Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 14 KASIM 1990
Özal-ANAPve
Türk Ceza Yasası
Özal, girişirnlerinde, etkisi altında tuttuğu ANAP grubuna —siyasal
güce— (iktidar gücüne) dayanarak hukuku hiçe saymaktadır. TCY'nin
146. maddesine giren eylemin suç sayılması için aranan cebir öğesi,
olayımızda elverişli araç olarak kötüye kullanılan, işte bu iktidar
gücüdür... Bugün hem ANAP'm hem de Özal'm, bu gücü kötüye
kullanarak tam bir "hukuk dışı" eylemli durum içinde olduğu
görülmektedir.
M.EMİN DEĞERZ4nkara Barosu Avukatlarından
Tbrgut Özal'm kendini cumhurbaşkanhğına
seçtirmesinden sonra Türkiye'nin gündemi (da-
hası gündemin ilk maddesi), anayasayı bir yana
bırakarak keyfi bir yönetim yerleştirme çabası ol-
muştur. Bu çabanın amacı, Prof. Bahri Savcı'ya
göre "parlamenler sistem içinde, demokrasinin
organlannı, kunımiannı, değerierini ve gelenek-
lerini hiçe sayaB, tek 'adam' egemenligini yerieş-
ürme"dir.(l) özal, bu doğrultuda, eleştirilere al-
dırmadan "tek adam istencini (iradesini) yöne-
time egemen kılmayı sürdürüyor. Bunun en so-
mut ömeği, Körfez bunalımı Ue başlayan dönem-
de, hükümete ait yetkileri bir "başkan" edasıyla
kullanmasıdır. Bu eylemli durum, "başkancı sis-
tem", "sivil darbe" gibi niteleraelerle tartışılmak-
tadır. özal'ın anayasa ile belirlenmiş yetki ve gö-
revlerinin dışına taştığı, anayasanın 112. madde-
sine göre "Bakanlar Kurulu'nun yetki ve
sonımluluğunda" olan, "başbakanın sorumlu-
luğunda yürütülmesi" gereken "bükümetin ge-
nel siyasetini" tek başına yürüttüğü ve yönlen-
dirdigi görülmektedir. Bu, anayasayla kurulmuş
bulunan parlamenter sistemin "tebdil ve tagyir"
edilmesidir.
Özal ve ANAP
ANAP, kuruluşundan bu yana giderek artan
ve genişleyen bir oranda iktidar sorumluluğunu
liderin sukasına terk etmiştir. Lider, dün (geç-
mişte) parti başkanı ve başbakan olarak sorum-
lu ve bugün cumhurba$kanı olarak sorumsuz bir
tutumla hukuku dışlamakta, partiyi ve kendisi-
ni anayasa dışına itmektedir. ANAP'ta bugün de
egemen olan kişisel sulta, ülkeyi sonu belirsiz se-
rüvenlere sürüklemektedir.
Bir parti, böylesine kişisel sulta altına nasıl gir-
di sorusunun yanıtı, ANAP'ın demokratik ilke
ve kurallara göre yönetilmeyişinde aranmahdır.
Milletvekili adaylarını kendisi seçerek sultası al-
tına alan özal, bakanlan da aynı yöntemle ata-
dı. Bakan olarak atayacaklarına sormadan. lis-
teyi cumhurbaşkanının onayına sunmayı ilke
edindi. Partideki üstünlüğü, giderek deviet yö-
netiminde de egemen kılmaya yöneldi, bunda da
başarılı oldu. Ne partide ne de Bakanlar Kuru-
lu'nda, onun istemi ve istenci dışında hiçbir ka-
rar alınamaz oldu. öyle ki, cumhurbaşkanı ola-
rak göreve başladığı gün, başbakan olarak ata-
dığı Akbulut'a Bakanlar Kurulu listesini verdiği
bilinmektedir. En son örnek, M.S.B. Safa Giray-
ın istifasına neden olan delege seçimlerine aldı-
ğı tavır, onun bugün bile partiyi dışardan yönet-
tiğini gösterir.
Özal ve hukuk
Özal, cumhurbaşkanlığı görevine başlar baş-
lamaz, parti yönetiminden kopmayacağını; hü-
kümetin işlerine karışacağını, "hükümetin de tav-
şiyelerine uyacağını" açıkladı. Bundaki amaç,
işin hukuksal ve anayasal durumunu bilmeyen
geniş halk kitlelerinden destek bulma çabasıdır
ve tek adamlıgın yollannı açmaktır.. Daha baş-
bakan iken "Anayasayı bir kere ihlal etmekten
ne çıkar" dediği belleklerdedir. Genel tutumu,
yani taktiği şudur: Bir konuyu ortaya atar, ka-
muoyunda tartıştınr ve böylece konuyu çürütür.
Bu işi eyleme geçirmeden tartışılmasıru sağlaya-
rak eylemi gerçekleştirir; kısaca dediğini yapar.
Ve özal bunları yaparken kural tanımazhğını da
kanıtlar. Kural tanımazhk, Özal'm ve bu döne-
min simgesi olmuştur.
Körfez bunalımındaki tutumu ile "tek adam
olma" içgüdüsüne bağlı davranışları, tam anla-
mıyla açığa çıkmıştır. Bunalımla ilgili, deviet si-
yasasının belirlenmesi ve uygulanmasında hükü-
met, tam anlamıyla devre dışıdır. Oysa, bir par-
lamentomuz vardır. Bu siyasanın sonuçlarından
Meclis'e karşı hükümet sorumludur.
Özal'm bu tutumu de facto'dur, bu sözcük 'hu-
kuk dışı' durumları anlatır. Bu noktaya geliş ve
hukuk dışına çıkışta tek sorumlu, elbet özal de-
ğildir. Bu nedenle Özal ile ANAP grubu ve hü-
kümetin, hukuk dışına çıkıştaki sorumluluğun
ortak olduğunu söylemek bir gerçeği sapta-
maktır.
Türkiye Cumhuriyeti, anayasanın açık.ve be-
lirleyici hükmüne göre "...bir hukuk devietidir".
Anayasa Mahkememize göre "Hukuk devleti de-
mek, insan haklarına saygj gösteren ve bu hak-
ları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve
bunu devam ettirmeye kendisini yükümlü sayan,
"biitiin davranışlannda hukuk ve anayasaya
uyan, biitiin işlem ve eylemleri yargı denetimine
bağlı bulunan bir deviet" demektir.
Bu karar ışığında değerlendirdiğimizde, bu-
günkü hukuk dışı durumun "hukuk devleti" il-
kesi ile bağdaşmadığı görülür. Bu "de facto" dn-
rumu, düzene oturtmak sorumluluğu, başta
ANAP grubu olmak üzere, Meclis'teki ve Mec-
lis dışındaki partiler, aydmlar ve halktadır. Özet-
le, bu gidişe dur denilmemesinde hepimizin so-
mmlulugu olduğu unutulmamaiıdır. özal, top-
lumdaki tepkiden yoksun, suskun bireylerden ku-
rulu bir toplumda olduğunu bilmektedir. Türki
ye insanının, 12 Eylül rejimiyle tepkisiz, ürkek
ve sinmiş bir yapıda oluşu elbet suskunluğun bir
nedenidir; ama özrii olamaz! özellikle topluma
yol gösterici olanlar için hiçbir zaman özür ka-
bul edilemez.
Anayasa hukuku açısından durum
Cumhurbaşkanı'nın hukuk dışına çıkmış bu-
lunan bu tutum ve davranışları, anayasanın 6.
maddesine aykındır. Bu hükme göre "hiçbir kim-
se ve organ, kaynağını anayasadan almayan dev-
iet yetkisini kullanamaz". Oysa Cumhurbaşka-
nı'nın kullandığı yetkiler Bakanlar Kurulu'na
aittir. Hükümete ait yetkilerin, sorumsuz bir
cumhurbaşkanınca kullanılması, anayasanın 1 ve
2. maddelerine de aykırıdır. Bu iki madde, cum-
huriyetin temel ilkelerini, niteliklerini belirler ve
4. maddeye göre bu iki maddenin değiştirilmesi
"teklif" bile "edilemez". Parlamenter sistemde,
yürütme görev ve yetkisi hükümettedir. Bu yet-
ki devredilemez. Özal kendisine verilmemiş deviet
yetkisini kullanarak hukuk dışına çıkmakta ve
cumhuriyetin en onemli niteliklerini eylemli ola-
rak degiştirmektedir. Bu, ulusa ait egemenliğin,
kişisel egemenliğe çevrilmesidir ve bu durum bir
anayasa ihlalidir, Türk Ceza Yasası'na (TCY) gö-
re de suçtur.
Özal, bu tür girişimlerle anayasa ile kurulmuş
parlamenter sistemi değiştirmek ve başkanlık sis-
temini oturtmak istemektedir. Böylece tek adam
istencini bir şef-hükümdar tutumu ile devlete ege-
men kılmak! Prof. Bahri Savcı, bu durumu ana-
yasa hukuku açısından değerlendirerek şu sonuca
varıyor:
"Çagdaş konsensiise, demekrasinin 'devletin
siyasal örgütlenme' örneklerinden hiçbirine sıg-
mayan bu deformasyonun gerçek tanısı nedir?
Anayasalanmızın doğal geleneği olarak Türki-
ye'nin malı olmuş olan parlamentarizm içine; bir
hukuk, —siyasal yetkisizliğini, 'hâkimiyet-i
şahsiyesini' oturtmak— hani şu 70 yıl önce
kaldırdığımız' bireysel-kişisel— indi sulta ege-
menligini bu kez parlamenter yapı içinde canlan-
dırmak." (2)
İşte bu sonuç, anayasayı tebdil ve tagyir ve ana-
yasayla kurulmuş parlamenter sistemi değiştir-
me girişimidir ve en ağır suçlardandır...
TCY'ye göre durum
TCY'nin 146. maddesi, hukuk dışına çıkılarak
anayasa ihlalinin yaptırımını göstermiştir. Bu
maddede yaptırıma bağlanan suç, bir "tehlike
suçudur" ve bu suç, teşebbüs aşamasmda en ağır
ceza ile cezalandırılır.
özal, bu girişimlerinde, etkisi altında tuttuğu
ANAP grubuna —siyasal güce— (iktidar gücü-
ne) dayanarak hukuku hiçe saymaktadır.
TCY'nin 146. maddesine giren eylemin suç sa-
yılması için aranan cebir öğesi, olayımızda elve-
rişli araç olarak kötüye kullanılan, işte bu ikti-
dar gücüdür...
Bugün hem ANAP'ın hem de Özal'ın, bu gü-
cü kötüye kullanarak tam bir "hukuk dışı" ey-
lemli durum içinde olduğu görülmektedir.
ANAP grubu, çoğunluk oyuna dayanarak Türki-
ye Büyük Millet Meclisi'nin anayasaya göre de-
netlemesini de engellemektedir. Bu da bir ana-
yasa ihlalidir. İktidar gücünün manevi cebir al-
tında kalması ile ilgili açıklamasında Prof. Fa-
ruk Erem, Floria'nın Berner'e dayanarak yaptı-
ğı değerlendirmeye değiniyor ve "iktidarın sui-
istimali, hakiki bir manevi cebirdir" sonucuna
varıyor. (3)
Yüksek Adalet Divanı'nın karanna göre de:
"...hukuki rejim yanında, ona ana çizgileri ve
karakteri bakımından zıt bir fiilî rejimin yara-
tılması... Deviet Reisinin veya Teşriî Meclisleri-
nin selahiyetlerini genişletmeye veya daraltmaya,
bu kuvvetlerden birini ortadan kaldırmaya... ma-
tuf hareketlerdir ki, devletin anayasasını tagyir
ve tebdil şeklinde mütalaâ edilebilif!' (4)
Özetle, bugünkü siyasal iktidar sorumlulan-
nın ve sorumsuz Cumhurbaşkanı özal'ın, ikti-
dar gücünü kötüye kullanarak sergiledikleri ey-
lemli durum, bu karar kapsamındadır. Bu eylemli
duruma, sistemin değiştirilmesine değin izin ve-
rilmemesi ve hukuk düzeni içinde çözüm bulun-
ması, gündemin birinci ve öncelikli maddesidir.
Halk yığınlarının beklentisi de bu çözümde ge-
cikilmemesi doğrultusundadır.
1- Prof. Bahri SAVCI, Cumhuriyet 23.10.1990.
2- Prof. Bahri SAVCI, adı geçen yaa.
3- Prof. Dr. Faruk EREM, Türk Ceza Hukuku Hususi H0-
kümler, Ankara, 1982 basımı, S. 74-75.
4- Prof.Dr Faruk EREM. a.g* S. 72
EVET/HAYIR
OKT4YAKBAL
Şeriatçı Gösteriler...28 ekim günü Nurcuların şeyhiSaidi Nursi Ankara'da anılı-
yor. Ne doğum, ne ölüm günü! Ourup dururken bir mevlit!
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanının 67. yılında gericiliğin mey-
dan okuyuşu!...
10 Kasım günü de istanbul'da Aya İrini Kilisesi'nde Nakşi-
lerin şeyhi Kotku, bir açıkoturumla anılıyor.
Nurcuların meviidine DYP Genel Başkanı kutlama telgrafı
gönderiyor! Nakşilerin toplantısına da Başbakan Akbulut ile
ANAP genel başkanlığı adaylartndan Hasan Celal GüzelL
İbret alınacak iki olay. DYP lideri Nurcularla işbirtiği halin-
de görünüyor. ANAP lideri ile önde gelen bir kişisı de Nak-
şilerfe...
Söylentiler doğrulanmış olmuyor mu böylece? ANAP, Nak-
şibendi tarikatına yakmdır, pek çok milletvekili Nakşidir...
Özal'ın anası bile Nakşi mezarlığına gömülmedi mi? Hem
de Nakşilerin şeyhi Kotku'nun yanıbaşına... Nurcular da
DYP'nin arkasında saf tutmaktadır. Bay Demirel'in Nur tari-
katından olduğunu duymadık, ama politika gereği Saidi Nur-
sicilere yakın olmaya çalıştığı açık...
29 Ekim'e saygı yok, sevgi yok, inanç yok! Atatürk'e hiç mi
hiç yok!.. Ülkemiz gerici anlayışların, çağdışı tarikatların ve
onlara bağlı insanlann kol gezdiği bir alan olmuş. Bir baş-
bakanın annesi —ki şimdi Çankaya konuğudur— Nakşibend
liderinin yanına özel izinle gömülürse; bu izni de o günlerde
bir başka Çankaya konuğu olan Bay Kenan Evren —o Ata-
türk sözünö ağzından düşürmeyen, ama Atatürk'ün düşün-
celerini, devrimlerini ortadan kaldırmak için her şeyi yapmış
Bay Kenan Evren— vermişse kim ne diyebilir? "Hayır ülke-
mizde gericilik yok, tarikatçılık tarihe karışmıştır" denebilir mi?
"Efendiler ve ey ulus, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyn-
ler, dervişler, tarikat öğrencilerinin ve çömezlerinin ülkesi ola-
maz. En dogru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır. Uygar-
lığın buyurduğunu ve istediğini yapmak insan olmak için ye-
terlidir."
Yıllar, yıllar öncesinden sesi geliyor Mustafa Kemal Atatürk-
ün... "Hangi şey ki akla, mantığa, ulusun yüksek çıkarlanna
uygundur, biliniz ki o dinimize de uygundur... Btzi yanlış yol-
lara sürükleyenler çoğu kez din perdesine bürünmüşlerdir,
saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatmışlardır...
Artık Türkiye din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok
yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa kendilerine başka yerler-
de sahne arasınlar."
12 Eylül'den birkaç gün sonra deviet başkanlığı koltuğun-
da oturan Kenan Evren, "İlkokullardan üniversitelere kadar
Atatürkçü, diğer bir deyimle Kemalist oğretim yapılacağına
ve böyle bir fikir üretileceğine tam aksine sağ, sol ve irticai
fikirler üretilmiştir" diye konuşmuştu. Bu sayın kişinin yöne-
timin başında olduğu on yıl boyunca oğretim alanları baş-
tanbaşa gerici kadrolara teslim edildi. Bir insan ki, hem böyle
söyler, ama kendi yönetim döneminde okullara zorunlu din
dersleri koydurur; imam okullarının gelişmesine seyirci ka-
lır; Rabıta örgütünü savunurcasına konuşmalar yapar. Tari-
he ibretle geçecek bir dummdur bu...
Cumhuriyet Bayramı'nda Nurcular gösteri yaparlar Ata-
türk'ün ölüm gününde Nakşibendiler —hem de Ortodoks
kilisesinde— şeyhlerini görkemli bir törenle anarlar. Üst üs-
te Kemalist devrime inanan aydmlar, katilleri bilinmeyen ci-
nayetlere kurban gider. şeriatçı basın 'İslam düşmanı' ilan
ettiği dernekjeri, sendikaları, yazarları vurucu güçlerine he-
def gösterir. Üniversite sıralarına başörtüsüyle, hatta çarşaf-
la girmek savaşımı verilir. Laiklik ilkesini savunanlar din düş-
manı ilan edilir. İşte, 1990 yılında 'manzara-i umumiye!..'
Bütün bu gericilik kalkışması karşısında Atatürk'ün şu söz-
leri bize güç verecektir; "Yobazların bir tehlike teşkil ettiği
hayaldir. Bu türlü insanlann din ve imanla hiçbir samimi ilgi-
leri yoktur. Dini taassup onlar için bir nüfuz ve menfaat aleti-
dir. Bu sayede bir taraftan halkı, bir taraftan hükümeti alda-
tarak kendileri hesabına nüfuzlu bir mevki yaratırlar."
JHuhasebe Mesleği ve Sorunlan
Ulkemizin toplumsal ve ekonomik yapısı için bu denli önem
taşıyan mesleğin durumunun iç açıcı olduğunu söylemek
olanağı yoktur. Yasa ve bağlı yönetmeliklerdeki eksikliklerin
giderilmesi, demokratik olmayan hükümlerin değiştirilmesi
ivedilikle gereklidir.
MALÎK KARACAN Serb. Muh. Mali Müşavir
Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşa-
virler ve Yeminli Mali Müşavirler Odalan
Birliği, 15-16 Eylül 1990 tarihlerinde An-
kara'da toplanan genel kurulda oluşturu-
larak ilk yönetim kurulu seçümiştir. Böy-
lece elli yedi yıllık bir süre sonunda yasal
düzenlemeye ve ardından Oda'ya kavuştu-
nılan mali müşavir ve muhasebecilerin ör-
gütlenme süreci -yasaya göre- tamamlanmış
olmaktadır.
Bir yasa düşününüz ki 1932 yılına dek gi-
den bir geçmiş içinde, on iki kez ve devamlı
değişime uğrayan tasarılarla gündeme gel-
miş olmasına karşın, ahcak 1989 yasama yı-
lı sonunda ve yeterince tartışılmadan yürür-
lüğe girsin. Bu nedenle de yasa, böylesine
uzun geçmişine karşın ve öbür ülkelerdeki
benzer yasalardan yararlanma olanağı da
varken mesleği düzenlemede yetersiz kalsm.
3568 sayıh Serbest Muhasebecilik, Serbest
Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli
Mali Müşavirlik Yasası, mesleği düzenleme-
de gerçekten eksik ve yetersizdir.
Meslege ihanet sayılsa yeridir
Bugün yasal düzeniemeye karşın muha-
sebecilik ve müşavirlik, hâlâ isteyen herke-
sin yapabildiği bir meslek durumundadır.
Ekonomik yaşamımızda "Olmazsa olmaz"
ölçülerde önemi bulunan mesleği, hiçbir bil-
gi birikimi, deneyimi bulunmayan kişiler de
yapmaktadır. Hatta yasal düzenlemeden
sonra yasanın yürütümü ile yetkili, yasa
metninde imzası bulunan dönemin Maiiye
ve Gümrük Bakanı Sayın Ekrem Pakdemir-
li dahi mesleğin herhangi biri tarafından ya-
pılabileceğine ilişkin demeç vermekten çe-
kinmemiştir.
Hiçbir mesleksel yasa düşünülemez ki
meslek mensuplarını serbest/bağımh çaJı-
şan olarak ikiye ayırsın. Serbest meslek
mensuplarını yasal düzenleme ile bağımlı
kılarken, bağımlı çalışan meslek mensup-
larını yasal düzenlemenin dışında tutsun...
Böylece bir yanda tüm yasal koşulları taşı-
yor olmasına karşın yalnızca bağımlı çalış-
tığı için meslek mensubunu yok saymaya
devam ederek cezalandırsın. öte yanda,
meslekle hiçbir bağı, bilgi ve birikimi olma-
yana da mesleği uygulama kapısını açık tu-
tarak haksız rekabete, meslek yozlaşması-
na neden olsun. Yine hiçbir mesleksel yasa
düşünülemez ki yasanın yürütmesinden so-
rumlu bakan, yasaya karşın mesleğin her-
kesçe yapılabileceğini ilan etsin. Aynca
mesleksel hizmet karşılığında alınacak üc-
ret belirlenip ilan edildikten hetnen sorira
yarısından bile daha aza düşürülsün.
Toplumsal koşulların yarattığı, mal mü-
badelesinin doğurduğu "hesaplaşma"nın
gereksinim haline getirdiği meslek, bugün-
kü düzeye gelinceye dek sürekli bir değişim
ve gelişim süreci yaşamıştır. Toplumsal ya-
şamdaki önemi gittikçe artan mesleğimiz,
ekonomik gelişmesini tamamlamak isteyen
ülkelerce farklı zaman ve biçimlerde yasal
düzenlemeye kavuşturulmuştur.
Dönemin iktidan tarafından 1984 yılın-
da Vergi Usul Yasası'na bir madde eklemek
suretiyle düzenlenmesi tasarlanan meslek,
Anayasa Mahkemesi'nin iptali üzerine bu
kez kanun hükmünde kararnameye dönüş-
türüldü. Ancak Cumhurbaşkanınca onan-
mayınca düzenleme, yasa tasansı haline ge-
tirildi. O günlerde meslek mensuplannın en
geniş katılımlı örgütü dunımundaki Mali
Müşavirler-Muhasebeciler Birliği'nin, yo-
ğun çabalan ile taslakta yapılan değişiklik-
lere karşın yasa, meslek mensupları aley-
hine hükümlerle dolu olarak kabul edilmiş-
tir. Bunlann başında söylenmesi gereken,
mesleğin Maiiye ve Gümrük Bakanlığı'nın
-dünyadaki benzer yasaların tersine- vesa-
yeti ve kesin denetimi altında olmasıdır. Bir
başkası yasanın -ülkemiz genel yararları
gözardı edilerek- belli bazı meslek grupla-
nnın, kesimlerin "pastadan büyük payı
alma" heves ve istekleri doğrultusunda ha-
zırlanmış olduğunu çağrıştıran hükümler-
le dolu olmasıdır. Yasada yer alan en önem-
li konulardan biri, örgütlenmeye ilişkin kı-
sıtlayıcı ve müdahaleci hükümlerdir.
Serbest muhasebecileri
yadsıma...
Yasa, serbest muhasebeci, serbest muha-
sebeci mali müşavir, yeminli mali müşavir
unvanlarını taşıyan üç ayrı meslek mensu-
bu tanımlaması yaparken örgütlenmeye iliş-
kin yalnızca serbest muhasebeci mali mü-
şavirler odalan ve yeminli mali müşavirler
odalan oluşturulmasını hükme bağlayarak
serbest muhasebecileri yadsımıştır. Her ne
kadar serbest muhasebecilerin, serbest mu-
hasebeci mali müşavirler odaiannda örgüt-
lenmeleri zımnen kabul edilmiş olsa da bu,
huzursuzluğu ortadan kaldıramamaktadır.
Aynca yasada yer alan bir başka hükümle
de odalar birliği yönetim kurulu oluşumu-
na antidemokratik bir müdahale yapılmış-
tır. Bu hükme göre odalar birliği yönetim
kurulunu oluşturacak 9 kişiden beşinin ye-
minli mali müşavir, bu beş yeminli mali
müşavirden birinin de başkan olması zorun-
ludur. Böylece "pastadan, hemen tümfl sa-
yılacak kadar büyttk bir bölümü" alacak
yeminli mali müşavirleri, örgütlenme için-
de de kollamak için her türlü önlem alın-
mış olmaktadır. Yasa ile yapılan bu düzen-
lemeyi ise az da olsa haklı kılacak bir ara-
yış, yasada bulunmayan birtakım hüküm-
lerin yönetmeliklerle düzenlenmesi sonucu-
na dek ulaşmıştır. Yasada hiçbir hüküm ol-
mamasına karşın yönetmeliklerde yapılan
düzenlemelerle, oda yönetim kurullarındaki
beş yönetim kurulu üyesinden üçünün ser-
best muhasebeci mali müşavir, ikisinin ise
serbest muhasebeci olması, odaiar birliği
delegasyonu oluşumunda yüzde elli oranın-
da serbest muhasebeci, yüzde elli oranın-
da serbest muhasebeci mali müşavir seçil-
mesi, odalar birliği yönetim kunılunda, ye-
minli mali müşavirlerden artakalan dört
üyeüğin iki serbest muhasebeci mali müşa-
vir, iki serbest muhasebeciden oluşması hü-
küm altına alınmıştır. Böylece örgütlenme-
ye yapılan müdahale, meslek mensuplan-
nı huzursuz edecek boyutlara ulaştınlmış-
tır. Türkiye'de 295 civannda aktif çalışanı
ile 1700 civarında yeminli mali müşavir,
30.000 civannda serbest muhasebeci ve ser-
best muhasebeci mali müşavir olduğu dü-
şünüldüğünde, örgütlenmeye ilişkin düzen-
lemelerin boyutları ve çarpıcılığı daha iyi
anlaşılır.
Sonuç
Ulkemizin toplumsal ve ekonomik yapı-
sı için bu denli önem taşıyan mesleğin du-
rumunun iç açıcı olduğunu söylemek ola-
nağı yoktur. Yasa ve bağlı yönetmelikler-
deki eksikliklerin giderilmesi, demokratik
olmayan hükümlerin değiştirilmesi ivedilik-
le gereklidir. Örgütlenme ile ilgili hüküm-
lerle yaratılmaya çalışılan serbest muhase-
beci, serbest muhasebeci mali müşavir bi-
çimindeki yapay aynmın, sorun olacak bo-
yutlara ulaşması mutlak şekilde önlenme-
iidir. Yasa ile belirlenen konulan arasında
çok az farklıhk olan bu iki meslek grubu-
nun uygulamadaki konumlan da birbirin-
den fazlaca farklı değildir.
ÖNCE BENİ ASIN
300 idamlık insandan
ilk asılacak olanın yerine
ASILMAK İSTİYORUM...
ne ağlayanım olacak ardımda
Ne kendim ağladım hayatımda
Aaah anacığım dersem darağacında
Ben de şerefsizim, ben de kahpeyim
(Yeşiller Partlsi İl Yön. Kur. Üyesi)
EKREM TOS
Balıkesir Barosu Avukatlarından
PİR SULTAN ABDAL
T U M K A S E T C I L E R D E
KAMUOYUNA
Bizler siyasi iktidarın cezaevlerine yönelik saldırılarını
protesto etmek; Diyarbakır, Amasya ve G.Antep
cezaevlerinde süren direnişiere destek vermek için 12
kasımdan itibaren dönüşümlü açlık grevine başladık.
Sağmalcılar Cezaevl ve özel Tlp Cezaevi Tutukluları
Adına
MEHMET DOÖAN, SEYFETTİN RÜZGAR, SALİM
BAYAR, ERDOĞAN BİÇİCİ, MEHMET ÇİFTÇİ, TALAT
COŞKUN, DURSUN SELÇUK, İSMAİL DOGRUER,
KADİR OÜL, ALİ YALÇIN, NURET ÇALICI. NACİ
ÇELEBİ, SERDAR KAYA.
ACIMIZ SONSUZDUR
Dostumuz, değerli arkadaşımız, insan sevgisiyle dolu
yüreği haksızlıklara ve insanın insana çektirdiği acılara
dayanamadı, Esin'in dediği gibi artık O çiçek oldu.
HAKKIMARO
yüreğimizde yaşıyor
Insanlığın başı sağolsun
RASİH NURİ tLERl
M. SUPHt NURt tLERl
VE AİLELERİ
TEŞEKKÜR
Onurlu yaşamı boyunca yüreği
yalnız insan sevgisiyle çarpan
sevgili eşim ve babamız
HAKKIMARO
artık anılarımızda yaşıyor
Başsağlığı için gelen, bizleri arayan tüm akraba ve
dostlarımıza teşekkür ederiz.
MARO ve SALARVA> AİLELERt
PENCERE
Kadavrada Tesettür!"Fip fakültelerinde 'türbanlı' kız öğrenciler, erkek kadavrası
üzerinde çalışmak istemiyorlarmış. Kimi erkek öğrenci de ka-
dın kadavrasını incelemekten kaçınıyormuş. '7eseffiirden ya-
na olanlar bir istek ileri sürmüşler:
—Kadavralara don giydirilsin.
iş öyle bir noktaya dayanmış ki hocalar kızıp yürüyüşe geç-
mişler.
İrtica gün geçtikçe palazlanıyor; ileride daha beter olaylar
yaşanacak; toplumun demokratik yapı içinde bu olumsuz ge-
lişmeye karşı koyup koyamayacağı görülecek; Türkiye, bü-
yük bir sınav verecek...
•
Tıpta, kadavra üzerine inceleme eski çağda İskenderiye
Okulu'na dayanıyor. İsa'dan üç yüzyıl önce başlayan 'teşrihl
Romalılar yasak etmişler. Hıristiyanlık sürecinde tek tük giri-
şimler olmuyor değil; ama, 1'inci François döneminde bile
insan bedeni üzerinde çalışma Batıda günah ve yasak...
Teşrih, ancak 17'nci yüzyıl Avrupası'nda olağan sayılıyor;
kadın erkek ölüleri üzerinde hekimler özgürce çalışmaya baş-
lıyorlar; tıpta ilerleme bu çalışmalar sayesinde gelişebiliyor;
öğrenciler, insan bedenini anatomi dersinde tanımak olanak-
larını buluyorlar.
Matbaa, Osmanlı İmparatorluğuna Gutenberg'den 250 yıl
sonra girebildi.
Ya teşrih?
Teşrihi tıp fakültelerine sokabilmek için Osmanlı 200 yıl
bekliyor. İkinci Mahmut döneminde önce gayri Müslimlere
Hıristiyan kadavraları üzerinde çalışma izni çıkıyor.
Peki, 19'uncu yüzyıl başlarında benimsenen kadavra üze-
rinde çalışma yönteminin 21'inci yüzyıla 10 kala Cumhuriyet1
in tıp fakültelerinde tartışma konusu oluşturmasının anlamı
nedir? Hiç kuşkusuz anlam açık seçik!.. Kadavralara don giy-
dirmek, çıplak heykelleri tesettüre göre örtmek ilk bakışta gü-
lünç gibi görünüyor; ama canlı bir kadının kafasını türbana
sokmakla, kadavraya don giydirmek, belli bir dünya görüşü-
nün dışavurumudur.
Doğaldır ki Türkiye'de isteyen istediği gibi giyinebilir; ka-
dınlarımızın başörtüsü Anadolu'da ya da İstanbul'da hiçbir
zaman yadırganmadı. Kişinin giyim-kuşam özgürlüğüne bu
zamanda kim kanşabilir? Mini etek giymek ya da başını ört-
mek kadının bileceği iştir.
Ancak kadavraya don giydirmek işleminin ne demokrasiyle
ne de özgürlükle ilışkisi var...
Bilim alanlarında irtica egemenleşirse, insan hayatıylaoy-
namaya başlarız. Hekim olabilmek için kafadan türbanı, ka-
davranın ayağından donu çıkarmak gerekiyor. Biri apış ara-
sını, öteki kelleyi örtüyor; ama gerçekte ikisinin de işlevi akıl
ve bilimi karanlıkla sarıp sarmalamaktır.
*
1960'ların başında bu köşede yazmaya başladım. O gün-
lerde 'Osmanlı'da Teşrih' başlığını taşıyan bir yazıy; geçmiş-
ten bu güne 'ibret' olsun diye yayımladığımı anımsıyorum.
Ancak, tıp fakültelerinde kadavra üzerinde çalışma konusu,
Cumhuriyet döneminde hiçbir gün tartışma konusu olmamış-
tır. Ne 1920'lerde ne 30'larda ne 60'larda teşrih üzerine din-
sel yasaklar koymak ya da kadavralara don giydirmek gibi
bir sorun gündeme girmişti. Bu konu Osmanlı döneminde
çözümlenmişti. 200 yıl geç kalmıştık; ama ne yapalım ki yi-
tirdiğimiz zamana acımaktan başka bir şey elimizden gel-
miyordu.
Kim derdi ki 1990'da teşrihe karşı bağnazlık, tıp fakültele-
rinde hortlayacak!.. Ve üniversite profesörleri cübbelerini gi-
yerek meydanlara dökülecekler; Atatürk'ün Anıtkabri'ne çe-
lenk koyacaklar...
İnsan gözlerine inanamıyor.
•
Kadavrada tesettür isteyen bir öğrencinin, tıp fakültesin-
de işi ne?
Temel sorun budur; türban konusunun boyutları da bu so-
runda ortaya çıkıyor.
ÇAĞRI
Sosyalistlerin Birlik
Partisi Girişimi
•
KURULUŞ KURULTAYI
Gündem: *
1- Açılış ve Başkanlık Divanı Seçimi
2- Girişim Hazırlık Kurulu Çalışma Raporu
3- Kurultay Komisyonlannın Seçimi
4- Program TasJağının Tartışılması ve Kabulü
5- Tiizük Taslağının Tartışılması ve Kabulü
6- Partinin Adınm Belirlenmesi
7- Kurucu Heyetin Belirlenmesi
8- Kuruluş Tarihinin Belirlenmesi
9- Kunıltay Bildirgesi ve Kapanış
•
Tarih: 24-25 Kasım 1990
Cumartesi - Pazar, Saat: 10.00
Yer : Şato Yazar Diiğün Salonu
Gazi Mustafa Kemal Bulvan
Maltepe/ANKARA
—^SERVER TANILLI—
devietV6
demokrasiANAYASA HUKUKUNA
GİRİŞ
SAY Dağıtım Ltd. Şti.
Ankara Caddesi No: 54 Sirkeci/İST
Tel: 512 21 58 • 512 50 80 • 528 17 54
"Sorarım bazan döğüşken kalemimle ben neyim
Koşarım bir fikrin peşinden yorulma bilrrtern
Kim bilir belki de çözülmez bir bilmeceyim
Ter silerim mendilime bakın gözya$ı silmem"
diyen K E R Î M KORCAN'ımızı yitirdik. Anısı
önünde saygıyla eğiliyoruz.
E YAYINLARI