınak göriintüleri davul se- siyle dağıbp gitti. Günlerden perşem- beydi. Yani bizjm cumartesimiz. Yoldan da düğün alayı geçiyordu. Şenbkb parçalar eşliğinde, caddede yürüyen gelinle damadın yakınlan da halayla kanşık, koşarcasına oyun oynuyordu. Aileden biri de düğünü video fılme kaydediyordu. Üç günlük yol yorgunluğunu atmak için oyalanmadan otele döndüm. Anahtan abp odama gjrerken resepsi- yondaki genç benimle birlikte içeri daldı. Önce ürktüm sonra çatpat Ingi- lizcesiyle derdini anlatü: "Ağabey, dolann varsa ben boza- yım, Amerika'ya gitmek için dolar biriktiriyorum da." SCRECEK Hoıııeros^taıı Türkmen kiliıııiııe• Baftarafi 1. Sayfada Örneğin şiin ele alalım, köklü bir halk şiirimiz var. Bu halk şiiri büyük şairler de yetiştirmiştir. Yüzlerce, bin- lerce de diyebilinz, şairler içinden Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Kara- caoğlan, Dadaloğlu gibi bütün çağlann büyük şaırlennin de çıkması... Ano- nim şiirîer içinde de baş eser sayabile- ceğimiz yapıtlar da bol bol var. Türküler, ağıtlar birer dil zenginliğı- dir. Dil zenginliğini, konuşulan dilin büyük ladını destanlarda. masallarda da bulabiliriz. Bizim ülkemizde büyük halk sanat ürünlenne karşı çıkılması, daha doğrusu ona sırtımızı dönme- miz, bu ürünlere bir kısmımızın abar- tılı yaklaşımı da sebep olmuştur. Halk şiirini bir kaynak sayacağımız yerde ona bir kısmımız öykündü. Öylesine öykündüler ki bu şiire, ortaya bir sürü kötü şair çıktı. Destanlardaki dıle de öykündük, or.u bir kaynak yapacağı- mız yerde, birtakım hıkâyeler, roman- lar yazdık ki yapay, hiçbir şeye benzemez bir dil. birtakım kötü yapıt- lar çıktı ortaya. Öykünme ve tepki modası Birtakım aydınlanmız. Anadolu di- linin. şiirinin'dil, anlaüm zenginliğin- den yararlanma gerekbliğını duymadı. Halk şiirine öykünme modası, halk ürünlerini baştacı etme, birtakım a\- dınlanmızda, yazarlanmızda tepkiyle ka'rşılandı. Evlere kilim serme, duvar lara nakışlı çorap asma, heybe. çam bardak, demir işleri birer alav konusu oldu Halk müziği dınlemek de bir alay konusuydu. Sabahattin Eyuboğ- lu, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Abidin Dino, Ruhi Su gıbı halk kültürüne dö- nük kişilerın çabalan bile bu yan avdın, dün>adan habersiz kişilere halk kültürünün ne mene bir şey olduğunu anlatamadı. Dünya kültürü bir birikimin. bıri- kımlerin sonucudur. Bunu anlama- makta dırendiler. Halkımızın büyük kültür birikiminden yararlanmalıy- dık. İnsanlık buradan gebniş geçmiştı. Picasso'nun, öteki cağımız usta res- samlannın. düşünürlerinin zenci heykellerine hayranhklan, büyük mü- zıkçılerin halk müziğine yönelişleri, büıün müzik tanhinde büyük ustala- rın halk temalanndan yararlanmalan, baş\apıtlannı bu temalar üstüne kur- malannın anlaşılması bizim yanm avdınlanmıza hiçbir $e> söylemedi. Önlar bu ana kültür ka>nağına boş verdıler. Öykünücülerle. sırt dönenler aynı olumsuz kavşakta buluştular. Zenci heykellerin güzelUği Ne idı bu zenci hevkclleri? Zenci hc>kellerınin bunca güzclliğı, birçoğu- nun başyapıt olmasının gizi neydi? Bunlar üstüne bırçok düşünce üretildi. A>ağı vukarı bu düşüncelerin çoğu da gerçeği yansıtıyordu. Bunlann. zenci heykellerinın birer başvapıt olması, bir birikimin sonucu- dur. Ben bu düşünccvc ınanıyorum. Bilim adamlannın. büyük sanatçıların öıeki düşüncclerine dc açığım. Dıye- lım kı Afnka'da bir köydc, bundan yüzyıllar önce bir usta. kabilenin tan- nsının bir heykelini >aptı. Belki tann- nın yaratıldığı yılda >apılmıştı o \ontu. Belki de tann yaratıldıktan on yıl. elli yıl sonraydı. Ondan sonra yıllar geçtikçe o tannyı başka ustalar. başka ustalar. başka ustalar yaptılar. Belki bir zenci heykelini. çağlar boyunca bin. be$ bin. on bın. kırk bin usta işle- di. Ustalann içinden. her usta değilse dc yÜ7 ustada bir usta o yontuya bir şe> katmadı mı? Katmaması olanak- sız. Artık biliyoruz. yalnız her ustalaş- mış kişi değil her insan bir yaratıcıdır Onun için ustalann yenıden yaptığı aynı yapıta \eni olanaklar getirmeme- si olanaksız. Bizim kilimlerimiz de öyle. Kilimlerimizi, çoğunlukla kadm- lar dokur. Türkmende her kadın bir kilim uslasıdır diyemeyeceğim ama her kadının, her topluluğun bir kilim ustası kadını da vardır. Bunlar. bu us- talar biçim yaratan yaratıcı kadınlar- dır. Kimi özgün kilımler yıllar boyunca onlann adlanyla da anılır. Eşc Hatun'un. Fatma Hatun'un, Zala Hatun"un kilimi gibi. Kilimler obala- nn. boylann adlanyla da anılır; Avşar kilimi, Zili kilimi... Köylerin adlanyla da anılır. Cığcık kilimi gibi. Obaların, boylann, köylerin adlan- nı taşışan kilımlerin öteki geleneksel kilimlerden bir başkalığı olur kesinlik- le. Renk başkalığı. renk uyumu başka- lığı. nakış başkalığı. Bir ustanın kilimlen de geleneksel diyelim, gele- neksel kilimlere kesinlikle bir katkısı olmuştur ki o kilimler o adlarla da anı- lır. Geleneksel hiçbir kişiden katkı almamış. böylc bir şeyi söylemek değil. düşünmek bıle isteyemem. bir yapıt, bu insanoğlunun yaratıalığına kara sürmek olur, olması olanaksızdır. Herkes. herkes demeyeyim. düşünme- yi unutmuş bazı kişiler, halkın yaratı- lannın hep biribirine benzediğini sanıyorlar. Türküler hep birbirine benziyor. kilimler. yontular. şiirler. halaylar. Böyle düşünenler doğru dü- şünmüyorlar. Halkın yaratısını birbi- rine benzetmekle ondan ne kadar uzak olduklannı belli cdiyorlar. Hal- kın yaratılannın çeşitliliği inanılmaz bir zengjnliktedir. Kilimler dünyasının renk, biçim çeşitliliği akıl almayacak bir zengjnliktedir. Her bölgenin, her coğrafı başkabğın ayn bir rengı. bir bi- çimi vardır. Her türİcünün, her halayın da öyle. Toprak ve tarih, tarih ve devı- nim halkın yaratılanna damgasını vuruyor. Oüneş karabuda'nın göçmen Afgan Tûrkmenlerini çcktiği Turkuaz adlı fıl- mi televizyonda gördüm. Türkmenle- rin başlıca uğraşlan halı dokumaktır. Bu Afgan sürgünleri savaştaydılar. Sürgünlükleri de bu yüzdendi. Ama uğraşlannı sürdürü>orlar, halılanru dokuyorlardı. Güneş Karabuda onla- nn geleneksel motifii hahlannı çektiği gibi yeni yaratılannı da çekmişti. Halı- larda artık çiçek, kuş motifleri kalma- mıştı. Onlann yerini mitralyöz, tüfek, tabanca motifleri almıştı. Çocuklu- ğumda da Avşar Ağıdf adlı bir kilim görmüştüm. Kilimin yaşam ağacının yerinde boynunu bükmüş bir yeşil dal vardır. Sankamış'a gidip de dönme- yen bir delikanlıyı simgeliyordu. Bu yüzden de bu kilime Avşar Ağıdı de- mişlerdi. O yıllarda başka başka Avşar Ağıdt kiİimleri de gördüm. Boy- nu bükük dal her köyde, her obada. her bölgede başka renkler. başka bi- çimler. başka nakışlar almış. yalnız dalın boynu büküklüğü hep öyle kal- mıştı. SÜRECEK ANKARANOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ KöPtler Zenci mi? (I) Bursa Özel Tip Cezaevi'nden Selâhattin Şimşek, (PKK'- dan yatıyor on uç yıldır) mektubunun sonunda, "Köşenize hoş geldiniz" demiş. Selâhattin Şimşek'in 20.4.1992 günlü mektubu şöyle: "Sayın Mustafa Ekmekçi, Birazcık kendimden bahsetmem gerekirse; öğretme- nim, evli ve ortaokulda okumakta olan iki çocuk babası- yım. PKK'lı olmak savıyla yargılandım. 13 yıldır cezaevin- deyim. Bu 13 yıl içinde yaşadığım haksızlıkları, korkunç işkenceleri, insanlık dışı uygulamaları kelimelerle ifade etmek asla mümkün değil. Tannnın cehennemindeki ya- şantı bile yaşadıklanmın yanında kocaman bir hiç kalır. İ981-1982 yılı, 12 Eylül askeri darbesi döneminde yargılan- dığım, yalnızca 2 yıllık süre içinde, kaldığım Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde 42 insanın cenazesinin çıkması bile yar- gılandığım dönemin koşullarını. o kural tanımaz. hukuk- suz, korkunç ortamını açıkça ifade etmeye yeter sanırım. Acılarla dolu geçen bu 13 yıllık cezaevi yaşamımda. her kafası bozulan görevli, yetkili. olayların büyümesini önle- yemeyen her hükümet. ben ve benim gibi tamamen sa- vunmasız, tutsak ınsanlardan öç almaya kalkıştı. Boğazla- yıp durdular... Varsa yoksa, sopa şiddet! Yargılanmamın adıl olmadığı konusuna değinmeyece- ğim burada. Zaten 5 generalin ağzından çıkan her buyru- ğun kanunlaştığı 12 Eylül askeri darbesinin o hukuksuz koşullannda yargılandım. Yargılanmam her yönüyle bir rezalet örneği! Kâğıt kalemin. konuşmanın, kıpırdamanın bile suç ve yasak olduğu koşullarda yapılan yargılanma adil olabilir mV Bu da yetmiyormuş gibi. çok duyarlı olma- sı gereken basımmız, eşkıyalar, hainler, bölücüler, gözü dönmüşler adalet önünde hesap veriyorlar' başlıklarıyla alkış tutuyordu. Belki diyeceksiniz ki, "0 özel bir dönemdi ama, şimdi yeni bir dönem başlamış bulunuyor, adalete güvenin'. Ama bu adaletsizlik bugün de sürüyor. Bunun en son ör- neği de, 31.3.1992 tarihinde Anayasa Mahkemesi'nin 3713 sayıh Terörle Mücadele Kanunu'nun geçici 4. maddesiyle ilgili olarak şartla salıverme' konusunda verdiği ayırımcı karardır. Bildiğiniz gibi, çıktığı günden beri yoğun tartışmalara neden olan ve tartışmaları bugün de devam eden Terörle Mücadele Kanunu'nun geçici 1. maddesi, 8 Nisan 1991 gü- nüne kadar işlenmiş suçlar için sanıkların lehine olan şartla salıverme' hükmünü düzenlemış, geçici 4. madde- de ise TCK'nın 125 ve 146. maddelerme giren suçları işle- yenlerm bu imkândanyararlanamayacaklarını hükümaltı- naalmıştır. Istanbul ve Ankara sıkıyönetim askeri mahkemeleri de Terörle Mücadele Kanunu'nun geçici 4. maddesiyle 146. maddesinin şartla tahliye kapsamı dışında tutulmasının anayasaya aykırı olduğu gerekçesıyle ıptalı ıçın Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. Aynı konuda, aynı gerekçey- le, o dönemin ana muhalefet partisi SHP'nin de iptal iste- miyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurusu olmuştu. Yapılan başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi: '... Indirimde aykırılık ve ayırım getirmek, yasakoyucunun ke- sinleşmış hükmünden önceki evreye dönük suça ve suçlu- yagöre uygulamaönermesi, şartla salıverme kavramının niteliği ileçelişir. ... Cezanın infazı ile işlenen suçun türüne bağh olmaksı- »ın. suçlunun topluma uyum sağlaması ve topluma yeni- den kazandırılması amaçlanır. ... Aynı miktar cezayı alan iki hükümlüden birınin sırf su- çunun türü nedeniyle daha uzun sure ceza çektikten sonra şartla salıverilmesi, cezaların farklı çektirilmesi sonucunu doğurur. ... infaz yönünden eşit ve aynı durumda bulunan mah- kûmlar arasında şartla salıverme bakımından ayrı uygula- ma. anayasanın 10. maddesinde öngörülen yasa önünde eşitlik ilkesine ve anayasanın 2 maddesindeki hukuk dev- leti ilkesine uygun düşmemekte ve bu aykırılığın haklı bir nedenı de bulunmamaktadır...' gerekçesiyle, sıkıyönetim askeri mahkemelerinın iptal istemini haklı bulmuş ve TCK'nın 146. maddesinden yargılananlar serbest bırakıl- mıştı. Yani, Anayasa Mahkemesi'nin bu gerekçesi, bu kararı TCK nın 146 maddesiyle aynı nitelikte olan 125. maddesi ve TCK'nın diğer tümmaddelerı için geçerli olduğu tartışıl- maz açıklıktadsr. Ama Anayasa Mahkemesi, 125. maddeyı bu incelemesinin karjsamı dışında tutmuştu. 'Kürt-Türk ayırımı yapıldı 1 şeklinde kamuoyunda tepkinin yoğunlaş- ması üzerıne Anayasa Mahkemesi yetkilileri, Mahkeme- mize 125. madde ile ilgili başvuru olmadığı için inceleme- dik, vatandaşlarımtz arasında ayırım söz konusu değildir' türünden açıklamalar yapmak zorunda kalmışlardı. Hemen peşi sıra da Ankara Sıkıyönetim Askeri Mahke- mesi. 'Anayasa Mahkemesi'nin şartla salıvermede 146. madde ile ilgili kararının 125. madde için de geçerli oldu- ğunu gerekçe göstererek bakmakta olduğu davalarda 125 maddeden yargılanan ve 10 yılını doldurmuş olan idam cezalı sanıkları da 'şartla salıverme'den yararlana- rak serbest bıraktı. Ama Anayasa Mahkemesi 146. madde ıle ilgili kararın- dan 7 ay sonra (31.3.1992 tarihinde) 125. madde ile ilgili olarak açıkladığı kararında, 125. maddeden yargılanan in- sanları şartla salıverme' hükmünün kapsamı dışında tut- muş bulunmaktadır..." (Öğretmen hükümlü Selâhattin Şımşekin mektubu daha uzun. Kalanı ile bu konudaki yazıyı salı günü vereceğim.) BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ Kâtip Çelebi'nin ünlü coğrafya ya- pıtı. 2/ Sidik asidi tuzu... Roma mitc- lojisinde aşk tanrı- sı. 3/ Bir içki... Memelilerde ana ile dölüt arasında kan alıp verme işi- ni sağlayan organ. 4/ Bir kuvvetin de- recesini veren sa- yı... Yanağın ağız boşluğu hizasına gelen bölümü. 5/ Bir geminin başka bir gemiden ya da kıyıdan açılma- s:. 6/ Kuzeybatı Kafkasya'da yaşa- yan bir halk... Su. 7/ Gelenek... Renkli televizyon sistemlerinden bi- ri. 8/ Deride sinirler boyunca bir- takım ağnlı fiskelerin dökülmesiyle beliren hastalık... "Benim oğlum — okur, döner döner yine okur" (Ata- sözü). 9/ "Anaslas mum saı^na" örneğinde olduğu gibi ten,lnc )en okununca da aynı anlamı veren sözcuk ya da tumce. YUKARIDAN AŞAĞIVA: 1/K u ş yavrusu... Üye. 2/ Gözün rengını veren tabakası... Boyalann erüilmesinde ve inceltilme- sınde kullanılan organık sıv,. 3/ l ş y e r i o , a r a k k u n a n l l a n b i r . kaç kath yapı... Kastamonu'nun b l r il( ,esl 4 / A v r u p a T o p l u . luğu'nu sımgeleyen harner., Kolayca aldatılabilen 5/ Etek ucuna doğru genışleyen gıysj. 6/ İnsanın yaradılış özelliği... Berkelvum elementının sımjesj 7/ E m i r I e r beyler... Kimya- sal eııerjm eiektrık enerjısm» ve viren a\gıt. 8/ BÎr tur spor ce- keı... Kı^ının NeMnç. guven \e her turlu devimsel etkinlikleri- nın normal olmavan bir bıcimde ariuğı ruh hastalığı. 9/ Eğ- reli ıııal... Ehne a\ağına vat.,,^, d l j^
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear