25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
29 MAYIS1992CUMA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 11 SINEMA ATtLLA DORSAY Edip Cansever anıldı • Kültür Servisi- Şaır Edip Cansever ölürnıinünö.yılında alesi vedostlan tarafırıdan anıldı. Cansever"ın Rurnelihisan'ndaki mezannın başında anmay a aiiesi. dosılan Tomris Uyar, Leyla Erbil, Selçuk Baran, Özdemir Ince, Kernal Bekır ve Clker İnce katıldılar. İstanbul'uSevmek • Kültür Servisi- Kadıköy Belediyesi Kültür veSanat Merkezi ile Dalyan Lions Kulübü'nünişbirliğiyle düzenlenen "Sergi ve söyleşilerle İstanbul'u Sevmek" etkinlikleri kapsamında bugün bır sempozy um yapılacak vesergıleraçılacak. Kadıköy Beledi>esı KültürveSanat Merkezi'ndeki sempozyum saat 21 .OO'de başlayacak. Süheyl Konuksay'ın yöneteceğı sempozyuma Yavuzer Çetinkaya, Jak Deİeon, Ergun Ersöz, Tuğrul Şavkay \e Pars Tuğlacı konuşmacı olarak katılacaklar. Aıigelica Huston evlendi J 0 LOS ANGELES (AA) - Oscar ödüllü Amerikalı film yıldızı Angeüca Huston, Robert Graham adh bir heykeltıraşla evlendj. Huston'un menajeri Susan Geller yaptığı açıkJamada, Huston ile Graham'ın hafta sonunda dünyaevine gırdiklerini beürtti. Ünlü yönetmen John Huston'un kıa ve aktör Walter Huston'un torunu olan 40 yaşındaki Angelica Huston, 1985yılmda "Prizziler'in Onuru" adü filmdeki rolüyle en iyi yardıma kadın oyuncu Oscar'ını almıştı. Frank Sinatra Londra'da • LONDRA (AA) • Amerikalı şarkıcı Frank Sinatra, 32 yıl aradan sonra geldiği Londra'daki ilk konserinde hayranlanrun hücumuna uğradı. Sinatra'nın önceki gece Londra'nın Royal Albert Hall'deki konserinden sonra salondaki beş bin kişi sahneye hücum ederek ûnlü şarkjcıyı kucaklamak ve öpmek istedi. Koruyuculannın engellemeye çaüşmasına karşın Frank Sinatra, çoğunluğu 50 yaşın üzerindeki hayranlanndan kendini kurtaramadı. Konser biletlerinin 125 sterline (yaklaşık 1,5 milyon TL) bır yıl öncesinden sauldjğı bildirildi. Londra'da 6 konser verecek olan 72 yaşındaki Frank Sinatra konsennden sonra bir gazeteciye, 'Bırakın şarkı söylemeyi, sahneye çıkıp pizza yapsam bile benim sadık izleyıcilenm benı görmeye gelirler' dedi. JuliolglesiasİzmiPde • İZMİR (AA> Ünlü İspanyol sanatçı Julio Iglesias, 1992 yıh içinde gerçekTeştireceği dûnya turu kapsamında, 21 temmuzda İzmir Atatürk Stadyumu'nda bir konser verecek. Konserin biletleri 75,110,200, ve 400 bin lira olarak belirlendi. Geçen yıl Efes Antik Tiyatro'da bir konser veren Iglesias'ın, gördüğü yoğun ilgi üzerine konser için özelükle İzmir'i tercih ettiği beürtildi. Iglesias, iki saat sürmesi planlanan konserinde, 67. albümü olan 'Calor'dan parçalann yanı sıra İspanyolca ve İngiUzce tanınmış parçalannı da seslendirecek. 35 kişilik ekiple İzmir'e gelecek olan sanatçırun konseri için gerekli teknik donanım 3 Tır'la taşmacak. Konserin biletleri pazartesi gününden itibaren Alsancak ve Atatürk Stadyumu gişelerinde saüşa sunulacak. Bu arada 19 temmuzda İzmir'e gelecek olan sanatçının onuruna, 20 temmuz akşamı Büyük Efes Oteli'nde bir yemek veriİecek. Gelirirun bir bölümü Izmır Çocuk Esirgeme Kurumu'na bırakılacak yemeğe katılabilmek için bir kişiük ücret de 700 bin lira olarak belirlendi. Sinemamn geleceği • Kültûr Servisi- Dûnya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen açıkoturum dizisinde yann saat 14.00'te Sheraton Oteli salonunda "Sinemamn geleceği" konulu bir açıkoturum gerçekleştirilecek. Kültür Bakanlığı'nın hazırlamakta olduğu sinema yasasııun tarüştlacağı açıkoturumu Prof.Dr.Oğuz Onaran yönetecek. Konuşmacılar, Halil Ergün(KüItür Bakanlığı'nı temsilen), Osman Seden (SESEM). Tanju Gürsu(SODER), YavuzÖzkan(FİLM YÖN-DER), Kadri Yurdatap(FİYAP), MuzafferHiçdurmaz(SİNE.EMEK.D- ER), Yaman Okay (ÇASOD), Aydm Sayman(SİNESEN), İrfan Demirkol (Sinema Salonu Sahıp.İşlet.) ve Burçak Evren. Cannes Şenliği'nin açılış fılmi Temel îçgüdü', Paris'te salonlan dolduruyor Pornografi mi, yoksa cinsellîk mî?•Pomografıye kaymakla suçla- nan film, aşimda yoğun bir cinsel- lik yüklü. İyi bir polisiye niteliği taşıyan 'Temel İçgüdü' eylül ayın- da Türkiye'de de gösterime gire- cek. "Terod Içgodü" (Basic Instinct) filmi, Paris'te kuyruklar yaratarak oynuyordu. Bız de filmin güncelİigini göz önüne alarak Türkiye'deki gösterimini bekleyemedik ve gidip izledik. Bu ılgi çekıci filmden sizlere ilk izlenimlenmızı duyuraüm. "Temei İçgüdü" bizlere Amerücan sine- masının günümüzdeki en gözde yazarla- nndan Joe Eszterhas'ın elinden çıkma "be- ton gibi" bır senaryo aracıhğıyla klasik ge- nlım filmlerine özlem yansıtan bir öykü anlatıyor. Kahramanımız dedektif Nick Curran, geçmişi oldukça "şaibeli" biridir: Esrar ve alkol kullanmıştır, iki turisti ge- reksiz yere vurup öldürmüştür, vb. Nick, bir cinayet olayını soruştunırken son derece güzel, zengin, pervasız bir ka- dınla karşılaşır. Catherine Tramell, ABD'- nin yüksek sınıflanndan, harcayamayaca- ğı kadar parası olan vecanı sıkılan insanla- nn, özelükle de güzel bir kadırun yapabile- ceği her şeyi fazlasıyla yapmaktadın önü- ne gelenle seks, pervasız davranışlar, yasayı ve yasa adamlannı küçümseme, içki, sigara ve uyuşturucu kullanma... Ama yalnız bu kadarla kalsa iyi. Polis, güzel Catherine'in seviştiği erkekleri tam orgazm anında öldüren bir kanh katil, bir tür "dışi örümcek" olmasından kuşkulan- maktadır. Dedektif kahramarumız ise ka- dırun peşinde gerçekleri araştırırken adım adım bilmedığı (daha doğrusu bıldiği) bir tuzağın ıçıne doğru yuvarlanmaya başlar... Douglas ve Sharon Stooe 'Temel tçgüdü'nün başroOerinde. Douglas, bufilnıdekisahnefer yüzünden çocuklan tanıfndan ekştirM. "Temel İçgüdü" başta da yazdık, çok sağlam bir senaryoyu temel olarak almış, kiıni öğeleriyle Hitchcock'u (özelükle de "Vertigoyu"yu) düşündttren bir film. Hitchcock fîlmlerindeki gibi iyi niyetli, "ma- sum" biradam (ki burada adamın "masum- luğu"da tartışmaü), kendisini gitgıdc yo- ğunlaşan bir gizemin içinde buluyor ve çıkış yolu anyor. Kadırun kişiliğinjn kar- maşıküğı da (yine "Vertigo"dakı gibi bir "çıfte kişilik" mi sözkonusu?) bu benzerliği arttınyor. Ancak "Temel İçgüdü", çağdaş sinema- mn tipik verileriyle donanmış. Ve bu veri- ler onun klasik sinema örnekleriyle kıyas- lanmasını ancak bir yere dek geçerü kılıyor. önceliklefilm,etrafında kopardığı gürültüyü hak edecek kadar cinseUikle yüklü. Başoyuncu Sharon Stone'un Cannes'da gazetecilere "Bu sahneler filmde birkaç da- kikayı geçmiyor. Niye hep bunlann üze- rinde duruluyor" diye yakınmasına bakmayın. Bu sahneler kaç dakika sürü- yor, bilemem. Ama alabildiğine cüretü ve pervasız olduklan söylenebiür. Michael Douglas'ın kimi sahnelerde, genç bir oyûncunun bile duraksamadan kabul edemeyeceği biçimde görünmesi, Douglas'ın "tipik aile" düzenini sarsmış ve babası Kirk Douglas ne dedi bilemiyoruz, ama çocuklan tarafından eleştirilmişe ben- ziyor (Gazeteler öyle yazdı). Umanz ki Michael bir daha fiİmlerinde pantolonunu giymeyi unutmaz ve Douglas ailesindeki sarsınü durulur!.. Evet, film yoğun bir cinsellikle yüldû. "Pomografıye kayma" belki çok ağır bir suçlama. Pornografık sinema bambaşka bir şeydir: Amacı, çerçevesi, havası-suyu hemen fark ediür onun... Burada elbette pornografi değil, ama yüklü bir cinsellik söz konusu. İşin tuhafı, cinselük yükü sanıldığı gibi yalnızca "sevişme" sahneleriyle sınırlı de- |U. Güzel Catherine'in polis tarafından bir sorgulanma sahnesi var ki herhalde anto- lojilere geçecek. Burada güzel Sharon Sto- ne'un (söylendiği gibi, gerçekten de Kim Novak'a benziyor) aralannda Michael Douglas'ın ve sürekü terleyen şişman bir polisin de bulunduğu "sorguculan" ile oy- nadığı kedi fare oyunu,filmingerçekten de kolay unutulmayacak bölümleri araan- da... "Temel İçgüdü" sonuç olarak iyi ve önemli bir fiün mi? Bu fılmi, Paul Verhoe- ven'in Avrupa döneminden beri sürdürdü- ğü kimi kişisel saplantılan ve temalanyla, Hollywood'un bu kez geleneksel "utan- gaçhğını" bir yana bırakarak giriştiği, poü- siye fılmi yenileme, çağdaşlaşürma isteği- nin bir bireşimi olarak görmek gerekiyor. Ama temelde, tüm çarpıa, şoke edici, dedikodulu öğelerinden sıynlınca, geride gerçekten sağlam ve sürükleyici bir poüsi- ye film, cinselügin pembesiyle desteklen- miş bir "kara film" örneği kalıyor. Geçici ve uçucu olanlar bir yana, bu filmden geriye kalan, iyi bir poüsiye film olması. Bu arada filmden adı, yani söz konusu edilen "ilkel" (ya da "temel") içgü- dünün ne olduğu, yani cinsellikle mi, yok- sa öldürme dürtüsü ile mi ilişkili olduğu da seyircinin kişisel yorumuna bağlı kalmış bir olay. 'Bugsy', Las Vegas'ı yaratan adamın öyküsünü anlatıyor Hollywood yine gangsterliğe dönüyor Bugsy / Yönetmen: Barry Levin- son I Senaryo: James Toback / Gö- rüntü: Allen Daviau j Müzik: En- nio Morricone / Oyuncular: War- ren Beatty, Anneîte Bening, Har- vey Keitel, Ben Kingsley, Elliott Goıüd, Joe Mantegna, RichardSa- rafıan / Bir Wamer-Bros (Tri- Star) yapımı (Şişli Kent, Beyoğlu Fitaş, Çemberlitaş Şafak, Kadıköy Reks, Ankara Batı). "Bugsy" ya da Hollywood, bir kez daha gangsterük olayı denen şeye dönüyor... Amerikan kültürünün ve 20. yüzyıldaki toplumsal yaşammın aynlmaz bir parçası olan örgütlü yasadışıük, Hollywood'un daha başlardan (1920 sonlanndan) beri ilgı duyduğu, sinema mıtolojisinin en etkili fı- gürleri arasına katüğı bir olay ve bir tipler gecidi değil mi? Bu kez olay 'bizzat' Hollyvvood'a çok daha yakın. Çünkü "Bugsy" lakaplı Ben Siegel, Chicago ve New Yorklu değil; Los Angelesü bir gansgter. Bu gerçekten ya- şamış kişiük, setlerden çıkmıyor, fıgüran- larla düşüp kalkıyor, en yakın dostu ünlü oyuncu (Ve özel yaşamında da mafya ile ilişkileri bilinen) Geoı^e Raft. Bugsy, bu çevreye uygun bir gangster Hep şık giyiniyor, en lüks gece kulüplerin- de zenginlerle aşık atıyor, hastahklı, man- yak kişiüğini gerçek bir *play-boy' görünü- mü ardında saklamasını çok iyi beceriyor. "Bugsy" bu açıdan Hollywood'un gangster figürlerini aüp idealleştirme, yü- celtme, mitoslaştırma eğiliminin doğal bır halkası olmanın ötesinde, gerçekten böyle • bır çekıcilığe sahip bir kişiüği ele almakla biraz farklı bir konuma baştan kavuşuyor. Aynca yine toplumsal-tarihsel bir gerçek olan gangsterlik - Hollywood üişkisini de ilginç biçimde günışığına çıkanyor. Ancak Barry Levinsoo'un fılminin en önemü yanı, kuşkusuz yine Bugsy'nin ta- rihseT kjşiüğinden gelen bir olayda bıllur- VVarren Beatty, filmde, Bugsy adıyla tanınan Ben Siegel'i oynuyor. Annette Bening de Bugsy'nin sevgilisi rolünde. laşıyor. "Bugsy" ya da Ben Siegel, ünlü gangster Lucky Luciano tarafından "Baü yakası"nı denetlemek ıçina geldiği Los An- geles'de, bu denetim sırasında ilk kez gör- düğü Las Vegas'daki sefıl. izbe. buna karşın ilgi görüp para getiren kumarhane bozuntusuyla karşılaşınca, burada yepyeni bir kumar merkezi inşa etmek düşüncesine kapıhyor. Bu dev proje, Nevada çölünün ortasın- da açılacak Flamingo OteÜ projesi, Bugsy'nin kalan yıllannın düşü, âdeta sap- lantısı haline gelecek ve kahramanımız, bu projeyi ancak hayatı pahasına gerçekleşti- rebilecektir. Filmin "Las Vegas'ı kuran adam" ola- rak bilinen Ben Siegel'in yaşamını anlat- maya soyunmuş olması, sonuç olarak gangsterlik olayırun ilginç bir yanına ışık tutuyor. Gangsterler, aynı zamanda çok parlak ışadamlan, birinci sınıf yaünm uzmanlan değil midirler? Ve gaflgsterüğin başta Amerika, tüm kapitalist ekonomilerde pıtrak gibi fışkırması, kapitalizmin ne pa- hasına olursa olsun yaünm ve kazanç ilke- sinin biraz değişik bir düzeyde uygulaması değil midir? Bir diğer deyimle, gangsterlik, mafya, yasadışı kazançlar, kapitalist sistemin ol- mazsa olmaz semptomlan, vazgeçilemez hastahklan değil midir? Ve bu sistem için- de, bunlari önlemek olanagı var mıdır? "Bugsy", örgütlü yasadışılığın, bir yan- dan Hollyvyood'un parlak, çekici yüzüyle olan ilişkısine ışık tutarken, öte yandan yine bu olayın sermaye ve kâr ilkeleriyle olan neredeyse organik bağına da değini- yor. Bu bağın üstyapısal bir dışavurumu olarak devlet ve yönetim mekanizmalany- la (Başsavaya dek uzanan) ilişkileri ise işin elbette tuzu biberidir. "Yağınur Adam"ın yönetmeni Barry Le- vinson, kendisi de zaman zaman yönet- menliğe soyunan James Toback'ın gerçek- ten de "demir gibi" bir senaryosuna daya- narak oluşturduğu filminde, yukanda saydığımız çeşitü düzeyleri birbirinin içine geçirerek baştan sona ilgiyle izlenen, sü- rükleyici. pınl pınl bir sınemayla an- laülmış bir film ortaya koyuyor. Ve bir kumar kenti kuran, günümüz ABD'sinin vazgecilmez kumar ve eglence başkenti Las Vegas'ı yaratân bir büyük yaünmcının, bir gangster olduğu kadar bir büyük hayal tüccan da olan Ben Siegel'in nefıs bir portresini veriyor. Perdeye yansı- yan; bu ilginç gangster portresi kadar, çağ- daş Amerikan kapitalizminin de ilginç bir yûzüdür. "Bugsy"yi görûn. Görüntülerinden mü- ziğine, Warren Beatty'den tüm oyun- culanna (Ben Kingsley ve güzel Annette Bening'e ayn bir mansiyon!), izlemeye de- ğer bır film bu. 4 Akdeniz', bu yılın En İyi Yabancı Film Oscan'na değer görülmüştü Savaş, hayatm özüııe ne kadar aykırı 'Akdeniz', iddiasız btr film; ama birçok gösterişli filmden daha ilginç. İtalyan sineması, sanki "ödünç filmler"- le varlıgmı sürdürüyor. özel TVciliğin denetimsiz biçimde ser- best bırakılmasıyla, görkemü sineması tam anlamıyla göçüp giden bu ülkede, yılda çok az sayıda film çekiüp seyircisine ulaşa- biliyor. Ne var ki bu sinemamn geçmişteki birikiminin mirasını yüklenmiş kimi genç yaratıalar. bu sorunlan aşıp yalnız ülke- lerinin değil. tüm dünyanın seyircisıne bile seşlenebiliyorlar. İşte Giuseppe Tornatore'nin filmlerinden sonra bir diğer genç yönetmen, ilk fılmi olan "Turne"yi birkaç yıl önce Cannes'da hayranükla izlediğırniz Gabride Salvato- res, "Akdeniz"le İtalyan sinemasımn "kötü taühi"ni yine kırdı. Ve fılmi Oscar alarak tüm dünyaya ulaştı (En so'n Can- nes'da değerb bir Jüri Özel Ödülü alan Gi- anni Amelio vefilmi"Çocuk Hırsızlan" da bu arada anımsanabiür). "Akdeniz", önceükle alçakgönüllü bir film izlenimi bırakıyor insanda... Her şe- yiyle sade, küçük, "iddiasız" bir film bu... Ama birçok gösterişli filmden daha ilginç olduğu ve söyleyecek daha çok şeyi bulun- duğu da kesin. Film. savaş sırasında bir küçük Yunan adasına görevle gelen, sonra hiçbir önemi olmayan bu adada kalan 8 kişilik bir İtal- yan birliğınin öyküsünü anlatıyor. İtalyanJann tipik özellığı olan "savaşı sevmemek" ve büyük sommluluklardan kaytarmak, burada da kendini gösteriyor. Telsizleri kınlıp dış dünyayla ilişkileri de kesilen kahramanlanmız, burada ada halkıyla da kaynaşarak sakin bir yaşam sürüyorlar. Ta ki, bir İngiliz birüği adaya gelip onlan yeniden savaşın ve ülkelerinin sorumluluğuyla yüz yüze getirinceye dek... Akdeniz (Mediterraneo) / Yönet- men: Gabriele Salvatores / Senar- yo: Vincenzo Monteleone / Görün- tü: İtalo Pettriccione / Müzik: Gi- ancarlo Bigazzi / Oyuncular: Die- go Abatantuono, Claudio Bigagli, Giuseppe Cederna, Claudio Bisio, Gigio Alberti, Ugo Conti, Memo Dini, Vanna Barba / Bir İtalyanfil- mi (Şişli Site, Beyoğlu Sinepop, Çemberlitaş Şafak, Kadıköy Moda). "Akdeniz", bizlere savaş denen şeyin aslında ne denli gereksiz, en azından ya- şamın özüne ne denli ters olduğunu anımsa- tıyor. Savaş, çeşitü somut gerçeklerden, soyut fıkirlerden, gündeük aynntılardan oluşur. Tüm bunlardan uzak, güneşin sürekü ısıtüğı bir Akdeniz adasında, elbette tüm bunlann hiç bir geçerliüği kaüruyor. Ve kahramanlanmız, kendilenni yaşamın kesintisiz devam ettiği bu adanın doğal temposuna bırakıp gidiyorlar. Salvatores'in tipleri ve oya gibi ördüğü aynnülar da ilginç. Böylece, ressam ruhlu bir subay, adanın tek kiüsesindeki soünuş freskleri boyamaya girişiyor (ve freskteki azizlere, arkadaşlanmn yüzünü veriyor!), birüğin tek "bakir" eri köyün fahişesinde aşkı (yani cinselliği) ilk kez tadınca, kadına âşık olup onunla evleniyor!.. Bu "erkekler- arası" toplulukta, bir er, masaj yapügı su- bayına "tutuluyor!.." Öykünün tek Türk kahramanı, Fethiyeü bahkçı Aziz, İtalyan- lan haşhaşla bir güzel uyutup neleri var. neleri yok, aüp gidiyor ("Türkler uyamk insanlardır"). Evet, "Akdeniz", savaş karşıtı mesajıru değişik biçimde veren öyküsüyle. yaün an- latımıyla, ustaükü tiplemesiyle, hoş ve içe işleyen bir film. Savaşlann en büyük ilacmın belki de Akdeniz'in "bizzat" kendisi olduğunu savlıyor: Akdeniz güneşi.rahatlıği ve"tem- belüği", belki de tüm savaşlann en iyi pan- zehiri değil mi? En İyi Yabancı Film Os- carı'nın hak edip etmediği bir yana, bu de- ğişik ve sıcak fılmi görün deriz. 'Küçük Adam' gösterimde Jodie Foster kaıııera arkasında Kültûr Servisi - İki Oscar sahibi ünlü yıldız Jodie Foster, bu kez kamera arka- sında. Foster'm ilk yönetmenük dene- mesi "Küçük Adam", bugün Beyoğlu Emek, Maslak Mövenpick, Çemberütaş Şafak ve Adana Metro'da başüyor. 1976da henüz 13 yaşmdayken Robert de Niro ile çevirdiğı "Taksi Şoförii" fil- minde üstlendiği küçük fahişe rolüyle ilk kez Oscar'a aday gösterilen Jodie Foster, tecavüze uğrayan genç bir kadını canlan- dırdığı "Sanık" ve bir caniyi yakalamak- la görevlendirilen FBI ajan adayı cesur bir kadını oynadığj "Kuzulann Sessizü- ği"filmteriyleen iyi kadın oyuncu dalın- da iki kez Oscar kazandı. Oyuncu olarak başansını kamtlayan Jodie Foster için yönetmenük, uzun sü- redir gerçekleştirmek istediği bir düştü. Filmin gerçekleştinünesinin her aşama- sında hazır bulunun Jodie Foster, bunu şöyle ifade ediyor: "İçimde hep bir boşluk hissederdim. Resmin sadece bir bölümünü değil bütü- nünü görüp değerlendirmeyi başarabi- len o parçamı kullanamamaktan her za- man rahatsızük duydum." Bu arada François Truffaut, Claude Chabrol ve Louis Malle gibi Fransız si- nema ustalanndan etkilendiğini de söy- lüyor Foster. "Küçük Adam", gerçekten de küçük bir adam olan Fred Tate'i anlaüyor. Fred Tate, bir yaşında okuyan, dört ya- şında şiir yazan bir çocuk. Yedi yaşında ise duvarlara yağüboya resımler yapıyor, yanşmalara katılacak düzeyde piyano çaüyor ve en zor matematik problemleri- nin üstesinden geüyor. Jodie Foster, Dianne VViest, Harry Connick Jr. ve Adam Hann-Byrd'in baş- rollerini paylaştıklanfilmde.küçük Fred Tate'in yaşımının bir yıünı izüyoruz. Ancak zaman zaman izleyiciyi güldür- mesine ve tıpkı bir güldürü fihni gibi ge- üşmesine karşın "Küçük Adam" ashnda küçük yaşına rağmen olağanüstü bir ze- kaya sahip olan Fred Tate'in hayata ayak uydurabilmek için verdiği biraz hü- zünlü mücadelesinin öyküsü. Filmde bu küçük adamın hayatını, çocuğun eğitimi konusunda at fıkirleri savunan iki kadın şekillendiriyor: Çahşmak zorunda olan annesi Dede ve başanlı bir çocuk psiko- loğu Jane... Filmde geçen olaylarla arasında belü bir bağ bulunduğunu söyleyen Jodie Foster, "Benim hayatımı anlattığı için değil, inandığım ve gerçekten hissettiğim şeyleri anlattığı için oynadım" diyor. Bir yönetmen olarak kamera arkasma geçtıği ilk gün çekimlerin başlamasını bekleyen küçük Adam Hann-Byrd'i gö- rünce neredeyse ağlayacakmış Foster "Küçük bir çocuktum ve ilk kez bir te- levizyon şovunda rol alacaküm. Bir tek cümleden oluşan repüğimi söylemek üzereyken gözlerinden yaşlar akan anne- mi fark ettim. İşte. elinden gelenin en iyi- sini yapmak için bekleyen küçük Adam'ı gördüğüm o gün. çocukluğuma döndü- ğümü anladım. Ve annemin yüzündeki o ifadeyi anımsadım. Kendi tecrübelerimi yaşayabilmem için beni hep özgür bırak- mıştı."
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear