22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 9MART1192 PAZARTESİ 14 GORUŞLER HUKUKÇU GÖZÜYLE BULENT TANOB MatPiyoşka Milliyetçiliği M atriyoşka tahta bebekleri bize ilk resmi ziya- retlerini gaJiba 1960'larda yaptılar. Saraçha- ne'deki yenu Belediye Sarayı'nın holünde açı- lan SSCB sergisinde renk renk boy sırasına di- zilmişlerdi. Herhalde sergi bitince de yine boy sırasıyla der- top olmuşlardır. En küç-ük olan bir büyüğünün, bu da ken- di büyüğünün içine girip sonunda yine tek bebek olup ülke- lerine geri dönmüşlerdir. Tek bebek, tek tahta bebek, ama içinde birbirine benze- yen 6-7 bebek taşıyarak. O zamanlar ülkeleri de tekti. birdi. 1990larda tahta bebekler yine sıram sıram boy gösterme- ye başladılar. Fakat bu defa devlet kadrosundan ve resmi sergilerde değil, Karaköy'deki, Beyazıt'taki Rus ve Balkan pazarlannda. Şimdilerdse, satılamayanlar yine agabeyleri- nin kamına girip ülkelerine dönüyor olmahlar. Ama artık ülkeleri tek değil. Eskiden hepsininki SSCB idi. Şimdi ise kiminin Rusya, kiminin Ukrayna, kimininki de bir başkası. 1990'lann başında büyük Sovyet sistemi parçalandı Par- çalanması, böğründen bir sürü yeni canlı çıkarması demek- ti. Ve hemen her bebeğir» de karnında başka bir bebek ya da bebekler vardı. Ruslann içinde Tatartar, Ükraynalılann içinde Kınm Türkleri, Avzerilerin içinde Karabağlılar, bun- lann içinde Ermeniler, ELrmenilerin de içinde yine Azeriler... Yugoslavya'da olup bitenler de biraz böyle seyretmedi mi? Hırvatlar aynldılar, ama kannlannda Sırplar vardı. Makedonlar aynldı; şimdi içleri Türk, Arnavut, Karadağlı dolu. Bosna-Hersek de böyle. Bağımsızlık ilanının hemen ertesinden başlayarak doğum sanalan çekmeye başladı. Orada da Sırplar, M atriyoşka bebekler, şimdi, otoriter/totaliter devleti büyük günahkar ilan ediyor ve toprağa bağlamaya çalışıyorlar. "Biz de vanz" diyor- lar. Birbirini karnında saklayan ve doğuran Matriyoşka milletle- rinin ya da milliyetçi- liğinin serpilişini ulusal tepkiler de besliyor; hatta za- - ^ — ^ — — — — ^ — — — man zaman ulusal nefretler de buna eşlik ediyor. SSCB'yi dağıtan merkezkaç hareketi, egemen ulus şovenizmine de bir tepkiydi. Bir milliyetçilik (Rusya), diğerlerini yok edebil- mek şöyle dursun, daha da diriltmişti. Gerçi Yugoslavya'da açıkça egemen bir ulus ya da milliyet yoktu; gönüllülük ve kardeşlik mayası tutmuş gibiydi. Ama bu da aldatıcıymış. Orada. ülkenin anayollannı ve köprülerini değişik milliyet- lerden Tito gençliği yapmıştı. Onlann çocuklan daha geçen yıl Akdeniz'in incisi Dubrovnik'e kıyabildiler. Bu hengame içinde, büyüyen nedir? Milliyetler ve milli- yetçilik mi? Yoksa bunlan da katedip geçen ulusalötesi (transnational) yeni değerler mi? Yani yerelhkler, farklıhk- lar (particularismes), "farklı olma" talepleri ve haklan mı? Yerkürenin bazı bölgeleri yeni bir milliyetler, milliyetçilik- ler ve hatta milli boğazlaşmalar evresine mi gjriyor? Yoksa, doğal farklılaşmalann sonuna dek yaşanabileceği, ama ev- renselleşmeyi ve tekküreleşmeyi de besleyen yeni bir sıçrayı- şa mı haarlanıyor? Bu sonılann bugünden verilebilecek kesin cevaplan ol- duğunu sanmıyorum. Ama şimdilik görünen o ki bu çalkalanmalann şu ara bir büyük "kayıplısı" ve yeniği var: Devlet. Merkezci devlet, süper devlet, baskıa devlet, yayılmacı devlet, vb. Matriyoşka bebekler, şimdi, otoriter/totaliter devleti "bü- yük günahkar ilan ediyorlar. Ve masaldaki gibi devi yaünp iplerle kundakJamaya ve toprağa bağlamaya çahşıyorlar. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Troçki gidecek mi? M.Troçki'nin Çekoslovakya'da oturmak için Çek hükûmetinc mürdcaal ettığıni ve kendisine üç aylık birikamci müsaadcsi verildiğini yazmıştık. M.Troçki evvelki gün şehrimizdcki Çekoslovak konsolosluğuna gidcrek Çek başkonsolosluğu ile bir saat süren bir mülâkaila bulunmuşlur. Çckoslavak başkonsolos bu mülâkaihakkındabirmuharrimizedemişiirki: "M. Troçki gcldi. kendisi iJebirmülâkaita bulunduk. Fakat nc görüşiüğümüzü söylemeye mezundeğilim. Kcndisinin pasaporlu.henüzvizeedilmemiştir." Habcr aldıgımıza göre. Çek hükümeti M. Troçki'nin talebine ccvabcn Çckoslov akya'da ancak bazı kayıl ve şanlardahilindc ikamcledebileceğini bildirmişlir. M.Troçki.geçengünkü ziyarctinde Çek başkonsolosu ile bu şerial üzerinde mülâkaila bulunmuşlur. Eğer kendisi Çek hükûmcu'nin ıcklifaıını kabul cdcrsc pasaportu vize edilecek ve Çekoslovakya'ya gidcbilecektir.. 1962: Şeker Bayramı 9Marlgünü, I962yılında Şeker Bayramı'nın2. günüidive Cumhuriyet 8 Man 1962 larihli sayısında iki gün süresince yayımlanmayacağını şöylc du> uruyordu: Bugün Şeker Bayramıdır. Cumhuriyet mensuplan aziz okuyuculanmıza sevgilerini sunar ve Bavramlannı kullayarak daha ivi. daha başarılı günlere ka\ uşmalannı diler. Cumhuriyet. yerini Gazeteciler Cemiyeıinin çıkaracağı Bayram gazetesine bırakarak cuma ve cumartesi günlcri çıkmayacak.pazargünündenitibarenneşirvazifesinedevam edccekıir. TARİHTE BUGÜN YILDIRIM'IN ÖLÜMU.. İ4O3 'TE BUSÜM, OÖePÜHCÜ OSMANU PAOf- ŞAtft YfLDtGtM 8/*y£ZİO, TİMUR.LENG 't'M ELİfJOE n/TSAKKEM ÖLMÜŞTÜ. BASASt M£.0f6t T. *X>SOVA SA- WfrA 6EÇEN Y/U>t- RfM, AV&UPA y/IKASfM&A/d GEMİŞLEME YAÇAiAAMtÇTf. ÜZÜA/rÜSÜA/OEA/j ÇOK Türk Cumhuriyetlerine Dış Yardım Prof. Dr. NİHAT G. KINIKOĞLU, Anadolu Üniversitesi öğretim üyesi. B asında gün geçmiyor ki Türk cumhuriyetlerine yardım konu- sunda bir bakan, bir bürokratın beyanatı yer almasın. Yabancı- lann Türkiye'de yaptıklan gibi o ülke- lerde Türkiye Türkçesi ile eğitim yapa- cak okullar açılmasından, onlara altı ayda Türkçe öğreteceğimizden bahsedi- liyor. Sanki onlann konuştuğu dil Türk- çe değilmiş, orada kimse okuyup yaz- mazmış gibi. Örneğin, Azerbaycan'ın dünyada nü- fusuna göre en fazla üniversite mezunu oranına sahip ülke oldugu, bir tek ensti- tüsünde neredeyse bütün Türkiye'deki kadar fızik doktoralı elemanı bulundu- ğu unutularak Türkiye'nin üniversite bursu verrnesi öneriliyor. Bir vakıf han- gi harflerin kullanılacağına o ülkeler adına karar verip milyonlarca alfabe bastınyor. KİTleri özelleştirme konu- sunda yardıma olmak, (sanki biz özel- leştirmeyi becermişiz gibi) nasıl kurtula- cağımızı bilemediğimiz KİTleri oralara göndermek öneriliyor (Türk DışTeknik Yardım Birimi'nde bu sonuncu teklifı az gelişmiş Afrika ülkeleri için bile yap- maya tereddüt ederdik). Vaatlcr vt ıtrçektar Bu ülkelere teknoloji yermekten bahse- diyoruz, hangi teknoloji? Otomobilimizle de lastiğımızle de dış teknolojiye bağımlı- yız. Tekstil dahil dışsatımda kullanılan, kendi isteğimizle verebileceğimiz bütün teknolojilerimiz uluslararası yanşta işe ya- ramayacak kadar eski. Biz, aman yabancı teknoloji, sermaye diye ağlarken onlara ne . vereceğiz? TÜBİTAK'ın on senedir on metre ileriye bile götüremediği roketlerine ait teknolpjiden uzaya roket gönderme teknolojisine sahip Kazakistan'ı mı yarar- landıracağız? Yoksa dünyanın üçüncü pa- muk üreticisi Özbekistan'a pamuk yetiş- tirmesini mi öğreteceğiz? Büyük bir heyecanla bir şeyler yapıl- mak istenirken çamlardevriliyor. Türkiye kendini dev aynasında görüyor. Çok şü- kür, Alma-Ata'yı, Semerkand'ı, gece kon- dularla çevirip yok ettiğimiz İstanbul'a; Hazar'ı, Balkaş'ı öldürdüğümüz Mar- mara'ya benzetmeyi henüz teklif etmedik. İta Staı arastiPM bvsv M aM«T Türk dış teknik yardım birimi'3 yıl önce bu ülkeler için İbn Sina bursu adı altında bir burs oluşturmuş. 12 bilim adamıriın serbest pazarekonomisi ve hukuku konu- sunda Türk üniversitelerinde araştırma yapmak üzere davet edilmesi Dışişleri, Kültür ve Milli Egitim Bakanlıklan ve DPTnin imzaiadıklan bir protokol ile ka- rarlaşünlmışu. 860.000 dolar aynlıp ban- kaya konmasına rağmen üç yıldır bu bilim adamlan davet edilemedi. İbn Sina bursu örneğindeki tempoyla çalışan bürokrasi- miz bu amaçla yeniden örgütlenmez ise bu işin içinden zaten çıkamayacaktır. Türkiye, beraber olmaktan mutluluk duyan ve birbirlerinden çok şey öğrenecek kardeşlerden birisidir. İşbirliğı ile yapıla- cak her çalışma beraberce ahnacak karar- Dışişleri Bakanlığmda kurulan Türk cumhuriyetleri ile işbirliğinin koordinasyonunu yapacak birim hızlı kararlar alabilme ve kararları uygulama yetkisine sahip olmalıdır. lar çerçevesinde başlatılmalıdır. Bu amaç- la her ülkede bir "Türk Cumhuriyetleri ile İşbirliğı Birimi" kurulmalı, bu birim tem- sıknlennin katıldığı loplantılarda olanak- lar ve ihtiyaçter ortaya konarak alınan ka- rarlar, karşılıklı vaatlere ve işbirliğine esas olmalıdır. Türk Dış Teknik Yardım Birimi, İslam ülkeleri arasındaki yardımlaşma için bu tür bir uzmanlar ve bakanlar toplantısı yapmakta ve her yıl işbirliğinin esaslan gö- rüşülmektedir. Sadece Türk cumhuriyet- lerinin katıldığı benzeri toplantılar hemen başlatılmalıdır. Cumhuriyetlerdeki kuruluşlara danış- manlık, bu kuruluşlarda çalışanlar kana- lıyla, onlar kendi sorunlannı çözecek şe- kilde eğitilerek sağlanabilir. Bu amaçla, UNIDO ve DPT, Türk Dış Teknik Yar- dım Birimi'nce önerilen ve bürokrasinin tutuculuğu yüzünden bir türlü kurulama- yan uluslararası danışmanlık ve eğitim enstitüsü bir an önce kurulmahdır. İşbirliğinin ilk basamağı yazı birliğini sağlamak olmalıdır. Bilgisayar teknoloji- sinin olanaklan göz önüne alınarak belir- lenecek sayıda harflerin, biz dahil bütün cumhuriyetlerce kabulü. işbirliğinde en büyük aşama olacaktır. tkinci aşamada bütün olanaklar zorlanarak yeterli sayıda matbaa kurulmahdır. Diğer taraftan her ülkede kurulacak dil kurumlan ile uzun vadede dillerin birbirlerini zenginleştirme- si ile sağlanacak bir dil birliğinin temelleri atılmalıdır. Türkiye dış teknik yardım çerçevesinde vaat ettiği, uluslararası anlaşmalarla ken- dini bağladığı, ufak tefek yardımlan bile vermeyi beceremezken kardeşlerine yardı- mın mutlu yükü omuzlanna binmiştir. Bu işi, kardeşliğini ve onlarla eşitliğini daima hissettirerek başarmak zorundadır. Aksi- ni isteyen devletlerin ve onlann kamu oyu- nu yönlendirebilen yayın organlannın vaı olduğu unutulmamalıdır. Dışişleri Bakanlığı'nda kurulan Türk cumhuriyetieri ile işbirliğinin koordinas- yonunu yapacak birim hızlı. kararlar ala- bilme ve kararlannı uygulama yetkisine sahip olmalıdır. DPT Dış Teknik Yardım Birimi'nde, "Haftaya gelebilir miyim" di- yc faks gönderen bir Afrikalı müsteşara. gelişinin ertelenmesi yazısını bütün uğraşı- lanmızarağmen.Türkiye'ye gelişinden ü<; hafta sonra (gerekli imzalardan geçirerek) hazırlayabilmiştik. Bu bürokratik kafayla (inşallah bunu da onlara yardım diye vaat etmeyiz)_işbir- liğini gerçekleştiremeyiz. Aü alan Üskü- dar'ı geçer. Aramıza bu defa başka duvar- lar örülür. Kardeşlerimizle buluşabilmek için birkaç yüz yıl daha bekleriz. SEMİHBALCIOĞLU Kızkulesi Uzerine... M. ŞİNASİ SONUÇ Mimarlar Odası İst. Büyiikkent Şb. Yön. Krl. Üyesi 27 Şubat 1992 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde, Kızkulesi'nin turizme açı- lacağına ilişkin bir haber ve "Kızkulesi'ne Çağdaş İşlevler..." başlıklı bir yazı yayımlandı. Sayın Ülkü Altınoluk tarafından kaleme alınan dü- şünceler ve çağnştırdıklanna geçmeden önce uluslararası sözleşmelerden bazı ana ilkeleri hatırlamakta yarar olduğu kanısındayım. Kasım 1972 tarihinde hazırlanan ve Türkiye'nin 1982 yılında imzaladığı Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme'nin içeriği "tüm eski uygarlık ürünlerinin insanlı- ğın ortak mirası olarak, aynm yapılma- dan korunması" olup 1989 yılında imza koyduğumuz Avrupa Mimari Mirası- nın Korunması Sözleşmesi'nde de, "Av- rupa ülkelerindeki tüm mimari yapıtla- nn ortak Avrupa mirası sayılması" ge- reği tespit edilmektedir. 8 aralık 1986 ta- rihinde BM Genel Kurul karan olarak somutlanan Kültürel Gelişmenin Dün- ya On Yılı Programı'nda ise "tüm ülke- lerdeki ekonomik kalkınma politi- kalannın, çevre değerlerini ve kültürel zenginliklerini yok etmeyecek, onlan geliştirecek bir yeni sisteme oturtulma- sı" önermesi yapılmaktadır. Mayıs 1990'da da Bergen Bakanlar Dekleras- yonu'nda ise konu, "çevreye zararlı ya- tınmlann engellenmesi için kuşkunun yeterli sayılması" boyutuyla ifadesini ı bulmaktadır. Bir süredir ülkemizdeki tarihi kültürel miras ve özellikle İstanbul'daki kültürel değerler, tüm insanlığın malı olan bu bi- rikimin yapılı örnekleri maalesef hızla tahrip edilmektedir. Geçmiş dönemlerdeki terk edilmişlik ve umursamazlıkla yapılan tahribat, ye- rini yavaş yavaş ticari meta olarak kul- lanma anlayışı diye nitelendirebileceği- miz bir başka tahribat biçimine dönüş- mektedir. Bu, turizmi, bir kültür hare- keti olmaktan çok bir ticari hareket olarak gören mantığın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle ben "Kızkulesi" özelini, yukanda özetlediğim genel ve uluslara- rası perspektifler içinde ele almak is- tiyorum. Ancak öncelikle "Kızkulesi'- ne Çağdaş İşlevler" başlıklı yazısı ne- deniyle Sayın Yrd. Doç. Dr. Ülkü Altınoluk'a konuyu yazılı basmda gündeme getirdiği için teşekkür etmek istiyorum. Altınoluk bu yazısında bazı tespitler ve önermeler yapmaktadır. "Manzara açısından oldukça güzel bir konumda bulunan, Üsküdar Belediyesi'ne amb- lem olmuş; parada. pulda yer almış, hatta taşra evlerinin duvarlanna resim olmuş Kule'den Üsküdar, Saraybur- Sanırım yapılması gereken, böylesine anıtsal bir yapının nasıl değerlendirilmesi gereği konusunda alabildiğine geniş bir düşünce alışveriş zemini yaratılmasıdır. nu, Süleymaniye, Dolmabahçe kıyılan gibi İstanbul'un ve Türkiye'- nin en önemli bölümleri görülebil- mektedir" tespitlerinin yanı sıra aynı yazıda Sayın Muhteşem Giray'ın da "tarihsel-kültürel boyutu gözardı et- meyecek önerilerin getirilmesi, kültü- rel süreklilik bakımından önemli" ol- duğu doğrultusundaki görüşleriyle son derece önemli bir hususun altını çizdiğini de öğreniyoruz. Ancak konunun "tarihsel-kültürel boyutu gözardı etmeden" ve "kültürel süreklilik" sağlanarak daha geniş bir zeminde incelenip tartışılması gerekti- ğini düşünüyorum. Benim üzerinde özellikle durmak istediğim boyut ise Sayın Altınoluk'un tespit ve önerileridir. Sayın Altınoluk, Kule'nin ve 1300 m2'lik adanın kul- lanımına yönelik öneriler getiriyor. Efsane kulesi, nikâh salonu, akvar- yum vb. Sanınm bu önerileri getirirken yuka- nda alıntı yaptığjm tespitlerinin doğru, ama eksik oluşundan kaynaklanan bir yanılgıya düşüyor. Çünkü Kızkulesi'n- den İstanbul'un en önemli (!) bölümleri görüldüğü gibi Kule de yüzyıllann kül- türel binkiminin bir anıtı olarak İstan- bul'un hemen her noktasından görüle- bilmekte, algılanabilmektedir. Önemli oian, Kızkulesi'nde "nikâh kıyma, akvaryumlaştırma" vb. proje- lendirmeler yapmak değil, bu kültür anıtmın daha bir kolay aîgılanabilir şe- kilde öne çıkanlmasıdır. Zira Sayın Al- tınoluk'un da belirttiği gibi "taşra evle- rinin duvarlanna resim olmuş" olan Kızkulesi, sadece Üsküdar Belediyesi'- nin değil, tüm İstanbul'un simgelerin- den biridir. Bir İstanbul özlemidir. Bu özlemin ifadesidir. Bu anlamda, gerçek- ten bu anıtsal yapı ciddi bir şekilde de- ğerlendirmeye alınmalıdır. Ancak tüm bunlan ele alıp projelen- dirmen önce, sanınm yapılması gere- ken, böylesine anıtsal bir yapının nasıl değerlendirilmesi gereği konusunda tüm İstanbul çapında, hatta ülke ve uluslararası düzeyde, alabildiğine geniş bir düşünce alışveriş zemini yaratıl- masıdır. Bu bir ilkir projesi yanşması olabilir. Bu konuda yalnız Üsküdar Belediye- si değil, tüm İstanbul halkı, dolayısıyla Anakent Belediyesi ve tüm ilgili kurum ve kuruluşlar duyarlı olmalıdır. Geniş zemin, konunun salt bizim değil, tüm insanlığın malı olan Kızkulesi'ni bir ticaret metaı değil bir kültür anıtı olarak gelecek kuşaklara bırakmanın yolunu kolaylaştıracaktır. İçinde yaşadığımız çevrenin, kültü- rün atalanmızdan bize miras değil, ço- cuklanmızdan emanet olduğu doğrul- tusundaki Kızılderili özdeyişini unut- madan, "tarihsel-kültürel boyutu gö- zardı etmeden" ve "kültürel süreklilik" içinde bu emaneti geliştirmek ve koru- mak görevimizi yerine getirmeye hep birlikte çalışacağımız, daha doğrusu çalışmamız gerektiğı düşüncesindeyim. POLTIİKA VEÖTESİ MEHMED KEMAL Konudan Konuya_ Eylül rejiminin acısı hâlâ dinmemiş kıyımlan vardır. Bunlardan biri de Yüzbirler' diye anılan kıyımdır. TRT'den yakınmalar başlayınca, bu- nun kökünü bir gecede kazımak istemişler. Tut- muşlar, TV'den 101 yönetmen, yönetici, yapıma elemanı ya işinden atmış, ya bir yere atamışlar. "Ne oluyor?" diye sorulduğunda, "TRTde temizhk var!" denmiştir. Oysa bu yapılan temizlik değil, pislikti. Bu kıyımda bir yakınımız, bir gecede TRTdeki görcvin- den alınmış, Sıvas Bayındırlık Müdürlüğü'ne sürülmüştü. Bayındırlık elemanı ile TRT elemanı arasındaki aynnü bir türlü anlaşılamamıştır. İşin tuhaf tarafı bu emri bir yakın arkadaşımız olan Bakan imzalamıştı. "Ne oluyor?" diye sorduğumuzda; "Vallahi, bizim haberimiz bile olmadı, her şeyi askerler yaptı" denmişti. Anladık, her şeyi 12 Eylül generalleri yapıyordu, bir tane olsun direnen çıkmıyor muydu? Bir toplum, haksızlıklar karşısında direneni çıkmayınca böyle kokuşur. 12 Eylül re- jimi de kokuşmuştu. Arka çıkan olmadı ama, 12 Eylül generallerinin darma- dağın ettiği 101 eleman haklannı aramada çalmadık kapı bırakmadılar: Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, ıdare Mahke- mesi, Anayasa Mahkemesi... Kimisi dilekçesini tutturabil- di. Kimisi de yıllarca bekledi. Her haksızlıkta olduğu gibi beklemede sabır vardı. 12 Eylül'ün TRT mağduru 101'ler, bugüne değin beklemeyi bildiler. Şimdi açılan davalan ka- zananlar teker teker işlerine dönüyorlar. Yalnız, dönüş biraz - agır oluyor işe son Genç yaşta emekli olma venş, ya da başka 4 _r_ • • , yere atamadakı tartışmaları yapılırken idiük işe dönüşte sûper emeklilerin durumu f£S£3£. . **••—*•*, Haksızhktaki sürati naksızlık gıdenınıeudir. hakhlıkta görmek is- ^ ^ ^ ^ _ ^ _ _ _ _ ^ ^ _ ^ ^ ^ ^ ^ ^ teriz. Hükümetin saydamlık ilkesi TRT'nin 101'ler diye anılan mağdurlan için de işlemelidir 12 Eylül TRT mağdurlann- dan başka bir de ANAP iktidarının süper emeklileri var. Hükümet, bir seçime giderken kimi emeklilerin ağzına bir parmak bal çalmış, "Bana 4 milyon 200 bin (o zamanın 4 milyon iki yüz bini) lira verin, sizi süper emekli yapayım" demiş. Bu hayat pahalılığı karşısında durumlan uygun olanlar kırmışlar, sarmışlar, satmışlar, savmışlar bu parayı denkleştirmişler ve süper emekliliğe doğru koşmuşlar. Bel- lerini belki süper emeklilik doğrultursanmışlar. Ancak, bunu kıskanan birkaç aklıevvel böyle bir akışa karşı çıkmışlar. Emeklilere prim karşılığı verilen bu hakkın altından girmişler, üstünden çıkmışlar. "İşçi parçası bir eleman bir general kadar emekli maaşı alabilir mi?" demişler. Kotanlan bir fırsatın köküne incir ağaa dikmişler. Süper emeklilik geldiği yerden geri döndü. Hele konu, işçi düşmanı bir bakanın eline geçince her şey yozlaşmaya yüz tuttu. Bu arada seçimler de vardı, kimsenin süper emeklilerle uğraşacak hali yoktu. Son seçimlerde DYP lideri süper emekli haklanndan söz k eder gibi oldu. Ancak gene unutulmaya yüz tuttu. Genç yaşta emekli olma tartışmalan yapılırken inatlaş- mayı bırakıp süper emeklilerin durumu da ele alınmalı, bir haksızlık gıderilmelidir. Bakalım süper emekli faciasının ardını arayanlarçıkacak mıdır? Yoksa kör kuyuya atılmış bir taş gjbi yerli yerinde duracak mıdır? OKURLARDAN Tadıvedozu kaçıranlar Ülkemiz basın-yayın organlannda, bir süredir, kadın-erkek eşitliği, cinsel özgürlük adına ve bir böîümü de sözde "tiraj" arttırma endişesi ile ticari amaçlı olarak, her iki savla da bağdaşmayacak ölçüde. çirkinlikler sergilenmektedir. Bir ikisi dışında tüm gazetelerimiz ve başlangıçta siyasi olduklan savı ile çıkanlar dahil. lüm dergilerimiz basının gerçek işlevini biryana itip. tepeden tırnağa cinsellik sömürüsune yönelmişlerdir. Ne ilginç ve acıdır ki kadın-erkek eşitliğini, feminizmi savunan, özgürlükçü kadınlanmızın başında bulunduğu basın ve yayın organlan ve bunlann elemanlan da savunduklan ve kuşkusuz bizim de savunduğumuz davaya. "ancak bö> le hizmet edilir' gibi son derece yanlış ve sağlıksız bir zihniyetle, daha da hızlı biçimde adeta yanşırcasına katılmaktadırlar. Nüfusun yüzde40'mın 19 yaşından genç ve bunun çok önemli bir bölümünün (onlan bilgılendirmek ve eğitmek şöyledursun) henüz ekonomik sorunlan çözümlenmemişolan bir toplumda hangi cinsel özgürlükten söz edilir; doğrusu merak konusudur. Kaldı ki böylesi bir özgürlük için savaş veren yürekli kadınlanmız için aslında böyle bir sonın yoktur. Çünkü onlar, kişiliklerini, mesleklerini kazanmış beden sorunlan olmaması gereken, zihinleri ve kafalan eğitilmiş kişilerdir. İşteo kişilerin, bu özgürlüğün yaygınlaşması için verecekleri savaşun, kadınımızı, erkeğimizi önce zihinlerde cinsel eğitme ve özgürlüğe kavuşturmak yolunda olmalıdır. Aksi halde, cinsellik değil, giderek pornografıye ve müstehcenliğe varacak boyutlardaki yayınlanyla, 'kadınlanmızın toplumdaki konumunu güçlendirme davasına"ağır birdarbe vurulmuş oacaktır. Çünkü aksaklıklannı sıkça eleştirdiğimiz "erkek egemen"toplum içinde "kadının layık olduğu yeri ve saygınlığını" kazandırmaya ve korumaya götürecek yol bu değildir. Kadıru zaten öteden beri tiraj uğruna küçülten erkek egemen basını protesto edecek yerde, onun bizzat hemcinsleri tarafından "küçültülmesi" ise hiç değildir. DENİZBANOĞLU Saymİnsere açıkmektup Sayın Ahmet İnsel, Atatürkçülüğü (Kemalizm) ileriye dönük hareketleri engelleyen bir umacı gibi yorumlamışsınız. Atatürkçülük bir milletin var olabilmesi için gereken düşünceler zinciridir. Siz gerçekten bilim adamı mısınız? Yazınızdaki imaj: "Bilim adamına yaraşan doğru, kesin, eleştirel düşünce tekniğınden uzak, yanlı, kin kusan. doğruyu kendirie göre yorumlayan bir adam." 1925,1926,1934olaylan genç TC devletinin temellerini sarsmak için planlanmış olaylardı. Bastınlması, "meşru müdafaa" idi. 1960'a gelince: Askeri müdahaleye neden olanlar. uzağı göremeyen politikacılardı. Gençlik demokrasi için sokaklara dökülmüştü. Ordu vehalk el eleydi. O zamanki yönetici kadro gerçekten "demokrat" olsaydı, darbe olmaz, yolu da açılmazdı. Atatürkçülük düşünce sistemidir. Laik düşüncenin yerleşmesi, tabulardan uzaklaşma, din baskısının sadece ibadet içinde kalması, iümde, bilimde, sanatta çağdaş uygarlığı yakalama savaşıdır. Kan ırkçılığı yoktur. Atatürkçülük gerçekten, akıldan yanadır. "Halkçılık" prensibinin de demokrasiye atılan bir adım olduğunu unutmamahyız. Fransa'da öğretim üyesi olmanız değerinize değer katmaz. Bir zamanlar Humeyni de Fransa'da oturmuştu. Saygılar. NtHALÖZÜM Öğretmen
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear