29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
/ ŞUBAT 1987 CUMHURIYET/7 Roma'dan Londra'dan Bd îlgînç 'fîrst lady' Akdeniz sosyalizminin, çok farklı dünyalardan gelen iki "first lady"si var: Bettino Craxi'nin küçük burjuva kökenli eşi Anna Craxi ve lspanya Başbakanı'nın taşra kökenli eşi Carmen Romero Gonzalez. NİLGÜN CERRAHOĞLU ROMA Biri kızıl saçlı, 38 bedenin içine sığacak denli ufak tefek. Diğeri esmer, ince, uzun boylu. Bunlar Anna Craxi ve Carmen Romero Gonzalez. Akdeniz sosyalizminin çok farklı dünyalardan gelen 2 "fint lady"si... Ancak her ikisi de, hfllfl "Macho" (erkekmerkezci) değerlerin geçerli sayılabileceği ülkelcrinin politik yaşamlarında ağırlık kazanan kadınlar. Nancy Reagan ya da Raisa Gorbaçov denli olmasa dahi, ttalya ve İshanya gibi Latin ülkelerinde de hükümet başkanlarınırı hanımları giderek kocalarının imajının ayrılmaz bir parçası haline geliyor. Bettino Craxi'nin 50 yaşlarındaki küçük burjuva kökenli eşi Anna Craxi, kocasının başbakanlığı dcvralmasından bu yana geçen 3.5 yıl içinde rolünü büyük bir kolaylıkta benimsemiş gdrünüyor. Bu sure boyunca ülke dışında kocasıyla birlikte 16 gezi yapan Bayan Craxi, her şeyden önce basınla kolay iletişim kurması ve kultur dunyası ile yakın ilişkilcr içinde olması ile tanınıyor. Armani, Valentino, Trussardi gibi ülkesinin ünlü modacıları ile kurduğu yakın dostluklar ve ilerleyen yaşına rağmen muhafaza cdebildiğı ince vücut ölçüleri ltalyan Başbakanının eşini şık giyimiyle de dikkati çcker bir hanım haline getiriyor. Öyle ki ozellikle dış ge/ilerinde ltalyan modacılarınm giysilerini sergilemeye özen göstercn Bayan s o n Craxi'ye, ABD gezisindc Nancy Rcagan'ın "Ayakkabılarını/a sahip olmak için neler vermezdim" dediği basın çevrelerinde hâlâ konuşuluyor. ltalya'nın "IstanbuK'u olan Milano'dan ayrılmamayı yeğleyen Anna Craxi, başkent Roma'ya her gelişinde ltalyan sosyalistlerinin yuvası haline gelen "Rafael" otelinde kalıyor. Evini Roma'ya taşımamasının nedenini, istikrarı ile rekoı kıran kocasının hukümetinin "bu denli tuun siire iş başında kalacagını uınınadıgım" söyleyerek açıklayan Anna Craxi, aslında Milano'da odaklanan kültür, sanal ve sanayi çevrelerinden uzak kalmak istemiyor. Daha doğrusu kocası Roma'da hükümet politikası ile meşgul olurken, Bayan Craxi de Milano'da ülkenin etkin çevreleriyle diyaloğu sürduruyor. lspanya Başbakanının 40 yaşındaki eşi Carmen Romero Gonzale? ise Anna Craxi gibi bir biıyuk kentli değil. Kökenleri güzel fakat tipik bir taşra kenti sayılan Scvilla'da olan ve ilk gençliğinde sosyalist partinin militanlığını yapan Carmen Romero'yu sadcce başbakan eşi olmak tatmin etmiyor. Öteden beri edebiyat hocalığı yaptığı lisede gorevine devam eden Endulus gıızeli Carmen, albcnisi denli, dengeli davranışlanyla dikkati çekiyor. ozellikle ilk yıllarda taşralılığını üzerinden atmakta ve utangaçlığını yenmekte büyük güçluk çeken Carmen Romero, kocasının işbaşına gelmesinden 4 yıl sonra, ancak şimdi flaşların merkezinde olmaya alışıyor. İlk yıllarda daima gazetecilerden ve fotoğrafçılardan kaçan lspanyol "first lady"si giyimiyle başlayaıı büyük değişiminin aıdından, şimdilerde yeni ycni geliştirdiği kendine has stiliyle güz dolduruyor. Ancak Carmen Romero ile Anna Craxi'nin tek ortak noktası dikkati çeken zerafetleri ve şıklıkları değil. Bu iki sosyalist basbakan eşini birleştiren en önemli özcllık, ülkelerinin politik yaşamındaki güçlerini Nancy Reagan gibi uluorta açığa vurmaınaları aslında... Duvar yazıları Cep defterinden bir duvar notu daha: "Barış için mücadele, bakire kızla sevişmeye benzer" Londra'mn doğusu, bakmayın üzgündür, yüreği buruktur, ama ne cevherler yumurtlar. RAGIP DURAN LONDRA Kentin doğusu işçi sınıfının yuvası. Yaşlı erkek Londra'mn kulak kiri. Kaldmmlar perişan, sokaklar raşitik, binalar izbe, dükkânlar mezbele, boynu bükülmüş sokak lambalarının ve duvarlar lekeli. "Ölümden önce hayat var mıydı?" Onvell, "1984"ü yazarken buralan betimlemiş. King's Cross Caddesi'nden yukarı çıkarken, kötü bir arşivin siyah beyaz paslı filmini oynatıyorlar. "Apocalypse Hotel" (Kıyamet Han), hemen köşebaşında. Manzara külüstür, ama duvarda bir yazı daha: "Buraya sadece Cadillac park edilebllir." Doğu Londra, eski üzüntülerin grotesk semtidir. Insanları bile farklı. tyimserlikten müthiş tasarruf etmişler. Zincirlerinden başka yitirecekleri bir şey yok. Bir türlü de yitiremediler. Sevda Tepesi'ni hatırlatırcasına: Ahhh! Mount Pleasant (Zevk Tepesi) adıru vermişler otobüs durağına. Cintoşun biri tırmanmış tabelaya, ispirtolu kalemle Uç kelime eklemiş: "Kimin fantezisi yoktur?" fantezi üretmek ruh ve vücut sağlığı. Fantezileri gerçekleştirmek yenilerine ray döşemek. Cevat Çapan, bir şiirinde "Fena halde Londra'ya benzeyen / kalabalık bir kentmiş cehennem" demiş. Bu Londra, kızı olmayan kaynana. Doğusu lumpen Uzüntüler semti. İnsan arabesk hisseder kendini ve mutlu olur. Ncdcn mi? öyle her şey sorulmaz. Çok meraklı turşu bozulmaz. Yine de birkaç ipucu işte... Cep defterini çıkanp, duvar yazılannı not almaya başlayınca, "Molotofkokteyliyle nasıl teorl yapılır?" sorusuna çok devrimci bir yanıt bulunur. Sonra "Nttfus kftgıdınm, banka kredi kartı olarak kullanın" tavsiyesi, bir an pek mantıklı gelir. öperim seni ensenden ey mantık! Buz gibi havada, duvarda, Tarkovski'nin ki umudun fılinta katılidir 'Kurban' filminin afişi harıl harıl yanmaktadır. Alevleri, Carlos Sauro'nun o da hem boğa hem balet "Enfes Aşk" filminin afişlerini boyamaktadır. Bu en güzel Çingene filminde, Manuel de Falla'nın gitarı, Antonio Gades'e filamenkoyu üç buutlu bir hadise haline getirtmiştir: Tutku, kıskançlık ve kadın! Reklamcılıktan gelme Fransız film yönetmeni Arnaud ise, Umberto Eco'nun "Giiliin Adı" romanını sinemaya çıkarmış. Daha önceleri James Bond'çuluk yapmış olan Sean Connery, başrole oturmuştur. Afışte çok karanhk cemali. Adı gül değil de kül sankj. Sinema şimdi daha da gündemde: Kısık ama hiddetli sesli, bizden biri bağırıyor: "Diişman önümüzde. Sürü gelip yıkacak mı duvan? Ve hâlâ umul var mı?" Mezarlıkta bir kış günü sessizliği Stuttgart'tan Mezarhkta birgün AHMET ARPAD STUTTGART Yaşlı rahibe ayaklarını sürüye surüye gidiyor. Bembeyaz karlarda izler bırakarak. Kapkara giysisinin uzun etekleri yerlerde. Kadın, başı onuııde uzaklaşıyor. Gozden kayboluyor. Biraz sonra gcnçtcn bir adam görünüyor. Acelesi var gibi. Fakat peşinden gelen siyah kurt köpeği onu umursamıyor. Her ağaç altını koklayıp, şöyle bir duruyor. Genç adam arkasına bakıyor. Sonra öfkeyle köpeğe sesleniyor. Boşuna. Bir kartopu yapıp, uzaklara atıyoı. Siyah kurt köpeği hızla ileri fırhyor. Adam adımlannı sıklaştırıyor. İkisi de gözden kayboluyor. Ağaçlar vc mezar taşları arasında. Stuttgart kentinin Hoppenlau mezarlığı karlar içinde. Burası mezarlıktan çok parkı andırıyor. Eski ağaçları, geniş arayolları ile. Kentın göbeğinde mezarlık ve park bir arada. Hoppenlau yılın her nıevsiminde güzel bir mezarlık. Insanların ilkbaharda çiçek kokularını genzine çektiği, kent ya7inın bunaltıcı sıcağında büyuk ağaçların serinliğine sığındığı, guz aylarında yaprakların arasında dolaştığı, kışın kartopu oynadığı. 1626 yıhnda Stuttgart kapılarının dışında buyuk bir yeşil alana kurulan Hoppenlau mezarlığı bugun kentin içinde. VVilhelm Hauff, Gustav Schwab, Christian 1). Schubart gibi ünlü yazar ve şairlerin yanı sıra, VVürttemberg Eyaleti'nin tanınmış kişileri de 18. ve 19. yüzyılda buraya gömülmüştür. Hoppenlau'da kentin 250 yıllık tarihi yaşamakta. 19. yuzyılın ortalannda büyütülen mezarlığa 1824 yıhnda bir de Yahudi mezarlığı eklenmiştir. Bugün eski ve değişik şekildeki mezar taşlarının arasında gezinen kişi kendini parkta sanmakta. Yüksek ağaçlar altındaki 1600 eski mezaı taşı, 24 yıl önce "korunması gereken tarihi eserler" kapsamına alınmış. Kentin en eski mezarlığı Hoppenlau'nun Yahudi mezarları bölıimünü her yıl yurtdışındarı gelen yüzlerce Yahudi gezmekte. Ikinci Dünya Savaşı öncesi Hitler'den kaçan Yahudiler, uzun yıllar sonra doğup büyüdükleri kente tekrar geldiklerinde, bu mezarlıkta yatan akrabalarını ziyaret ediyor. Genç kadın tahta kızağı çekiyor. Üzerinde iki küçuk çocuk. Gülüşüp, neşeyle konuşuyorlar. Yamaçların birinden kaymaktan geliyor olmalılar. Genç kadın kızağı daha çabuk çekiyor. Çocukların bağırması sessizliği bozuyor. Yahudi mezarhğını alçak bir duvar çevreliyor. Uemir kapısı kapalı. Eski parmaklıkların arasından görünen tarihi mezar taşlarında Ibranice yazılar ve rakamlar var. Bazıları zor okunuyor. Birden ağaçların arasından yaşlı bir adam çıkıyor. Sakallan uzamış, üzerindeki palto eskimiş. Elinde büyük bir şişe kırmızı şarap tutuyor. "Bunlar kapılarını hiç açmaz" diye mırıldanıyor. Bomboş bakışlarla bana değil taşlara bakıyor. "Girmek isterseniz şu duvann iistünden allayın," diyor. Sonra yoluna devam ediyor. Yanıt beklemeden. Tarihi taşların arasında kayboluyor. Karlar içindeki eski mezarlık iyice ıssız şimdi. Eve gitmeli. Hava birazdan kararacak. Arkamadönüyorum. Ve irkiliyorum. Duvann birine kocaman kara harfler ile şu sözleri yazmışlar: "Yaşam, insanlığın en büyük yalanı!" Washington'dan Eyvah, firavun hanncasıl TANJU AKERSON WASHINGTON Oturduğum apartman binası gergin bir hafta geçirdi. Nedeni apartman yöneticisinin dağıttığı bildiri idi. 450 dairenin sakinlerini heyecanlandıran bildiridc binayı işgal eden firavun karıncalarından kurtulınak için ahnacak önlemler sıralanıyor ve bunlara uyulması isteniyordu. Bildiriye göre bina bu firavun karıncası denen hayvancıklar yüzünden ağır bir sağlık ve temizlik sorunu ile karşı karşıyaydı. Bu sorunun hızla çö/ünıü için tum apartman sakinlerinin büyu^ çapta işbirliği yapınası gerekiyordu. Firavun karıncası olağanüstü küçüktü ve bızimki gibi büyük binalarda kendisi için son derece uygun yaşama koşulları bulmaktaydı.. Karıntalar koloni halinde yaşamaktaydı.. Bir kolonide yaklaşrk 400 bin karınca bulunmaktaydı.. Kolonıdeki karınca sayısı ne kadarazalırsa azalsın, tck bir kraliçe pılrak gibi açarak yeni bir koloninin ürqmesini başlatabilmekteydi.. Bu da k^nncajann üremesıııiıı denetım altına alınmasını müthiş güçleştirmekteydi.. Boya, zehir, temı/lık malzemeleri ile karınca kolonilerini tahrip ctmeye kalkıjmak, kraliçenin yok olan karınca sürulerinin yerinc yenilerini üretmeye giıişınesıni sağlamaktan başka bir işe yaramamaktaydı.. Apartman yöneticisı firavun karıncalarını kraliçeleriyle birlikte kökuııden temizleyecek etkili silah olarak asitborik, fındık ezınesi ve reçelden p'luşan bir bileşimi kullanacağını açıklıyordu.. Bu silahla firavun karıncalarının kökünün kazınabilmesi için dc apartman sakinlerinden titizlıklc uymalarını istediği bazı kuralları şöyle sıralıyordu: "Mulfak raflan, fırınlar ve mustluklar cok iyi temizlenmelidir.. Yemek yagları, bal ve benzeri tum yiyecekler buzdolabına konmalıdır.. Geceleri bulaşık bırakılmamalıdır.. Böylece kanncaJann konacak yemlerin dışında başka yiyeceklere yonelmeleri önlenmelidir.. Hiçbir şeküde zehirli böcek llacı kullanılmamalıdır.. Çıinku firavun karıncaları billııen sprey lürü ilaclan çok iyi tanımakla ve yanlanna bile yakla$mamak(adır.. Yem konulması sırasında evinizde karınca trafigi çogalacaktır.. Bu kannca traflgine kesinlikle müdahale edilmemelidlr.. Köpek, kedi vc kuçuk çocuklunn yeınleri bozınalanna i/in verilmemeli, daire kapılanndan aparlman pcrsonelinin Kİri$ini önleyici ö/el kililler kaldınlmalıdır.." Binanın lübısınde ozellikle ak^a ımıslleri toplanan apartman sakinleri firavun kanncalaı ınu karşı açılan savaşı hafta boyu tartıştı.. Aralarından bazıları alınmaM istenen önlemleri yetersiz bulurken bazıları da şiddcl le karsı çıktı.. Sabahlan çevrede uzun yurüyüsler yapan soluk tcnli, uzun burunlu yaşlı hanım lııçbıı zaman kapısındakı özel kılidı kaldırmayacağını söyledi.. Kat komşum emekli deniz subayı gözlerinin artık iyi görmediğini, bu yüzden evınde karınca olup olmadığını fark edemediğini belırteıck, "Ne yuparlarsa yapsınlar beni ilgilendirmiyor" dedi.. ürtadoğu sorunlarıyla ılgılı, şık giyınen orta ya^lı bir ha^ka hanım karıncalara ncdcn firavun adı takıldığını anlattı.. Ben dc Kafka'mn "Degişlm" adlı öykusunun unlü kahramanı Gregor Samsa'nın nasıl lıanıam böceğine donüştüğünden söz cttım.. "Bu ke/ de ya ha/ı insanlar karıncaya donuşürse?.." diye orıaya hep sini güldüren bir soru atlım. Atina'dan Malezya'da uç tekerlekli bisiklet sürücüleri 'dadahlar) uyuşturucu kullammmda birinci sırayı alıyor. Malezya'dan Uyuşturucu tellalları GÖNÜL DÖNMEZ PENANG Malezya'nın batı kıyısındaki Penang Adası'nda Montreal sokaklarındaki gibi 'Hash, coke, acid' diye alçaktan çığıran uyuşturucu madde tellallarına rastlanmazsa da adaya geniş oranda yayılmış bir uyur gezcr atmosferın varhğ\nı duymamak olanaksız. Bugünlerde en çok sözü edilen sorun Uç tekerlekli bisikletle adam taşıyan çckçekçilerin çoğunun burada 'Dadah' diye adlandırılan uyuşturucu madde illetine tutkun olup para yctiştirebilmek için yalan yanlış sağlık raporlanyla çalıştıklan. Hükümet hem turizm hem de güvenlik yönünden kaygılanıyorsa da düşkünleri sağaltım olanaklarının yetersizliğinden şu an çıkmaza girmiş durumda. Üzerinde 250 gram uyuşturucu madde bulundugu için Penang Hapishanesi'nde Uç yıldır ölüm cezasının gerçekleşmesinı bekleyen genç Almanın öyküsü duruşmanın yeniden gündeme gelmesi sonucu yine dilden dile dolaşıyor. Bu olayın ALmanlar üzerindeki etkisi bana "Geceyansı Expresi"nin Amerikablar Üzerindeki etkisini anımsatıyor. Bu yıl Almanlar Malezya'yı boykot etmeseler de Penang'a uğramadan kuzeyde Tayland sınırındaki daha dingin Langkawi Adası'nı yeğ tutuyorlar. Malezya'daki sıkı yasalann bir nedeni 70'li yıllarda Sultanahmet Meydanı'na bile çadır kurmaya kalkan "hippy'Merin burayı da babalarının nadas tarlasına dönüştürıneye çalışmaları. Içerdeki dertle başa çıkamayan Malezyalılar bir de yabancılarla uğraşmaktan yılgın. Bu nedenle daha ülkeye ayak basar basmaz elinize verilen bir kâğıt sizi açıkça uyarıyor: Uyuşturucu madde kaçakçılarına ölüm. Malakka'nın en görkemli yapılarından biri, dış duvarları bol renkli resimlerle süslü çocuk tutukevi. Burada 10 ile 18 yaş arasındaki çocuklar yatıyor. Suçları: Morfin, marihuana. Başkent Kuala Lumpur'un göbeğinde duvarlan yine murallarla süslü koskoca tutukevi. Kapıda göze çarpan duyuru: "Uyuşturucu madde kaçakçılarına ölüm" diyor. Duvar resimlerini tutuklular el basarak yapmışlar. Dolmayan çilelerin sanki uygunsuz bir görüntüsü bu resimler. Zürih'ten Göldeki gemiler ADEM SAĞLAM ZİJRİH Alp dağlarının Isviçre insanına kış sporları merkezi yaratma olanağı vermesinin yanında, sosyal, iktisadi ve biraz da abartırsak politik etkileri de goıulmuştur. Hitler'in Avrupa'ya yayılma dönemlerinde, lsviçre'yi istilaya gelen Alman orduları, Alpler'i aşamayınca geri donmek zorunda kalınışlardı. lsviçreli on yıllık bir çalışmadan sonra, Alpler'in aşılmaz kesimi "Gothard"a uç yıl önce biten on sekiz km'lik tünel açtı. Tünelin buralıların yaşamında önemli bir yeri var. Kışın, tunelin bu ucundan girince kar kıyamet öbür ucundan (Tessin) çıkınca da şaşırtıcı vc apayrı günlük güneşlik bir görünümle karşılaşırsınız. Sonbaharda soğuk, yağışlı ve sıkıcı havalarda Zürihli'nin aklına Tessin'e gidip orada yaşamak geliyor. Nazım Hikmet'in dediği gibi insan buradaki bitki örtüsune bakınca bir masal ordusu görür gibi oluyor. Alp dağlannın yüksek tepelerinde, dunyanın en nefis kokularını saçan balıar çiçekleri açar. Doğadaki tüm renklerden oluşan bu çiçekleri, köylü kızlar özenlc kurutup kent pazarlarında satarlar. Bu insanlar göllerini temiz tutmak için olağanü.stü çaba harcıyorlar. Sel sulannın haricinde göllere giden tum su borularını önce arıtımdan geçirip, arkları daha sonra göllere yöneltiyorlar. Isviçreliler doğal güzelliklerini Tanrıya emanet etmemişler. Zaten bu konuda hiç kimseye güvendikleri yok. Ayrıca Tanrının yarattığıyla yetinmeyip, göllerin bitiminden hemen sonra başlayaıı dağ eteklerine öyle şirin yollar yapmışlar kı, görülmeye değer. lsviçre'de göl çok. Sayısını kendileri bile tam olarak bilmiyorlar. Bu göllerdeyaz kış gemilerle düzenli seferler yapılır. Bir bakıma bu kuçuk "aşk gemileri" yoğun iş yaşamından bunalan Isviçreli'nin moral kaynağı olur... Sanıyorum, vakit nakittir atasözunü en duyarlı uygulayaıı bu ülkenin insanıdır. Uçak ve tren saatleri bir yana, şehiriçi ulaşımda otobüs ve tramvayın dakikliği insanı şaşırtıyor. Acaba saatçi bir ülke olıışu mu toplumsal yaşamı düzenlemiş, yoksa bu insanların disiplinli oluşu mu saatçiliği böylesine geiiştinniş? Pttristen Evi unutup alıırla uğraşmak SABETAY VAROL PARİS Çocukluğumuzda anlatılan bir olay, gördüğümüz bir resim ya da dinlediğimiz bir melodi, beynimizde öylesine çaİcılır kalır ki, bazen ömrümüzün sonuna dek etkisinden kurtulamayız. Hatta, tarih sahnesinde önemli rol oynayan bir kişinin sarf ettiği bir cümle, kuşaktan kuşağa aktarılarak toplumsal bilince mal olabilir. Sokullu Mehmet Paşa'nın Kıbrıs'ın fethiyle ilgili, Venedik sefirine söyledigi, "Siz Inebahtı deniz savaşında sakalımızı kestiniz, biz Kıbns'ta kolunuzu kestlk. Kesilen kol yerine gelmez, atna kesilen sakal daha giir olarak çıkar", sözleri bunlardan biri. Orada burada tanıştığımız lspanyolların bize habire "Lcpante" deniz muharebesinde Türk donanmasını yendikİerini şaka yollu tekrarlamaları Uzerine Lepante'nin Türkçe karşıİığının ne olduğunu araştırmış ve lnebahtı olduğunu saptamıştık. Her Ulkede az çok yapıldığı gibi, atalann kazandığı zaferler tarih derslerinde ayrıntılarıyla okutulup, yenilgiler es geçildiğinden tnebahtı hakkında belleğimizde yer eden tek cümle Sokullu'nun Venedik sefirine söyledikleriydi. Barbaros'un kazandığı Preveze zaferinden de Avrupa'da, tarihçiler dışında kimsenin haberi yok... Bizim tnebahtı gibi Fransız tarihinin parlak olmayan sayfalarından biri, 15. Lui zamanında Fransa'nın, önceden sömttrgeleştirdiği Kanada'yı Ingilizlere terk etmesı olayıdır. Gerci Quebec eyaletinde Fransuça konuşan Kanadalılann varlığı, olayın geçıştirilmesine pek olanak vermiyor. Gene de, Kanada'nın Ingiltere'ye verilişini simgeleyen, Kral 15. Lui'nin "Evde yangın varken ahuiaria ugraşılmaz" cümlesi olmuştur. "Kral böyle düşttnmeseydi, Kanada bizde kalacaktı" diye yakınan Fransızlara hfllfl rastlamak mümkündür. labii, aklı bafinda hiç kimse Kanada'nın günümüze kadar Fransız toprağı olarak kalabileceğine ihtimal vermez ama, evinde yangın çıkanlardan kaçının öncelikle garajını ya da şarap mahzenini kurtarmaya koştuğu araştırılmaya değer... Şu anki en büyük yangın AIDS illeti.. Ingilizceden gelme sözcüklerin baş harfleri alınarak yapılan kısaltmalan Fransızlar kendi dillerindeki söyleniş sırasıyla kullandıklarından, burada NATO'ya "OTAN" dendiği gibi, AIDS'e de "StDA" deniyor. Başlangıçta bu hastalığa yakalananların sayısı kısıtlı olduğundan kamuoyunun gösterdiği ilgi, gazete haberleri ve güldürü sanatçılarının esprilerinden öteye gitmiyordu. Hastahk rizikosu taşıyan grupların, eşcinseller, hemofilililer ve uyuşturucu kullananlarla sınırh kalacağı sanıldığından, çoğunluk bu modern virüsü kendine yönebnis bir tehdit olarak algılamıyordu. Hasta ve virüs taşıyıcıların sayısı binleri bulunca, olasıbk yasası uyarınca yakın ya da uzak çevrede "SİDA"dan ölenler olduğu duyulmaya başladı. Eşcinsellere bulaşan bir hastalıktan ibaret olmadığı ve kadınerkek ilişkilerinden de bulaştığı kesinlik kazanınca diğer Batılı ülkelerde olduğu gibi, toplumu bir korkudur sardı.. Sağlık dünyasını ve resmi çevreleri en çok ürküten olasılık, lise ve üniversite çağındaki gençlerin de riziKolu gruplar arasına katılması. öğrenci gençler arasında sıksık sevgili değiştirme yaygın olduğundan ve yeterince aydınlatılmadıklarından, daha doğrusu yürütülen aydınlatma kampanyalarırun, daha çocuk yaşta sayılabilecek kafalara nüfuz yeteneğinden tereddüt edildiğinden, liselerde özgün bir "bilgilendlrme kampanyası" başlatılmaya hazırlarulıyor. Ancak, Ingiltere ve ABD'den farklı olarak bu işte acele etmemenin daha doğru olacağı kararlaştırıldı. önce iki lise örnek olarak seçildi ve buralarda deneme çalışmaları yürütüldü. öğrenciler arasında yapılan anketier, gençler arasında "clnsel ULşkiyle bulaşan hastalıklar ' konusunda yalanyanlış bir yığın bilginin dolaştığı belirlendi. AlDS'in başkasının bardağından bulaşmasından tutun da, doğum kontrol haplarının AIDS bulaşmasını önlediğine kadar çeşitli gerçekdışı yargının öğrenciler arasında dolaştığı ortaya çıktı. Ailelerin cinsel bilgi verilmesı konusunda tepkilerinin ne olacağı ölçülmeye çalışıldı. Daha ilginç olan, genç kafaları, hastahk bulaşır korkusuyla paniğe sevkedip ömürlerinin sonuna kadar cinsel yaşamlannı altüst edecek tedirginlikler uyandırmamaya özel dikkat gösterilmesi. Bu, yangını söndürürken ahırları unutmama konusunda Fransızlann sahip olduğu tarihsel dersten kaynaklanıyor olmalı. Bizim gazetelerde, AIDS olduğundan şüphelenilen bir çocuğun, Afrika'da açlık fotoğraflarını andıran bir deribir kemik resimlerini görünce aklımıza, bu resimlerin gençlerimizi cinsel açıdan nasıl bir dehşete sürükleyebileceği geldi. Daha AIDS olgusu ortaya çıkmadan, evlilik öncesi ve evlilik çağındaki insanlarırruzın ezici çoğunluğunun içinde bulundukları cinsel yaşam ortamı, zührevi hastahk korkusu, bu konulardaki cehalet ve suçluluk duygusu göz önüne getirilsin. Foto muhabirlerinin flaşlarından bir kedi yavrusu gibi Urken zavallı çocuğun çarşaf çarşaf resimlerini basmak hangi akla hizmettir? Basın özgürluğü konusunda bizden ilerde olduklarından kimsenin şüphe etmediği Batıda bu tür fotoğraflar göremezsiniz. Ya da, dehşet fotoğrafları yayımlamakta uzmanlaşmış dergiler dışında göremezsiniz. Hele çocuğun ailesinin iznini almadan size bunları yayımlattırmazlar. Dehşete kapılıyormuş gibi yapıp, okuyucunun korku ve endişelerini sömürmek oldukça iki yüzlü bir yöntem olsa gerek.. Tıpkı, "bu ne utanmazJık, bu ne ahlaksızlık", diye ahlak nöbetçisi pozuna bürünen ve başkalarını ihbar eden yarıpornografik yayınlar gibi... AIDS, bizde henüz yaygınlaşmadığı için oyun gibi geliyor. Bu gidişle işin şakası kalmayacak. Ciddi bilgiler vermek basının kamusal görevlerinden biridir. duşunüyorlardı. Nitekım geçenlerde bir gün Sağlık Bakanı YeATtNA Avrupa'nın bııtun orgios Yenimattas'tan randevu ülkelerinde olduğu gibi, Yuna alıp, bu kcz "günliik" giysileriyle bakanı ziyarete gittiler.. Tabii nistan'da da ve ozellikle başkent ki nıesleklerinin kriz geçirdiğinAtina'da AIDS'e karşı yoğun bir kampanya başlatıldı. Sağlık Ba den ötürü bakana şikâyetçi olkanlığı, AET programları çerçe madılar.. Ama kendi sağhklarl vesinde AIDS'e karşı başlattığı önemliydi.. Eğer belirli süreler içinde mııayeneden geçer kendikampanya için tam 1 milyar drahmi, yani yaklaşık 6 milyar li lerine birer sağlık kartı verilirse AIDS endişelerinden arınmış ra harcayacak. Hastanelerde, AIDS için ozel bolumleı, AIDS olacaklardı.. Böylelikle yeniden den nasıl korunulabileceğini an "müşterilerini" kazanabileceklatır kitap ve broşurler Sağlık Ba lerdi. Bakan travestilerin bu arkanlığı'nın programında bıılunu zusunu yerine getirdi.. Isteyen travesti, hastanelerin özel bölüyor. Radyo ve lelevizyonlarda AIDS ile ilgıli gunlük program münde "elize" testinden geçeceklara doktorlar davct ediliyor ve ti. "Elize" testi, insan vücudunkamuoyuna bilgi veriliyor. Çağı da AIDS virusunun bulunup bulunmadığını ve hangi aşamada mızda belirlenen bu "modern" bulunduğunu saptayan bir test.. hastalıktan doğal olarak en çok urken ve endişe duyanlar, Yuna Travestilerin büyük bir çoğunluğtı hemen ertesi gün, "elize" tesnistan'daki adıyla "a/ınlık tine koştu.. Hepsi de temiz çıkcinsleri" yani eşcinseller.. Eşcinsellerin başka biı turü olan tra tı.. Bu arada 'ya bende AIDS vestilcr de aynı terör altında bu varsa" korkusuyla "elize" testinden geçmekten kaçınan bazı tralunuyor. Atina'nın ünlü Singroıı vestiler, gereğinde "dayak" zoCaddesi'nde, gece yarısından ruyla meslcktaşları tarafından sonra "piyasa"ya çıkan ve en şık ikna edildi ve onlar da aynı testbayanlara taş çıkarlacak kadar ten geçirildi. Son birkaç gündür süslenen Yunanlı travestiler, Singrou Caddesi yine şen ve keAIDS koıkusu Yunanistan'da yil'li kahkahalarla çınlamaya yaygın hale gelir gelmez adeta yok oluvermişlcrdi.. Gccclerı cğ başladı.. AIDS korkusıından önce haftada bir kez travestileri lenceden ya da sinemadan dönen Singrou Caddesi'nden "topçil'tler ya da arkadaş gruplaıı, eğer yolları Singrou Caddesi'n layan" polis de yeniden işdcn geçiyorsa, mutlaka traves başına koştu.. ••Muşteriler" yine Singrou'nun yardımcı paralel sotilerin "piyasa" yaptığı yardımkağında cirit atmaya, travestilerle cı paıalel yola otolarıyla sapar ve şakalaşmaya başladı.. Polis ise ozellikle bayanlar, travestileri haftada biı çıktığı olağan hayranlıkla seyrederlerdi. Çoğu "teflisinde" bu ke? ek bir zorlukbunların travesti olduğuna inanla karşılaşıyor.. Bir travestinin ifmak istenıez, "kadın" olduklaşaatına göre, artık polise yakalarına dair iddialara girenler dahi nıp karakola götürülmenin olurdu. Ama artık bu "baybasit bir yüntemi bulundu. Traranlıgın" yerini "korku" alvesti, kendini yaka paça yakalamıştı. Travestileri "vebalı" gibi maya gelen polise "Sakın yaklaşgoruyor, yanlarından hızla u/.aknıa ben testten geçmedim laşıyorlardı. AIDS'U oldugumdan füpheleniyorum" diyor ve aynı Travestilerin "meslegine" ani il'adeyc göre, polis travestinin bir kri/ çöktu. Singıou Caddesi'nde artık 56 travestiden "kılına" bile dokunnıadan uzaklaşıyormuş.. Avrupa ülkelefazla piyasa yapan yoktu. Oysa ri arasında en az AIDS virübunların sayısı 5()'den tazla idi.. su bulunan ülke Yunanistan.. Yu"Muşteriler" artık "lakılmak" nanistan'da tıbbi bir heyetin yapiçin dahi Sıngrou'nun yardımcı tığı araştırınalar, 56 bin kişinin paralel sokağına sapmıyor, 7 AIDS virusu taşıdığı, ancak iki km'lik caddeyi son surat katedikişide AIDS hastalığının bulunyorlardı. duğunu göstcrdi.. Sağlık BakanAncak travestiler, gitgide bulığı'na göre "şimdilik" endişe veyuyen bu "krizi" onleınek aıtıarecek bir durıım gözlenmediği cıyla Singrou Caddesı'ndeki uğhalde, ileride AIDS virusünün rak barları "Rockaball"ı kcndileriııe karargâh edindiler. Her za yaygınlaşıp yaygınlaşmayacağı nıanki gibi en şık ve "seksi" giy konusunda kimse garanti veremiyoı. sileriyle Rockaball barında toplanıyor, nc yapacaklarını STELYO BERBERAKİS Travestileriçin AIDS kalkanı 10 TON KÖPÜK SÖNDÜRÜCÜ SATIN ALINACAKTIR İZMİT SELÜLOZ VE KÂGlT SANAYt MÜESSESESt İZMtT Müessesemızin 1987 yılı ihtiyacı olarak 10 ton köpuk söndUrUcü satın alınacaktır. Teklitler idari alım ve teknik şannamesi esaslarında % 3 geçici teminatla birlikte 24.2.1987 günü saat 17.00'ye kadar müessesemizde bulundurulacaktır. Verilccek teklifler 30.3.1987 tarihine kadar opsıyonlu olacaktır. Postada meydana gelecek gecıkmeler dikkate alınmayacaktır. Konu ile ilgili farıname lstanbul, Izmir, Ankara'da Alım Satım Müdürlüklerimızden ve lzmit'te müessesemizden temin edilebilir. Müessesemiz 2886 sayılı kanuna tabi olmayıp ihaleyi bölmcktc, ıstediğine vermekte veya ihaleden vazgeçmekte serbesttir. Basın: 11566
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear