25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURÎYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 9 0 R D l Z I K - H A K 22 NÎSAN 1990 K A H A Yeni sezonda problem turizmiÇevre kirliliği, enflasyon, personel açığı, altyapısızhk, masterplan ve tanıtma eksikliği, siyasi istikrarsızlık, çifte rezervasyo İZMİR — Turizmciler "ha)al licareti" di- yorlar işlerine, "Hayalleri pazarlamak, hayal- leri satmak..." Tanıtım broşurlerinde bu hayallerin fotoğ- rafları; gunbatımının kızıllığı, eşsiz kutnsal- lar, maviden laciverte bir deniz ve alabildiği- ne yeşil... Sonra duygular; özgürlük, sonsuz- luk gibi ve yeni hazlar... tnsanlar tatillerinde "cennef'ler isterler. Herkesin cenneti farklıdır elbet. Tatil mekân- ları, düşlere ve isteklere göre ayrıntılandırıla- bilir... Monika Fischer sekiz yıl önce ilk kez gel- diği Turkiye'de hiç de hayal kınklığına uğra- mayacaktı. O zaman yaptığımız soyleşide, "Ufak aynntılan saymazsak umduğumu bul- dum. Eşsiz güzelliklere sahipsiniz" diyor, şu hatırlatmayı yapmaktan da geri kalmıyordu: — Umanm ıspanya gibi olmazsınız... Turizm eğer tur operatörlerinin söylediği gibi bir "hayal ticaretiyse", turizm cennetleri- ni ışgaJ eden beton ve giderek artan kirlilik bi- rer kâbustur. Türkiye bugün Ispanya gibi değil. Ama bu doğrultuda hızla yol alıyor. Geçen zaman, Mo- nika Fischer'in kaygılarının ne denli yerınde olduğunu gosterdi; devlel eliyle verilen büyuk kredilerle kıyılarda beton setler oluşmuş, tu- ristik şirin beldeler kimliklerini yitirmiş, eş- siz koylar dayanılraaz >apı yoğunluğu ve ye- tersiz altyapı yüzunden hızla kirlenmeye, ikinci konut sevdası büyuk bir çılgınhğa dönüserek ormanlar, verimli tarımsal alanlar yağmalan- maya başlanrruştı. Bugun açıkça ortada olan bu tablo, her şeyi bır kenara bırakıp "yatak, yatak" diyenlerin kısa vadeli çıkarlar için tüm ülkeye ödettikleri bedeli ortaya koyuyor. Ve şimdi kafalarda takılı soru işaretlerin çengel- leri: "Türk turizminin geleceği ne olacak? Bu- güniin moda ulkesi Türkiye yann İspanya gi- bi betonlardan kurtulmak için milyariarca li- ra odedigi (esisleri yıkmak zorunda mı kala- cak? Herkesin gordıığu, ama bazılannın ka- bul etmekte zorlandığı, gelirler sekteye uğrar dive gizledigi yerve kirliliği, Türk turizminin sonunu mu htzırlıyor?" Bugün bu tur kaygıları taşıyanlar Türkiye için olumsuz göstergelere karşın umutlannı koruyorlar. Turizm Bakanı tlhan Aküziim'den sektorun temsilcileri arasında geleceği düşu- nenlere değin Türkiye'nin umndu, çevreyle uyumlu bir turizm hareketi geliştirmek... Ancak Turk turizminin geleceğini etkileye- cek sorunlar bu çerçeveyle sınırlı değil. Işte ön plana çıkan sorulardan bazıları: — Avrupa Topluluğu'nun 1992'de tek pa- zar olmasıyla Turkiye'ye gelecek turist sayı- sındaki azalma tehlikesi, Turkiye'deki olum- suz siyasi gelişmeler, enflasyonun düşürüleme- yişi, kur-enflasyon dengesinin yarattığı olum- Bodrum, çok degfl bandan 5-6 yıJ önce sevfmli, jirin bir beMeydi. Bngun^e beıon bloklar guzelHklere geçit vermiyor. (Foloğraf: ÜmJt Otan) Türk turizminin geleceği ne olacak? Bugünün moda ülkesi Türkiye, yann İspanya gibi milyariarca lira ödediği tesisleri, betonlardan kurtulmak için yıkmak zorunda mı kalacak? Herkesin gördüğü, ama bazı kişilerin kabul etmekte zorlandığı, 'gelirler düşebilir' korkusuyla gizlediği çevre kirliliği ve bir dizi sorun Türk turizminin sonunu mu hazırlıyor? Bu kaygıları taşıyanlar,olumsuz göstergelere karşın umutlarını koruyorlar. suz etkiler, yabancı tur operatörlerinin Türk pazarını ele geçirme girişımleri, 61 bin kişilik eğitilmiş personel açığı, turizmde Türkiye'yi kapsayacak bir master planının olmayışı, alt- yapı sorunlan, tanıtma eksikliği ve çifte rezer- vasyon... Son yıllarda turizmde hızlı bir gelişme gös- teren Türkiye için turizm ne denli önemli? Turkiye'de turizm gerçeklen büyuk bir umut kapısı. Geçen yıl 4.5 milyon yabancı turistten sağlanan 2.S milyar dolar gelir, ülke ekono- misi açısından önemli. 198O'de Türkiye'nin toplam ihracat gelirlerı içinde turizm gelirle- ri yüzde il.2'lik paya sahipti. I989'da ise bu oran yüzde 20.2'ye ulaştı. Diğer bir anlatımla ihracat gelırlerinin yaklaşık beşte biri turizm- den sağlanıyor. Ancak bu buyume yine de Türk turizminin gizli potansiyeline bakılarak haklı bir değerlendirmeyle yeterli gönilmüyor. Her yıl 180 milyon turistin ziyaret ettiği ve 40 milyar dolar gelirin sağlandığı Akdeniz ül- keleri içinde Türkiye'nin durumuna bakalım. Veriler İspanya'nın bu toplam içinde gelen tu- rist sayısı açısından yuzde 20.8, turizm gelir- leri açısından da yuzde 30 pay aldığını göste- riyor. Türkiye'nin bu toplam içerisinde turist sayısı açısından payı yüzde 2.1, gelirler açısın- dan da yuzde 5.7. Avrupa ülkelerinin turizm gelirleri ise yıl- hk toplam 100 milyar dolar. Türkiye'nin bu pazardan aldığı pay tspanya, Avusturya, Al- manya, ttalya, Fransa, Ingiltere ve Isviçre'nin gerisinde kalıyor. Ancak 1988-1989 yıllarında sağlanan gelişme hızı battmından konuya ba- kıldığmda, Türkiye açısından daha olumlu bir tablo ortaya çıkıyor. Turkiye bu yıllarda tu- rizmden sağladığı gelir artışıyla ön sıralarda yer alıyor. Sağlanan gelişme yüzde 8.5. Peki Turkiye, turizmi ne denli önemsiyor? Son 33 yılda 30 turizm bakarunın değiştiği ülkemizde bu soruya ışık tutacak bazı veriler: 1990 devlet bütçesinden Turizrri Bakanlığı'na 117 milyar lıra ayrıldı. Aynı bütçeden Diyanet tşleri'ne ayrılan para ise 1 trılyona yaklaşıyor. Örnekleri sürdürelim: Tanıtımın büyük rol oynadığı turizmde bakanlık bütçesinden bu alana ayrılan pay ne kadar dersiniz? Yan des- teklerle yaklaşık 1 milyar lıra olduğunu söy- luyor yetkililer. Bır de Alman televizyonlarına bile turizm reklamı veren İspanya'nın tanıtıma ayırdığı paydan söz edelim. Toplam turizm gelirleri- nin yuzde 10'u. Yani yaklaşık 1.6 milyar do- lar... Türkiye tanıtımda bugüne değin ne yaptı? Musteşar Türkmen'in deyişiyle "Dune kadar çok az şey." Ya bugun? Turizm Bakanlığı ar- tık en önde gelen göre\inin "tanıtım" oldu- ğunu vurguluyor. Geçen mart ayında Berlin- de düzenlenen dünyaca ünlü turizm fuarına Türkiye'nin verdiği önem, sektörün birçok temsilcisi tarafından övgüyle karşılandı. Tür- kiye ilk kez uluslararası platformda tanıtımı bu denli önemsemiş, hazırladığı otantik özel- likli standla büyuk beğeni toplamış ve açılan yanşmada birincilik kazanmıştı. İstikrarsızlık korkutuyor Tanıtım derken, ülkemizde son aylarda ken- dini hissettiren siyasi istikrarsızlığın ve terör olaylarının, "iyileşraeye başlayan ulke" ima- jını zedeleyeceği kaygısı, bu sezon gündeme geldi bile Sektördeki temsilcilerin büytık bir çoğun- luğu istikrarsızlıktan ve tırmanan terörden kaygı duyduklarını vurguluyorlar. tşletmeci Yılmaz Ersin, "Bir yandan tırmanan terör, di- ğer yandan Cnmhurbaşkanlığı makamıyla il- gili tartışmalar, iktidar partisindeki sorunlar biz tnrizmcileri urkutüvor. Çunku bizim işi- raizde en önemli konu istikrar" diyor. Akde- niz Seyahat Acenteleri Derneği Sözcüsu Ab- dtıllah Tekin'in sözleri oidukça çarpıcı: "Duyarlı bir sektör olduğu için turizm, ul- kedeki sosyal ve ekonomik bozukluklardan yo- gun bir şekilde >e çok farklı bovutlarda etki- lenebilir. Bu etkilenme turizmde rizikonun yuksekligine işaret eder. Bunu somut bir ör- nekle belirtmek gerekirse, anti laik tablolann yogunlaşıp, sozgelimi kimi yakın komşulan- mız örnegi bir yapı\-a ulasması noklasında tu- rizm sektörunde çok hızlı bir olumsuzluğa ta- nık olunabilir. Sektör anında irtifa kaybede- bilir." Yann: Turizmde D E Ğ 1 Semtleriyle, evleriyle, dili, kültürü ve insanıyla E N İ S T A N B U L O Z L îstanbul'u ankibulasın— ı — Babam 1913'te, sanırım Balkan Savaşı sırasında, annesiyle birlik- te gelmiş Istanbul'a. Henuz beş yaşındayken. Antakya, Belan ta- rafından. Babaannemin kardeşi Azize Hanım ise çok daha önce. Annemin nufus kaydı Çankın'nın Taş Mescit Mahallesi'ndedir, ama o tstanbul'da doğınuş, sanırım aıı- nesi de. Annemin dedesi fstanbul- da çalışan kadılardan biriymış. Onun 1876 Anayasa (Kanun-i Esasî) çalışmalarına katıldığı söy- lenir. Babamın, Halepli olan ba- bası I. Dunya Savaşı sırasında kaybolmuş Ben 1935 yılmda Vefa'da doğ- dum. Ünlü bozacının önünden yirmi metre kadar Şehzadebaşı yönüne doğru yürürseniz, bir çık- maz sokak vardır, orada, şimdi yı- kılmıs olan bir tahta evde. 1940 yı- lına kadar İstanbul'da kaldım. Sonra annemle Burdur'a gittik. Ardından Hasan Âli Yücel'in eği- tim politikasına hayranlık duyan aüemJe Simav'a, fzmir'in ilçesi — eski Rum kenti— Ödemiş'e. İstan- bul'a yeniden donup de Kabataş Lisesi'ne yatılı olarak yazıldığım- da, o ünlu 1950 yılı yaklasıyordu. Bunlan İstanbullu olmanın ko- lay olmadığını belirtmek için ya- zıyorum. Yoksa soyum sopum pek kimseyi ilgilendirmiyor. Istanbul- dan ayrı kaldığım on yıl içinde — (1940-1950) arası— (bu babam için 1952'ye, annem için 1953'e ka- dar sürdü), yıllar geçtikçe baba- mın Istanbul özlemirün arttığını, bu yüzden Milli Eğitim Bakanh- ğı'ndaki bürokrat arkadaşlarının odalannı aşındınp durduğunu, Is- tanbul'a naklini istediğini hatırlı- yorum. Ankara'da bakanlıktaki odalarda, çoğu defa ben de yanın- da bulunurdum. Babamın, orada bürokrat arkadaşlarıyla olan uzun konuşmaJan sırasında içime hafa- kanlar basardı. Henüz çocukluk- tan ılkgençlik yıllarına doğru gi- den yaşlardaydım. Annemse bu konuda daha dayanıkhydı. Bazen de babama "İstanbul'u neden bu kadar istiyorsun?" diye sorduğun- da, babamın karşıhğı hep "fstan- bul kültür kentidir" olurdu. Öyle sanıyorum ki babamın karşılığın- da yer alan, bu "kültür kenti" tamlamasına. sadece üniversite. okullar. kütıiphander.. değil, mi- mari, (ram>a\lar, kahveler, arka- daşlar.. da dahildi. On dört ya^ını birkaç ay geç- miştim ki çocukluğumun hayal meyal hatıriadıgım Istanbuln'na, Ortaköy'deki lisede, >^tılı öğren- ci olarak yeniden dondüm ben. Ama ne İstanbul'du bu! Ne buyük bir gorkeradi! İstanbullu olmanın kolay olma- dığını belirttim. Yabancı ülkede yasayan bir insana bile orada beş yıl oturdu mu, başka koşulla- rın da bir araya geimesiyle o iil- kenin \*atandaşlıgını veriyorlar. Ama İstanbullu olmak için bu bü- yıiltâ kentle beş yıl oturmak yeter mi? Hiç sanmıyorum. Öyle sanı- yorum ki İstanbullu olmak, (a- nımlanması zor bir kultür ortamı- na girmekle mıimkundur. Gunde- lik hayata da yansıyan bir kültür, bir davraıtıs tarzı elde edebilmek- tir. Sırf tstanbul'a özgü olan bir davranış tarzı. Ama elbette bir di^ de. Sanıyorum bu yüzden, ben, gerçek tstanbulluyu dünyanın ne* resinde görürseın göreyim tanı- rım. Başka bir hamurdan yoğrul- muştur o. 1950 yılının İstanbulu O zaman, kente giriş yolları çok azdı, ama bu yolların kıyısında, hep, bugun için inanılmaz olan bir levha asılıydı: "tstanbul Nufus: 776.000;' Bugun iıısana bir söylen- ce gibi geliyor. Beş yaşında Anadolu'ya gitmek uzere ayTildığım lstanbul'un, ben- de kalan solgun hayalleri daha çok Vefa semtinin, Kıztaşı'nın, Bozdoğan Kemeri çevresinin so- kaklan, anneannemle gittiğim Şehzadebaşı sinemalan, çok sık ziyaret ettiğimiz Harbiye Nezare- ti'nin bahçesi, Kumkapı'da, sahi- le kadar uzanan dar sokakların ucunda, deniz kıyısında —samnm denizin de üstünde— yer alan kahveler, Gedikpaşa ile Cağaloğ- lu'ndaki dostların evleri o zaman- ki havuzlu Beyazıt Alanı, kıyısm- daki Kulluk kahvesi, Fatih Camii- nin, medres€İerin çevrelediği, he- nüz taş döşenmemiş gehiş avlusu, Kadıköy'de Altıyol ağzına yakın, kuçuk bir bahçe içindeki bir ak- raba evı \e Şehzadebaşı'ndan öte- lere, Şişhane'ye, Şişli'ye gıden tramvaylarla —sonsuzca yol alan tramvaylarla— ilgilı hayallerdi. Tünel'ın kayışınıtı kopmuş olma- sının açtığı felaketten, Şişhane'de raydan çıkan bir tramvayın, yoku- şun asağısındaki dukkânlara gire- rek neden oiduğu kazadan hep bahsedilirdi. 1940 yılının tstanbulu'nda, he- nüz Cağaloğlu, kibar insanlann oturdukları bir mahalleydi. Oyle I.stanbullu olmak için bu büyülü kentte 5 yıl oturmak yeter mi? Hiç sanmıyorum. Öyle sanıyorum ki İstanbullu olmak, tanımlanması zor bir kültür ortamına girmekle mümkündür. Gündelik hayata da yansıyan bir kültür, bir davranış tarzı elde edilmektir. Sırf İstanbuFa özgü bir davranış tarzı. Ama elbette bir dil de. İstanbullu başka bir hamurdan yoğrulmuştur. 4fl'lı yıllarda Cumhuriyet Caddesi'nden Taksim Meydam'na bakıldığında bu goriintü vardı. anımsıyorum. Buna Fatıh'i, Gedik paşa'yı, sonra da Şişhane ile Be- yoğlu'nu eklemeliyim. O dönemin İstanbul'u —sonradan kendini ko- rumuş kentlerde görduğum gibi (ornekse: Nürnberg, Stockholm) kentin eski gumruk kapılarından dışa yayılmamış bir şehırdi. Yani Edirnekapı'dan (Karagümrük'un ötesinden), Topkapı'dan, Eyup'ü dışarda ayn bir mahalle olarak tu- tarsanız Mevlânakapı'dan, kısaca- sı kentin esas Istanbul bölümuıı- de surların dışına taşmamış bir yerleşim bolgesiydi. Bu kapılan iş- levlerine göre çoğaltabilirız: Kum- kapı, Yenikapı, Azapkapı.. vb. Karşıda. Beyoğlu yakasında, kent elbette, ortalama ikiyüz yıldır Ce- neviz surlarının dışına taşmıştı. Ama orada da Şişli'yi bir 'kapı' gi- bi alırsak, daha öteye uzanmıyor- du tstanbul. Rüzgârlann durma- dan değişik yönlerden estiği güze- lim şehir! Oraya yeniden döndüğum ara- hk 1949'da, yatılı olarak Kabataş Lisesi'ne tıkılmıştım. Ama ikinci dönem başlamadan önce, yılbaşj- na doğru uzanan tatilimi Mecidi- yeköy'de teyzem Refia Hanım'ın, bir bağ evini andıran iki katlı evin- de geçırdim. O zaman —şimdi Chicago'yu andıran— Mecidiye- koy bağlık bahçelik bir yerdi. Te>- zemin buyuk kızı Belma ile (Di- ren) ya da küçuk kızı Gulçin'le (Eczacıbaşı) evden çıkıyor, bir sure yürüdükten sonra Beyoğlu'na inen bomboş tramvaya biniyorduk. Belma beni, beş yaşında terk etti- ğim için lyice ansıyamadığım Be- yoğlu'na, Istiklâl Caddesi'ne, ba- zı sinemalarla resim galerilerine gö- türmuştü. Tramvayla yapılan UTUII yolculuklardan sonra o zamankı bakışımla yapılannı çok yüksek, çok görkemh buldu&nnı Istiklâl Caddesi'nin vansıttığı buyukşehir buyusü karşısında ezildiğimi, ona hayran olduğumu, ama onu tanı- mayı sonraya, önümdeki yıllara bıraktığımı hatırhyorum. 1950 yılı yaklaşırken kim derdi ki bu ihti- şam karşısında ezilen ben, sonra- ları o caddenin her deliğinde yıl- larca yaşayacağım ve o semti he- men hemen her taşına kadar ya- kından tanıyacağım. Bütün tapı- nakları (dinsel ve cınsel) meyha- neleri, barları ile. Şaşılacak bir şeydir, ama Gala- ta'nın güzelliğini ve bence gizli ih- tişamını 1953 yılı sonbahlannda fark ettim. Unpakapı Köpnisü'n- den Azapkapı'ya doğru duşunce- li düşünceli yururken birdenbire eski Galata'yı, kulesi, araya sıkış- mış tapınaklan, eski ve yeni yapı- larıyla görüverdim. Bu göruntü- nun beni büyülediğini, onu hiçbir zaman unutmak istemediğimi, unutmayacağımı düjündiim ve bu görünuşun eşsiz olduğunda karar kıldım. Ancak baa Akdeniz kent- lerinde olabilirdi bu geriye doğru çekilen, açık renk büyuleyici go- rünüş. Ama gene öyle samyordum ki tstanbul'daki tekti. O zamanlar, sık sık Fatih'teki evimizden Beyoğlu'na Unkapanı Köprüsu üzerinden yürüyerek çı- kardık. Hilmi Yavuz'la, Ergin Er- tem'le ya da yalnız. Sonralan bu gorunüşü, birçok defa Sirkeci'den, Eminönu'nden, Galata Köprusü'n den seyrettim. Galata'ya, araba vapuruyla Harem'e ya da Kadıkoy vapuruyla Haydarpaşa'ya, Kadı- köy'e giderken baktım. tki defa da Karaköy'deki yolcu salonunun onünden kalkan bir gemiyle Mar- silya'ya giderken o unutulmaz gö- runtuyu doya doya seyrettim: 1961 sonbaharında ve 1974 kasımında. öyle çekici bir görüntüydü ki be- nim için sırf onu yeniden gorebil- mek için Istanbul'a dönmeye de- ğerdi. Marsilya'ya giden gemiler, daha Marmara Denizi'ne açıldı- ğında gurbet başhyordu bir İstan- bullu için. Kendinizi oyalamak için yol boyunca bir Akdeniz, bir limanlar romantizmi yaratmanız gerekiyordu. İşte bu 1950*li yıllarda, çocuk- luğu boyunca çamurdan kentler yapmış bir Istanbul tutkunu ola- rak kendine özgu bir (tstanbul ta- sanmı) oluşmuştu ahnimde. Özel- h'kle, Demokrat Parti'nin uygula- malan başlayıp da kırlardan kente göç, kendine özgü "sanayilesme" başlayıp, tstanbul'un dışındakı mahalleler oluşmaya başlayınca. Sanınm ki bunlann tstanbul ta- rafında oluşan ilkler, Taşlıtarla ile Sağmaleılar'dır. Bu tasarım da çok basittı: "sanayileşen" tstanbul'un, kuze- ye, Terkos Golü ile Karadeniz'in kıyısına kurulması, fabrikalarla işçi mahallelennin oraya yerleşti- rilmesi ve esas İstanbul ile bu ye- ni kentin hızlı trenlerle birbırine bağlanması.. Öyle sanıyorum ki 1950'lerin başındaki tstanbul, — geçmişte birçok güzelim yapısı ne denli savrukça harcanmış olursa olsun— yenilenmeye, restore edil- meye, varlığı korunarak mukem- melleştirilmeye çok elverişli bir kentti. Örneğin, benim hayalime göre Eminönu Alaru'ndaki o kü- çuk yapılar olduğu gibi korunu- yor, restore ediliyorlardı. (İstanbul uzerine bilinç, geniş anlamda yeni yeni oluşmaktadır. Elbette tstanbul'un her dönemi ayrı ayrı incelenmelidir. Neler bu- lunabilirse. Bu incelemeyi, ben de elbette yapmış değilim. Ama bu- rada, yığınla kayıp arasında, Çe- lik Gulersoy'un "Tramvay İst^nbul'da" adlı kitabmda, 104 ve 105'inci sayfalarda yer alan büyük fotoğraftaki yapılan örnek ver- mek isterim. 1940"ta "İstanburda- ki ilk büyük imar openısyonu" sı- rasında Eminönu'nde vitirilen bi- nalann fotoğrafı, lstanbul'un zen- gin imar yapısının, nasıl duşunül- meksızin harcandığının en büyük kanıtlarından biridir). Ama 1950'li yıllarda genç bir edebiyat meraklısımn aklından, hayalinden geçenler kimi ilgilen- dirirdi. Bizzat Başbakan (Adnan Menderes) nasıl bir tasarıdan ha- reket ettiği asla anlaşılmaksızın, güzelim kente biçim veriyordu: Beyazıt Alam'm bozuyorlar, Fa- tih'te Fevzi Paşa Bulvan'nın ağaç- lannı kesiyorlar, Aksaray'daki gu- zelim ağaçlıkiı yolu ynkıyorlar. tş- levi belirsiz, iki dumduz cadde: Vatan ve Millet caddelerini açıyor- lardı. Oysa Bizans zamanında ol- duğu gibi benim çocukluğumda da bahçelikti o yoreler. Elbette başka çok güzel biçimlere sokula- bilirdi. Modernizmimiz gerçek bir mo- dernizm değildir. Köksüz ve kap- madır. Ve butün bu dönemde çift- lik yönetenler, buyük kente biçim vermeye kalkışmışlardı. Altgeçit denilen felâket (kentin içindeki altgecitleri kastediyorum) de bu dönemde tstanbuPa geldi. Saraçhanebaşı'run eski halini unu- (amam. Burada Atatürk Bulvarı ile Fatih'e doğru çıkan bulvar ke- siştiğinde, uzun yıllar, bu hem Marmara'yı hem de Haliç'i gören güzelim, geniş alana bir biçim ve- rilemedi. Sadece şimdiki Belediye Sarayı'nın karşısındaki boşluğa, Horhor tarafına bir park yapıldı. O parkta Asaf Çiyiltepe ile Hil- mi Yavuz'la çok oturmuşuzdur. Varın: Istanbul'la
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear