Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURİYET/8 PAZAR YAZIL
Atina'dan
Sıcaklar başa vuruncaBu sıcak yaz günlerinde deniz yerine banka soygunculuğunu
yeğleyenler de var. Bazılarının başına güneş geçiyor olmalı.
Öyle olmasa bankayı soyayım derken, cebindeki parayı da
bırakıp soygunu gerçekleştirmeden kaçar mıydı hiç soyguncu?
STELYO BERBERAKİS
ATİNA — Akdeniz ulkelerinin en sıcak
başkentlerinden biri olan Atina, bu yıl ge-
çen yaz aylarına oranla daha 'ılık'... De-
rece her gün '34-35C'yi gösteriyor. Bu ara-
da yaz yağmurları da eksik olmadı bu yıl
Atina'da. Üç gün üst iıste yağan sağanak
yağmur, tatile çıkamayan Atinalılann içi-
ne 'su serpti'... Yaz aylannda Atina'da bu-
tun ışler yavaşlatılır, askıya alınır, sinirJer
gevşer, her şey 'tatil sonrasına' bırakıhr...
Atinalılann 'tatil' anlayışı çoğunlukla Ege
adaianndan geçer. Çalışanların yazlık ta-
til suresi bır aydır ve bu ay çifte maaş alı-
nır. Ama Atinalılar bu yıllık tatil izinlerini
aynı zamanda kullanmamayı yeğliyor. Ya-
rısını yaz aylarında, diğer yansını da Noel
bayramına denk duşüren Atinalılar, bu yıl
ulkenin ekonomik sıkıntısıru paylaşmak zo-
runda kalıyor. Bu yıl haziran ve temmuz
aylarında Yunanistan'a gelen yabancı tu-
rıst sayısının geçen yıllara oranla çok du-
şük olması, 'gariban' Yunanlı yerli turist-
lerin işine yaradı denilebilir. Turistik tesis-
ler, bu yılki zararı kapatabilmek amacıyla
oldukça düşük fiyatlar belirlemekle kapı-
lannı yerli turistlere de açmış bulunuyor.
Tatile çıkan Atinalılann sayısının ağus-
tos ayında yoğunlaşmasıyla Atina'nın tra-
fiği bol cadde ve sokaklan feraha kavuş-
tu. Atina sahillerindeki büyük plaj tesisle-
ri hafta sonları dışında sakin... Ancak bu
sakinliği bozan ve Yunan makamlarını du-
şünduren bir fenomen var ki bu her tarafı
denizlerle çevrili olan ve sayısız adaya sa-
hip Yunanistan için çok garip olarak kar-
şılanıyor. Yakın bir geçmişe kadar geçimi-
ni denizcilik ve balıkçılıkla sağlayan Yuna-
nistan'da her yıl ortalama 250 Yunanlı bo-
ğuluyor.
Geçen yıl denizde boğulanlann sa-
yısı 278 idi. Son altı yıl içinde ise toplam
1.540 kişi boğuldu. Bu yıl yalnız haziran
ayında 15 kişi denjzlerde can verirken bu
boğulmalann çoğunun fazla yeraek sonra-
sı yuzmeden kaynaklandığı anlaşıldı... Ama
bu sıcak yaz gtinlerinde deniz yerine ban-
ka soygunculuğunu yeğleyenler de var...
Fazla sıcağa karşı alınması gereken önlem-
ler, radyo ve TV'de yayımlanan özel prog-
ramlarda duyurulurken bazılarının başına
giıneş geçiyor olmah... Oyle olraasa, geçen
hafta bankayı soyayım derken, cebindeki
parayı da bırakıp soygunu gerçekleştirme-
den kaçar mıydı soyguncu adayı? Atina'-
nın Glifada sahil semtindeki Agrotiki banka-
sına, açıhşı saatinde, yani sabah 8.00'de ge-
len genç adam ük önce döviz almak istedi-
ğini banka memuruna arz etmiş.. Cebinde-
ki 20 bin drahmiyi (yaklaşık 500 bin lira)
veznedara veren adam, diğer elindeki uyuş-
turucu spreyi de memunın gözüne püskürt-
muştü. Memurlar, ne olduğunu anlamadan
genç adam 'bu bir soygnndur' diye bağırı-
yor ve ekliyordu 'kasadaki paralan çuvala
koyun'... Veznedar çaresiz bir şekilde ka-
sada o an bulunan 1.5 milyon drahmiyi
(yaklaşık 35 milyon lira) çuvala yerleştir-
meye başlamıştı. Bu arada bankanın şefi dı-
şan çıkmaya yeltendiyse de bu hareketi soy-
guncu tarafmdan anlaşıldı ve olduğu yer-
de kalmak zorunda kaldı. Çünkii soygun-
cunun diğer elindeki sahte tabanca, sahici
gibi görünüyordu. Nitekim çuval dolu pa-
rayı veznedardan 'teslim' alan adam, ani-
den karar değiştirmiş olsa gerekir ki çuvalı
olduğu gibi veznedara teslim etmiş ve olay
yerinden kahkahalarla uzaklaşmıştı.. Şaş-
kın bakışlar arasında alarm düğmelerine
basan memurlar ne yapacaklannı şaşırmış-
lardı... Tüm Glifada'da yapılan aramala-
ra karşın soyguncu adayı bulunamadı...
Ama geriye hem parasını hem 'ganimetini'
hem de parmak izlerini bırakmayı başar-
mıştı soyguncu adayı... Aynı bir oto
'faresiııin' yaptığı gibi... Bir oto hırsızı ge-
çen gün bir otonun kapı kilidini zorlaya-
rak içine girmis ve radyo-teybini çaldıktan
sonra, bir mesaj ile 2 bin drahmi para bı-
rakmıştı kazazedeye... Mesajda şunlar ya-
zılıydı: "Kilidine verdiğim zarar için özür
dilerim, bu para ile bu zaran karşıla\abi-
lirsin. Her şeye rağmen, çok teşekkur ede-
rim. Özel hırsızınız".. Radyosu çalınan kişi,
bir yandan kanat takan radyosuna kana ka-
na ağlarken diğer yandan mesajın ve bıra-
kılan paranın esprisine gülmekten de ken-
dini alamıyordu...
11 AĞUSTOS 1991
Londnı'dan
Noıma'nın
'normalliği'Halim selim, iyi niyetli ve zararsız Başbakan
John Major'ın, daha da halim selim,
gösterişsiz, yalın eşi Norma uzun süre
başbakanlık konutunda oturmadı. Bayan
Norma, kocası başbakan olduğu saatten beri
'normaT kılığı, 'normal' ev kadınlığı,
'normal' anneliği dışında dikkati çekmedi.
Norma'nın 'normalligi'ni magazin basını fena halde diline
doladı. "O ne kılıklardı öyle? Kendi mi dikmişti? Üstelik
lii k b i l i d Ç
EDtP EMİL ÖYMEN
LO.NDRA — Başbakan Ma-
jor'ın eşi Norma, çok normal ve
yalın bir başbakanın, çok nor-
mal ve yalın eşi olduğu için göze
batıyor.
Halim selim, iyi niyetli ve za-
rarsız, gıllıgışsız Başbakan John
Major'ın, daha da halim selim,
gösterişsiz, yahn eşi Norma
uzun süre başbakanlık konutun-
da oturmadı. "Benim bir evim
var, çocuklanm var" diyerek se-
çim bölgesındekı evierinde kal-
dı. Bayan Norma Major, koca-
sı, herkesin şaşkın bakışlan ara-
sında birden bire dışişleri baka-
nı olduğunda da resmi ikamet-
gâha taşınmamıştı. "Demir
Lady" Thatcher, kocasını fişek
elini nereye koyacağını bUÎniyordu. Çekingen ve buzursuzdu" hızıyla maliye bakam yaptığın-
Viyana'dan
Kitaplar
ve acılarMEHMET MESTÇİ
VtYANA — Franziskaner
Platz'taki meşhur Kleines Ca-
fe'ye erken mi gittim, söyleye-
mem. Gerçi günun ilk müşte-
risi olduğumun farkındaydım.
Ama bunun ceza gerektirdiği-
ni bilmiyordum. Uykulu Frau-
lein kahvemin suyunu unuttu-
ğunun farkında değil miydi?
Onu da söyleyemem. Yalnız
geleneğe çok büyük bir darbe
indirdi. Çünkü Viyana'da ıs-
marladığınız herhangi bir kah-
ve daıma bir bardak suyla ge-
lir. Susuz kahve duşünulemez.
Düşünülürse Fraulein bahşiş
alâmaz, böyle buyuk
"günahlar" ışleyerek de cenne-
Schiele çok önemli, Bauhaus
çok önemli, Jugendstil ve
Habsburgların zaferlerle dolu
tanhi çok önemli. Sokağın kar-
şısındaki Cosmos kitapçısı için
önemli olan sadece Fransızca
yayınlar. "Flio" serisı de mi
pahalı? Olsun! Bakmak guzel
bunlara, bir solukta arkalarıru
okumak guzel. Heger kıtapçı-
sının vitrininden Vargas Llosa
ile Fellini'nin Avustur>'a'da ye-
ni basılan kitaplanrun karton
posterleri dayanmanın son rad-
desi. Bir roman ve bir biyogra-
fi. Ama bunlara bakarken yi-
tiyor insan, Viyana'daki Woll-
zeile siliniyor, posterlerin ve
üzerlerindeki her bir kelimenin
çağnştırdığı yenilıir dunya be-
Viyana'nın maskotu St. Stefan
Katedrali'nin yirmi metre aşağısından,
Wollzcilenen Sokak'tan içeri girdiğiniz
anda acılar başlıyor demektir. Acılann
sebebi, kitapçılar. Başdöndürücü
güzellikte 'ateş-pahası* binlerce kitabın
içeride nefes aldığı kitapçılar.
Kapakları rüyalarımıza girerse seviniriz.
te kolay kolay gidemez. Kleines
Cafe 1. Bölge'de.
Viyana'da bu bölgedeki St.
Stefan Katedrali'nin arkasında
bulunan sokaklar şehrin göz
kamaştına bir tarih, kultür yu-
vası. Katedral zaten başlıbaşı-
na bir fenomen. Yapımına baş-
landığında Babenberg Duklü-
ğu'nün hukümdarlığı sona er-
miş ve tum zamanların en bu-
yuk krallıklanndan Habsbo-
urg'lann yönetimi başlamadan
evvel Bohemya Kralı Ottokar
bir muddet katedralin keyfini
surmüş. Viyana'nın maskotu
bu dev katedralin yirmi metre
aşağısından, VVollzcilenen so-
kaktan ıçeri girdiğiniz anda acı-
lar başlıyor demektir. Acılann
sebebi kitapçılar. Her büyük
Avrupa metropolünde bulu-
nan, başdöndürücü güzellikte
"ateş-pahası" binlerce kitabın
içeride nefes aldığı kitapçılar.
Yapacak hiçbir şey yok. Ka-
paklan ruyalarımıza girerse se-
vininz. Biraz otedeki Hasbach,
kitaplarını küçuk tezgâhlara
sermiş. Bir Viyanalı için neyin
çok önemli olduğunu hisset-
mek kolay. Klimt çok önemli.
liriyor, fakat Viyana'da olma
kavTamı belirsizleşiyor. İnsan
bu şehirde ne zaman, ne yaptı-
ğını duşünup çıkarmak istiyor.
Olmaymca da silkinip Wollze-
ile'ye yeniden dönüyor. Ger-
çekleri yaşamak için atak yapı-
yor. önce apartmanlann de-
taylanna bakmak, sonra Kunst
Forum'daki Kokoşka sergisini
gezmek ve bir kahveye oturup
vanilya soslu gofelstnıdel ıs-
marlamak ilaç gibi geliyor.
Wollzeile'yi paralel kesen Stro-
bel Gasse'deki Diglas Cafe'de
her şey mukemmel olsa da da-
ha da mukemmel olan, sokağın
sonundaki nefıs meydan. Dr.
Ignaz - Seıpel-Platz, Viyana'-
da görduğum en etkileyici mey-
dan ve içindeki Cizvit Kilisesi'-
nin yapım tarihi Mozart'ın bu-
yükbabalarıyla yaşıt.
VVollzeile ve 1. bölge tehlike-
li. Kusursuz bir kultur tuzağı
aynca nostalji karmaşıklığı ya-
ratıyor. Prater'e gidip dünya-
nın en büyuk dönmedolabına
binmek daha akıllıca. O vakit
ben Viyana'ya "tepedeo bakı-
>orum".
Capo Amdhas'tan
Iğneler burnu: Afrika'nın sonuCapo Agulhas (Iğneler Burnu) uzak ve yalmz Afrika'nın en
güney ucu, sonu burası. Sol taraf Hint, sağ taraf Atlantik
Okyanusu. Aslanlar, zebralar, leoparlar yok burada.
NİLGÜN CERRAHOCLU
CAPO AGULHAS — Burası Afri-
ka'nın sonu. Aslanlar, zebralar, leopar-
lar yok burada. Ama gözün alabildiğin-
ce uzanan yeşil çimlikler, kır çiçekJeri ve
merinos koyunlan var. Bir de bu kıyı-
larda 250 geminin batmasma ve 2500 de-
nizcinin yaşamını yitirmesine yol açan
kayalıklara çarpan vahşi dalgaların se-
si, rüzgânn uğultusu...
ğunu fark etmemiş. 9 yıl sonra ardından
Vasco de Gama dolanmış burnu ve ta-
rihte yeni bir sayfa açan bu seyahatinin
sonunda Hindistan'a ulaşmış. Capo
Agulhas (Iğneler Burnu) adı da Porte-
kizlilerden miras. Pusulalann ibresi oy-
namıyormuş çünkü burada.
Iğneler Burnu'nun ucundaki fenerde
Cart Lohann yaşıyor şimdi. Geçen yüz-
yılda bu topraklara ayak basan bir Al-
man misyonerinin torunu olan Lohann,
Capo Agulhas (Iğneler Burnu) uzak 65 yaşında. Geçen mayıs ayına dek (ku
ve yalmz; Afrika'nın en güney ucu, di-
bi, sonu burası... Sol taraf Hint, sağ ta-
raf Atlantik Okyanusu. llkkez 1488'de
Portekizli maceraperest "giimriik
memuru" Bartolomeu Dias geçmiş bu-
radan. Ama "Afrika'ya ilk ayak basan
Avrupaiı denizci" olarak tarihe geçen
Dias, Afrika'nın en güney ucunda oldu-
zeydeki) Transvaal Üniversitesi'nde ile-
tişim hocahğı yapan Lohann; emeklili-
ği için bu fenerin bekçiliğini, yönetmen-
liğini seçmiş. Fenerin yeni açılan kahvesi
bir Alman pansiyonun kahvaitı salonu-
nu andınyor nitekim.
Lohann'la birlikte ancak tek kişinin
tırmaaabikceği dimdik, dapdar merdi-
venlerden fenerin ışığına tırmanıyoruz.
1849'da dünyanın 7 harikasından biri sa-
yılan Iskenderiye Feneri'nin modelinden
esinlenilerek yapılan fenerin, önceleri
Merinos koyunlanmn kuyrukyağı ile ay-
dmlatıldığını anlatıyor Lohann. Gerçek
ten de kuynıkyağının eritildiği fınnlar-hâ-
lâ fenerin yarubaşında duruyor. "Ama yal-
nız 4500 raum ışıgı gucunde bir ışık ya-
ratan fener. gemi kazalannı önlemeye
yetmiyordu" dıyor Lohann. I915'te pet-
rol yağı; 1916'da elektrikle aydınlatılma-
ya başlanan fener, şimdi 12 milyon mum
ışıgı gücünde bir ampulle yamyor. Bu
ampul, otomaıik yedeğiyle birlikte gör-
kemli kristal bir büyuteç içinde dönüyor.
Afrika'nın dibindeki bu son sömür-
genin yeni yeni sona eren seruvenini so-
ruyoruz Lohann'a. 45 yıldır Guney Af-
rika'da ipleri elinde tutan ve ulkenin ezi-
ci çoğunluğunu oluşturan 30 milyon si-
yahı yok sayan ve köle gücü gibi kulla-
nan beyaz Afrikaner'lann saltanatı bi-
tiyor artık burada. Alman kökenli bir
Afrikaner olan Lohann, "Evet,
bakhsınu" diyor "Soçtayuz. Adaletsiz
bir toplom yarattık. Şimdi siyahlara ait
olan zenginliklerin bir kısmını artık on-
lara iade etmemiz gerekiyor. Bu, kan-
sız bir demokraüzasyon süred içutde ka-
çınümaz göziiknyor. Ama bu sdreci
açan cnmhurbaşkam F.W. de Klerk ve
siyahlann lideri Nelson Mandeia'ya gü-
veniyonım ben. Bu iki ılımlı lider artık
geriye dönüşü olmayan bir yoldalar. Bu
işi başarmaya mecburlar. Ama gerçek
aniamda apartbeidm yıkımıyla âyahlar
için fırsat esitliginin yaratılmaa en az bir
kuşak aiacaga benziyor..."
Carl Lohann değişünden korkmuyor.
Ama "Capo Agulhas" fenerinin yanı-
başındaki küçük Bredasdorp kentinde-
ki beyai "Afrikaner"lar aym görüşü
paylaşmıyor. Kentin, beyaz duvarlan
karakalem yazılarla süslü tek restorarun-
da tüyler ürpertici mesajlara rastlanıyor.
ömefin "Nelson Mandela'yı basaşagı
asmab" diyor biri...
da da Başbakanlık Konutu'na
komşu, resmi ikametgâhta kal-
mamıştı. Şimdi başbakan olan
eşi, hemen yan daireye geçtiğin-
de de konuta uzun süre taşınma-
dı. Oysa başbakanın seçim böl-
gesi, Londra'ya otomobille bir
saatten uzak. Resmi yemekler-
den sonra bile Bayan Major, o
kadar yolu tepip kendi evine gi-
diyordu, konuta değil. Ama ik-
tidar ne de olsa tatlı. tktidann
gelip geçici olduğunun bilincin-
de Bayan Major ve konutta ge-
celemeye yeni yeni razı oluyor.
Bayan Norma, kocası başba-
kan olduğu saatten beri
"normal" kılığı, "normal" ev
kadınlığı, "normal" anneliği dı-
şında dikkat çekmedi. Sıradan
ve yalın her kişiye pınltı yakış-
tırmaya meraklı bulvar ve maga-
zin basını, Norma'nın ne kadar
çok opera sevdiğini anlatmakta
yanştılar. Ama nafile. Norma,
İspanya kıyılarını tepeleme dol-
duran, Bodrum'da, Marmaris'- •
te ucuz lokanta arayan Ingiliz
turistlerden farksızdı basm için.
Başbakanlık konutu oysa, son
on yüda neler görmüş geçirmiş-
ti. Demir Lady ile halim selim,
iyi niyetli, yalın kocası Denis'e
on yıl ev olmuştu konut.
Norma'nın bu "normalligi"
ni magazin basını fena halde di-
line doladı. "O ne kılıklardı öy-,
le? Kendi mi dikmişti? Üstelik
elini kolunu nereye koyacağını
bilemiyordu. Çekingen ve hn-
zursuzdu." Belli ki gösterişsiz ve
renksiz bir milletvekUinin göste-
rişsiz eşi olmaya diyeceği yoktu
da, siyaset merdiveninde yükse-
lince kocası, rahatı kaçmıştı.
Hele geçen ay, dünyanın en var-»
lıklı ulkelerinin liderleri yanla-;
nnda eşleriyle sökun edince
Londra'ya, Norma yalınlıkta
"birinci" olmakta ısrarlıydı.
Hoş, bu konuda başka seçeneği
yoktu zaten: Kanada Başbaka-
nı'nın genç, manken kadar za-'
rif ve guzel eşi ışıldarken, Japo-
nundan Amerik^Usı k d d
ğer eşler sönduler.
Ptvg'dan
Kent dep
çeyiz sandığıKendisine yakıştırılan 'altın şehir' unvanım
fazlasıyla hak eden Prag'ın cadde ve
sokaklarmda dolaşırken insan büyük bir
açıkhava müzesindeymiş izlenimine kapılıyor.
Çaü katlanndaki işkmcler, dnvar reamleri, pencere süsleri, sütun boylanndaki heykeller birbiriyle öylesine uyumlu ki, Prag'da
dolasırken insan hiivük bir açıkhava müzesindevmiş hissine kapılıyor.
Taksitdünyasındasöperbirkapıaçılıyor!
BEKLEYİN!
(15 Ağustos'ta...)
BekoBir dünya markasıdır
MUSTAFA BALBAY
PRAG — ÇevTesi araç trafi-
ğine tümüyle kapalı Prag kale-
sinin eteğindeki Rozmberk Sa-
rayı'mn yamndajoz. Karşımız-
daki sanat galerisinin bahçesin-
de biraz sonra başlayacak tiyat-
ronun hazırhklan yapılıyor. 18.
yüzyüdan kalma binanın yanın-
daki merdivenle çıkılan bir met-
relik platform sahne olarak kul-
\am\acaV
Hava kararmak üzereyken
oyun başlıyor. "Sahse" konu-
sunda yanıldığunızı hemen an-
hyoruz. Oyunculann bir bölü-
mü galerinin balkonundan, bir
bölümü izleyicilerin hemen ya-
nındaki küçttk bir tarihi bina-
dan çıkıyor. William Shakespe-
are'in Bir Yaz Gecesi Rüyası ad-
h oyununa uygun bir tarihi de-
kor. Açıkhava gösterilerinde
duymaya ahstujunız egzoz, kor-
na gürültusü yerine, bahçenin
ortasındaki zaman 7«man sah-
nenin üst kısmını görmemizi en-
gelleyen ceviz ağacının rüzgâr-
la birlikte sallanan yapraklan-
nın sesini duyuyonız. Az sonra
sevgilisüıden kaçan genç ceviz
ağacına tırmanınca sahnenin ne-
relere kadar yayılacağını merak
ediyoruz...
Prag bugünlerde büyuleyici
güzcUiğiyle yaz misafirlerini
ağırlarken yoğun bir kultür ola-
yına da sahne oluyor. Temmuz
sonunda başlayan tiyatro festi-
vaü ağustos sonuna kadar de-
vam edecek. 50'ye yakın oyun
festivale katdıyor. Öylesine de-
ğişik mekânlar tiyatro salonu
olarak hazırlanmış ki insan is-
ter istemez bizim ülkemizde bu
tür yerler niçin kullanılmıyor di-
ye sormadan edemiyor.
The Reduta Tiyatrosu'nun
Adam and Eva adlı oyunu da
gecenin ilerleyen saatlerinde caz
clup olarak kullanılacak bir sa-
londa sahneleniyor. Tann'nın
dünyayı nasıl yarattığı anlatılan
oyunda Tann babanın cam sı-
kılıyor; babk, kelebek, civciv
yaratıyor; ohnuyor. Bunu gören
seytan da akrep, yılan vs.yara-
tıyor. Tann en sonunda
"hüer" olarak Âdem'i yaratı-
yor. Âdem Tann'mn yarattığı
hiçbir şeyi beğenmiyor, sonun-
da Eva'yı bir çırpıda karşısma
çıkartıveriyor. Tann'mn dinlen-
mede olduğu bir saatte de şey-
tan, Eva'mn akhna girip Tan-
n'mn en çok sevdiği meyveyj
koparmasını sağlıyor. Sonra
olan oluyor...
Gulag Takımadalan oyunu-
nun havasına ise tiyatro salonu-
nun bulunduğu sokakta giriyor-
sunuz. Staromestske Alanı'mn
hemen yanındaki tiyatro salo-
nunun önü tel örgülerle çevrili.
Tepede yine çevresi dikenli tel-
le sanlı kalaslar var. İçeri gir-
mek o kadar kolay değil.
Ultava nehrinin kenanndaki
kafelerin, özellikleri hiç doku-
nulmadan korunmuş iki-üç yüz-
yıllık bulvarlann çekiciliğinden
kendini koparabüenler tiyatro
salonlannda da Prag'ı yaşaya-
biliyor. Kendisine yakıştınlan
"attm şeUr" unvanını fazlasıyla
hak eden Prag cadde ve sokak-
lannda dolaşırken insan büyük
bir açıkhava müzesindeymiş his-
sine kapılıyor. Çatı katlannda-
ki işlemeler, duvar resimleri,
pencere süsleri, sütun boylann-
daki heykeller birbiriyle öylesi-
ne uyumlu ki; kent değil, bir
genç kızın çeyiz sandığı...
Bu güzelliğin nasıl konındu-
ğunu anlamak çok zor değil.
Her birkaç yüz metrede bir çev-
resi tümüyle kapatüıp restoras-
yona alınan binalara rastüyor-
sunuz.
Kente can veren Ultava neh-
ri üzerindeki köprüler ise genç-
lerin vazgecemedikleri, alabildi-
ğince canlı bir mekân. Resim ve
müzik sanatının ilginç örnekle-
ri veriliyor. Alışdan müzik alet-
lerinin yanında tahta parcalany-
la ve cam bardaklarla çalınan
parçalar yoğun ilgi toplayınca
sadece yayalara açık köprüde
hareket tümüyle zorlaşıyor.
Franz Kafka, "Bn keate bo-
yun egeceksin, kurtulmak isti-
yorsan ateşe vennekten başka
çare yok" demekte hiç de hak-
sız değil.