25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 25 MAYIS 1990 S L P II İ K A R A M A V (EmJLw\Alb.E*ki MtiK üyeai)3 0 Y I L S O N R A 2 7 M A Y I S Tarih ve saat kararlaştırılmıştı: 26 mayıs günü son hazırlıklar yapılıyor, bağlantılar gözden geçiriliyordu 'Yarın güneşbatıdandoğacak'thtilalin yapılacağı gün ve baş- latılacağı saat uzerinde kesin ka- rar 26 mayıs saat 14.00'te Camlı Köşk'te toplanan bir kısım MBK üyeleri larafından verildi. Bu top- lantı birkaç dakika sürdü. Bir ön- ceki toplantı aynı yerde 3 saat ön- ce saat 11.00'de yapılmıştı. Büiik- lerden biriyle irtibatla küçük, fa- kal önemli bir pürüz kalmıştı. Bu- nun çözümü için son karar top- lantısı 3 saat geriye bırakılmıştı. Aslında son bir haftadır 10 daki- kadan fazla sürecek ve fazla kişi- ain katılacağj toplantıları artık Camlı Köşk'te yapmıyorduk. Bu- ranın giderek güvenliğinin bozul- duğunu hissediyorduk. Kimi üst rütbeliler ve daire başkaru gene- ral, giren çıkanlan kuşku ile, belki de bu gizliliğe kanşabilmenin öz- lemi içerisindeizliyorlardı. Bu ne- denlerledir ki 26 mayıstan önce- ki haftalar içinde yapılan toplan- tılar Alb.Mithat Ceylan'ın ya da Alb.Cevat Kırca'mn odalannda yapılmıştı. Fakat 26 mayısta ya- pılacak kesin karar toplantıları çok az kişiyle ve kısa süreli ve de ayakta olacağı için Camlı Kösk'- te yapıldı. Odadan aynlınca ihti- lal makinesi bir daha geriye dö- nüşü olmamak üzere işletilmeye başlandı. Herkes kendisine bağlı birimleri uygun bulacağı zaman planlaması ile harekete geçirecek- ti. Birliklerin başında ya da için- de bulunacaklann dışındakiler, saat 21.00'de Harb Okulu'nda hazır olacaklardı. Parola ve işa- retler verildi. Herkes kendisine dflsen işleri yapmak üzere dağıl- dı. Odama döndüğümde beni he- yecanla bekleyen trfan Solma- zer'e kendi örgütünü harekete ge- çirmesini, saat 21.00'de Harb Okulu'nda bulunmasını soyledim. Parolayı aklı ve aynldı. Bana bağ- lı birimlerin başkanlannı sırayla anyordum. Yzb.Dündar Taşer'i, Bnb. Zeki Tüfekçioglu'nu leie- fonla ayn zamanlarda odama ça- ğırdım. Birincisi görevi aldı, za- manında Harb Okulu'nda bulun- mak üzere aynldı. tkincisine eki- bini uyararak hazırlıklara başla- tnasını, kesin görev almak üzere saat 19.30'da Kızılay-Sıhhiye ara- sında verdiğim noktada buluşma- mızı söyledim. ' Çalışma saati bitimine kadar büromdan aynlmadım. trfan Sol- Yüksek Levazım Albay Şefik, gözleri yaşlı, bana bir çıkış yaptı: 'Siz kurmaylar daha ne kadar duracaksınız? Bir şeyler yapın.' O ana kadar kendisiyle bu gibi konularda hiçbir şey konuşmamıştık. O anki durumu da bilmiyordu. Kulağına eğildim, birden ağzımdan şu sözler döküldü: 'Ne diyorsun ağabey, yarın bir inhidam olacak, güneş batıdan doğacak. Ertesi günü, yani 27 mayıs saat 11.00'de, MBK üyeleri korunmalı olarak Genelkurmay Karargâhı'na götürülürken, bu arkadaş bini aşkın subayın arasından sıyrılıp korunmayı yararak boynuma atılmış, yüksek sesle hıçkırarak ağlıyordu. MBK uyelerinden bir grup, 27 Mayıs sonrasında basın toplantısında. Sagdan trfan Solmazer Suphi Karaman, Orhan Erkanlı, Orhan Kabibay, Fahri Ozdilek. mazer dışında odamda çalışan di- ğer personel (ikisi kurmay subay S kişiydiler) durum hakkmda hiç- bir şey bilmediler. Bir ara kori- dorda, bitişik odada görevli Le- vazım Şube Müdürü Yük.Lv.AIb. Şefik'e rastladım. Heyecanlı ve gözleri yaşlı bana bir çıkış yaptı: "Siz kurmaylar daba ne kadar duracaksınız. Bir şeyler yapın." O ana kadar kendisiyle bu gibi konularda hiçbir şey konuşma- mıştık. Doğaldır ki o andaki du- rumu da bilmiyordu. Çalışkan, iyi niyetli ve dürüst bir insandı. Du- daklan titriyor, yüreğinde acı çe- kiyordu. Ben de heyecanlanmış- tım. Onu bu durumda bırakma- ya gönlüm razı olmadı. Kulağına eğildim, ağzımdan birden şu söz- ler döküldü: "Ne diyorsun agabey, yann bir inhidam olacak, güneş babdan dogacak." Birden irkildi. Bakışları neselendi. Elimi dudaklanma gö- türerek "sus" işareti yaptım ve aynldım. Bu arkadaş ertesi günü yani 27 mayıs saat 11.00'de MBK üyeleri sıkıyönetim karargâhın- dan korunmalı olarak Genelkur- may Karargâhı'na götürülürken dışarıda toplanmış, yüzlerce bel- ki bini aşkın subayın arasından sıyrılıp korunmayı yararak boy- numa atılmış, yüksek sesle hıçkı- rarak ağlıyordu. Çalışma saatimin bitimine 15 dakika kala o andaki görevimde ilk amirim olan Personel Daire Başkanı Tuğg. frfan Başluğ beni çağırdı. Neşeliydi; fakat heyecan- lıydı. Birkaç gün önce bize katıl- dığını biliyordum. Ama o beni bilmeyecekti. Odasına gjrip çıkan- lar çekilince açıldı: "— Ne yapacagız. Harb Oku- lu'na nasıl gideceğiz. Şoförüme ne diyecegim; 'bekle' mi diyece- ğim?" gibi sorular sorunca duru- mu tümden bildiğini anladım. "Ben yann sabab geteem ofanaz mı" deyince çok kesin yanıt ver- dim: "Hayır olmaz. Durumu tüm- den bUmeseydiniz oiurdu. Şofö- rüniizü bıralarsınız, ben Sıtkı l lay'ın arabasıyla dönerim der- siniz." Benimle kucaklaştı ve "GeHyornın" dedi. Saat 17.30'da Milli Savunma Sinema Salonu'nda bir toplantı yapılacağı emredilmişti. Ankara garnizonunda bulunan bütün bir- lik komutanları ve karargâhların ust düzey amirleri (şube müdür- leri dahil) bu durum ve ordudaki huzursuzluk hakkında bir konuş- ma yapacak ve direktifler verecek- ti. Emir gereğince benim de bu toplantıya gitmem gerekiyordu. Bizim makine artık çalışıyordu. Bu toplantı artık beni ilgilendir- mezdi. Ben unumu elemiş, eleği- mi asmıştım. Toplantıya gitme- dim. Aynı saatte sıkıyönetim ka- rargâhına istihbarat yapmaya git- tim. Birkaç saat sonra öğrendim ki Genelkurmay Başkanı Rüştü Er- delhün toplanan general ve subay- lara çok sert bir konuşma yapmış, gözdağı vermiş, ordunun DP ik- tidanna bağlı olduğunu bildirmiş. Teybe alınan konuşmalannı ikti- dar mensuplanna bağlılığırun bir kanıtı olarak Çankaya Köşkü'ne göndermiş. Herhalde Cumhur- başkanı Bayar da hemen dinle- miş, içi rahat etmiştir. Sıkıyöne- tim karargâhında (Halen TBMM'nin batısında bulunan Harp Tarihi Dairesi) Harekât Şu- be Müdürlüğu görevini yapan ar- kadaşım, dostum, çok sevdiğim insan Kur. Yb.Ahmet Ziya Önde'- yi görecektim. Onun bizim hazır- lıklarımızdan, yapacağımız işler- den hiçbir haberi yoktu. Olamaz- dı da. O mevcut durum içinde gö- revini her zaman büyük özveri ile en iyi yapan bir kurma/dı. Çev- resinde çaüşanlann enerjileri, ona uyura sağlamalarına yetmezdi. önde'nin odasına varmadan sı- kıyönetim mahkeme salonu önuıı- de genç subaylardan bir kalaba- lık gördüm. Içlerinde bana bağlı ERCÜMENT YA VUZALP (Özei Kalem Müdürü)I K T I ' D A R D A N I D A M A M E N D E R E S Başbakan, önceleri tek hâkim durumundaydı, sonralarıyavaşyavaş inişe geçti Iki dönemde iki farklı Menderes— 13 — O dönemı yaşayanların bildiği gibi, Menderes giyimine çok dik- kat ederdi. Elbiselerini devrin ta- nınmış terzilerinden lzzet ve Ke- mal Milash'ya, gömleklerini de Beyoğlu'ndaki tanınmış gömlek- çi Zara'ya diktirirdi. Ayakkabıla- ra özel bir merakı olduğu için bunları Avrupa'dan Bally'den ge- tirtirdi. Gene bir gün ayakkabıya ihtiyacı oldu. Benden eski özel ka- lem mıidürü ve o sırada Paris'te görevli olan Şefik Fenmen'e yazıp, daha önce getirtmiş olduğu ayak- kabılardan bir çift daha gönder- mesini sağlamamı istedi. Ayakka- bılar posta ile geldi ve posta ilmü- haberinin yanında bir de gümrük pusulası vardı. Ayakkabılar için dört yüz elli lira Gümrük Vergisi isteniyordu. O zaman piyasadaki ayakkabıların en iyisinin fıyatı bu miktann onda birinin bile altın- da idi. Başbakan hemen parayı verdi. Ayakkabılar geldikten son- ra, "Bir çift ayakkabıdan bu ka- dar gümrük alınmasının hiçbir mantıgı yok. Gumnik daha ma- kul olsa herkes koşup Ballv ayak- kabısi mı alacak? Bunu giyecek zaten birkaç kişi" dedi. Bunları cebinden çıkan para için değil, uy- gulamadaki mantıksızlığa bir tep- ki şeklinde söyledi. Menderes, özel kalem aracıhğı ile yaptırdığı zaten çok sınırh ki- şisei siparişlerinin bedelini, benim görev süremde hep ödemiştir. Ay- nca, o zaman dedikodusu yapıl- dığı gibi vergi borçlan, çocukia- nnın okul masraflarınjn örtülü ödenekten ödenmesi için bir tali- mat verdiğine de taruk olmadım. Eğer daha önceki dönemlerde bir- kaç istisna olmuş ise, bu herhal- de bu fonları kötüye kullanmak amacından değil, harcama düze- nindeki kargaşadan kaynaklan- mıştır. Yassıada mahkemeleri devam ederken,^)rtülü ödenek davası sı- rasında beni de tanık olarak çağır- dılar. Benim dönemimde özel ka- leme intikal etmiş harcamalar hakkında kısa bilgi verdim. Men- deres, vergi taksitleri, çocuklannm okul masraflannın örtülü ödenek- ten ödenmesi için özel kaleme ta- limat verip vermediğinin benden sorulmasını istedi. Böyle bir tali- mat vermediği cevabını verdim. Savcı Altay Egesel, başbakanın özel çek defterinin özel kalemde bulunup bulunmadığını sordu. Daha önceki dönemi bilmediğimi, benim görevım sırasında özel çek defterinin bende olmadığını söy- ledim. Tanıklık için Yassıada'ya gitti- ğimizde tanıklan, sıralarını bek- lemek üzere bir barakaya almışlar- dı. Sırarnı beklerken bir deniz eri barakaya geldi ve "Ercüment Ya- vuzalp kim?" diye sordu. Kendi- mi tanıtınca, "Sizi kurmay başka- nı bekliyor. Beni takip edin" de- di. Neden çağnldığımı tabii me- rak ettinı. Kurmay başkanının kim olduğunu da bilmiyordum. Odadan girince kurmay başkanı- nın daha sonra amiral olacak De- niz Kurmay Albay Bülent Tarkam olduğunu gördüm. rum. Oradan Şehirhatlan ile şeh- re iner ve bir an evvel Ankara'ya dönmüş olurum" dedim. "Kolay" dedi. Tanıklığım bittikten sonra benim yanıma geldi ve beni heli- kopterle şehire kadar gönderece- ğini söyledi. Bu benim istediğim- den de fazla idi. Helikopter için ada komutanından müsaade iste- miş, komutan "Müsaade edeyim, ama arkadaşına söyle mesleği ve geleceği var. Menderes'i kollay^- cak şekilde tanıklık etti" diyerek bir nevi sitemde bulunmuş. Men- deres'i kolladı dediği, bildiklerirai olduğu gibi anlatmış olmam. Ta- malzeme sağlamak sonucunu ver- miştir. Korur'un, başbakanın bir türlü mahsuplan yapma>-a yanaş- maması üzerine "başımıza bir iş çıkacak" şeklindeki tahmim doğ- ru çıkraış, gerçekten örtülü öde- nek konusu hem Korur, hem de Menderes için bir hayli sıkıntı ya- ratmıştır. Mahsuplar yapılmış ol- sa idi, belki bu dava yine olacak- tı. Fakat herhalde dosyasının te- kemmulü biraz daha zor olabilir- di. Korur ile Menderes arasında bu bahsettiğim ilişkilerle ilgili bir ola- ya da, Eisenhower'm Türkiye'yi zi- Eisenhower, Türkiye'den ayrılma- dan bir gün önce, bu gibi ziyaret- lerde mutat olduğu üzere, başta Cumhurbaşkanı Bayar olmak üzere, Türk tarafına vereceği he- diyeleri dağıtmış, tabii, bu arada, Menderes'e de bir hediye vermiş- ti. Başbakan da buna mukabele etmek gerektiğini düşünmüş. Hem müsteşarı hem de beni sabah er- ken çağırmıştı.. Biraz sonra baş- bakan salona geldi. Hediyeyi gös- terdi bana dönerek. "Biz de mıı- kabelede bulunalım, değil mi" diye sordu. Kendisine, Eisenho- wer'ın, sayın cumhurbaşkarumızın ülke idaresinde fıilen bir numaralı adamdı. Arada bir Cumhurbaşka- nı Bayar'la istişare etmekle bera- ber, bu sık sık olan bir uygulama değildi. Fiilen ülkeyi yöneten Menderes idi. Hükümet üyesi ba- kanlar ve parti üzerindeki otori- tesi aşikârdı. Olaylar başladıktan sonra, Bayar, yeniden sahneye çık- tı. O döneme kadar birinci adam görunümünde olan ve Bayar'ı faz- la umursamaz görunen Menderes, olaylar ciddi nitelik kazandıktan sonra, adeta gönüllu olarak ikin- ci adamlığı benimsedi. Her ne kadar bu dönemde de Ülkeyi 27 Mayıs'a sürükleyen olaylar başlayıncaya kadar, Menderes ülke idaresinde fiilen 1 numaralı adamdı. Fiilen ülkeyi yöneten oydu. Bakanlar ve parti üzerindeki otoritesi aşikârdı. Olaylar başladıktan sonra Bayar yeniden sahneye çıktı. O döneme kadar 1. adam olan ve Bayar'ı fazla umursamayan Menderes, olaylar ciddi nitelik kazandıktan sonra, gönüllü olarak 2. adamlığı benimsedi. Kendisi ben Karaçi Büyiikelçi- liği'nde başkâtip iken oraya geçi- ci göre\'le gelmiş, uzunca bir süre kalmıştı. Karaçfde bulunduğu bu süre içinde kendisi ile dostluk kur- muştuk. Beni oturtup biraz has- bıhal ettikten sonra bana ne yar- dımda bulunabileceğini sordu. Tk- nıklık için bizi sabah getiren va- pur, ancak akşam dönüyordu. Oy- sa Ankara'dan görevimi bırakıp tanıklığa geldiğim için benim bir an evvel Ankara'ya dönmem ge- rekiyordu. "TamkJıgım muhteme- len öğleden once bitecek, beni bir vasıta ile Büyukada'ya göndermek momküıı olursa çok memnun olu- bii bunu bir hayli yadırgadım. Müsteşar Ahmet Salih Korur ile başbakan arasındaki ilişkilerin son yıllarda pek sıcak olmaması, daha önce de söylediğim gibi or- tülü ödenek harcamalannın belirli bir düzene sokulamamış olmasın- da etkili olmuştur. Menderes'in bi- rikmiş hesapların mahsubunu uzun sure askıda bırakmış olma- sının gerçek nedenlerini bilmiyo- rum. Bunu müsteşarı kontrol al- tında tutmak için bir araç olarak kullanmak için yapmış olması bir ihtimal olabilir. Herhalde bu du- rum, Yassıada mahkemelerinde böyle bir dava açılabilmesi için yareti sırasında tanık oldum. ABD Başkam'nın ziyaretinin son günü sabahı saat beş civannda, başba- kanın beni Camlı Köşk'te (Başba- kanlık Konutu) beklediğini haber verdiler. Acele giyinip konuta git- tim. Salonda Ahmet Salih Korur vardı. Beni görünce kızgın bir şe- kilde "Yahıı nereden çıkarttın bu hediye işini?" dedi. Benim hiçbir şeyden haberim olmadığını, neden çağrıldığımı da bilmediğimi söy- ledim. Hediyeler Ahmet Salih'te durur ve herhangi bir kimseye he- diye vermek icap ettiğinde, o, oda- sına bitişik küçük bir odada de- po edilmiş hediyelerden verirdi. misafiri olduğunu, onun mukabe- le etmesinin yeterli olacağını, ken- disinin mukabelede bulunmasına gerek olmamakla beraber, tabii hediye vermek isterse, buna da bir engel bulunmadığını söyledim. "Peki öyle ise vermeyelim" dedi. Korur'la hemen hemen hiç konuş- madı ve her ikimizi de evlerimize geri gönderdi. Başbakanlıktaki görev suremde, Menderes'in başbakan olarak he- men hemen hâkimi mutlak oldu- ğu devre ile yavaş yavaş inişe geç- tiği dönemi bir arada yaşadım. Ül- keyi 27 Mayıs'a sürükleyen olay- lar başlayıncaya kadar, Menderes, söz sahibi olmaya devam etti ise de, Bayar'ın idareye hâkimiyeti da- ha görünür bir hal aldı. Bu duru- mun Menderes'i rahatsız ettiğine dair herhangi bir işaret olmadığı gibi, aksine Menderes'in bu kritik dönemde Bayar'a ihtiyaç duydu- ğu ve cumhurbaşkanının daha ak- tif bir şekilde işlerin içine girme- sinden rahatlık duyduğu da hisse- dıliyordü. Dolayısıyla Başbakan- lıktaki kısa görev süremde, ben iki Menderes görmek ve onun bu her iki dönemde davranış ve tepkiieri hakkında bir fikir sahibi olmak imkânını buldum. Başbakanlıkta çalışmaya başla- mamdan kısa bir süre sonra edin- diğim ve sonradan da aynen mu- hafaza ettiğim izlenim, Mende- res'in, Türkiye"yi kalkındırmak gi- bi bir misyona sahip olduğuna iç- tenlikle inanmış olduğudur. Dava- sına olan inancında ıçtenliği ve bunu yürütmek ve gerçekleştir- mek için azim ve heyecanı bence kuşku götürmez. Ikinci bir inan- cı da, bu davasının gerçekleştiril- mesine, muhalif basın da dahil, amansız muhalefetin engel oldu- ğudur. Benim çalıştığım dönem- de bu inanç tehlikeli bir saplantı halini almıştı. Hatta diyebilirim ki, muhalefetle mücadele, bu dö- nemde her şeyin üstünde bir ön- celik kazanmıştı. Başbakanın gun- lük mesaısinde muhalefet de bü- yük bir yer alıyordu. Kendisine ya- km bakan ve milletvekiUeri ile sık sık yaptığı toplantılann hâkim ko- nusu daima muhalefet sorunu idi. O zaman, radyoda her akşam Radyo Gazetesi diye bir program vardı. Son aylarda bu programdaki konuşmaların hemen hemen tü- münu başbakan yazıyordu. Tabii konuşmaların ana teması muha- lefete hücum idi. Muhalefet ileri gelenlerinin beyanatlan, hatta mu- halif basında çıkan yazı ve yorum- lann büyük bir kısmına bu konuş- malarda cevap veriliyordu. Bazen yabancı kuruluşlann bildirileri de bu cevaplardan nasiplerini alıyor- lardı. Mesela, bir keresinde Ulus- lararası Basın Enstitüsu, basın öz- gürlüğümüzü eleştiren bir bildiri yayımlamıştı. Evvela, savcılık bu bildirinin yayımlanmasını yasak- ladı. Ertesi gün gazeteler, yayın yasağı konulduğunu göstermek için, birinci sahifelerinin bazı kı- sımlannı bevaz çıkardılar. O gün akşam Radyo Gazetesi'nde bu ku- ruluşa veryansın edildi. Gazeteler- deki beyazların ne olduğunu me- rak eden halk, bunun cevabını, Radyo Gazetesi'nden öğrendi. So- nuçta bildiri, üzerine gidiimeme- si halinde uyandırabileceğinden, bu yöntem sayesinde çok daha fazla ilgi uyandırdı. Bu suretle Menderes iktidanmn son aylarında iktidar ile muhale- fet arasındaki her gecen gün do- zu artan karşılıklı atıp tutmalar si- yasi hayatın öncelikli uğraşısı ha- line geldi. Menderes, hırçınlaştık- ça muhalefet ve muhalif basın sal- dırıların dozunu arttınyor, bu sal- dırılar arttıkça Menderes daha da hırçınlaşıyordu. larm: Ouygusal Hder örgütlerden birinin ekip bası Top.Bnb.Mehmet Sözmen ile ay- nca Bnb.İbsan Kabadayı vardı. Mehmet Sözmen ile öğleden son- ra irtibat kuramamıştım. Sessiz- ce saat 19.15'te beni orduevi ci- vannda beklemesini söyledim. Coşkulu, nutukçu Ihsan Kabada- yı'njn da çenesine siddetli bir yumnık attım. Ona şimdilik bun- dan daha fazlası söylenemezdi. Benim gibi kannca incitmez bir arkadaştan hiç beklenmeyen bu yumruğun anlamını Ihsan Kaba- dayı ancak 3 saat sonra anlayacak ve de ortaüğı birbirine katacaku. Mahkeme saJonunda tutuklu subayların duruşması yapılıyor- du. Içlerinde sınıf arkadaşım Kur.Yb.Hayrettin Hanağası da vardı. Toplanan subaylar benim de duruşmayı izlemeye geldığimi sandılar. Oysa benim böyle sey- lerle ilgim yoktu. Çekip oradan aynldım. Doğru Ahmet Ziya ön- de'nin odasına girdim. Ankara Sıkıyönetim Karargâ- hı'nda çalışan hiçbir subayla ör- gütsel irtibatımız yoktu. tçlerin- de 2 kurmay subay, Recep Ergun ve Remzi Kayacıoglu, Sezai Ofcaa'ın emrinde çalışırken bir ay önce sıkıyönetim karargâhına alınmışlardı. Fakat onlar da hiç- bir şeyin farkında değillerdi. Da- ha doğrusu kendileriyle örgütsel bir bağ kurmamıştık. Sıkıyönetim karargâhı kurulurken komutan Korg.Namık Arguçelinde bir kur- maylar listesi ile erkân şubesine gelmiş, bu subayların atanmala- nnı benden istemişti. Oysa tstan- bul Sıkıyönetim Karargâhı için durum böyle değildi. Oraya ata- malan biz Ankara'dan yapmıştık. Yakınianmızı, rahathkla açılabi- leceklerimia, bizden olanları seç- miştik. örneğin, Ahmet Yddız'ı Gelibolu'daki kıtasının başından Istanbul Sıkıyönetim Karargâhı- na almıştık. Ankara'ya atananlar arasında henüz örgütsel bir bağı olmamakla beraber, hemen ilişki kuracağımız yalnız Kadri Kaplan vardı. Fakat ilk gtınlerde sıkıyö- netimce haksız ve yanhş kararlar nedeniyle komutanla geçinemedi ve istifa etti. İrfan Solmazer bu is- tifayı hemen bana iletti, geri al- dırmak için koştum, fakat duru- mu kendisine açamadıgjm için ik- na edemedim. 2 gün sonra da du- rumu kavradı. Pişman oldu. Ge- lip benim odamda oturdu kaldı. Kızgın ve asık suratlı, patlamaya hazır. Onun benim odamda otur- rnası sakmcalı idi. Birkaç gün sonra, yetenekü ve plancı bir kur- may olan Kadri Kaplan'ı Camlı Köşk'e götürdüm. Merkez komi- teyeteslimettim. Ankara Sıkıyönetim Karargâ- hı'nm bu durumu işlerimizi zor- laştıracaktı. Nkekim, 27 mayıs sa- bahı ihtilalin yapılış biçimi tstan- bul ve Ankara'da çok farklı oldu. Istanbul'da harekât sıkıyönetim tarafından yönetilen bir gece tat- bikatı biçiminde yürütüldü. Oy- sa Ankara'da bir savaş ihtimali- nin koşulları içerisinde tertipler alındı. Işte bunun için sıkıyönetim ka- rargâhında Harekât Şubesi Mü- düru Kurmay Yarbay Ahmet Zi- ya Önde'ye gidiyordum. İstihba- rat yapacaktım. Birkaç saat son- ra gece Harb Okulu'nda genel planlama yapılırken sıkıyönetime karşı alınacak önlemler üzerine önerilerde bulunacaktım. Ahmet Ziya önde'yi her zamanki gibi yo- ğun çalışma içinde buldum. Ça- lışmasının, nereye kadar çalışaca- ğının sınırı yoktu. Garnizondaki bütün birliklerine telefon ve tel- siz irtibatlannı odasından kendi- si bizzat yürütüyordu. Sıkıyöne- tim karargâhındaki subaylar, kur- maylar, 2 günde bir gece nöbeti tutuyorlardı. Buradan girerek, "Siz çok yoruluyorsunuz. Yann size birkaç kurmay daha tayin edeh'm" dedim. Memnun oldu. Sokaklardaki öğrenci hareketle- rinden, Altmdağ'da halkın patla- ma olasılıklanndan söz ederek ko- nuşmayı uzattım. Bu arada, bir- liklerle irtibatın nasıl olduğunu, bu gece için bir değişiklik olup ol- mayacağını, karargâhta nöbetçi subay durumunu ve kimlerin ka- lacağını saptadım. Bu konularda- ki bilgiler, benim için yeterliydi. Tekrar yann için birkaç kurmay subay tayin edeceğime söz vererek Ahmet Ziya önde'yle kucaklaşıp saat 18.15 te aynldım. Sıkıyönetimde yaptığım bu bil- gi toplama görevi 30 yıldır eziklî- ğini içimden atamadığım acıların kaynağı olmuştur. Erdem'i, in- sancıl duygulann yüce doruğun- da tanıdığım ve bunca sevdiğim bir arkadaşımı kandırarak haber topluyordum. Ertesi gün yüzüne nasıl bakacaktım. O anda bir tek şeye güvenerek teselli buluyor- dum. O da beni, benim onu tanı- dığım duygularla seviyordu. Ertesi sabah ihtilalin ilk saatle- rinde, bazı arkadaşlanmın onu is- tememelerine karşın, 2 Harbiye- liyi göndererek Ahmet Ziya ön- de'yi karargâha aldırdım. Kapıda saygı ile karşıladım. Kucakladım ve öptüm. "Abmel yetis, sen o\- mazsan karargâhı çauşbramayız"' dedim. O her zamanki görev cid- diyeti ve çalışkanlığı ile telsizlerin başına geçti. Kıtalarla irtibatı pe- kiştirdi. Karargâhı emrinde top- ladı ve de daha sonraki komite bildirilerini yazmaya başladı. YARIIV: 26 Mayıs gecesl i
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear