Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
3 EYLÜL 1990 HABERLER CUMHURÎYET/15
K Ö R F E Z K R i z i ' N i C u m h u r i y e t 'E D E Ğ E R L E N D Î R D Î
DYP GENEL BAŞKANI SÜLEYMAN DEMİREL SHP GENEL BASKANI ERDAL EVONU
Halkımız
savaşa
razı değilSayın Özal'm sanki Türkiye kendisine az geliyormuş gibi
bu krizin yöneticisi sanki kendisi imiş gibi bir tavır takmmış
olması, Ortadoğu'da Türkiye'nin oynayabileceği rolün
elinden alınmasına sebep olmuştur.
Asker göndermek yanlış
2. Dünya Savaşı'nın ûzerinden
45 yıl geçtikten sonra Doğu Av-
rupa'da ve Sovyetler Birliği'nde
meydana gelen gelişmelere insan-
lık için, barış için sevinçle bakıl-
dığı 1990 yıhnda Körfez'de mey-
dana gelen bunalım, herkesin te-
bessümünu âdeta dondurmuştur.
Sevinçler yarıda kalmış gibi görü-
nüyor.
Avrupa yeniden şekülenirken
bütün dikkatler 2 Ağustos 1990
günü Irak'ın Kuveyt'i işgali ile
başlayan bunalıma çevrilmiştir.
8 sene tran'la savaştıktan son-
ra 1 milyonluk ordusu, S50 tan-
kı, 550 uçağı ve 2500 füzesi ile
Irak bir askeri güç olarak Orta
Doğu'da belirmiş, anlaşılan kabı-
na sığamaz bale gelmiştir.
Geçen 10 sene zarfında Irak, 80
milyon dolarhk silah satın almış,
bunun %53'ü Sovyet, yüzde 20'si
Çin, yüzde 15'i Fransız yapısıdır.
Iran-lrak Savaşı'nın kazananı,
kaybedeni yoktur. Çünkü, bu sa-
vaşı Irak'ın kaybetmesi aslında is-
tenmemiş, Humeyni rejiminden
korkulmuştur.
Dünyada mevcut 1 trilyon va-
ril petrol rezervinin %66'sı Kör-
fez'dedir. Bunun 100 milyar va-
rili Irak'ın elinde, diğer 100 mil-
yarı Kuveyt'in, 100 milyan Birle-
şik Arap Emirlikleri'nin, 250 mil-
yan Suudi Arabistan'ın toprakla-
nndadır.
Tabii ki bu durum, büyük Ara-
bistan hülyasıyla zihni dolu bulu-
nan ve bir askeri güç haline gelen
Saddam'ın dünyada petrol hâki-
miyetini eline alması hevesine ka-
pılmasını sağlamışsa, bu yadırga-
namaz.
Körfez krizinin kökünde yatan
sanıyorum ki, bu tespittir.
Saddam, Arap âleminin Uba-
nına bir ikinci Nasır, bir kurtarı-
a Filistin, lsraii ve Lübnan sorun-
lannı güç kullanarak çözümlere
bağlayacak bir kişi gibi gösterile-
rek prestij toplamaya çalışacaktır.
Bu prestij fevkalade rahatsız
eden bir durumdur.
Nitekim, bunalımın daha ba-
şından Birleşik Amerika Devlet-
leri, Suudi Arabıstan'ı savunma
pozisyonuna girmiş ve bu ulkeye
silahlı kuvvetler sevk etmiştir.
Irak'ın Kuveyt'i işgali, devlet-
ler hukukuna, Birleşmiş Milletler
Yasası'na açıkça aykırı düşen bir
haldir.
Irak, bir süre sonra Kuveyt'i il-
hak etmiş, daha sonra da 19'uncu
ili olduğunu ilan etmiştir.
Halen Irak, dünyaya meydan
okumaktadır.
Birleşmiş Milletler, Irak'ın Ku-
veyt'ten çekilmesi karannı almış,
bu karan ilk defa global bir da-
yanışmaya muhalap olmuştur.
Daha sonra bu karan icra et-
mek için ekonomik ambargo ve
onu icra etmek için de kuvvet kul-
lanılmasını öngören ve neticesi
ablukaya varan bir başka karan
Birleşmiş Milletler almıştır.
Şimdi Körfez'de bir büyük de-
niz armadası fevkalade son sıstem
ve henuz ne olduğu belü olmayan,
denenmemiş silahlarla mucehhez,
hava gücü ve henüz önemsenme-
yecek miktarda bir kaıa gücu ile
Irak karşı karşıya durmaktadır.
Irak, insanlığın düşmanlığını
üstüne çekecek hareketlerde bu-
lunmuştur.
Rehineler olayı ve elçiliklerin
kapatılması bu arada sayılacaktır.
Birleşmiş Milletler kurulduğun-
dan bu yana geçen 42 sene zarfın-
da ilk defa olarak bir konu üze-
rinde Güvenlik Kurulu beraberlik
sağlamıştır.
Birleşmiş Mületler'in kararlan
icra edilemezse, bundan sonraki
itibarı zedelenecektir.
Amerika ve Sovyetler Birliği gi-
bi iki süper gücün bu olayda be-
raber hareket etmesi ve Fransa
dahil, bütün Avrupa ülkelerinin
onlann yanında bulunması dikkat
çekicidir.
Birleşmiş Mületler'in ambargo
ve abluka kararlan netice vermez-
se yani, Saddam Kuveyt'i terk et-
mezse, ne yapılacaktır?
Bu henüz meçhuldür.
Birleşmiş Milletler Yasası'mn
42. ve 43'ncü maddeleri gereğin-
ce kuvvet kullanmak suretiyle so-
runu çözmek, yani, Kuvyet'i Irak-
ın elinden almak gibi bir durum
hasıl olacak mıdır? Bilinemiyor.
Bugün meydana getirilen global
dayanışmanın korunup korunma-
yacağı da önemlidir.
Sorunun savaşsız çözülemeye-
ceği iddialan vardır. Üzüntii ile
belinelim ki, bunalımın hiç ol-
mazsa bugüne kadar olan seyrin-
de diplomasi çalıştırılmamıştır.
Birleşmiş Milletler Cenel Sek-
reteri, 27 gün sonra konuya mü-
dahil oluyor.
Dünyada sanki herkesin canı
savaş istiyor. Evet, meydana ge-
tirilen ortam budur.
Bu olay karşısında Türkiye'nin
özel bir yeri vardır. Türkiye,
Irak'a komşudur. Arap Dünyası
ile geçmişi vardır. Onuinla mane-
vi bagları vardır. Tabii ki Tür-
kiye'nin Kuveyt'in böylece işga-
lini kabul etmesi söz konusu ola-
maz.
Tabii ki, Türkiye'nin Birleşmiş
Milktler'in ekonomik ambargo
karanna uymaması da söz konu-
su olamaz.
Türkiye, Irak'ın Kuveyt'i işga-
lini kabul etmemiş ve Birleşmiş
Mületler'in ambargo karanna uy-
ankete göre, orada halkın yüzde
80'i ekonomik ve diplomatik ted-
birlerin netice vermesinin beklen-
mesi taraftarıdır.
Türkiye'de halk, ülkenin sava-
şa sürüklenmesine razı değildir.
Biz de razı degiliz.
Bir ay evvd kimsenin aklından
geçmeyen bir savaş tehlikesi gelip
yakınımıza oturmuşsa, bemen pa-
çalan sıvayıp onun içine dalma-
run bir gereği yoktur.
Türkiye kendi menfaatlerini
düşünecektir. Her ülke gibi.
muştur. Bununla kalmamış, Sa- Taahhütlerine uymak gayet ta-
yın özal'ın sanki Türkiye kendi- bii ki Türkiye'nin menfaati gere-
sine az geliyormuş gibi, bu krizin
yöneticisi sanki kendisi imiş gibi
bir tavır takınmış olması, "tde-
foa diplomasisi yapıyor" diye or-
talıgı birbirine katması, Ortado-
ğu'da Türkiye'nin oynayabilece-
ği rolün elinden alınmasına sebep
olmuştur.
Türkiye, savaş davullan çalan-
ların arasına girip "Ne yapıyor-
8uouz?" deme imkânım kaybet-
miştir.
tçeride, dışanda alkış alan olay
budur.
Bundan sonra ne olacaktır?
Birleşik Amerika'da yapılan bir
ğidir. Ancak üstüne farz olmayam
taahhüt saymaksa, işgüzarhk
olur.
Türkiye büyük devlettir ve
Türk milleti büyük müiettir.
Her şey demokratik mekaniz-
ma içerisinde, ona layık biçûnde
gerçekleştirilecektir.
Macera peşinde olamayız.
Ne olacağımız meçhulken, va-
rımızı yoğumuzu onun uğruna
sarf etmek, maceradır.
Türkiye, zaten meşru olmayan
hiçbir menfaalin de peşinde değil-
dir.
O'na yakışan da odur.
Irak silahlı güçlerinin Kuveyt'i
işgali ile başlayan Körfez bunalı-
mı üç haftadır bölgemizde, Güney
sımnmızın hemen ötesinde, savaş
rüzgârlan estiriyor.
Irak'ın bir başka ülkeyi, Ku-
veyt'i işgal ederek bu devleti orta-
dan kaldırdığını, kendisine kattı-
ğmı ilan etmesi, uluslararası hu-
kukun açık bir ihlalidir. Hiçbir se-
kilde kabul edilemez.
Birlemiş Milletler Güvenlik
Konseyi oybirliğiyle bu işgale karşı
çıktı, ilhakı tanımadı, Irak'ın Ku-
veyt'ten çekilmesini istedi. Irak-
tan olumlu tepki gelmemesi üze-
rine de gene bütün üyelerin oy bir-
liğıyle Güvenlik Konseyi, Irak'a
karşı ekonomik ambargo uygu-
lanması karannı aldı.
Türkiye Cumhuriyeti ilk gün-
den beri Güvenlik Konseyi kara-
rına uydu. Ekonomik ambargo
içinde kendisine düşeni fazlasıy-
la yaptı. Bu arada ABD, Suudi
Arabıstan'ı bir muhtemel saldın-
ya karşı korumak için bölgede ge-
niş ölçüde askeri yığınak yapma-
ya girişti. Batı Avrupa Birliği'nde
yer alan Avrupa devletlerinin ço-
ğu da Körfez'e birer, ikişer savaş
veya destek gemisı göndererek Su-
udi Arabistan savunmasına ve
ekonomik ambargo uygulamasına
katıldıkiarım gösterdiler.
Bu davranışlar, Ortadoğu'nun
yeni oluşumlara pek uygun orta-
Irak'ın Kuveyt'ten çekilmesi, ulus-
lararası hukuk düzeni içinde yer
almış bir kuruluşun, Birleşmiş
Milletler'in çabası ile gerçekleşir-
se, o zaman uluslararası hukuk
düzeni yeniden kurulmuş olur.
Böyle bir çözüm kahcı olur, bun-
dan sonra başka hiçbir devlet ken-
di gücüne dayanarak komşusunu,
ya da uzak bir ülkeyi istilaya yö-
nelemez. Çünkü yine karşısında
bütün Birleşmiş Milletler'i bula-
cağuu bilir. Böyle bir çözümu bek-
lemeden ABD, Irak'la savaşarak
Kuveyt'ten çekilmesini sağlamaya
girişirse ne olur?. Bu savaşı ergeç
ABD kazanır.
Yalnız savaşın ortaya çıkaraca-
ğı sorunlara getirüecek çözüm, sa-
vaşın büyük yükunü çekmiş olan
Kuveyt'ten çekilmesini beklemek
bayaldir, böyle banşçı yaklaşım-
lar saldırganlığa odun vermekten
başka birşey değildir' şeklindeki
yorumlara katılmıyorum.
Eskiden, orneğin ikinci Dünya
Savaşı öncesinde böyle bir değer-
lendirme doğru olurdu. Nitekim
Mussolini önderliğinde, Italyan si-
lahh güçleri Etiyopya'yı istila edip
bu bağımsız ulkenin, Italyan
imparatorluğunun bir parçası ol-
duğunu ilan ettiklerinde o zaman-
ki Milletler Cemiyeti uygulatraa-
ya çalıştığı ekonomik yapurımlar-
la, bu hukuk ihlalini düzelteme-
mişti. Ancak tkinci Dünya Sava-
şı sonunda Etiyopya yeniden ba-
ğımsızlığına kavuştu. Ama o za-
raanın büyük de\ietleri, araların-
sel bir güvenlik sistemini yerleştir-
mek için öneralı bir fırsat vermiş-
tir. Birleşmiş Mületler'e üye bütün
uluslann birlikte kınadıklan ve
geri ahnmasım ısrarla istedikleri
bir hukuk ihlalini Irak tek başına
uzun zaman sürdüremez. Eninde,
sonunda Kuveyt'ten çekilmeyi ka-
bul edecektir. Rehineleri koz ola-
rak kullanma gibi zaman kazan-
dırma girişimleri, sonucu değiştir-
mez. Yeter ki karşısındaki Birleş-
miş Milletler kararhlığımn bir
uluslararası hukuk ilkesini koru-
mak için var olduğu sürekli vur-
gulansın. Bu birlik, Bau'mn Arap-
lara karşı birliği ya da Körfez pet-
rolunü el altmda tutmak için bir
çıkar ortakhğı şeklinde gösteril-
mesin. Böyle bir Birleşmiş Millet-
k â
Milletler Güvenlik Konseyi
Irak'a karşı bir uluslararası askeri güç ku-
rulmasına karar vermedi. Eğer bir gün
böyle bir karar alırsa, bu, askeri güce na-
sıl katkı yapılacağı, her devletle ayn ay-
rı anlaşmalar yapılarak, meclisîerde
kararlaştınlarak ortaya çıkacaktır.
ABD'nın isteklerı doğrultusunda
olacağı için Ortadoğu'ya sürekli
huzur getirecek bir çözüm olaca-
mı içinde birçok soruyu gündeme ğı belü değildir. Hatta ortaya çı-
getiriyor. Ancak en önemli olarak kacak yeni hukuk ihlalleri karşı-
ortaya çıkan iki soruya ben bura- sında bugünkü ihlalin golgede
da kısaca cevap vermeye çalı- kalması tehlikesi de vardır. tkinci
şacağım.
1- "Irak'ın Güvenlik Konseyi
kararlanna uymasım, Kuveyt'ten
çekilmesini sağlamak için bundan
sonra ne yapılabilir?" Başka bir
deyişle "Savaştan başka çare kal-
mamış mıdır?"..
Bu soruya ccvabun; ilk önce, sa-
vaşın bir çözüm olmadığını söy-
lemektir. Irak'ın Kuveyt'i işgal
ederek yaptığı, uluslararası hukuk
düzenini ihlal etmektir. Şimdi
Dünya Savaşı sonunda bunun ör-
neğini gördük. Büyük ıstıraplar
pahasına varılacak yeni hukuk dü-
zeninin, bugünkunden daha sağ-
lam, daha tatmin edici olacağı hiç-
bir şekilde açık değildir. Sorum-
luluk büyük ölçüde bir veya bir-
kaç devlete bırakıldığında, bu dev-
letler hangileri olurlarsa olsunlar,
uluslararası hukukun güvence al-
tında olduğu kabul edilemez.
"Saraşı göze almadan, Irak'ın
daki rekabet sorunlarmı ancak bir
dünya savaşı ile çözebileceklerine
inanıyorlardı; birbirinin karşısın-
da belirli ittifaklar oluşmuştu ve
bu yüzden Milletler Cemiyeti bü-
tün buyük guçlerin katıldığı bir
düzeni temsil edemiyordu. Bugün
ise durum değişmiştir. Bugünün
süper güçleri, çağdaş silahların
tahrip gücünün, bir dünya sava-
şını herkes için bir felaket haline
getirdiğini büiyorlar. Bunu göre-
rek bir ortak hukuk düzenini iş-
letmeye ve bir uluslararası güven-
lik sistemini kurmaya başlamış
durumdalar.
Tam bu esnada Irak'ın ortaya
çıkardığı hukuk ihlali aslında Bir-
leşmiş Milletler"e kahcı ve evren-
ler kararlılığı karşısında, sureç
uzadığı takdirde kendisüü dünya-
dan tamamen ayuacak, her açıdan
yalnız başına bırakacak bir karar-
lılık karşısında Irak, hiç savaş ya-
pılmadan, uluslararası hukuk dü-
zeninin isteğini kabul edecektir.
Ayrıca bunu yaparken evrensel
hukuk ve güvenlik düzeninin ku-
rulması için ulusal iddialarından
vazgeçen bir devlet görunümu ile
onur da kazanacaktır.
Bu süreç zaman alabilir ve böl- dini göstermeli, bölge dışındaki
gede umutsuz saldırüara karşı gü- büyük devletlerin ekonomik çı-
le bir sonuç, başta süper guçler ol-
mak üzere bütün uluslan yüceltir
ve dünyayı 21. yüzyıla bambaşka
bir hava içinde sokar.
Elde edilecek uzun vadeli ka-
zançlar, Irak'ta bir yönetim deği-
şikliğini zorlamanın ya da petrol
akımını güvenceye alacağız diye
askeri guç kullanmanın getirebi-
leceği kısa vadeli kazançların çok
ötesindedir.
2- Türkiye Cumhuriyeti olarak
bir Körfez bunalunının bundan
sonra alabilecegi şeküler içinde,
ulusal çıkarlanrmzı en iyi hangi
politika ile komruz?..
Körfez bunalımının devamında
ulusal çıkarlanmızı en iyi koruya-
cak davramş, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi kararlanna
uyarken cumhuriyetimizin Orta-
doğu ülkelerine yönelik, gelenek-
sel, barışçı, iyi ilişkiler arayan ve
taraf tutmayan dış politikasmdan
hiç sapmamaktır.
Ortadoğu'daki bütün komşula-
rımızla ikili ilişkileri en üst düzey-
de geliştirmek, aralanndaki anlaş-
mazlıklarda hiçbir şekilde taraf
tutmamak, genel olarak bölgede
Batı'run çıkarlannı temsil eden bir
aracı gibi gözükmemek, bu poli-
tikanın onemli öğeleridir. Islam
ülkeleri ile aramızda tarihten, or-
tak dinimizden gelen bağlar, dev-
letimizin laik niteliğini gözeunek
şartıyla ikili ilişkilerimizi güçlen-
dirmekte çok olumlu rol oynaya-
bilirler ve oynuyorlar. Bu bağlar
ve yakınlıklar ayru zamanda Arap
ülkeleri arasmda taraf tutmamak
konusunda bizi sürekli uyarmalı-
dır. Böyle bir politika çekingen
politika değildir. Gecmiş deneyim-
lerden en iyi ders almış politika-
dır. Aktiflik ikili ilişkilerde ken-
venliği sağlamak için özellikle
ABD'den kaynak ve insan gücü
açısından ozveri ısteyebilir. Ama
kurulacak kahcı evrensel güvenlik
sistemi bütün bunlara defer. Böy-
HEP GENEL BAŞKANI FEHMİ IŞIKLAR
Batı'nın jandarması olamayızKörfez krizi, Ortadoğu'da
yük bir savaşa ve giderek bir dün-
ya savaşına dönüşecek mi?
Hemen herkes büyük bir kaygı
içinde bu soruyu sormaktadır.
öncelilde belirtelim ki bugün
Ortadoğu'da çıkacak bir savaşın
iki tarafı vardır. Birincisi, emper-
yalist sömürgecüiği güçlendirmek
ve bölgedeki petrolü denetim al-
tına almak isteyen emperyalist
güçler, ikincisi ise gerici ve gidici
yönetimlerini ayakta tutmak iste-
yen güçlerdir. Bu savaştan en çok
bunlar yararlanmak istiyor.
tşçilerin, köylulerin, memurla-
rın, esnaflann, ışsizlerin, kadınla-
nn, gençlerin, çocuklann, kısaca
genciyle yaşhsıyla yoksul halkın
tırmandınlmak istenen bu savaş-
tan hiçbir yararı yoktur. Çünkü
savaş, halklar için kan ve gözyaşı
demekür. Daha çok açhk, daha
çok yokluk, daha çok sefalet, da-
ha çok yıkım ve daha çok acı de-
mekür. Bu gerçek yuzyıhmızda
ağır bir biçimde yaşanmıştır.
Körfez krizine bu gerçeğin bi-
linciyle yaklaşmak, nedenlerini
araştırmak gerekiyor. BUindiği gi-
bi NATO ittifakının başını çeken
Amerika ile Varşova Paktı'nın ba-
şuıı çeken Sovyetler, önce başkan-
lar düzeyinde bir araya gelmişler,
soğuk savaşın son bulması için
karşılıklı silah indirimine basla-
mışlar ve giderek banş içinde bir
arada yaşamamn adımlannı at-
mışlardır. Çünkü, çıkabilecek bir
nükleer savaşın galibinin olmaya-
cağını en çok bu silaha sahip olan
JiLörfez krizinde Türkiye kendi gücüne, potansiyeline ve
stratejik konumuna uygun davranmalı, savaşı caydırıcı ve
; bölgede barışı sağlayıcı bir tutum takınmalıdır. Kendisine
yönelik bir saldın olmadıkça herhangi bîr askeri girişimde
bulunmamalıdır. Hükümet savaş izni isterken büyük bir
muhalefetle karşılaştığını, savaşa karşı büyük bir tepkinin
olduğunu ve savaşın bir macera ve yıkım olacağını
unutmamahdır.
bu guçler tarafından anlajilmıştır.
Karşılıklı bu diyalog, soğuk sa-
vaşa önemli darbeler indirmiş, dış
düşman tehlikesini öne sürerek
ayakta durabilen, yönetilen ikti-
dardan uzaklaştırılmış ve dünya-
da daha çok insan hakları, daha
çok özgurlük ve daha çok demok-
rasi dalgalan vayılmaya başlarmş-
tır.
Bu gelişmeler, halklara yeni
umutlar verirken ve yeni ufuklar
açarken silah tekellerine ve silah
tüccarlanna yeni pazarlar arama
ve yeni kâr alanlan yaratma zo-
runluluğunu getirmiştir.
Daha düne kadar, dünyada her
yıl yaklaşık 400 milyar dolar silah-
lanma için harcanıyordu. Şimdi
soğuk savaşı sona erdirme çaba-
sına karşı bu harcama sürsün is-
teniyor.
Diğer sanayi dallanna göre yak-
laşık yüzde 70 daha fazla kâr ge-
tsren silah tekellerinin emrındekı
binlerce iktisatçı, silah üretiminin
ekonomik faydalarıru dile getirir-
ken daha 1952'lerde ABD Başka-
m General D. Eisenhower şöyle
demiştir: "İşsizliği ortadan kaJdı-
tın siyuset değil, savaştır. Ancak
savaş sayesinde ekonomik faaü-
yetler yiiksek bir düzeye çıkabil-
mişür."
Soğuk savaş dönemini sona en-
dirme girişimleri, ne bu anlayışı ne
de bu anlayışa uygun ekonomik
yapıyı ve ne de bu yapıya uygun
ekonomik gerçeği ortadan kaldı-
rabilmiş değildir. Uzun sürede de
kaldırmayacaktır.
Bu gerçekler ışığında diyonım
ki bugün Ortadoğu'da patlak ve-
ren savaş, Batı'da yaşanmak iste-
nen banşın bedelidir ve bu bedel
Ortadoğu'da yaşayan yoksul halk-
- lara ödetilmek isteniyor.
Bugün bir yanda silahlanma
için harcanan milyarlarca lira var-
dır. öte yanda da işsizük, açlık,
hastalık, eğitimsizlik, çevre kirlen-
mesi, yüksek düzeyde iş kazası ve
meslek hastahğı vardır.
Bu durum, silah üreten ve sa-
tanların umurunda bile değildir.
Insanlığı baskı altında tutan so-
ğuk savaşın sona ermesi, kalıcı bir
dünya barışının gerçekleşmesi ya
da insanların birbirlerini boğaz-
laması hiç önemli değildir.
TürkJye'yi de yakından ilgilen-
diren bu gerçek sürekli göz önün-
de bulundurulmalıdır. A>Tica 10
seneden beri Irak'ın aldığı yakla-
şık 80 milyar dolarhk silahın, yüz-
de 53'ünü Sovyetler Birliği'nden,
yüzde 20'sini Çin'den ve geri ka-
lanını da çeşitli Batılı ülkelerden
aldığı ve bunun da ABD'deki ba-
nş bunaJımı içine düşen tekelleri
ne denli ilgüendirdiği biünmelidir.
Ayrıca dünyada üretilen petro-
lün yüzde 66'sı Körfez'de üretil-
mektedir. Batılı ulkelerin ekono-
misi ise petrole bağımlıdır. OPEC
ülkelerinin ihraç ettikleri petrolü
1/4 oranında kısmaları halinde,
bu ulkelerin mamul mal uretimin-
de 2/3 oranında azalma olmakta-
dır. Bu nedenle Basra'da üretilen
petrolü denetim altına almak, Ba-
tılı ülkeler için yaşamsal önem ta-
şımaktadır.
ABD, Kuveyt'in işgali konusun-
da bu nedenle çok duyarlıdır. Bu
doğrudan doğruya kendi çıkan ile
ilgilidir. Çunkü bilinmektedir ki
kendisi de "hür dünya" sloganıy-
la toprak işgal etmektedir ve Fi-
listin topraklannı işgal eden tsra-
il'e hiç de ses çıkartmamaktadır.
Bugun kimyasal silahlara insa-
rıi açıdan yaklaşan Batılı ülkeler,
Halepçede 5000 masum insanın
öldürülmesine seyirci kalabilmiş-
lerdir.
Saddam Hüseyin'in faşizan yö-
nelişı elbette durdurulmalı ve hiç-
bir zaman affedilmemelidir. Bu,
petrol krallan için değil, Arap
halkları için yapılmalıdır.
Türkiye, bu gerçeklerin ışığın-
da kendi gucüoe, potansiyeline ve
stratejik konumuna uygun dav-
ranmah, savaşı caydırıcı ve bölge-
de banşı sağlayıa bir tutum takın-
malıdır. özellikle de Batı'run jan-
darmalığı gorevini reddetmeli,
kendisine yönelik bir saldın olma-
dıkça herhangi bir askeri girişime
başvurmamalıdır. Ayrıca hükü-
met, savaş izni isterken büyük bir
muhalefetle karşılaştığını, savaşa
karşı büyük bir tepkinin olduğu-
nu unutmamau, güçlu bir birlik
olmadığı surece de savaşın bir ma-
cera ve yıkım olacağını anlamah-
dır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi'nin ekonomik yaptınm
karan tam uygulanabüir ve denet-
lenebilirse, kısa sürede saldırgan
Saddam Hüseyin yola gelecek ve
dünya banşı yeni bir boyut kaza-
nacaktır.
Televizyonda sık sık boy göste-
ren ve savaşı tek çare olarak gös-
termeye çalışan politikacılara ba-
kıldığında hemen hepsinin yaşlı,
duygusuz, duyarsız, geleceğe ilgi-
siz, sevgisiz, doyuma muhtaç, ken-
dinde olmayam duşleyen, dünya-
yı kendince bicimlendırmek iste-
yen bencil ve acımasız insanlar ol-
duğu açıkça görulmektedir.
Bunlar toplumlar tarafından
engellenmelidir. Yaşadığımız yüz-
•yılda bir 3. dünya savaşı daha ya-
şanmamahdır.
kariannı gözeten düzenleri destek-
leme gayreti şekiine dönüşme-
melidir.
Bu çerçevede, Körfez'de birik-
miş Batı ve Arap gücüne bir harp
gemisi ya da bir askeri birlik gön-
dererek katılmak yersiz, gereksiz,
yanlış ve tehlikelidir. Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi, bir
uluslararası askeri güç kurulma-
sına karar vermedi. Eğer bir gün
böyle bir karar alırsa bu, askeri
güce nasıl katkı yapılacağı, her
devletle ayn ayn anlaşmalar yapı-
larak, meclisîerde kararlaştınlarak
meydana çıkacaktır.
Zaten olası savaş bölgesinin ku-
zey sınınnı koruyan bir komşu ül-
ke olan Türkiye'nin bölgenin baş-
ka bir yerine savaş birliği gonder-
mesini istemek, hangi haklı gerek-
çeye dayandınlabilir. Körfez'e
sembolik bir birlik göndermek,
bugün yine kamplara ayrılmaya
başlayan Arap ülkeleri arasmda
açıktan taraf tuttuğumuz izlenimi-
ni verir. Bunun ne faydası vardır?..
Aynca uluslararası hukuk düzeni-
ni korumaktan başka bir maksa-
dımız olduğu şüphelerine de yol
açar. Bunlara hiç gerek yoktur.
Biz, güney komşusunu aniden is-
tila eden bir Ulkenin kuzey kom-
şusu oünamıza rağmen bu hukuk
ihlalini kınayan ve düzeltilmesini
isteyen Birleşmiş Milletler Güven-
lik Konseyi kararlarını çekinme-
den uygulayan bir ülke olarak
dünyada itibar kazandık. Bu iti-
barı gene uluslararası hukuk ilke-
lerine bağhlığımızı göstererek, ba-
nşçı çözümleri özendirerek devara
ettirebiliriz. Unutmayalım ki Or-
tadoğu'daki öteki uluslararası hu-
kuk ihlalleri de, lsraii, Arap kav-
gası, Lübnan'daki iç savaş ve dış
müdahaleler, bunların hepsi bir
gun Birleşmiş Milletler ilkelerine
uyan uzlaşmalann kabul edilme-
siyle sonuçlanacaktır. Bu sonucu
yaklaştırmak için de en etkin dav-
ramş, uluslararası güvenlik siste-
minin, şimdi Irak Kuveyt anlaş-
mazlığını banşçı yoldan çozmesi-
ne katkı yaprnaktır.
TBKP GENEL BAŞKANI NtHAT SARGEV
Körfez krizinde ulusalçıkarımız yokSon birkaç yıl içinde soğuk savaşın adım adım sona erişi-
ne tanık olduk. Nükleer bir dünya savaşı kâbusundan kur-
tulan dünya rahat bir nefes aldı, topun ağzındaki Türkiye
de.
Sorunlann her ne biçim ve düzeyde olursa olsun banşçı
yollarla, banş içinde çözümü... Bu artık sadece güzel bir rüya
değildi. Olasıhk olanaklı kılınıyordu. Yeni 'Körfez krizi' bu
sırada patlak verdi.
Ne olmuştu? Bize komşu ve Birleşmiş Milletler üyesi bir
ülke, kendisine komşu ve Birleşmiş Milletler üyesi diğer bir
ülkeye tecavüz etmiş, onu ele geçirmiş ve kendisine ilhak et-
mişti. Birleşmiş Milletler derhal harekete geçti. Güvenh'k
Konseyi toplantı. Oybirliğiyle olayı kınadı, ilhakı tanıma-
dığını bildirdi ve 40 küsur yıllık tarihinde örneği hemen he-
men rastlanmamış yaptırımlara başvurdu. Irak'a ambargo
uygulamasına gefildi.
Türkiye, -ki bu uygulama komşu bir ülkeyle ilişkilerinin
alacağı seyir ötesinde doğrudan kendi gelirinde milyarlarla
ifade edilen kayıp demek oluyordu bu ayru zamanda- Bir-
leşmiş Milletler'in ambargo karannı ilk uygulayanlar ara-
sında yer aldı, Irak'tan Yumurtalık'a gelen petrol boru hal-
tını derhal kapattı.
Bu kadar aceleciliğe gerek var mıydı? Bu soylendi de. Ama
yanıt hazırdı. BM'nin sadık bir üyesi olarak Türkiye örnek
bir davramş sergilemişti. Bu da elbet karşılığını bulacak, bi-
zim kendimizi bir parçası saydığımız, ama bizim öyle say-
mamıza karşın özellikle son zamanlarda dış politika alanında
üst Uste çıkmazlara sürüklendiğimiz Batı dunyası bu davra-
nışımızı anlayacak, değer ve kadrimizi bilecekti.
Buraya kadar denecek fazla bir şey yok gibi görünmek-
teydi. Fakat burada kalınmadı. Amerika giderek bastırıyor,
gerüim giderek yukseliyordu. Irak'ın Kuveyt'i ilhakı, ABD'ye
Körfez ve bölgesini kendi bildiğince yani oz çıkarları doğ-
rultusunda düzenleyebilme için hanidir beklediği fırsatı ver-
miş gibiydi. Bölgede büyük kuvvet yığınağına başlandı.
Savaş kapımızdaydı. Iktidar ise bu politikamn miraarı ve
bizzat yürutücüsu Sayın Özal'ın kendi deyimiyle, "atak ve
riskli" polıtikası ile bu hengâme sonrasında yeniden düzen-
lenmesini kaçındmaz gördOğü Ortadoğu'da bu düzenleme
için ve niçin savaş? ABD'li kimi açık sözlülerin
belirttiği gibi petrol ve para için mi? Yoksa Batı'mn
zenginler kulübüne, servis kapısmdan girebilme umudu
için mi? Hükümetin atak ve risk yüklenmeye hazır
politikasmdan dolayı, dışımızdaki bir savaş, bizimle
doğrudan ilgisi olmayan bir savaş olasılığı,bizle iç içe.
sırasmda hak ettıği sözu söyleyebilme peşindeydi. Bu giz-
lenraiş de değildi, açıkça ifade edilmekteydi. Muhalefet bu
politikamn kesinlikle karşısındaydı, direndi. Genel göruş-
meden elle tutulur bir sonuç çıkmayacak olsa da Meclis top-
lantıya çağrıldı. Bu sırada fırsattan yararlanarak hükümete
"savaşa girme" yetkisi verilmesi girişimi tersine tepti. Biz-
zat hükümet ve iktidar partisi grubu içinde dahi bu politi-
kaya hatın sayılır bir muhalefet bulunduğu ortaya çıktı. is-
tenen yetki, anlamsız bir izne dönüştürüldü. O kadar.
Ama atak ve risk yüklenmeye hazır politika surmekte. Ls-
telik tam şu sırada o bölgedeki "400 yıllık egeraenligimiz'-
den söz açılması elbette bir dil sürcmesi sayılamaz. Savaş
tehlikesi ise kimi küçük ümit ışıklan belirmiş olmasına karşın
henüz geriletilebilmiş değil. Birleşmiş Milletler'in eski ve yeni
genel sekreterleri seslerini yükselttiler. Perez de Cuellar ara-
bulucu olabileceğini belirtti. Irak, Bağlantısızların dönem
başkanı Yugoslavya'ya arabuluculuk için başvurdu. Diğer
yandan ABD yeni kuvvetleri bölgeye kaydırmayı surdürü-
yor, askeri yığınak giderek büyüyor, güç gösterisi devam edi-
yor.
Olaylar çağın gerek ve olanaklanna uygun olarak çok hızlı
gelişmekte, göz açıp kapayıncaya kadar denecek zamanda.
Krizin başlangıcından bu yana daha bir ay dolmadı. Gene
çağın gerek ve olanaklanna uygun olarak kamuoyunu belü
yönde kanalize etmeye dönük iletişım ve propaganda me-.
kanizması da aynı ruzla hareket etmekte. Ama bu, bir sa-
vaş, hele en modern yok edicilerin deneneceği ve örnekleri
daha önce de görüklüğü üzere kimyasal, biyolojik silahla-
rın da yasak tanımaksızın kullamlacağı brr savaş söz konu-
su olduğunda herkesin zihnine birbiri ardına birçok soru-
nun takılmış ohnasını engelleyemedi. Sorular soruluyor, yanıt
bekleniyor. Ve yanıt beklenen sorulann sayısı giderek ka-
barıyor.
En başta ilk ve en yakıcı soru: Kimin için ve niçin savaş?
Evet, bir yanda despotik bir rejim, ama obür yanda da
kurunu vusladan kalma, dupedüz çağdışı bir yönetim. Biri
diğerini ilhak etmiş. Doğru, ama hemen yanıbaşındaki ls-
raii, işgal ettiği toprakları yıllardır sahiplerine terk etmiyor,
karşı çıktılar diye çocuklann kolu taşla kırdırılabiliyor da
değil herhangi bir yaptınm, yardımın aslan payı her yü ABD
bütçesinden ona ayrılıyor.
O zaman gerçekten kimin için ve niçin savaş? ABD'li ki-
mi açık sözlülerin belirttikleri üzere "petrol ve para"sını ko-
rumak için mi? Bu yoila, bizi bir türlu aralanna almadıkla-
rı Batı'mn zenginler kulübüne, servis kapısmdan ve o ko-
şullarla olsun girebilme umudu için mi? Niçin ve kim için?
Cumhurbaşkanı Özal, "ulusal çıkariar" için demişti. Ve bir
gazetecinin sorusuna yanıl olarak eklemişti: "Suudi Arabis-
tan askerlerimizi davet ederse ulusal çıkarianmız var demek-
tir." Suudilerin çağnsı eşittir ulusal cıkarlar. Yeteri kadar açık
değil mi? Bu yanıt, yanıt değildir demekle yetinelim.
Şu sıralar gene "Türkiye'nin jeopolitik durumu" konusu
gözde. Resmi ağızlarca durmaksızın bu duruma atıfta bu-
lunuluyor. Coğrafyadaki yerimize gerçekten uygun bir po-
litika ne olurdu acaba? Ne olmalıdır veya? Avrupa'yı As-
ya'ya, zengin kuzeyi fakir güneye bağlayan köprü konumu
unutuidu mu yoksa? Ve de Hıristiyan âlemin yanıbaşında
laik bir İslam ülkesi. Oysa Ortak Pazar'ın kapısını bu ko-
numun olanaklanm ileri sürerek çalmamış mıydık her şey-
den önce?
Başka sorular da geldi akla: Başta Cumhurbaşkanlığı ma-
kamının konumu. Anayasaya göre sorumsuz durumdaki
Cumhurbaşkam'mn bizzat icranın başında yer aldığı baş-
kanlık sistemi ile yönetiliyormuşuzcasına davranışı ve bu-
nunla birlikte ister istemez ortaya çıkan anayasa sorunu ve
daha başka sorular.
Sayın Cumhurbaşkam'mn gazetecilerle söyleşisinden edi-
nilen ortak izlenimi bir gazeteci aktarmıştı. Aynı izlenimi
kimi resmi açıklamaiardan da edinmek mümkün: Bu riskli
politikamn onemli bir nedenini. büyük müttefikimizin bize
karşı oynaması olası kimi kartlan engellemek oluşturmak-
taymış, orneğin Kürt kartı, şimdilerde geri plana itilmiş gö-
rünen Ermeni kartı vb. Mümkündür, yapabilir büyük müt-
tefıkimiz. Zaman zaman kimi kartlannı en azından bize kar-
şın oynamaktan geri durmamıştır, durmayacaktır. Öldürü-
ıen elçilerüniz, konsoloslarımızın anısı belleklerimizde ta-
ze.
Bu da akla yeni sorulan getirmekte. Müttefik seçmedeki
ölçütlerden başlayarak çok önemli bir soruyu getirip diki-
yor bütün ağırlığıyla karşımıza: Eğer gerçekten doğusunda
balısında insan hakları, demokrasi gerçekleşmiş olsaydı ül-
kemizde; Kürt, Türk bütün insanlarımız haklarını rahatlık-
la kullanarak demokrasi içinde yaşıyor olsalardı, böyle bir
endişe, vaktiyle mevcut olsaydı bile çoktan anlamını yitir-
miş olmayacak mıydı?
Oysa şimdi, butün bu nedenlerden dolayı, dışımızdaki bir
savaş, bizimle doğrudan ilgisi bulunmayan, meşru müdafaa
durumunda olmadığımız bir savaş olasılığı bize çok daha
yakın, âdeta bizimle iç içe. Ve de beliren kimi ümitlere kar-
şın Körfez'deki olası bir savaş soluğu hâlâ ensemizde.
Geçenlerde Cumhuriyet gazetesi, Mustafa Kemal'in
1923'tekı bir konuşmasını arumsatmıştı. Son cümlesini bu-
günün diliyle yinelemek istiyorum: "Ulusun ^jamı söz ko-
nusu olmadıkça savaş cinayettir"
Körfez krizinde ulusumuzun yaşamı söz konusu değildir.