18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 11 AĞUSTOS 1991 Dr. Rıza Nur..! HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU Ytlksek tirajlı günlük bir gazete, baş sayfa- sında Dr. Rıza Nur'un "Hayatım ve Hatıralarım" üç ciltlik kitabından söz etmiş. Gazeteyi buldurup şöyle bir bakınca doğrusu şaştım; gerici bir gazete denemez, öyle sanı- yorum ve umuyorum ki Atatürk düşmanı da değildir. Gerçi bu gazete Ulusal Kurtuluş Sa- va$ı sırasında Istanbul'da yayımlanmakta olan Milli Mücadele düşmaru "Sabah" gazetesinin adaşıdır, ama yine sanıyorum ve umuyorum ki düşünce doğrultusu ayru değildir. Bu kısa girişten sonra şunu sormak istiyo- rum. Atatürkçülüğü, özellikle çağdaş Türki- ye Cumhuriyetinin temel ilkesi olan laikliği yıkmak için Atatürk'ün kişiliğine saldırıldığı şu dönemde, a7ilı Atatürk düşmanı, sapık ruh- lu Dr. Rıza Nur'un çirkin iftiralar ve saçma- lıklarla dolu bu kitabını gündeme getirmekle güdülen amaç nedir? Ilhan Selçuk bir hafta önce 4 ağustos tarihli Cumhuriyet'te bu kitap- tan söz ederken, kimi alıntıları da köşesine ge- çirmiş. Alıntılardan bile yazılanların düzensiz bir kafarun ürünü olduklan hemen görülüyor. Ben bu üç ciltlik kitabın satılmasının yasak ol- duğu dönemde Ankara'da Zincirli Cami av- lusunda, dinsel yaymlar satan bir kitapçıda gizlice satüdığını haber alınca, bir yakınım ara- cüığı ile aldırdım. Inanınız ki okurken içindeki iğrenç iftiralara hiç de şaşmadım. Çünkü Dr. Rıza Nur'u, ilk Türkiye Büyük Millet Mecli- si'nde ilk hükümetin kuruluşu sırasında tanı- mış, daha sonra onun bir devlet adamı değil, çok küçük bir insan olduğuna tanık olmuş- tum. Sanıyorum ki o dönemden bugün hayat- ta olan kişilerden onu benden daha iyi tanı- yan bir kimse yoktur. tlk TBMM'de ilk Ba- kanlar Kurulu seçiliyordu; Maarif (Milli Eği- tim) Bakanlığı için iki milletvekiline oy veril- mişti. Bunlar AntaJya Milletvekili Hamdullah Suphi lannöver, Sinop Milletvekili Dr. Rıza Nur'du. Ancak her ikisi de salt çoğunluğu sağ- layamamışlardı. (O tarihte bakanlar teker te- ker Meclis'çe seçilirdi, şimdiki gibi başbakan tarafından değil.) İlk Bakanlar Kurulu'nun 11 üyesi vardı. En çok oyu, Genelkurmay Baş- kam, Edirne Milletvekili Albay tsmet Bey (tnönü) (129), en az oyu ise ikinci oylamada, Dr. Rıza Nur Bey (65) almıştı. Dr. Rıza Nur ve Hamdullah Suphi Beyler- in, benim lise öğrenciliği yaşamımda özel bi- rer yeri vardır. Az sonra onu da anlatacağım. Dr. Rıza Nur ile Hamdullah Suphi Tanrıöver arasında Meclis'in ilk günlerinden başlayan re- kabet sürdü gitti. Dr. Rıza Nur, Meclis üyele- rince pek sevilmezdi. Köşelerini öne ve arka- ya doğru giydiği kuzu derisi lcıvırcık gri bir ku- vayi milliye kalpağı, gri renkli bir giysi taşır- dı. İlk hükümet kurulduğunda Meclis'in baş- kanlığına seçilen Mustafa Kemal (Atatürk) ay- nı zamanda Bakanlar Kurulu'nun da başkanı olduğu için hükümet prograrrunı kendisi oku- mayıp seçimde en az oy almış olan Dr. Rıza Nur Bey'i bu programı okumakla görevlendir- miş, samyorum ona tinsel bir doyum (mane- vi bir tatmin) sağlamak istemişti. Hükümet programını Milli Eğitim Bakaıu Dr. Rıza Nur Bey konuşma kürsüsüne gelerek okudu. Ham- dullah Suphi Bey'in yansı kadar bile hatipli- ği yoktu, ama elindeki metni düzgün ve inan- ûıncı pozlarla okuyordu. Böylece kendisini ilk kez, ilk TBMM'nin 9 Mayıs 1920 günlü top- lantısında Birinci Başkan Mustafa Kemal Pa- şa'run başkanhğındaki birinci oturumunda ilk hükümetin programını okuduğu gün yakından tanıdım. (Bu program, dili tarafımdan sade- leştirilmiş olarak, ilk Meclis adlı kitabımda yer almıştır.) Ekim ayı gelmiş, lisede derslerimiz başla- nuştı. O tarihte liseler on iki sımflı idi, benim okulu bitirmeme daha iki yıl vardı. Meclis me- murluğumu, daha önce bu sütunlarda anlat- mış olduğum gibi okulumuzun nisan ayında başlayıp ekime kadar süren tatili sırasında yapmıştım. önümde iki seçenek vardı. Ya me- murluğa devam ederek geleceğimi orada ku- racaktım, ya da liseyi bitirip daha sonrasmı da arayacaktım. Babam Çorum'da idi, danı- şacak başka kimse aramadan kendi başıma karanmı verdim. Meclis Başkâtibi Recep Pe- ker'e çeküme dilekçemi verdim: "Aferin Hıf- n, şunu bil ki liseyi bitirüıce eğer Meclis'e dön- mek istersen sana burada daima yer. vardır" diyerek beni yüreklendirdi. Okulumuzda dersler başladı. Cudi Bey adındaki müdürümüz başka yere atanmış, ye- rine Ali Haydar Bey adında yeni bir müdür gelmişti. Bu zat aynı zamanda orta sınıflara tarih derslerine girerdi. Bir ay geçmeden okul- da disiplin kalmadı, yemekler de bozuldu. Ya- tılı bölümde okuyan biz yüksek sınıf öğren- cileri birkaç kez durumu müdüre bildirdik. Son gidişimizde: "Efendim, hiçbir netice çık- mıyor, hiçbir şey düzelmiyor" dediğimiz için bizleri odasından dışarı çıkardı. Bu öyküyü yıllar önce bu sütunlarda anlattım, ama bel- İri unutulmuştur diye kjsaca yineüyorum. Orta sınıflardan iki öğrenci her gün müdürün oda- sına birkaç kez girer çıkardı. Bunlara espiyon gözü ile bakardık. Daha kötü söylentiler de dolaşırdı çocuklar arasında. Bir gün toplan- dık, okuldaki düzensizlikler üzerine Milli Eği- tim Bakanlığı'na aynntılı bir şikâyet dilekçe- si verdik. Benim yazdığım dilekçeyi on iki ar- kadaş imzaladı. Bakanlık müfettişleri geldi, soruşturma yaptılar. Okuldaki harcama def- terlerini ve hesaplarını incelediler; sonunda müdür kusurlu bulunmuş, disiplin cezası ni- teliğinde olarak ayhk maaşından bir haftalık "kıstelyevm" (kesinti) yapılmış. Ne yazık ki bu yaptınm fayda vermedi, müdür eskisinden da- ha çok sertleşti, haksızhklar ardı ardına sür- dü. Gerekli gereksiz verilen cezalara daha fazla dayanamayıp bu kez TBMM Başkanhğı'na bir şikâyet dilekçesi vermeyi kararlaştırdık. Mec- lis'te çalışırken görmüştüm ki halktan herkes doğrudan doğruya, ya da posta ile Meclis Baş- kanhğı'na türlü konularda dilekçe verebiliyor- du. Dilekçeyi yine ben yazdım, bu kez elliden çok arkadaş imzaladı. Sekiz maddelik dilek- çenin son maddesi aşağı yukarı şöyleydi: "Bu şikâyetlerimiz Maarif Vekâleti Celilesine arz edildi ise de bir netice hasıl olmamıştır." Di- lekçeyi Meclis'e ben götürdüm. Başkâtip Re- cep Bey şöyle bir göz gezdirdi, bana; "Bu di- lekçe Mustafa Kemal Paşa'yı Meclis Başkanı sıfatı ile değil, Bakanlar Kurulu Başkanı sıfa- tı ile ilgilendirir dedi ve altına kalın kırmızı kalemle "Kalem-i Mahsus Müdürü Hayati Beyefendiye" sözcüklerini yazıp parafmı koy- duktan sonra dilekçeyi geri verdi. Heyet-i Ve- kile (Bakanlar Kurulu) Ankara'da şimdiki Vi- layet Konağı'nda idi, her bakanhğın burada bir tek odası vardı. Bürolar alt kattaki oda- lardaydı. Yukarı kata çıkıp Kalem-i Mahsus Müdürü Hayati Bey'e dilekçeyi verdim. Beni Meclis'ten tamyordu, gülümsedi, "Pekiyi, Pa- şa Hazretleri'ne arz ederim" dedi, ayrıldım. Meğer benden sonra dilekçenin birkaç mad- desini okuyunca bunun Milli Eğitim Bakan- lığı'nı ilgilendirdiğini görüp altına "Maarif Ve- kâleti Celilesine" sözcüklerini yazıp onu Mil- li Eğitim Bakanlığı'na göndermiş. Dilekçeyi Dr. Rıza Nur okuyunca köpürmüş, "Bu bü- cürler beni Mustafa Kemal Paşa'ya hangi ce- saretle şikâyet eder?" diye bağırıp çağırmış. İlk dilekçede imzalan bulunan on iki kişiyi bir gün Milli Eğitim Bakanlığı'na götürdüler. El- lerimize birer kâğıt verip türlü sorular yazdır- dılar. Garip olanı "Bolşe\'iklik nedir? Nere- den öğrendiniz?" gibi soruların da listede bu- lunmasıydı. (1920 tarihinde "komünist" yeri- ne "bolşevik" sözcüğü kullanılırdı.) Saşırdık kaldık, bu da nereden çıkmıştı; meğer okul müdürü bizler için "Bunlar bolşevik, okuldan atılmalıdır" demiş. Arkadaşlar bu soruya ya- mt verememişler. Ben Meclis'teki müzakere- ler sırasında o tarihte dost olduğumuz Rusya hakkında konuşulurken bolşevik dendiğini duyduğum için birkaç kelime yazabildim. Bir- kaç gün sonra Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur Bey, bakanhğın yüksek görevlileri ile bir- likte bir fayton içinde (o tarihte her bakanlı- ğa bir fayton arabası özgülenmişti) okula gel- di. Bütün öğrencileri yukan kattaki holde top- ladılar, Dr. Rıza Nur Bey elindeki bir kâğıdı yüksek sesle okudu; bağırdı, çağırdı, altı ar- kadaşımızın okuldan kovulduğunu, benim de aralarında bulunduğum altı öğrencinin ise Konya Lisesi'ne nakledildiğimizi bildirdi. Me- ğerse okul defterlerindeki notlanmıza bakmış- lar, çalışkan olan altı öğrenci için sürgün ce- zası ile yetinmişler. Notları düşük olanlara ise okuldan çıkarma cezası vermişler. (Bu sürgün olayırun ve Hamdulah Suphi Bey'in Milli Eği- tim Bakanlığı'na seçilmesinden sonra yeniden Ankara'ya dönüşumüzün öykusünü İlk Mec- lis ve Milli Mücadelede Anadolu adlı kitabım- da anlatmıştım.) * * * İlk Bakanlar Kurulu'nun seçiminde ikinci turda bile çok az oy aldığı için bakanlığı ka- bul etmek istememesi, sonra nazlanarak ka- bul etmesi, rakibi Hamdulah Suphi Tanrıöver karşısındaki tutumu, aynı yılın sonbahannda, on altı-on sekiz yaşlarındaİd lise öğrencileri ile doğrudan doğruya kendisinin uğraşması, bir devlet adamına hiç yaraşmıyacak davranışlar- dı. Bu nedenle başta Rıza Nur için "küçük insan" sözcüğünü kullanmıştım. Şimdi, yine aynı soruyu yöneltmek istiyo- rum: Acaba Sabah gazetesinin, böylesine çar- pık psikoloji içindeki bir adarrun Atatürk hak- kında küfür ve iftiralarla dolu kitabını gün- deme getirmesindeki amaç nedir? EVET/HAYIR OKT4YAKBAL 0 Cinayet Romanları Fatih-Harbiye tramvayındaydık. Arkadaşıma o sırada yaz- makta olduğum bir öyküyü anlatıyordum. Adı "Gizli Oda" idi. Bir cinayet öyküsü... Eski bir köşkün içinde geçen bir olay. Gizli bir odada yıllar önce öldürülmüş birinin iskeleti bulunmuştu. Her şey tamamdı, ama bir türlü çözemiyordum sonunu. Katil kim olabilirdi? Öldürülen adam kimdi? Cina- yetin nedeni neydi? .. Arkadaşıma "Kim öldürmüş olabilir. Hem o isketet kimin? Bir türlü işin içinden çıkamıyorum" demiştim. Yavaş sesle söy- temiştim, ama yanımızdaki adam duymuştu sözlerimi. Ga- rip garip bakmaya başladı. Ben bir film anlatıyor gibi yaptım çaresiz. Adam iyice kuşkulanmıştı. Tramvaydan atlarken ar- kamızdan şaşkınlıkla bakıyordu. "Varlık" dergisinin ağustos sayısının önemli bölümü "Po- lisiye Roman" konusuna ayrılmış. Ünsal Oskay, Hasan B. Kahraman, Necla Işık, Orhan Duru, Raymond Chandler vb. yazılarını okurken 1940'ların ilk yıllarında yaşadığım bu ola- yı anımsadım. Apayrı birtürdür "polisiye" denilen roman ve öyküler. He- men hemen en çok okunan, sevilen bir yazın türü... Bu tü- rün değerlileri de vardır, bir kez okunup atılanları da. Çocuk- luk yıllarımda Nat Pinkerton, Nik Karter dizi romanlarının tut- kunuydum. Daha sonra başta Poe olmak üzere "cinayet ve dedektif" öykülerine merak sardım, Agatha Christie, Sime- non, Chandler, Spillane ve ötekiler. Ama benim en çok be- ğendiğim Dashiel Hammet ile George Simenon'dur. Bir de adını unuttuğum bir isveçli yazar var. Hammet ile Simenorv 1 un kimi romanlarını severek Türkçeye çevirdiğimi söylemek isterim. Orhan Duru şöyle yazmış: "Polisiye romanlar çoğu kez rahatlatır insanı. Güzel vakit geçirir. Biraz çılgınlık, cümbüş, karmaşa, cesaret, kahraman- lık, budalalık, us ya da bellek gücü, gereksiz ayrıntılar, ge- rekli çabalar, bir satranç oyunu ya da üç taş ya da bir tom- bala, bir atılım, bir gerilim, bir birdirbir, bir bulmaca ve dil üs- tünde kaydırmaca, bir gerçekten kaçış toplumdan uzaklaş- ma sayılabilir toptan ele alındığında." Ülkemizde polisiye romanlar her zaman geniş bir ilgi top- lamıştır. En tanınmış yazarlar polisiye romanlan severek çe- virmişlerdir Nurullah Ataç'ın, Tahsin Yücel'in Simenon çevi- rilerini anımsatmak isterim. Bilindiği gibi Michel Spillane'ın Mayk Hammer dizisinin dilimizde pek çok taklitleri çıkmıştır. Başta Kemal Tahir, Afif Yesari olmak üzere Spillane'ın yayım- ladığı romanlann üç beş katı Hammer romanı yazmışlardır. Orhan Duru Türk yazınında polisiye romanlann az oldu- ğunu söylüyor, diyor kı: "Ülkemizde polisiye romana meraklı olduğumuz, bu alanda yazarlar yetiştirdiğimiz söylenemez. Sanıyorum bu durum ge- nel olarak merak yoksunluğundan geliycr. ' Tramvayda arkadaşıma anlattığım öykünün adı "Gizli O- da"ydı. Daha sonra 'Binbir Roman" dergisinin özel sayıla- rından birinde yayımlandı. Şimdi konusunu tâm olarak anım- sayamıyorum. Daha başka korku ve cinayet öyküleri de yaz- dım. Doğrusu ya şimdi bu yirmi yaşlarımın ürünlerini bulup okumak isteğini duyuyorum. Kimbilir, belki de bunları kitap- laştırmak bile düşünülebilir. Ama nerde, nasıl bulmalı onla- rı? Aradan nerdeyse elli yıl geçmiş. Ne var ki o öyküleri ya- zarken değışik bir tat duyduğumu da açıklamam gerekir. "Merak" duygusudur polisiye romanlarının bu denli çok okuyucu bulması. Bir olaydır, bir cinayettir başlıca konu... Ola- yın yavaş yavaş çözümlenmesidir. Sherlock Holmes'den Mayk Hammer'ın serüvenlerini sanki kendimiz yaşıyormuşçasına benimsememiz bizi de o karışık ortama götürür. Duru'nun dediği gibi "bir atılım, bir gerilim, bir bulmaca"da duyar okur kendini... Varlık'ta "polisiye roman" konusundaki yazıları okurken yir- mi yaşlarımın özlemi dirildi sanki. Oturup bir polisiye roman yazmak isteği... Ne var ki siyasal yaşantımız, toplumsal olay- lar zaman zaman bir polisiye roman okumanın tadını vermi- yor mu? 1960-11.8.90 KENAN ESKİ ANMA Bize kardeşliğin, evlathğın ve sevginin en büyüğünü tattırdın. ölümünün 1. yılında özlemle anıyoruz. AİLE ADCSA ACABEYtN BLRHAIV ESKİ EMEGİN BAYRAGI Bush-Özal anlaştı: lsrail'in Filistinlilere yaptığı Kürtlere yapılıyor • Baskı tehdit sökmüyor PAŞABAHÇE direniyor, direnecek • DİSK üzerindeki Gasp kalktı • Etiyopya devri- mi: Barikatın Neresindesiniz? S A Y I C I K T I B A Y I L E R D E Pıyertoi Cad. Dostlukyurdu Sk. 1/11 ÇonbertitaşAST. Tal: 516 06 84 SATILIK KÜÇÜK DÜKKAN MODA'DA İÇGÛREN PASAJI'NDA 30 milyon peşin Tel.: 336 36 84 (Hafta içl, saat 21.00'den sonra) SAHIBINDEN SATILIK 88 Model 2000 GLS FORD . ^ . 39.000 km'de Tel.: 512 05 05ten 486-485 PENCERE Maganda ile YupiCemal Nadir'li, Ramiz'li 1940'ların karikatür dergilerinden eksik olmayan bir tıp vardı: Bobstil... Saçlar top ense. Bıyıklar Clark Gable. İp kravat. Dik yaka. Ceket dize kadar Pantolon paçası daracık. Ayakkabı tabanı kauçuk. Ağızda pipo. O yıllarda siyasal iktidan eleştirmek kimsenin haddine düş- mediğinden bobstile veryansın edilirdi! İşe yaramaz, asalak, Holivut jönlerinin yerli karikatürü, vesaire... Osmanlı yasaları Tanzimat'tan sonra piyasaya çıkan "mon- bey'e az mı yergi döşendiler!... Toplumsal yaşam her dönemde insan türleri türetir. Bugünlerde moda ne? Maganda mı? Yupi mi? Maganda, gecekondu cangıllarından türeyen yandım Al- lah bir insan türü... Köşe dönücü... Yırtıcı... Maço... Liberal ekonominin serbest piyasa tezgâhında "ben seni yedim, sen beniyedin" kavgası, kondu kesiminde zehir zem- berek bir felsefe üretiyor... Hanım evladı oldun mu ayak altında ezilirsin. Kendine gel oğlum!. istesen de istemesen de, hayat seni biley taşına vu- rulmuş bıçak gibi keskinleştirecek... Gözler fıldır fıldır... Her an tetiktesin... Ola ki şu ağacın arkasmdan bir canavar fırlayıp seni yiye- bilir ya da şu çahlığın ardına sinmiş av elinden kaçabilir. Uya- nık olacaksın, dünyalığını bulacaksın; bir an kendinden geçtin mi, şıp, belediye zabıtası tependedir; evin varsa, tapusu yok- tur; ticaret yapıyorsan Oda'ya yazılı değilsin; askeriik? Olma- dan olur mu!.. Polis? Karakolda çok ayna seyrettin. Kadın? Karıyı eve kapattın mı, namusunu sigortalayıp kapının dışın- da kalan bütün kadınlara maçoluk taslayabilirsin... Zayrfı ayaklarının altına alıp çiğneyeceksin, bükemediğin eli şapır şupur öpeceksin: — Abem benim!.. Acılı Adana, lahmacun, rakı!.. Göbekli dansöz, kıyaklı ara- besk!.. Okuman yazman kıt olsa da hayat üniversitesinden mezunsun ki bu da sana yeter!.. Aslanım benim!.. * Yupi!.. Zengin aileden... Amerikanofil... Ulkemizdekı arabesk liboşizmin cangılında, bindiği filin üs- tünde kaplan avına çıkmıştır Yupi, elinde bilgisayarıyla yur- dunda yaşarken Hindistan'daki sömürgeciden farksız... Çizgili frenk gömleğinin üstüne bleyzerini giyip kıçına da blucinini çekti mi, şıklastım diye mutludur. Lüks Frenk dergi- lerınin pahalı reklamlarıdır yaşam kılavuzu. Giyimi kuşamı alafranga; çorabından kravatına seçkin marka... Tümü "sinye"!.. Piyasa, borsa, banka, yaşam felsefesinin topoğrafyasını be- lirleyen enlem ve boylamlar... Gözleri, zorunlu açıkgözlüğünü gızleyecek kadar terbiye- lidir; en seçkin okullardan diplomalıdır: piyasa araştırması yapmadan ve pazarlaması olrnadan tek adım atmaz, ne dost- lukta, ne aşkta... Ne de insanlıkta... • Kondu'dan türeyen maganda... Apartman çocuğu yupi... Günümüzün iki tipi... Maganda, yupinin arabeski... *Yupi, magandanın seçkini... ikisi de köşe dönücü... ikisinin tek Allahı var: - Para!.. ' -. .: -zr .."ı rjbsO DOĞUM VE TEŞEKKÜR Kızımız DİRŞAH'ın doğumunda yakın yardımlarını gördüğümüz dost insan Jinekolog Opt. Dr. ESİN AYTAÇ Ue Tekirdağ Devlet Hastanesi'nin görevlilerine teşekkürü bir borç biliriz. FERRAH-HAŞİM UMURGAN \ Süper Pastörize. Saf ve Katkısız. Fransız bilim adamı Louis Pasteur (Pastör), 1864de ilk kez şarap üzerınde uyguiadığı bir yöntemle, sıcaklık etkisiyle bazı mikro-organizrnaların oldüğünü gördü. Bu işlem. süt'e uygulandığında, insan sağlığına zararlı bakterilerın yok olmasına rağmen, ısıya dayanıklı bir takım bakterilerin hala yaşadıkları ve süt'un kısa sürede bozulduğu saptandı. Bunun çaresi, ancak bir asır sonra bulundu. Süper Pastörizasyon (UHT) denen bir ışlemle süt, yüksek ısıda kısa bir sure tutulup bırden soğutulunca. zararlı maddeler yanında, süt'ü bozan bakterilerin de ölmeierı sağlandı. Bu tür sütlerı içindeki proteın ve vıtamınlerı oldürmemek ıçın, kaynatmadan ıçebılırsınız Istersenız hafıf ısıîın. Kutuyu açtıktan sonra. süt'u buzdolabına koyun ve birkaç gun içinde ıçın Sut hava ile temasa geçtığınde havadakı bakie'iler nedenıyle Dozu'ur Bu saf süt'ü, dış etkenlerden koruyacak ve uzun sure dayanmasını sağlayacak bir ambalajlama sıstemı henüz bılınmiyordu. İnsanoğlu. bu kez de yaratıcı gücünü gösterdi. Bundan 30 yıl önce İsveçli bir gıda ambalajlama uzmanı, Dr. Ruben Rausıng. Tetra Pak uzun ömürlü ambalaj sıstemını buldu. içıne hiç bir katkı maddesi konmadan, Tetra Pak kutularında satılan saf süt, dünyanın her köşesinde olduğu gibi, Türkıye'de de tüketicının hızmetınde. Saf ve katkısız. Kalitesi, tadı ve tüm besin değeri ile. Saf Süt. Katkısız Süt. Süper Pastörize ve Uzun Ömürlü. Tetra Pak kutularında. TP08 ANIYORUZ 4 Sevgili Saklnt'mizi (TOLU) trafik cinayetinde yitirdik. Bugüne dok bizim- leydi, bundan böyle de bi- zimle olacak. Ailesine ve tüm arka- daşlarına baş sağlığı diliyo- ruz. Arkadaşları adına Haşlm KILINÇ İLAN EMET ASLİYE CEZA MAHKEMESt'NDEN Esas No: 1985/59 Karar No: 1991/29 Dolandıncılık suçundan sa- nıklar Aydın Sultanhısar ilçesi Malgaç Emir köyu nufusuna ka- yıtlı Talip ve Fatma'dan olma 1945 D.lu tsmail Ersun ve Ma- nisa Salıhli ilçesi Kırvelı mahal- lesi nufusuna kayıdı tsmail Ya- şar ve Hüsniye'den olma 1939 D.lu Huseyin Zengin haklannda mahkememizce verilen 8.5.1991 tarih ve 1985/59 esas, 1991/29 sayılı kararla TCK'nın 503/ilk, 522, 647/4, TCK 72. maddeleri gereğince Sanıkların sonuç ola- rak ayrı ayrı 47.250rşer lira ağır para cezası ile cezalandınlmala- rına, ayrıca sanık Huseyin Zen- gin'in tutuklulukta geçen günle- rinin TCK'nın 40. maddesi gere- ğince cezasından mahsubuna karar verilmiş olup, tüm arama- lara rağmen sanıkların adresle- n meçhul olduğundan karar teb- liği yapılamadığından, tebliğ ye- rıne kaım olmak uzere ilan olunur. Basın: 32901 İLAN T.C. İZMİR 5. ASLtYE HUKUK MAHKEMESt Esas No: 1990/382 Davacılar Ihsan Tekin ve Nec- det Tekin tarafından davalı ls- mail Uygun aleyhine açılan söz- leşme feshi davasında verilen ara kararı gereğince; Davalı lsraail Uygun'un lzmir, Mithatpasa Caddesi No: 879 D. 9' daki adresinden yaptınlan ad- res tahkiklerinin ve tebligatın bi- la tebliğ iade edılmiş olması se- bebi ile davalı adına ilanen teb- ligat yaptınlmasına karar veıi miş olup, duruşma günü ola,ı 30.9.1991 günu saat 10.00*da lz- mir Aslıye 5. Hukuk Mahkemesi duruşma salonunda hazır bulun- manız veya kendinizi bir vekil ile temsil ettirmeniz aksi takdirde yargılamanın yokluğunuzda de- vam edeceği ve hüküm verilece- ğı, davetiye yerine kaim olmak üzere ilan olunur. Basın: 32965
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear