26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER duğunu, şimdi Kuran okumayı öğrendiğini söyleyince, 'yazık değil mi?' dedim, 'okuyup bir meslek sahibi, mesela bir öğretmen olsa fena mı olur?' Adamın yanıtı şöyle oldu: 'O zaman kocasına itaat etmez. Siz şehirliler karılanruzı dövebilir misiniz? Biz döveriz! Konuşnıanın bu noktasını, oluk başındaki kadın ve kız gülerek dinlediler. Yaşmaklı köy kadını: "Beyim, köylülüğün haK başkadır, şehirlininki de başkadır' diyerek kocasının sözlerini doğruladı; ondan dayak yemeyi kabullenmişti bir kez. lleride kendi kızı da kocasından dayak yiyecekti ve bu anababa o durumu doğal bulacaktı. Kadının bedence erkekten zayıf olduğunu, zayıflan dövmenin bir kahramanlık olmadığını dilimin döndüğünce bu köylü yurttaşa anlatmaya çalıştım. Ama inandıjamadım. 'Kadını dövmek Kuran'da varmış. imam söyledi, Allah'ın emrine karşı gelinmez' deyip duruyordu ve bunları dinleyen kadınla kızı gulümsüyordu." Işte Türkiye'de siyasal haklara kağjt üzerinde sahip olan kadının genel durumu buydu. Şimdi de Anadolu'nun bir çok köy ve kasabasında herhangi köklü bir değişiklik yok. Claude Farrere, Türk dostu bir Fransız yazarıydı. Pierre Loti ile birlikte, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batıda Türkleri savunan az sayıdaki yazarlardı bunlar. Ikisi de deniz subayı kökenli oldukları için Doğu ülkelerini çok dolaşmışlar, oralardaki toplumsal durumu inceleme olanağını bulmuşlardı. Pierre Loti, Claude Farrere'den daha önce gelmişti Istanbul'a. Dahası, bu kentte bir süre oturmuş, Türk âdetlerine göre giyinip fes taşımış. Eyüp1 te oturduğu sırada, kabristanın tepesinderı o tarihte olağanüstü guzellikte olan Haliç'i ve Boğaz'ın ötesindeki sırtların ardından günün doğuşunu seyredermiş. Nargile içti|i de söylenir. Dilimize çevrilmiş olan "Âziade" (Azade) romanını, söylentiye göre, tstanbul'da yazmış. Loti, Türkleri egzotik bir zevkle severdi. Osmanlı aydınlan, 192021'deki yalnızlığımız sırasmda, Türkleri savunan Pierri Loti'nin adını bu tepedeki kahveye ve ayrıca Çemberlitaş'taki sokaklardan birine vennişler. Onunla birlikte Türk savunuculuğunu yapan Claude Farrere adını da Pierre Loti Sokağı'nın yarundaki sokağa takmışlar. Ben Pierre Loti'yi görmedim. Claude Farrere'i gördüm. O da Loti gibi birkaç kez Istanbul'a gelmiş. Cumhuriyetin ilanından ve devrimin gerçekleşmesinden sonra Ankara'ya da geldi. Atatürk tarafından da kabul edildi. Onu, Türkiye Büyük MilX X X 18 HAZİRAN 1989 Türk Kadını ve Claude Farrere HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU İçinde bulunduğumuz yüzyılın birinci yansma "diktatörlükler dönemi", ikinci yarısına da "kadın haklan dönemi" deniliyor. Çünkü birinci yarıda Avrupa anakarasında Mussolini, Hitler, Stalin, Salazar ve Franco gibi diktatörler çıkmış, ikinci yarısında ise "kadın hakları" konusu ön plana geçmiştir. Gerçi kadın haklarının savunulması, özellikle kadınların siyasal haklan elde etnıesi için îngiltere*de, daha yüzyılımızın başında sufragette (sufrajet) ler tarafından büyük savaşım verilerek bu çığır açılmış ise de kadınlara erkekle eşit haklann tanınraası konusu güntımüze değin toplumsal bir sorun olarak süregelmiştir. 6 haziran 1989 tarihli Cumhuriyet'te şöyle bir haber çıktı: "Ekonomik koşulların, kadını evde daha otoriter duruma getirdiği, buna karşı erkeklerin evdeki otoritesinin azaldığı belirlendi. Türk standartları Enstitüsü (TSE) tarafından Ankara'da 2776 evli kadın arasında yapılan araştırmaya göre ailelerin yüzde 66'sı kadınların ekonomik konularda daha etkili olduğunu açıkladı." Bu haberi okuyunca Türk kadınını kölelikten kurtaran Yurttaşlar Yasası (Medeni Kanun), kadınlara seçme ve seçüme haklannı tanıyan yasalar gözümün önünden geçti. Bunlar üzerine yıllardan beri çok yazı yazdım. Derken çağrışımlar çağrışımları izledi: Ataturk döneminde ülkemizde toplanan uluslararası kadın kongresini, Fransız yazan Claude Farrere'yi anımsadım. Bu kadınlar kongresi anısına Türkiye'de çikanlan pul serisi sonradan çok değer kazandı. Belirtmeliyim ki, son zamanlarda Türkiye'de kadın hakları konusundaki görüşler az çok hareketleniyor. Aydın kadınlarımız Atatürk Devrimi ile kendilerine sağlanmış bulunan çağdaş insanlık dunımunu korumak ve ülke çapında genişletmek için çaba göstermeye başladılar. "Hak vcilmez alınır" deyişinin tersine, Türk kadını bugün yasal olarak sahip olduğu haklan bir savaşım sonucunda almamış, gerek medeni, gerekse siyasal haklar kadına, Atatürk Devrimi'nin getirdiği yasalarla tanınmıştır. Daha sonraki tarihlerde kadan haklan konusunda yazmış olduğum bir yazıda: "Türk kadınının siyasal haklar, özellikle seçme ve seçilme haklan bakımından Avnıpa'mn en ileri ülkelerinden biri olan tsviçre'den daha ileri olduğunu, çünkü orada kadınlara bu haklann henüz tanınmadığını söyleyip vazanlar var. Keşke Türk kadınının kültiir seviyesi İsviçreli kadınlannki kadar ileri olsaydı da seçme ve seçilme haklan bulunmasaydı" demiştim. Nitekim tsviçreli kadınlar siyasal haklara ancak birkaç yıl önce, anıa kendi savaşımlanyla sahip oldular. Bu hakları tanımayan bir kantonun en son bölgesinde de yalnız erkeklerin katıldığı bir haJkoylamasında, o bölgenin kadınlarına siyasal haklar tanındı ve İsviçre kadınlan bizden yarım yüzyılı aşkın bir süre sonra tumüyle seçme ve seçilme haklannı elde etti. AmaTürk kadınlan bu yarım yüzyıl içinde İsviçreli kadınların bilgi ve kültür düzeyine ulaştılar mı? Bu soruyu yalruz İstanbul, lzmir, Ankara gibi büyük kentlerimizdeki kadınların durumuna bakarak değil, Anadolu ve Trakya'nın kasaba ve köylerindeki kadınlann durumuna bakarak yanıtlamak gerekir, elbette. Yine kadın hakları konusundaki yıllar önce yayımlanan bir yazımda şöyle demiştim: "Türkiye'de bir kadın sorunu değil, erkek sorunu vardır. erkekkrimiz kadın ve kızlannın, Atatürk Devrimi ile onlara tanınmış olan hakları kullanabilecek çağdaş bireğitim gormesine engel oluyorlar; çünkü kadının Osmanlı döneminde olduğu gibi, erkeginin buyruğunda köle durumunda kalmasını istiyorlar. " Kırk yıl önce çıkan o yazımda, tanık olduğum şu olayı da anlatmıştım: "Bir gün Çubuk'tan Ankara'ya gelirken bir pınarın başında mola verdik. Ben pınarın ustündeki tumsekte oturup, alt yandaki olukta buğday yıkayan bir kadınla bir kız çocuğunu seyretmekte olan orta yaşlı bir köylünün yanına gidip oturdum, selamlaştık, destisinden su içtim; konuşmaya başladık; oluğun başındaki kadın kendi kansı, ononbir yaşlarında görünen çocuk da kızıymış. Kışlık buğday ve yarma için buğday yıkayıp hazırlıyorlarmış. Kadın hem iş görüyor hem de bizim konuştuklanmıza kulak veriyordu. Bir ara adama, kızını okula yollayıp yollamadığını sordum. Üçüncü sınıfa kadar okuduğunu, bunun yeterli ol let Meclisi'ni ziyaret ettiği sırada gördüm. Uzunca sakallı yüzü ve dikkatli bakışlan hâlâ gözlerimin önündedir. Avrupa'daki öğrenciliğim sırasında Farrere'in "Les quatre dames d'Angora" (Ankara'nın dört hammı) adh bir roman yayınladı. Yapıtlarından "Roxelane", "L'homme qui assassina" (öldüren Adam), "Les civilises" (Medeniler) gibi romanlarını okumuş olduğum Fransız yazarınm bu yeni kitabını hemen satın alıp okuyunca duş kırıklığına uğradım. Anlaşılıyordu ki, Claude Farrere, Osmanlıları sevmiş, ama çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'ni yadırgamıştı; başka bir deyişle, Türkiye'nin çağdaşlaşmasını beğenmemişti. O hep egzotizmin yarattığı roraantik imajlı eski Türkiye'yi özîüyordu bu kitabında. Dört kadını ele almıştı: Birincisi tülbent başörtüsu ile sedirin üstünde ve kafesli pencerenin arkasında oturan yaşlı büyük nine. İkincisi, onun kızı, az çok okumuş bir hanım. Üçüncüsü, bu hanımdan olma, Batılı görünümlü cumhuriyet kadını. Dördüncüsü de onun kızı, büyük ninesi zamanındaki geleneklere dönme eğilimli genç kız. Claude Farrere gerçeği değil, kendi özlemini dile getirmişti bu romanda. 28 mayıs 1989 tarihli Cumhuriyet'te Paris muhabiri Sabetay Varol, "Klodfarer cadde değil" başlıkb yazısının bir yerinde şöyle diyordu: "1989 Fransasf nda kimsenin anımsamadığı Claude Farrere, 1905 yılında, Fransa'nın günümüze dek en önemli edebiyat ödulü olan Concourt Ödulünü almış. Farrere'in adı geçen ödülü kazanan 'Medeniler' adlı kitabından başka 'Muharebe* adh romanı bir milyon satmış ve Fransa'da görülmemiş bir hasılat rekoru kırmış (...). Ne var ki, Farrere'in siyasette yanlış ata oynaması Concourt Ödülu sahibi bu ünlü yazarın, De Caulle Fransası'nda 'aforoz' edilmesiyle sonuçlanmış..." Claude Farrere'in siyasal yaşamı beni ilgilendirmez. Önemli olan, onun, yukarıda sözünü ettiğim özlemi; büyük ninenin torun çocuğunun yeniden onun statüsüne dönmesi eğilimi konusundaki özlem. Bu özlem bizim eski MSP ve şimdi ki RP'nin de özlemi. Claude Farrere'in düşlediği bu tip kızlar ne yazık ki, Atatürk Türkiyesi'nde bugün üniversite sıralarına kadar erişmişlerdir. Dahası, bu sıraları da aşarak bir çok meslekte yer almışlardır. Bunlarla, benim Çubuk ovasındaki pınar başında gördüğüm kadın arasında, okumuşluk bakımından aynm varsa da, zihniyet ve düşünüş bakımından bir a>Tim yok!... PENCERE Yeni Kapı!.. Geçenlerde çok sevdiğim bir dostumla konuşuyorduk, nasıl tanıştığımızı anımsadık: Rastlantı, dedi. Ne bılıyorsun rastlantı olduğunu? Belki de yazgıydı, kaçınılmazdı, değil mi? Sanmam. Ne demek yazgı? Alın yazısı, kader gibi sözcüklerle de vurgulanan yazgıda, doğaüstü güçler dile getiriliyor. Diyelim, bir suyu ısıtıyorsun; 100 derecede kaynayacağını biliyorsun. Bu yazgı mı? Hayır. İşin içine "bılinmeyen", gizemli bir biçimde girecek ki yazgı olsun. Ya rastlantı? Yazgının dışında kalan olaylara rastlantı diyebilir miyiz? Söz gelimi sokakta bir tanıdığına rastladın mı, ilk aklına gelen deyış bellidir: Oooo!.. Seni gökte ararken yerde buldum; bu ne güzel rastlantı. Ne var ki rastlantı her zaman güzel olmayabilir; bir taşıt kazası hem rastlantı hem yazgı sayılır; ama sürücülerin aptallığı ve kusuru yüzünden çarpışan otornobillerin birbirine gırmesi neden yazgı sayılsın? Göruldüğü gibi konuyu kurcaladıkça, rastlantıyla yazgıyı birbirinden ayırmanın pek kolay olmadığı anlaşılıyor. * Dördüncü Murat kıyıcı bir padişahtı; içkiyi, tütünü, uyuşturucuyu yasaklamıştı; tebdil gezer, emirlere ters davrananları cezalandırmaktan özel bir keyif duyardı. Bir yaz günü yanına adamını alıp Üsküdar'a geçmek için dolmuş kayığına binmiş. Denizin ortalarma geldıklerinde işareti çakmış. Padişahın adamı tütün kesesinı çıkarıp çubuğuna tütun bastıkça kayıktakilerin gözleri faltaşı gibi açılmış: Aman bre.. diye feryada başlamışlar. Bir yolcu: Merak etmeyin, demış, padişahımız bu vakitte hareminde mışıl mışıl uyumaktadır. Vallahı mi? Kayıkta ünü dünyayı tutmuş bir Mağribi varmış; remil atmaya başlamış. ama birden saçları diken diken olup felaket haberini vermişEy ahali!.. Padışah hareminde uyumuyor, derya üzerindedir, bize pek yakındır. Yolcular tir tir titrerlerken Murat kendini belli edip gürlemiş: Tez kayığı istanbul'a çevırin'.. Herkes ecel teri dökerken kürekçiler binbir pişmanlıkla küreklere asılırlarmış, ama meraka düşmüş padişah: Bre Mağribi!.. Bil bakayım ben şimdi İstanbul'a vardığımda şehrin hangi kapısından içeri gireceğim? Eğer bilırsen kelleni bağışlarım. Mağribi: Emret sultanım.. Koynundan bir kâğıt çıkaran Mağribi, remıli attıktan sonra sultanın şehre hangi kapıdan gireceğini yazarak katlamış, Dördüncü Murat'a vermiş. Padişah açmadan kuşağına sokmuş; çünkü ne yapacağını biliyormuş, kayıkçılara epey kürek çektirdikten sonra surların bir yerinden kıyıya çıkmış; herkesın yüreğine inen bir nara atarak nöbetçilere seslenmiş; hemen oradan bir kapı açılmasını ferman buyurmuş. Dördüncü Murat bu!.. Adamlar tez koşup, üşüşüp, bir yeni kapıyı surlara açmışlar. Gaddar padişah, yem kapıdan şehre girdikten sonra kuşağından kâğıdı alıp açmış. okumuş: "Padışahım, açtırdığın yeni kapı hayırlı olsun!.." Tarihsel bir söylentiye göre bugünkü Yenikapt semti adını bu olaydan almış. * Insanoğlu, nedenlerini anlayamadığı, bilemediği olaylara rastlantı adını takıyor veya yazgı diyor. Bilim bizi bu belirsizlikten kurtarıyor, rahatlatıyor; doğaüstü güçlerin yaşamımızda egemenleşmesini engellıyor. OK'EVYAKBAL EVET/HAYIR Bu Nasıl Devlet? OKURLARDAN Acaba yeni bir kanunla ben ve benim gibi emsallerimin mağduriyetini saygıdeğer büyüklerimiz önleyemez mi? !• Ben ilkokul mezunu Zayi olmuş haklanmızı olduğum için 657 sayılı değerlendirip bir derece daha kanundan mağdur olarak rahata kavuşmamıza olanak ocak 197İ tarihinden, haziran sağlayamaz mı? 1982 tarihine kadar 10 yıl 3 İlkokul tahsilli ve çok derece terfii alamadığım için verimli olan, 33 yılük emsaline örnek olacak istemeye istemeye zevkle hizmetler vermiş, başanh, yaptığım görevimden çalışkan bir memur emekliye aynldım. emeklisinden; benzeri aynı 2 1987 yüı seçim öncesi kendi adamlan yaranna ve de başka bir görevden lise oy almak hesabına (sonradan mezunu olarak 25 yıl üzerinden emekli olan ve anladığımıza göre) tahsilli şimdi iki kat fazla nutaş alan, olanlar için 1975 ytlından memuriyet hayatı devamlı sonra derece terflsi izin ve raporlar ile geçen, yapamayanlara, zayi olmus beceriksiz, başansız, kaytancı haklarının değerlendirilmesi olarak bilinen ve tamnanlar... ve verilmesi işi için kanun 1973 yılından beri derece çıkartan yetkililer, 1973 terfii alamayanlardan daha yıundan 1982 yılına kadar çok maaş alması Allah'a reva 10 yıl hiç derece terfii mıdır? 1973 yılından beri alamayan ilkokul mezunu derece terfii alamayan emeklileri, biz mağdurlan memurlann durum ve sayın yetkililerimiz hiç mağduriyetlerinin saygıdeğer acımamış, düşünmemiştir. Derece terfii istiyoruz büyüklerimizce bilinmesini ve kanuni çö'züm yoluna gidilmesini saygıyla arz ederiz. ADEM ÜZGÜN Rize Dünyada ilk kez böyle bir olay yaşanıyor. Bir devlet kendi uyruğundaki biretnik azınlığı otobüslere doldurup sınır kapılarına bırakıyor. Çantaları, torbaları, yükleri, çoluk çocukları, yaşlı insanlarıyla... Köyünden, kasabasından, evinden zorla çıkartılıp sınırdışı ediliyor binlerce insan!.. Evleri, eşyaları, yakınları, dostları arkada kalıyor. Kendilerini birkaç saat içinde sınırdışında buluyorlar... Bulgarıstan bir devlet midir? YoKsa bir başıbozuk çete yönetimi mi? Bu ülkenın yasaları yok mu, uluslararası yasalara bağlılığı yok mu, Birleşmiş Milletler topluluğunun bir üyesi olarak insan haklarına saygısı yok mu? Bulgarıstan nüfusunun en az dörtte birini oluşturan Türk azınlığı apar topar Türkiye'ye yollanıyor. Hem de uygar olduğunu söyleyen dünyanın gözleri önunde!.. Gazetede bir resim: Kapıkule'de çantalar, torbalar, sandıklar, bavullar, onların arasında kadın, erkek, çocuk, Insanlar... Kendi yazgılanna bırakılmış soydaşlar. Bu, binlerce kişi ne olacak, nereye gidecek, kime sığınacak, neyte geçinecek, ne yapacak? Bulgarıstan, bızı bile bile bir zorluğa itmiştir. On binlerce Türkü apar topar sınırdışı ederek Türkiye'yi içinden kolayca çıkılmaz bir duruma sokmuştur. Bunu yadsımak kolay değildir. Anavatana kavuştuk diye sevinen binlerce insanın durumu Türkiye'nin şu andaki baş sorunudur. Bir ülke, başka bir ülkeye böylesine çirkin, acımasız, haksız bir işe kalkışırsa bunun karşılığı o devlete karşı savaş açmak olurdu. Başbakanımız 'Yetmiş milyonaçıkalım, o zaman gösteririz' demişti. Altmış milyona yaklaşıyoruz, ama elimizden bir şey gelmiyor! Dört yanımız düşmanla çevrili bir ülkeyiz. Bulgaristan, Yunanistan, Suriye, İran... Bu dört ülkeden bize dostça bir yaklaşım yok. insan ister istemez Balkan Savaşı öncesini anımsıyor. Avrupa ülkeleri, Osmanlının bir an önce yıkılmasını bekliyordu. Balkan uluslarını açık açık destekliyorlardı. Osmanlı devleti tek başına bırakılmıştı. Kötü yönetimi de bunlara eklersek Balkan bozgununun nedenlerini anlamış oluruz. Bilmem yeni bir Balkan Savaşı öncesinde miyiz? İnsan haklarının savunucusu geçinen Batı dünyası. bizim sorunlarımıza ilgisiz. Gelırler, incelerler, bize karşı önlemler alırlar, aldırırlar, Batının etkili çevrelerinde, kamuoyunda, politika dünyasında Türkiye'nin haksız' sayılması için türlü gerekçeler bulurlar. Ama en haklı olduğumuz durumlarda bile gerçekleri duymazlıktan, bilmezlikten gelirler. Niye Türkiye bu denli yalnızdır? Niye ülkemizin Batı dünyasında bir etkisi yoktur? Bunun yanıtını vermek için son yıllara bir göz atmak kaçınılmazdır. Özellikle 12 Eylül sonrasındaki Türkiye'nin görüntüsü hiç de olumlu değildir. Bir ülke yönetimi ki on yedi yaşındaki çocuklarını idam sehpasına götürür, bir ülke ki en değerli insanlarını kıymaktan çekinmez, bir ülke ki kendi yurttaşlarının bir bölümüne 'insan' muamelesi yapmaz, bir ülke ki sanat, yazın, kültür alanında başarı kazanan bireylerine sırt çevirir, böyle bir ülkenin başkalanndan sevgi, saygı görmesi beklenemez elbet... Şimdi bu binlerce Bulgaristan Türkü ne olacak? Bulgaristan yönetiminin uyguladığı bu zalımce davranışı istediğımız kadar kınayalım, neye yarar! Eski zamanlarda olduğu gibi Bulgaristan'ı 'istila' edip Türk halkını kurtarmak olasılığı olmadığına göre ki öyle bir şey olsa hıç kuşku duymayalım, dost düşman ne kadar ülke varsa hepsını Karşımızda buluruz! yapılacak iş sürgüne gönderilir gibi sınır kapılarımıza yığılan bu insanları korumak, kurtarmak için büyük bir çalışmaya, bir savaşıma girişmektir. Bu insanların kiminin Türkiye'de yakınları vardır. Ama onlar yeni yükler. sorumluluklar sırtlayabilirler mi? Üç beş günlüğüne uzak yakın akrabalarını, dostlannı evlerine alırlar, ama bunu sürgit nasıl yapsınlar? Türkiye yönetimi bu konuda ne gibi önlemler almıştır? Afganistanlı Türklere gösterilen yakınlık, ilgi Bulgaristan Türklerine gösterilmekte midir? Sınır kapılarına yığılan, eşyaları, çoluk çocuklarıyla içler acısı bir görüntü sergileyen soydaşlarımızı 'insan gibi' yaşatmak için neler yapmayı planladık? Başbakan'ın orada burada meydan okuyucu konuşmaları bu işi çözümlemez. Bu gidişle Bulgaristan'dan sınırdışı edilen Türklerin sayısı devcesine artacak gibi görünüyor. Binler, on binlere varıyor, belki kısa sürede yüz binlere ulaşacak. Bu ağır sorumluluğun altından nasıl kalkacağız? Güncel sorun budur. YORGUNLUK TİP DÜNYASINDA OLAY hemşire, ebe ve sağlık memurlanndan hiçbir farkımız olmadan onlann yapmıs olduklan isleri yaparak hastane ve sağlık ocaklan ile diğer kurumlarda çalışmalanmızı sürdürmekteyiz. Ancak bakanlığımızın uygulaması Ue üvey evlat duntmundayız'. Anılan yasanm 11 sayılı cetvelin özel hizmet tazminatı 657 sayılı Devlet Memurlan sağlık hizmetleri bölümünün 6. Kanunu ile aynı kanunun ek maddesi c'sinde 15.1.1989'dan geçici 9'uncu maddesi geçerli olarak en yüksek devlet kapsamına giren kuruluşlardan memuru aylığının %11, aylık alanlara 1989 ydı hangi 15.7.1989'dan geçerli olmak görevler için ne miktarda üzere ise de %12'si olarak işgüçlüğu, iş riski, teminindeki belirlenmis, bizler de Resmi güçlük zammı ve mali Gazete 'deki rakamlara sorumluluk tazminatı Ue özel dayanılarak ödemelerimizi hizmet tazminatı verileceğini almıs bulunmaktayız. beurleyen Uisik "karar" ve Sağlık Bakanhğı Personel "cetveller"in yürürlüğe Genel Müdürlüğü Kadro Ücret konubnası; 31.12.1988 gün ve Daire Baskanlığı Is Güçlüğü 20036 sayılı Resmi Gazete'nin Etütleri Şubesi'nin 31 Mart 88/13647 karar sayuında 1989 gün ve 46228 sayılı yayvnlanarak 15.1.1989'dan yazdan ekinde hiçbir gerekçe geçerli olmak üzere yürürlüğe gösterümeksizin almakta girmiştir. olduğumuz özel hizmet Buna göre bizler lise muadili tazminatı puanı %11'den %10'a düşürülmüs ve 15.7.1989'da %12 olması Resmi Gazete'de belirtüen puanın yine %10'da bırakddığt anlaşılmaktadır. Kurumumuzca tarafımıza verilmis olan %11'Uk ödenti %1 puan düsürülerek 15.1.1989'dan itibaren borçlanma yapılacaktır. Durumumuzun tekrar incelenerek düzeltibnesini arz ederim. Ebelere de hizmet tasminatı Kamuoyuna ve Tüm Banka Emekçilerine ÇAĞRI BANKS üyesi binlerce Yapı Kredi emekçisi, ijverenin dayatmaları nedeniyle Toplu Sözleşmesinin Yüksek Hakem Kurulu'na gıdışini protesto için yurüyor!.. MİIYAR SAYAN ELLERİMİZ, SEFALET ÜCRETİ tSTEMİYORL TERTİP KOMTTESt ADINA MEHMET YILMAZ 18 Haziran Pazar günü saat: 13.00, Etlik/KasalarANKARA (Yenimahalle üzerindeki boş alan) SERMÎYE ÖZDEMİR ALİYE GÜNGÖR HEEY ÇOCUKLARL HADİ TOPLANIN, GİDİYORUZ Sonu gelmeyen bir yorgunluk, giderek artan halsizlik, çoğumuzun günlük hali... Araştırmalar, bazı yorgunlukların hastalık olduğunu ortaya çıkardı... Depresyon değil, bambaşka bir şey, bulaşıcı bir hastalık: Kronik yorgunluk sendromu... ABD'de 10 milyon kişi virüs kaptı, Avrupa'da yüzbinlerce klşi "yorgun"... Doç. Dr. Oğuz Tanndağ: "TDrkiytfde bu hastalık var..." Genç yönetici Fikret Dumankır: "Çayı karıstıracak halim yok..." Praf. Dr. Ûzcan Köknel: "Psikiyatrlarla dahiliyeciler ortak çalışmalı..." Dr. Haluk Eraksoy: "Geçmişte karşılastığımız pek çok hasta, kronik yorgunluk sendromu kapsamına alınabilir." Ünlü 141 ve 142'inci maddelere elveda demenin zamanı geldi mi? ANAP milletvekili Nurettin Yılmaz ve iki arkadaşı, parti grubuna yeni bir teklif veriyor. • Ecevit: "Kıbns konusunda ANAP iktidannın hatasını Türkiye ödüyor." • Mamak Cezaeyi'nin 20 yıllık fotoğraflı öyküsü... Oral Çalışlar'ın kitabı, "12 Mart'tan 12 Eylül'e Mamak." • "Dönek Kautsky"ye dönüş... II. Entemasyonal'in 100. yılında LeninKautsky tartışması yeniden gündemde. Ama bu kez ağır basan Lenfn'in "praleterya diktatörlüğü" tezi değil, Kautsky'nin "sosyalist parlamentarizmi." • Cinsel rüyalar... Cinsel fantezilerimiz rüyalarımızı nasıl etkiliyor? • Hollywood altın çağını 50 yıl önce yaşamıştı: Clark Gable'dan Bette Oavis'e fotoğrailar ve anılarla 1939. Günümüze gökkujağı işleyen kardeşlerim: Poznan Güzel Sanatlar Akd. Öğr. Gör. T.WIECZOREK atölyesinin özel konuğu olarak bulunacağım sürede etkınlıklere katılacakların (bilet dışında) tüm giderlerıni üstleniyorum. Bu da benden olsun... Yazınız: Painter (Jur.) Ekrem TOS c/o. Begumila NOWAK Ul. Zolnierska 33 m 10 10560 OLSZTYNPOLONYA Babamızdan miras bize, dünya denen atölye... T.C. ALAŞEHİR SULH CEZA MAHKEMESİ 1989/17 esas 1989/81 karar Mahkememizin 22.2.1989 tarihli karan ile Alaşehir Horzurn Alakaya köyu nufusunda kayıtlı olup Alaşehir Kavaklıdere kasabasında oturur Mustafa ve Fatma'dan 1955 tarihinde doğma Yakup Girgin hakkında Gıda Maddeleri Tüzüğü'ne aykırılık suçundan TCK'nun 398/1,402,' 1, 402/ 2, 647,4 maddeleri uyarınca neticeten 32.000 lira ağır para «zasına karar verildiği, ayrıca sanığın işyerinin bir hafta süre ile kapatılmasına, karar kesinleştiğinde karar özetinin tirajı lOO.OOO'in üzerinde bir gazetede yayımlanmasına ve sanığın dukkânının görülebilir bir yerine karar özetinin büyük harflerle yazılmak suretiyle kapatma süresi kadar sure ile ilanına karar venldiğinden;" TCK'nun 402/12 maddeleri gereğince ilan olunur. 3.4.1989 Basm: 24872 ORTAOYUNCULAR 143 6417/144 43 27 Her ayın 1 vc 15'inde çıkar SÖzhokkı •^ "Gencliğin Sesi" Pra( Df. KULAKStZOĞLU: "Ote! Işlevi aynen koruma karanna aykırKJır." m j R«ktöru LKAYAN: "Otel olmazsa Taşkışla bızım" ÖĞICNCttfR: TaşKışla bizim olmalıdır." Mahkeme sonucunun açıkianması beklenırken . Taşkışla'nın 5 yrilık serüveni. I ÇİN: RRT1NA • Şımdlık OİNOİ I Bılecık M Y 0 'na ulaşmayan 7,5 milyarlık kredı olayında yeni gelişmelet Dunyı Bankao: Verdik"| Itoktör Büyuk«rfen: "Para bende deâıi • Dıyarbakır'da oğrencıler yürudü "VURÜM, C O P U R U ÖLDÜRÜN." I Jackson Browıw: '6O'lı yıHarın çocuğu gerçeği besteliyor. • W : 'Ben. dünyayadoğru yurumekle meşhurum." • Coşkunun ve inancn ue noktaUn. Işıl Ozgenlümıe 68 ı ve ouguni tonuştuk. I Dr. Nihat SARGM: Bade ünıversıtelıydik!" • Unimnttede tv zanunı I Jorın Baez kendını yazdı TAŞKIŞLA ITU'DE KALMALIDIR DEVRİMCİ TUTUKLULARIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİ HİÇBİR GÜÇ ENGELLEYEMEYECEKTIR. ÇİN GERÇEGI: SAĞ OPORTÜNİSTREFORMİST ANLAYIŞLARIN IFLASIDIR... SANATÇIAYDIN KASTININ TÜM YOLLARI DÜZENE ÇIKIYOR. EVRİMDEVRİM DÖNEMLERİ ÜZERİNE. SAĞMALCILAR ÇEZAEVİNDEKİ SON GELİŞMELER FİÜPİNLER'DEKİ DEVRİMCİ BEKLENTİLER. Yönetin ve Yazt$ma Adresi: Bınbırdırek Mh Terzihane Sk. Kalcağası Işhanı No: 11/1 Sultanahmet/ISTANBUL CEM KARACA A V R A S YA K O N S E R L E R İ 18 HAZİRAN Pazar Eskişehir ARI Sineması Seanslar:19.0021.30 Organizasyon; AJ A /VSALATURKA Tet: 145 1305 İSTANBUL (C BAYİLERDE H A F T A L I K noKta H A B E R FERHANGI ŞEYLER Ferhan Şensoy 400. OYUN D E R G İ S İ Perş Cuma 21 00 Ctesı 15 30 21 00 Pazar ltfJO Seni seviyoruz. BesteMerveCem
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear