18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/8 PAZAR YAZIL Atina'dan Sıcaklar başa vuruncaBu sıcak yaz günlerinde deniz yerine banka soygunculuğunu yeğleyenler de var. Bazılarının başına güneş geçiyor olmalı. Öyle olmasa bankayı soyayım derken, cebindeki parayı da bırakıp soygunu gerçekleştirmeden kaçar mıydı hiç soyguncu? STELYO BERBERAKİS ATİNA — Akdeniz ulkelerinin en sıcak başkentlerinden biri olan Atina, bu yıl ge- çen yaz aylarına oranla daha 'ılık'... De- rece her gün '34-35C'yi gösteriyor. Bu ara- da yaz yağmurları da eksik olmadı bu yıl Atina'da. Üç gün üst iıste yağan sağanak yağmur, tatile çıkamayan Atinalılann içi- ne 'su serpti'... Yaz aylannda Atina'da bu- tun ışler yavaşlatılır, askıya alınır, sinirJer gevşer, her şey 'tatil sonrasına' bırakıhr... Atinalılann 'tatil' anlayışı çoğunlukla Ege adaianndan geçer. Çalışanların yazlık ta- til suresi bır aydır ve bu ay çifte maaş alı- nır. Ama Atinalılar bu yıllık tatil izinlerini aynı zamanda kullanmamayı yeğliyor. Ya- rısını yaz aylarında, diğer yansını da Noel bayramına denk duşüren Atinalılar, bu yıl ulkenin ekonomik sıkıntısıru paylaşmak zo- runda kalıyor. Bu yıl haziran ve temmuz aylarında Yunanistan'a gelen yabancı tu- rıst sayısının geçen yıllara oranla çok du- şük olması, 'gariban' Yunanlı yerli turist- lerin işine yaradı denilebilir. Turistik tesis- ler, bu yılki zararı kapatabilmek amacıyla oldukça düşük fiyatlar belirlemekle kapı- lannı yerli turistlere de açmış bulunuyor. Tatile çıkan Atinalılann sayısının ağus- tos ayında yoğunlaşmasıyla Atina'nın tra- fiği bol cadde ve sokaklan feraha kavuş- tu. Atina sahillerindeki büyük plaj tesisle- ri hafta sonları dışında sakin... Ancak bu sakinliği bozan ve Yunan makamlarını du- şünduren bir fenomen var ki bu her tarafı denizlerle çevrili olan ve sayısız adaya sa- hip Yunanistan için çok garip olarak kar- şılanıyor. Yakın bir geçmişe kadar geçimi- ni denizcilik ve balıkçılıkla sağlayan Yuna- nistan'da her yıl ortalama 250 Yunanlı bo- ğuluyor. Geçen yıl denizde boğulanlann sa- yısı 278 idi. Son altı yıl içinde ise toplam 1.540 kişi boğuldu. Bu yıl yalnız haziran ayında 15 kişi denjzlerde can verirken bu boğulmalann çoğunun fazla yeraek sonra- sı yuzmeden kaynaklandığı anlaşıldı... Ama bu sıcak yaz gtinlerinde deniz yerine ban- ka soygunculuğunu yeğleyenler de var... Fazla sıcağa karşı alınması gereken önlem- ler, radyo ve TV'de yayımlanan özel prog- ramlarda duyurulurken bazılarının başına giıneş geçiyor olmah... Oyle olraasa, geçen hafta bankayı soyayım derken, cebindeki parayı da bırakıp soygunu gerçekleştirme- den kaçar mıydı soyguncu adayı? Atina'- nın Glifada sahil semtindeki Agrotiki banka- sına, açıhşı saatinde, yani sabah 8.00'de ge- len genç adam ük önce döviz almak istedi- ğini banka memuruna arz etmiş.. Cebinde- ki 20 bin drahmiyi (yaklaşık 500 bin lira) veznedara veren adam, diğer elindeki uyuş- turucu spreyi de memunın gözüne püskürt- muştü. Memurlar, ne olduğunu anlamadan genç adam 'bu bir soygnndur' diye bağırı- yor ve ekliyordu 'kasadaki paralan çuvala koyun'... Veznedar çaresiz bir şekilde ka- sada o an bulunan 1.5 milyon drahmiyi (yaklaşık 35 milyon lira) çuvala yerleştir- meye başlamıştı. Bu arada bankanın şefi dı- şan çıkmaya yeltendiyse de bu hareketi soy- guncu tarafmdan anlaşıldı ve olduğu yer- de kalmak zorunda kaldı. Çünkii soygun- cunun diğer elindeki sahte tabanca, sahici gibi görünüyordu. Nitekim çuval dolu pa- rayı veznedardan 'teslim' alan adam, ani- den karar değiştirmiş olsa gerekir ki çuvalı olduğu gibi veznedara teslim etmiş ve olay yerinden kahkahalarla uzaklaşmıştı.. Şaş- kın bakışlar arasında alarm düğmelerine basan memurlar ne yapacaklannı şaşırmış- lardı... Tüm Glifada'da yapılan aramala- ra karşın soyguncu adayı bulunamadı... Ama geriye hem parasını hem 'ganimetini' hem de parmak izlerini bırakmayı başar- mıştı soyguncu adayı... Aynı bir oto 'faresiııin' yaptığı gibi... Bir oto hırsızı ge- çen gün bir otonun kapı kilidini zorlaya- rak içine girmis ve radyo-teybini çaldıktan sonra, bir mesaj ile 2 bin drahmi para bı- rakmıştı kazazedeye... Mesajda şunlar ya- zılıydı: "Kilidine verdiğim zarar için özür dilerim, bu para ile bu zaran karşıla\abi- lirsin. Her şeye rağmen, çok teşekkur ede- rim. Özel hırsızınız".. Radyosu çalınan kişi, bir yandan kanat takan radyosuna kana ka- na ağlarken diğer yandan mesajın ve bıra- kılan paranın esprisine gülmekten de ken- dini alamıyordu... 11 AĞUSTOS 1991 Londnı'dan Noıma'nın 'normalliği'Halim selim, iyi niyetli ve zararsız Başbakan John Major'ın, daha da halim selim, gösterişsiz, yalın eşi Norma uzun süre başbakanlık konutunda oturmadı. Bayan Norma, kocası başbakan olduğu saatten beri 'normaT kılığı, 'normal' ev kadınlığı, 'normal' anneliği dışında dikkati çekmedi. Norma'nın 'normalligi'ni magazin basını fena halde diline doladı. "O ne kılıklardı öyle? Kendi mi dikmişti? Üstelik lii k b i l i d Ç EDtP EMİL ÖYMEN LO.NDRA — Başbakan Ma- jor'ın eşi Norma, çok normal ve yalın bir başbakanın, çok nor- mal ve yalın eşi olduğu için göze batıyor. Halim selim, iyi niyetli ve za- rarsız, gıllıgışsız Başbakan John Major'ın, daha da halim selim, gösterişsiz, yahn eşi Norma uzun süre başbakanlık konutun- da oturmadı. "Benim bir evim var, çocuklanm var" diyerek se- çim bölgesındekı evierinde kal- dı. Bayan Norma Major, koca- sı, herkesin şaşkın bakışlan ara- sında birden bire dışişleri baka- nı olduğunda da resmi ikamet- gâha taşınmamıştı. "Demir Lady" Thatcher, kocasını fişek elini nereye koyacağını bUÎniyordu. Çekingen ve buzursuzdu" hızıyla maliye bakam yaptığın- Viyana'dan Kitaplar ve acılarMEHMET MESTÇİ VtYANA — Franziskaner Platz'taki meşhur Kleines Ca- fe'ye erken mi gittim, söyleye- mem. Gerçi günun ilk müşte- risi olduğumun farkındaydım. Ama bunun ceza gerektirdiği- ni bilmiyordum. Uykulu Frau- lein kahvemin suyunu unuttu- ğunun farkında değil miydi? Onu da söyleyemem. Yalnız geleneğe çok büyük bir darbe indirdi. Çünkü Viyana'da ıs- marladığınız herhangi bir kah- ve daıma bir bardak suyla ge- lir. Susuz kahve duşünulemez. Düşünülürse Fraulein bahşiş alâmaz, böyle buyuk "günahlar" ışleyerek de cenne- Schiele çok önemli, Bauhaus çok önemli, Jugendstil ve Habsburgların zaferlerle dolu tanhi çok önemli. Sokağın kar- şısındaki Cosmos kitapçısı için önemli olan sadece Fransızca yayınlar. "Flio" serisı de mi pahalı? Olsun! Bakmak guzel bunlara, bir solukta arkalarıru okumak guzel. Heger kıtapçı- sının vitrininden Vargas Llosa ile Fellini'nin Avustur>'a'da ye- ni basılan kitaplanrun karton posterleri dayanmanın son rad- desi. Bir roman ve bir biyogra- fi. Ama bunlara bakarken yi- tiyor insan, Viyana'daki Woll- zeile siliniyor, posterlerin ve üzerlerindeki her bir kelimenin çağnştırdığı yenilıir dunya be- Viyana'nın maskotu St. Stefan Katedrali'nin yirmi metre aşağısından, Wollzcilenen Sokak'tan içeri girdiğiniz anda acılar başlıyor demektir. Acılann sebebi, kitapçılar. Başdöndürücü güzellikte 'ateş-pahası* binlerce kitabın içeride nefes aldığı kitapçılar. Kapakları rüyalarımıza girerse seviniriz. te kolay kolay gidemez. Kleines Cafe 1. Bölge'de. Viyana'da bu bölgedeki St. Stefan Katedrali'nin arkasında bulunan sokaklar şehrin göz kamaştına bir tarih, kultür yu- vası. Katedral zaten başlıbaşı- na bir fenomen. Yapımına baş- landığında Babenberg Duklü- ğu'nün hukümdarlığı sona er- miş ve tum zamanların en bu- yuk krallıklanndan Habsbo- urg'lann yönetimi başlamadan evvel Bohemya Kralı Ottokar bir muddet katedralin keyfini surmüş. Viyana'nın maskotu bu dev katedralin yirmi metre aşağısından, VVollzcilenen so- kaktan ıçeri girdiğiniz anda acı- lar başlıyor demektir. Acılann sebebi kitapçılar. Her büyük Avrupa metropolünde bulu- nan, başdöndürücü güzellikte "ateş-pahası" binlerce kitabın içeride nefes aldığı kitapçılar. Yapacak hiçbir şey yok. Ka- paklan ruyalarımıza girerse se- vininz. Biraz otedeki Hasbach, kitaplarını küçuk tezgâhlara sermiş. Bir Viyanalı için neyin çok önemli olduğunu hisset- mek kolay. Klimt çok önemli. liriyor, fakat Viyana'da olma kavTamı belirsizleşiyor. İnsan bu şehirde ne zaman, ne yaptı- ğını duşünup çıkarmak istiyor. Olmaymca da silkinip Wollze- ile'ye yeniden dönüyor. Ger- çekleri yaşamak için atak yapı- yor. önce apartmanlann de- taylanna bakmak, sonra Kunst Forum'daki Kokoşka sergisini gezmek ve bir kahveye oturup vanilya soslu gofelstnıdel ıs- marlamak ilaç gibi geliyor. Wollzeile'yi paralel kesen Stro- bel Gasse'deki Diglas Cafe'de her şey mukemmel olsa da da- ha da mukemmel olan, sokağın sonundaki nefıs meydan. Dr. Ignaz - Seıpel-Platz, Viyana'- da görduğum en etkileyici mey- dan ve içindeki Cizvit Kilisesi'- nin yapım tarihi Mozart'ın bu- yükbabalarıyla yaşıt. VVollzeile ve 1. bölge tehlike- li. Kusursuz bir kultur tuzağı aynca nostalji karmaşıklığı ya- ratıyor. Prater'e gidip dünya- nın en büyuk dönmedolabına binmek daha akıllıca. O vakit ben Viyana'ya "tepedeo bakı- >orum". Capo Amdhas'tan Iğneler burnu: Afrika'nın sonuCapo Agulhas (Iğneler Burnu) uzak ve yalmz Afrika'nın en güney ucu, sonu burası. Sol taraf Hint, sağ taraf Atlantik Okyanusu. Aslanlar, zebralar, leoparlar yok burada. NİLGÜN CERRAHOCLU CAPO AGULHAS — Burası Afri- ka'nın sonu. Aslanlar, zebralar, leopar- lar yok burada. Ama gözün alabildiğin- ce uzanan yeşil çimlikler, kır çiçekJeri ve merinos koyunlan var. Bir de bu kıyı- larda 250 geminin batmasma ve 2500 de- nizcinin yaşamını yitirmesine yol açan kayalıklara çarpan vahşi dalgaların se- si, rüzgânn uğultusu... ğunu fark etmemiş. 9 yıl sonra ardından Vasco de Gama dolanmış burnu ve ta- rihte yeni bir sayfa açan bu seyahatinin sonunda Hindistan'a ulaşmış. Capo Agulhas (Iğneler Burnu) adı da Porte- kizlilerden miras. Pusulalann ibresi oy- namıyormuş çünkü burada. Iğneler Burnu'nun ucundaki fenerde Cart Lohann yaşıyor şimdi. Geçen yüz- yılda bu topraklara ayak basan bir Al- man misyonerinin torunu olan Lohann, Capo Agulhas (Iğneler Burnu) uzak 65 yaşında. Geçen mayıs ayına dek (ku ve yalmz; Afrika'nın en güney ucu, di- bi, sonu burası... Sol taraf Hint, sağ ta- raf Atlantik Okyanusu. llkkez 1488'de Portekizli maceraperest "giimriik memuru" Bartolomeu Dias geçmiş bu- radan. Ama "Afrika'ya ilk ayak basan Avrupaiı denizci" olarak tarihe geçen Dias, Afrika'nın en güney ucunda oldu- zeydeki) Transvaal Üniversitesi'nde ile- tişim hocahğı yapan Lohann; emeklili- ği için bu fenerin bekçiliğini, yönetmen- liğini seçmiş. Fenerin yeni açılan kahvesi bir Alman pansiyonun kahvaitı salonu- nu andınyor nitekim. Lohann'la birlikte ancak tek kişinin tırmaaabikceği dimdik, dapdar merdi- venlerden fenerin ışığına tırmanıyoruz. 1849'da dünyanın 7 harikasından biri sa- yılan Iskenderiye Feneri'nin modelinden esinlenilerek yapılan fenerin, önceleri Merinos koyunlanmn kuyrukyağı ile ay- dmlatıldığını anlatıyor Lohann. Gerçek ten de kuynıkyağının eritildiği fınnlar-hâ- lâ fenerin yarubaşında duruyor. "Ama yal- nız 4500 raum ışıgı gucunde bir ışık ya- ratan fener. gemi kazalannı önlemeye yetmiyordu" dıyor Lohann. I915'te pet- rol yağı; 1916'da elektrikle aydınlatılma- ya başlanan fener, şimdi 12 milyon mum ışıgı gücünde bir ampulle yamyor. Bu ampul, otomaıik yedeğiyle birlikte gör- kemli kristal bir büyuteç içinde dönüyor. Afrika'nın dibindeki bu son sömür- genin yeni yeni sona eren seruvenini so- ruyoruz Lohann'a. 45 yıldır Guney Af- rika'da ipleri elinde tutan ve ulkenin ezi- ci çoğunluğunu oluşturan 30 milyon si- yahı yok sayan ve köle gücü gibi kulla- nan beyaz Afrikaner'lann saltanatı bi- tiyor artık burada. Alman kökenli bir Afrikaner olan Lohann, "Evet, bakhsınu" diyor "Soçtayuz. Adaletsiz bir toplom yarattık. Şimdi siyahlara ait olan zenginliklerin bir kısmını artık on- lara iade etmemiz gerekiyor. Bu, kan- sız bir demokraüzasyon süred içutde ka- çınümaz göziiknyor. Ama bu sdreci açan cnmhurbaşkam F.W. de Klerk ve siyahlann lideri Nelson Mandeia'ya gü- veniyonım ben. Bu iki ılımlı lider artık geriye dönüşü olmayan bir yoldalar. Bu işi başarmaya mecburlar. Ama gerçek aniamda apartbeidm yıkımıyla âyahlar için fırsat esitliginin yaratılmaa en az bir kuşak aiacaga benziyor..." Carl Lohann değişünden korkmuyor. Ama "Capo Agulhas" fenerinin yanı- başındaki küçük Bredasdorp kentinde- ki beyai "Afrikaner"lar aym görüşü paylaşmıyor. Kentin, beyaz duvarlan karakalem yazılarla süslü tek restorarun- da tüyler ürpertici mesajlara rastlanıyor. ömefin "Nelson Mandela'yı basaşagı asmab" diyor biri... da da Başbakanlık Konutu'na komşu, resmi ikametgâhta kal- mamıştı. Şimdi başbakan olan eşi, hemen yan daireye geçtiğin- de de konuta uzun süre taşınma- dı. Oysa başbakanın seçim böl- gesi, Londra'ya otomobille bir saatten uzak. Resmi yemekler- den sonra bile Bayan Major, o kadar yolu tepip kendi evine gi- diyordu, konuta değil. Ama ik- tidar ne de olsa tatlı. tktidann gelip geçici olduğunun bilincin- de Bayan Major ve konutta ge- celemeye yeni yeni razı oluyor. Bayan Norma, kocası başba- kan olduğu saatten beri "normal" kılığı, "normal" ev kadınlığı, "normal" anneliği dı- şında dikkat çekmedi. Sıradan ve yalın her kişiye pınltı yakış- tırmaya meraklı bulvar ve maga- zin basını, Norma'nın ne kadar çok opera sevdiğini anlatmakta yanştılar. Ama nafile. Norma, İspanya kıyılarını tepeleme dol- duran, Bodrum'da, Marmaris'- • te ucuz lokanta arayan Ingiliz turistlerden farksızdı basm için. Başbakanlık konutu oysa, son on yüda neler görmüş geçirmiş- ti. Demir Lady ile halim selim, iyi niyetli, yalın kocası Denis'e on yıl ev olmuştu konut. Norma'nın bu "normalligi" ni magazin basını fena halde di- line doladı. "O ne kılıklardı öy-, le? Kendi mi dikmişti? Üstelik elini kolunu nereye koyacağını bilemiyordu. Çekingen ve hn- zursuzdu." Belli ki gösterişsiz ve renksiz bir milletvekUinin göste- rişsiz eşi olmaya diyeceği yoktu da, siyaset merdiveninde yükse- lince kocası, rahatı kaçmıştı. Hele geçen ay, dünyanın en var-» lıklı ulkelerinin liderleri yanla-; nnda eşleriyle sökun edince Londra'ya, Norma yalınlıkta "birinci" olmakta ısrarlıydı. Hoş, bu konuda başka seçeneği yoktu zaten: Kanada Başbaka- nı'nın genç, manken kadar za-' rif ve guzel eşi ışıldarken, Japo- nundan Amerik^Usı k d d ğer eşler sönduler. Ptvg'dan Kent dep çeyiz sandığıKendisine yakıştırılan 'altın şehir' unvanım fazlasıyla hak eden Prag'ın cadde ve sokaklarmda dolaşırken insan büyük bir açıkhava müzesindeymiş izlenimine kapılıyor. Çaü katlanndaki işkmcler, dnvar reamleri, pencere süsleri, sütun boylanndaki heykeller birbiriyle öylesine uyumlu ki, Prag'da dolasırken insan hiivük bir açıkhava müzesindevmiş hissine kapılıyor. Taksitdünyasındasöperbirkapıaçılıyor! BEKLEYİN! (15 Ağustos'ta...) BekoBir dünya markasıdır MUSTAFA BALBAY PRAG — ÇevTesi araç trafi- ğine tümüyle kapalı Prag kale- sinin eteğindeki Rozmberk Sa- rayı'mn yamndajoz. Karşımız- daki sanat galerisinin bahçesin- de biraz sonra başlayacak tiyat- ronun hazırhklan yapılıyor. 18. yüzyüdan kalma binanın yanın- daki merdivenle çıkılan bir met- relik platform sahne olarak kul- \am\acaV Hava kararmak üzereyken oyun başlıyor. "Sahse" konu- sunda yanıldığunızı hemen an- hyoruz. Oyunculann bir bölü- mü galerinin balkonundan, bir bölümü izleyicilerin hemen ya- nındaki küçttk bir tarihi bina- dan çıkıyor. William Shakespe- are'in Bir Yaz Gecesi Rüyası ad- h oyununa uygun bir tarihi de- kor. Açıkhava gösterilerinde duymaya ahstujunız egzoz, kor- na gürültusü yerine, bahçenin ortasındaki zaman 7«man sah- nenin üst kısmını görmemizi en- gelleyen ceviz ağacının rüzgâr- la birlikte sallanan yapraklan- nın sesini duyuyonız. Az sonra sevgilisüıden kaçan genç ceviz ağacına tırmanınca sahnenin ne- relere kadar yayılacağını merak ediyoruz... Prag bugünlerde büyuleyici güzcUiğiyle yaz misafirlerini ağırlarken yoğun bir kultür ola- yına da sahne oluyor. Temmuz sonunda başlayan tiyatro festi- vaü ağustos sonuna kadar de- vam edecek. 50'ye yakın oyun festivale katdıyor. Öylesine de- ğişik mekânlar tiyatro salonu olarak hazırlanmış ki insan is- ter istemez bizim ülkemizde bu tür yerler niçin kullanılmıyor di- ye sormadan edemiyor. The Reduta Tiyatrosu'nun Adam and Eva adlı oyunu da gecenin ilerleyen saatlerinde caz clup olarak kullanılacak bir sa- londa sahneleniyor. Tann'nın dünyayı nasıl yarattığı anlatılan oyunda Tann babanın cam sı- kılıyor; babk, kelebek, civciv yaratıyor; ohnuyor. Bunu gören seytan da akrep, yılan vs.yara- tıyor. Tann en sonunda "hüer" olarak Âdem'i yaratı- yor. Âdem Tann'mn yarattığı hiçbir şeyi beğenmiyor, sonun- da Eva'yı bir çırpıda karşısma çıkartıveriyor. Tann'mn dinlen- mede olduğu bir saatte de şey- tan, Eva'mn akhna girip Tan- n'mn en çok sevdiği meyveyj koparmasını sağlıyor. Sonra olan oluyor... Gulag Takımadalan oyunu- nun havasına ise tiyatro salonu- nun bulunduğu sokakta giriyor- sunuz. Staromestske Alanı'mn hemen yanındaki tiyatro salo- nunun önü tel örgülerle çevrili. Tepede yine çevresi dikenli tel- le sanlı kalaslar var. İçeri gir- mek o kadar kolay değil. Ultava nehrinin kenanndaki kafelerin, özellikleri hiç doku- nulmadan korunmuş iki-üç yüz- yıllık bulvarlann çekiciliğinden kendini koparabüenler tiyatro salonlannda da Prag'ı yaşaya- biliyor. Kendisine yakıştınlan "attm şeUr" unvanını fazlasıyla hak eden Prag cadde ve sokak- lannda dolaşırken insan büyük bir açıkhava müzesindeymiş his- sine kapılıyor. Çatı katlannda- ki işlemeler, duvar resimleri, pencere süsleri, sütun boylann- daki heykeller birbiriyle öylesi- ne uyumlu ki; kent değil, bir genç kızın çeyiz sandığı... Bu güzelliğin nasıl konındu- ğunu anlamak çok zor değil. Her birkaç yüz metrede bir çev- resi tümüyle kapatüıp restoras- yona alınan binalara rastüyor- sunuz. Kente can veren Ultava neh- ri üzerindeki köprüler ise genç- lerin vazgecemedikleri, alabildi- ğince canlı bir mekân. Resim ve müzik sanatının ilginç örnekle- ri veriliyor. Alışdan müzik alet- lerinin yanında tahta parcalany- la ve cam bardaklarla çalınan parçalar yoğun ilgi toplayınca sadece yayalara açık köprüde hareket tümüyle zorlaşıyor. Franz Kafka, "Bn keate bo- yun egeceksin, kurtulmak isti- yorsan ateşe vennekten başka çare yok" demekte hiç de hak- sız değil.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear