Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 25 MAYIS 1990
S L P II İ K A R A M A V
(EmJLw\Alb.E*ki MtiK üyeai)3 0 Y I L S O N R A 2 7 M A Y I S
Tarih ve saat kararlaştırılmıştı: 26 mayıs günü son hazırlıklar yapılıyor, bağlantılar gözden geçiriliyordu
'Yarın güneşbatıdandoğacak'thtilalin yapılacağı gün ve baş-
latılacağı saat uzerinde kesin ka-
rar 26 mayıs saat 14.00'te Camlı
Köşk'te toplanan bir kısım MBK
üyeleri larafından verildi. Bu top-
lantı birkaç dakika sürdü. Bir ön-
ceki toplantı aynı yerde 3 saat ön-
ce saat 11.00'de yapılmıştı. Büiik-
lerden biriyle irtibatla küçük, fa-
kal önemli bir pürüz kalmıştı. Bu-
nun çözümü için son karar top-
lantısı 3 saat geriye bırakılmıştı.
Aslında son bir haftadır 10 daki-
kadan fazla sürecek ve fazla kişi-
ain katılacağj toplantıları artık
Camlı Köşk'te yapmıyorduk. Bu-
ranın giderek güvenliğinin bozul-
duğunu hissediyorduk. Kimi üst
rütbeliler ve daire başkaru gene-
ral, giren çıkanlan kuşku ile, belki
de bu gizliliğe kanşabilmenin öz-
lemi içerisindeizliyorlardı. Bu ne-
denlerledir ki 26 mayıstan önce-
ki haftalar içinde yapılan toplan-
tılar Alb.Mithat Ceylan'ın ya da
Alb.Cevat Kırca'mn odalannda
yapılmıştı. Fakat 26 mayısta ya-
pılacak kesin karar toplantıları
çok az kişiyle ve kısa süreli ve de
ayakta olacağı için Camlı Kösk'-
te yapıldı. Odadan aynlınca ihti-
lal makinesi bir daha geriye dö-
nüşü olmamak üzere işletilmeye
başlandı. Herkes kendisine bağlı
birimleri uygun bulacağı zaman
planlaması ile harekete geçirecek-
ti. Birliklerin başında ya da için-
de bulunacaklann dışındakiler,
saat 21.00'de Harb Okulu'nda
hazır olacaklardı. Parola ve işa-
retler verildi. Herkes kendisine
dflsen işleri yapmak üzere dağıl-
dı. Odama döndüğümde beni he-
yecanla bekleyen trfan Solma-
zer'e kendi örgütünü harekete ge-
çirmesini, saat 21.00'de Harb
Okulu'nda bulunmasını soyledim.
Parolayı aklı ve aynldı. Bana bağ-
lı birimlerin başkanlannı sırayla
anyordum. Yzb.Dündar Taşer'i,
Bnb. Zeki Tüfekçioglu'nu leie-
fonla ayn zamanlarda odama ça-
ğırdım. Birincisi görevi aldı, za-
manında Harb Okulu'nda bulun-
mak üzere aynldı. tkincisine eki-
bini uyararak hazırlıklara başla-
tnasını, kesin görev almak üzere
saat 19.30'da Kızılay-Sıhhiye ara-
sında verdiğim noktada buluşma-
mızı söyledim. '
Çalışma saati bitimine kadar
büromdan aynlmadım. trfan Sol-
Yüksek
Levazım Albay
Şefik, gözleri yaşlı,
bana bir çıkış yaptı:
'Siz kurmaylar daha
ne kadar
duracaksınız? Bir
şeyler yapın.' O ana
kadar kendisiyle bu
gibi konularda hiçbir
şey konuşmamıştık. O
anki durumu da
bilmiyordu. Kulağına
eğildim, birden
ağzımdan şu sözler
döküldü: 'Ne
diyorsun ağabey,
yarın bir inhidam
olacak, güneş batıdan
doğacak. Ertesi günü,
yani 27 mayıs saat
11.00'de, MBK üyeleri
korunmalı olarak
Genelkurmay
Karargâhı'na
götürülürken, bu
arkadaş bini aşkın
subayın arasından
sıyrılıp korunmayı
yararak boynuma
atılmış, yüksek sesle
hıçkırarak ağlıyordu.
MBK uyelerinden bir grup, 27 Mayıs sonrasında basın toplantısında. Sagdan trfan Solmazer Suphi Karaman, Orhan Erkanlı, Orhan Kabibay, Fahri Ozdilek.
mazer dışında odamda çalışan di-
ğer personel (ikisi kurmay subay
S kişiydiler) durum hakkmda hiç-
bir şey bilmediler. Bir ara kori-
dorda, bitişik odada görevli Le-
vazım Şube Müdürü Yük.Lv.AIb.
Şefik'e rastladım. Heyecanlı ve
gözleri yaşlı bana bir çıkış yaptı:
"Siz kurmaylar daba ne kadar
duracaksınız. Bir şeyler yapın."
O ana kadar kendisiyle bu gibi
konularda hiçbir şey konuşma-
mıştık. Doğaldır ki o andaki du-
rumu da bilmiyordu. Çalışkan, iyi
niyetli ve dürüst bir insandı. Du-
daklan titriyor, yüreğinde acı çe-
kiyordu. Ben de heyecanlanmış-
tım. Onu bu durumda bırakma-
ya gönlüm razı olmadı. Kulağına
eğildim, ağzımdan birden şu söz-
ler döküldü:
"Ne diyorsun agabey, yann bir
inhidam olacak, güneş babdan
dogacak." Birden irkildi. Bakışları
neselendi. Elimi dudaklanma gö-
türerek "sus" işareti yaptım ve
aynldım. Bu arkadaş ertesi günü
yani 27 mayıs saat 11.00'de MBK
üyeleri sıkıyönetim karargâhın-
dan korunmalı olarak Genelkur-
may Karargâhı'na götürülürken
dışarıda toplanmış, yüzlerce bel-
ki bini aşkın subayın arasından
sıyrılıp korunmayı yararak boy-
numa atılmış, yüksek sesle hıçkı-
rarak ağlıyordu.
Çalışma saatimin bitimine 15
dakika kala o andaki görevimde
ilk amirim olan Personel Daire
Başkanı Tuğg. frfan Başluğ beni
çağırdı. Neşeliydi; fakat heyecan-
lıydı. Birkaç gün önce bize katıl-
dığını biliyordum. Ama o beni
bilmeyecekti. Odasına gjrip çıkan-
lar çekilince açıldı:
"— Ne yapacagız. Harb Oku-
lu'na nasıl gideceğiz. Şoförüme ne
diyecegim; 'bekle' mi diyece-
ğim?" gibi sorular sorunca duru-
mu tümden bildiğini anladım.
"Ben yann sabab geteem ofanaz
mı" deyince çok kesin yanıt ver-
dim:
"Hayır olmaz. Durumu tüm-
den bUmeseydiniz oiurdu. Şofö-
rüniizü bıralarsınız, ben Sıtkı
l lay'ın arabasıyla dönerim der-
siniz."
Benimle kucaklaştı ve
"GeHyornın" dedi.
Saat 17.30'da Milli Savunma
Sinema Salonu'nda bir toplantı
yapılacağı emredilmişti. Ankara
garnizonunda bulunan bütün bir-
lik komutanları ve karargâhların
ust düzey amirleri (şube müdür-
leri dahil) bu durum ve ordudaki
huzursuzluk hakkında bir konuş-
ma yapacak ve direktifler verecek-
ti. Emir gereğince benim de bu
toplantıya gitmem gerekiyordu.
Bizim makine artık çalışıyordu.
Bu toplantı artık beni ilgilendir-
mezdi. Ben unumu elemiş, eleği-
mi asmıştım. Toplantıya gitme-
dim. Aynı saatte sıkıyönetim ka-
rargâhına istihbarat yapmaya git-
tim.
Birkaç saat sonra öğrendim ki
Genelkurmay Başkanı Rüştü Er-
delhün toplanan general ve subay-
lara çok sert bir konuşma yapmış,
gözdağı vermiş, ordunun DP ik-
tidanna bağlı olduğunu bildirmiş.
Teybe alınan konuşmalannı ikti-
dar mensuplanna bağlılığırun bir
kanıtı olarak Çankaya Köşkü'ne
göndermiş. Herhalde Cumhur-
başkanı Bayar da hemen dinle-
miş, içi rahat etmiştir. Sıkıyöne-
tim karargâhında (Halen
TBMM'nin batısında bulunan
Harp Tarihi Dairesi) Harekât Şu-
be Müdürlüğu görevini yapan ar-
kadaşım, dostum, çok sevdiğim
insan Kur. Yb.Ahmet Ziya Önde'-
yi görecektim. Onun bizim hazır-
lıklarımızdan, yapacağımız işler-
den hiçbir haberi yoktu. Olamaz-
dı da. O mevcut durum içinde gö-
revini her zaman büyük özveri ile
en iyi yapan bir kurma/dı. Çev-
resinde çaüşanlann enerjileri, ona
uyura sağlamalarına yetmezdi.
önde'nin odasına varmadan sı-
kıyönetim mahkeme salonu önuıı-
de genç subaylardan bir kalaba-
lık gördüm. Içlerinde bana bağlı
ERCÜMENT YA VUZALP
(Özei Kalem Müdürü)I K T I ' D A R D A N I D A M A M E N D E R E S
Başbakan, önceleri tek hâkim durumundaydı, sonralarıyavaşyavaş inişe geçti
Iki dönemde iki farklı Menderes— 13 —
O dönemı yaşayanların bildiği
gibi, Menderes giyimine çok dik-
kat ederdi. Elbiselerini devrin ta-
nınmış terzilerinden lzzet ve Ke-
mal Milash'ya, gömleklerini de
Beyoğlu'ndaki tanınmış gömlek-
çi Zara'ya diktirirdi. Ayakkabıla-
ra özel bir merakı olduğu için
bunları Avrupa'dan Bally'den ge-
tirtirdi. Gene bir gün ayakkabıya
ihtiyacı oldu. Benden eski özel ka-
lem mıidürü ve o sırada Paris'te
görevli olan Şefik Fenmen'e yazıp,
daha önce getirtmiş olduğu ayak-
kabılardan bir çift daha gönder-
mesini sağlamamı istedi. Ayakka-
bılar posta ile geldi ve posta ilmü-
haberinin yanında bir de gümrük
pusulası vardı. Ayakkabılar için
dört yüz elli lira Gümrük Vergisi
isteniyordu. O zaman piyasadaki
ayakkabıların en iyisinin fıyatı bu
miktann onda birinin bile altın-
da idi. Başbakan hemen parayı
verdi. Ayakkabılar geldikten son-
ra, "Bir çift ayakkabıdan bu ka-
dar gümrük alınmasının hiçbir
mantıgı yok. Gumnik daha ma-
kul olsa herkes koşup Ballv ayak-
kabısi mı alacak? Bunu giyecek
zaten birkaç kişi" dedi. Bunları
cebinden çıkan para için değil, uy-
gulamadaki mantıksızlığa bir tep-
ki şeklinde söyledi.
Menderes, özel kalem aracıhğı
ile yaptırdığı zaten çok sınırh ki-
şisei siparişlerinin bedelini, benim
görev süremde hep ödemiştir. Ay-
nca, o zaman dedikodusu yapıl-
dığı gibi vergi borçlan, çocukia-
nnın okul masraflarınjn örtülü
ödenekten ödenmesi için bir tali-
mat verdiğine de taruk olmadım.
Eğer daha önceki dönemlerde bir-
kaç istisna olmuş ise, bu herhal-
de bu fonları kötüye kullanmak
amacından değil, harcama düze-
nindeki kargaşadan kaynaklan-
mıştır.
Yassıada mahkemeleri devam
ederken,^)rtülü ödenek davası sı-
rasında beni de tanık olarak çağır-
dılar. Benim dönemimde özel ka-
leme intikal etmiş harcamalar
hakkında kısa bilgi verdim. Men-
deres, vergi taksitleri, çocuklannm
okul masraflannın örtülü ödenek-
ten ödenmesi için özel kaleme ta-
limat verip vermediğinin benden
sorulmasını istedi. Böyle bir tali-
mat vermediği cevabını verdim.
Savcı Altay Egesel, başbakanın
özel çek defterinin özel kalemde
bulunup bulunmadığını sordu.
Daha önceki dönemi bilmediğimi,
benim görevım sırasında özel çek
defterinin bende olmadığını söy-
ledim.
Tanıklık için Yassıada'ya gitti-
ğimizde tanıklan, sıralarını bek-
lemek üzere bir barakaya almışlar-
dı. Sırarnı beklerken bir deniz eri
barakaya geldi ve "Ercüment Ya-
vuzalp kim?" diye sordu. Kendi-
mi tanıtınca, "Sizi kurmay başka-
nı bekliyor. Beni takip edin" de-
di. Neden çağnldığımı tabii me-
rak ettinı. Kurmay başkanının
kim olduğunu da bilmiyordum.
Odadan girince kurmay başkanı-
nın daha sonra amiral olacak De-
niz Kurmay Albay Bülent Tarkam
olduğunu gördüm.
rum. Oradan Şehirhatlan ile şeh-
re iner ve bir an evvel Ankara'ya
dönmüş olurum" dedim. "Kolay"
dedi. Tanıklığım bittikten sonra
benim yanıma geldi ve beni heli-
kopterle şehire kadar gönderece-
ğini söyledi. Bu benim istediğim-
den de fazla idi. Helikopter için
ada komutanından müsaade iste-
miş, komutan "Müsaade edeyim,
ama arkadaşına söyle mesleği ve
geleceği var. Menderes'i kollay^-
cak şekilde tanıklık etti" diyerek
bir nevi sitemde bulunmuş. Men-
deres'i kolladı dediği, bildiklerirai
olduğu gibi anlatmış olmam. Ta-
malzeme sağlamak sonucunu ver-
miştir. Korur'un, başbakanın bir
türlü mahsuplan yapma>-a yanaş-
maması üzerine "başımıza bir iş
çıkacak" şeklindeki tahmim doğ-
ru çıkraış, gerçekten örtülü öde-
nek konusu hem Korur, hem de
Menderes için bir hayli sıkıntı ya-
ratmıştır. Mahsuplar yapılmış ol-
sa idi, belki bu dava yine olacak-
tı. Fakat herhalde dosyasının te-
kemmulü biraz daha zor olabilir-
di.
Korur ile Menderes arasında bu
bahsettiğim ilişkilerle ilgili bir ola-
ya da, Eisenhower'm Türkiye'yi zi-
Eisenhower, Türkiye'den ayrılma-
dan bir gün önce, bu gibi ziyaret-
lerde mutat olduğu üzere, başta
Cumhurbaşkanı Bayar olmak
üzere, Türk tarafına vereceği he-
diyeleri dağıtmış, tabii, bu arada,
Menderes'e de bir hediye vermiş-
ti. Başbakan da buna mukabele
etmek gerektiğini düşünmüş. Hem
müsteşarı hem de beni sabah er-
ken çağırmıştı.. Biraz sonra baş-
bakan salona geldi. Hediyeyi gös-
terdi bana dönerek. "Biz de mıı-
kabelede bulunalım, değil mi"
diye sordu. Kendisine, Eisenho-
wer'ın, sayın cumhurbaşkarumızın
ülke idaresinde fıilen bir numaralı
adamdı. Arada bir Cumhurbaşka-
nı Bayar'la istişare etmekle bera-
ber, bu sık sık olan bir uygulama
değildi. Fiilen ülkeyi yöneten
Menderes idi. Hükümet üyesi ba-
kanlar ve parti üzerindeki otori-
tesi aşikârdı. Olaylar başladıktan
sonra, Bayar, yeniden sahneye çık-
tı. O döneme kadar birinci adam
görunümünde olan ve Bayar'ı faz-
la umursamaz görunen Menderes,
olaylar ciddi nitelik kazandıktan
sonra, adeta gönüllu olarak ikin-
ci adamlığı benimsedi.
Her ne kadar bu dönemde de
Ülkeyi 27 Mayıs'a sürükleyen olaylar
başlayıncaya kadar, Menderes ülke
idaresinde fiilen 1 numaralı adamdı. Fiilen
ülkeyi yöneten oydu. Bakanlar ve parti
üzerindeki otoritesi aşikârdı.
Olaylar başladıktan sonra Bayar
yeniden sahneye çıktı. O döneme kadar
1. adam olan ve Bayar'ı fazla umursamayan
Menderes, olaylar ciddi nitelik kazandıktan
sonra, gönüllü olarak 2. adamlığı benimsedi.
Kendisi ben Karaçi Büyiikelçi-
liği'nde başkâtip iken oraya geçi-
ci göre\'le gelmiş, uzunca bir süre
kalmıştı. Karaçfde bulunduğu bu
süre içinde kendisi ile dostluk kur-
muştuk. Beni oturtup biraz has-
bıhal ettikten sonra bana ne yar-
dımda bulunabileceğini sordu. Tk-
nıklık için bizi sabah getiren va-
pur, ancak akşam dönüyordu. Oy-
sa Ankara'dan görevimi bırakıp
tanıklığa geldiğim için benim bir
an evvel Ankara'ya dönmem ge-
rekiyordu. "TamkJıgım muhteme-
len öğleden once bitecek, beni bir
vasıta ile Büyukada'ya göndermek
momküıı olursa çok memnun olu-
bii bunu bir hayli yadırgadım.
Müsteşar Ahmet Salih Korur ile
başbakan arasındaki ilişkilerin
son yıllarda pek sıcak olmaması,
daha önce de söylediğim gibi or-
tülü ödenek harcamalannın belirli
bir düzene sokulamamış olmasın-
da etkili olmuştur. Menderes'in bi-
rikmiş hesapların mahsubunu
uzun sure askıda bırakmış olma-
sının gerçek nedenlerini bilmiyo-
rum. Bunu müsteşarı kontrol al-
tında tutmak için bir araç olarak
kullanmak için yapmış olması bir
ihtimal olabilir. Herhalde bu du-
rum, Yassıada mahkemelerinde
böyle bir dava açılabilmesi için
yareti sırasında tanık oldum. ABD
Başkam'nın ziyaretinin son günü
sabahı saat beş civannda, başba-
kanın beni Camlı Köşk'te (Başba-
kanlık Konutu) beklediğini haber
verdiler. Acele giyinip konuta git-
tim. Salonda Ahmet Salih Korur
vardı. Beni görünce kızgın bir şe-
kilde "Yahıı nereden çıkarttın bu
hediye işini?" dedi. Benim hiçbir
şeyden haberim olmadığını, neden
çağrıldığımı da bilmediğimi söy-
ledim. Hediyeler Ahmet Salih'te
durur ve herhangi bir kimseye he-
diye vermek icap ettiğinde, o, oda-
sına bitişik küçük bir odada de-
po edilmiş hediyelerden verirdi.
misafiri olduğunu, onun mukabe-
le etmesinin yeterli olacağını, ken-
disinin mukabelede bulunmasına
gerek olmamakla beraber, tabii
hediye vermek isterse, buna da bir
engel bulunmadığını söyledim.
"Peki öyle ise vermeyelim" dedi.
Korur'la hemen hemen hiç konuş-
madı ve her ikimizi de evlerimize
geri gönderdi.
Başbakanlıktaki görev suremde,
Menderes'in başbakan olarak he-
men hemen hâkimi mutlak oldu-
ğu devre ile yavaş yavaş inişe geç-
tiği dönemi bir arada yaşadım. Ül-
keyi 27 Mayıs'a sürükleyen olay-
lar başlayıncaya kadar, Menderes,
söz sahibi olmaya devam etti ise
de, Bayar'ın idareye hâkimiyeti da-
ha görünür bir hal aldı. Bu duru-
mun Menderes'i rahatsız ettiğine
dair herhangi bir işaret olmadığı
gibi, aksine Menderes'in bu kritik
dönemde Bayar'a ihtiyaç duydu-
ğu ve cumhurbaşkanının daha ak-
tif bir şekilde işlerin içine girme-
sinden rahatlık duyduğu da hisse-
dıliyordü. Dolayısıyla Başbakan-
lıktaki kısa görev süremde, ben iki
Menderes görmek ve onun bu her
iki dönemde davranış ve tepkiieri
hakkında bir fikir sahibi olmak
imkânını buldum.
Başbakanlıkta çalışmaya başla-
mamdan kısa bir süre sonra edin-
diğim ve sonradan da aynen mu-
hafaza ettiğim izlenim, Mende-
res'in, Türkiye"yi kalkındırmak gi-
bi bir misyona sahip olduğuna iç-
tenlikle inanmış olduğudur. Dava-
sına olan inancında ıçtenliği ve
bunu yürütmek ve gerçekleştir-
mek için azim ve heyecanı bence
kuşku götürmez. Ikinci bir inan-
cı da, bu davasının gerçekleştiril-
mesine, muhalif basın da dahil,
amansız muhalefetin engel oldu-
ğudur. Benim çalıştığım dönem-
de bu inanç tehlikeli bir saplantı
halini almıştı. Hatta diyebilirim
ki, muhalefetle mücadele, bu dö-
nemde her şeyin üstünde bir ön-
celik kazanmıştı. Başbakanın gun-
lük mesaısinde muhalefet de bü-
yük bir yer alıyordu. Kendisine ya-
km bakan ve milletvekiUeri ile sık
sık yaptığı toplantılann hâkim ko-
nusu daima muhalefet sorunu idi.
O zaman, radyoda her akşam
Radyo Gazetesi diye bir program
vardı.
Son aylarda bu programdaki
konuşmaların hemen hemen tü-
münu başbakan yazıyordu. Tabii
konuşmaların ana teması muha-
lefete hücum idi. Muhalefet ileri
gelenlerinin beyanatlan, hatta mu-
halif basında çıkan yazı ve yorum-
lann büyük bir kısmına bu konuş-
malarda cevap veriliyordu. Bazen
yabancı kuruluşlann bildirileri de
bu cevaplardan nasiplerini alıyor-
lardı. Mesela, bir keresinde Ulus-
lararası Basın Enstitüsu, basın öz-
gürlüğümüzü eleştiren bir bildiri
yayımlamıştı. Evvela, savcılık bu
bildirinin yayımlanmasını yasak-
ladı. Ertesi gün gazeteler, yayın
yasağı konulduğunu göstermek
için, birinci sahifelerinin bazı kı-
sımlannı bevaz çıkardılar. O gün
akşam Radyo Gazetesi'nde bu ku-
ruluşa veryansın edildi. Gazeteler-
deki beyazların ne olduğunu me-
rak eden halk, bunun cevabını,
Radyo Gazetesi'nden öğrendi. So-
nuçta bildiri, üzerine gidiimeme-
si halinde uyandırabileceğinden,
bu yöntem sayesinde çok daha
fazla ilgi uyandırdı.
Bu suretle Menderes iktidanmn
son aylarında iktidar ile muhale-
fet arasındaki her gecen gün do-
zu artan karşılıklı atıp tutmalar si-
yasi hayatın öncelikli uğraşısı ha-
line geldi. Menderes, hırçınlaştık-
ça muhalefet ve muhalif basın sal-
dırıların dozunu arttınyor, bu sal-
dırılar arttıkça Menderes daha da
hırçınlaşıyordu.
larm: Ouygusal Hder
örgütlerden birinin ekip bası
Top.Bnb.Mehmet Sözmen ile ay-
nca Bnb.İbsan Kabadayı vardı.
Mehmet Sözmen ile öğleden son-
ra irtibat kuramamıştım. Sessiz-
ce saat 19.15'te beni orduevi ci-
vannda beklemesini söyledim.
Coşkulu, nutukçu Ihsan Kabada-
yı'njn da çenesine siddetli bir
yumnık attım. Ona şimdilik bun-
dan daha fazlası söylenemezdi.
Benim gibi kannca incitmez bir
arkadaştan hiç beklenmeyen bu
yumruğun anlamını Ihsan Kaba-
dayı ancak 3 saat sonra anlayacak
ve de ortaüğı birbirine katacaku.
Mahkeme saJonunda tutuklu
subayların duruşması yapılıyor-
du. Içlerinde sınıf arkadaşım
Kur.Yb.Hayrettin Hanağası da
vardı. Toplanan subaylar benim
de duruşmayı izlemeye geldığimi
sandılar. Oysa benim böyle sey-
lerle ilgim yoktu. Çekip oradan
aynldım. Doğru Ahmet Ziya ön-
de'nin odasına girdim.
Ankara Sıkıyönetim Karargâ-
hı'nda çalışan hiçbir subayla ör-
gütsel irtibatımız yoktu. tçlerin-
de 2 kurmay subay, Recep Ergun
ve Remzi Kayacıoglu, Sezai
Ofcaa'ın emrinde çalışırken bir ay
önce sıkıyönetim karargâhına
alınmışlardı. Fakat onlar da hiç-
bir şeyin farkında değillerdi. Da-
ha doğrusu kendileriyle örgütsel
bir bağ kurmamıştık. Sıkıyönetim
karargâhı kurulurken komutan
Korg.Namık Arguçelinde bir kur-
maylar listesi ile erkân şubesine
gelmiş, bu subayların atanmala-
nnı benden istemişti. Oysa tstan-
bul Sıkıyönetim Karargâhı için
durum böyle değildi. Oraya ata-
malan biz Ankara'dan yapmıştık.
Yakınianmızı, rahathkla açılabi-
leceklerimia, bizden olanları seç-
miştik. örneğin, Ahmet Yddız'ı
Gelibolu'daki kıtasının başından
Istanbul Sıkıyönetim Karargâhı-
na almıştık. Ankara'ya atananlar
arasında henüz örgütsel bir bağı
olmamakla beraber, hemen ilişki
kuracağımız yalnız Kadri Kaplan
vardı. Fakat ilk gtınlerde sıkıyö-
netimce haksız ve yanhş kararlar
nedeniyle komutanla geçinemedi
ve istifa etti. İrfan Solmazer bu is-
tifayı hemen bana iletti, geri al-
dırmak için koştum, fakat duru-
mu kendisine açamadıgjm için ik-
na edemedim. 2 gün sonra da du-
rumu kavradı. Pişman oldu. Ge-
lip benim odamda oturdu kaldı.
Kızgın ve asık suratlı, patlamaya
hazır. Onun benim odamda otur-
rnası sakmcalı idi. Birkaç gün
sonra, yetenekü ve plancı bir kur-
may olan Kadri Kaplan'ı Camlı
Köşk'e götürdüm. Merkez komi-
teyeteslimettim.
Ankara Sıkıyönetim Karargâ-
hı'nm bu durumu işlerimizi zor-
laştıracaktı. Nkekim, 27 mayıs sa-
bahı ihtilalin yapılış biçimi tstan-
bul ve Ankara'da çok farklı oldu.
Istanbul'da harekât sıkıyönetim
tarafından yönetilen bir gece tat-
bikatı biçiminde yürütüldü. Oy-
sa Ankara'da bir savaş ihtimali-
nin koşulları içerisinde tertipler
alındı.
Işte bunun için sıkıyönetim ka-
rargâhında Harekât Şubesi Mü-
düru Kurmay Yarbay Ahmet Zi-
ya Önde'ye gidiyordum. İstihba-
rat yapacaktım. Birkaç saat son-
ra gece Harb Okulu'nda genel
planlama yapılırken sıkıyönetime
karşı alınacak önlemler üzerine
önerilerde bulunacaktım. Ahmet
Ziya önde'yi her zamanki gibi yo-
ğun çalışma içinde buldum. Ça-
lışmasının, nereye kadar çalışaca-
ğının sınırı yoktu. Garnizondaki
bütün birliklerine telefon ve tel-
siz irtibatlannı odasından kendi-
si bizzat yürütüyordu. Sıkıyöne-
tim karargâhındaki subaylar, kur-
maylar, 2 günde bir gece nöbeti
tutuyorlardı. Buradan girerek,
"Siz çok yoruluyorsunuz. Yann
size birkaç kurmay daha tayin
edeh'm" dedim. Memnun oldu.
Sokaklardaki öğrenci hareketle-
rinden, Altmdağ'da halkın patla-
ma olasılıklanndan söz ederek ko-
nuşmayı uzattım. Bu arada, bir-
liklerle irtibatın nasıl olduğunu,
bu gece için bir değişiklik olup ol-
mayacağını, karargâhta nöbetçi
subay durumunu ve kimlerin ka-
lacağını saptadım. Bu konularda-
ki bilgiler, benim için yeterliydi.
Tekrar yann için birkaç kurmay
subay tayin edeceğime söz vererek
Ahmet Ziya önde'yle kucaklaşıp
saat 18.15 te aynldım.
Sıkıyönetimde yaptığım bu bil-
gi toplama görevi 30 yıldır eziklî-
ğini içimden atamadığım acıların
kaynağı olmuştur. Erdem'i, in-
sancıl duygulann yüce doruğun-
da tanıdığım ve bunca sevdiğim
bir arkadaşımı kandırarak haber
topluyordum. Ertesi gün yüzüne
nasıl bakacaktım. O anda bir tek
şeye güvenerek teselli buluyor-
dum. O da beni, benim onu tanı-
dığım duygularla seviyordu.
Ertesi sabah ihtilalin ilk saatle-
rinde, bazı arkadaşlanmın onu is-
tememelerine karşın, 2 Harbiye-
liyi göndererek Ahmet Ziya ön-
de'yi karargâha aldırdım. Kapıda
saygı ile karşıladım. Kucakladım
ve öptüm. "Abmel yetis, sen o\-
mazsan karargâhı çauşbramayız"'
dedim. O her zamanki görev cid-
diyeti ve çalışkanlığı ile telsizlerin
başına geçti. Kıtalarla irtibatı pe-
kiştirdi. Karargâhı emrinde top-
ladı ve de daha sonraki komite
bildirilerini yazmaya başladı.
YARIIV: 26 Mayıs
gecesl
i