02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/6 19 ŞUBAT 1986 Ozetle Orhan Veli'ye çay bardağında kırmızı şarap 4 Devlet Konservatuvan'nda müdiir yardımcıhğı yaptığım sırada odam müdür odasının bitişiğindeydi. Müdüre gelenler benim açık kapımın önünden geçerdi. Bir gün odamda otururken, ince uzun, saçları dökük bir İstanbul efendisi odama uğradı. Gülümseyerek bana doğru eğildi, "Demek sen bizim akıllımn arkadaşısın" dedi. İstiklal Marşımızın armonizasyoaunu yapan Askeri Müzika Şefliği'nden emekli Veli Kanık olduğunu anladım. Kalkarak saygı gösterdim. O sırada Ankara Radyosu'nda çalıştığını duymuştum. Orhan Veli ile ilişkilerimiz yıllarca önceden başlamıştı. Bcn fakültede okurken Ankara'dan Stıphi Taşhan geldi. Orhan Veli'den selam getirdi. "Şiirierine bayıldığınu Kiilebi'ye söyle" dediğini anlaltı. O sıralarda soyadım Külebi değildi, ama şiir alanında bu adla tanıyorlardı. Daha sonra lstanbul'a geldi. Zeynep Harum Konağı'nda, bizim bölümle aynı salonda bulunan felsefe bölümü kitaphğında saatlerce konuştuk. 1945'te Ankara'ya geldikten sonra ise hemen birçok akşamlar bir arada olduk. Orhan Veli 1936'dan sonra ülkeyi allak bullak etmişti. ö b ü r iki arkadaşının temelde " G a r i p " akımıyla pek ilgileri olmadığj, Orhan öldükten sonra yazdıklanyla bellidir. Parada, işte, gösteriste gözü yoktu. Yoksulluk içinde temiz ve güzel giyinirdi. Herkesi şaşırtmaktan zevk duyardı. Aslında bu tutumu kendi icadı değüdi. Daha önceki yıllarda Fransa'da birtakım gerçeküstüculer de, şiiri şiir yapan birtakım öğelerle alay eden şiirler yaznuştı. Oysa onun pekâla coşkucu (romantik) şürleri en güzel şiirleriydi. Ama kısa sürede ünü Türkiye düzeyinde " G a r i p " şiirleriyle yayıldı. Yaşını başını almış şair eskileri bile onun gibi yazacaklannı ileri sürdüler. Orhan Veli kadar öykünülen bir ozanın henüz Türkiye'de görülmediğini söylemek yanlış olmaz. Uzaktan görünüşüne aldananlar, onun gibi görgülü, terbiyeli ve çalışkan birinin derbeder, " h a r a b a t i " olduğunu sandılar. O da böyle görünmekten hoşlandı. örneğin, çalıştığı tercüme bürosunda, çayaya tembihlemiş. Arkadaşlanna çay gelirken ona da çay bardağı içinde kırmızı şarap gelirdi. Bir küçük çay bardağındaki şaraptan ne çıkar? Amaç ilginç, şaşırtıa olmak. Alay edilecek seylerle haklı olarak alay ederdi. Espri yapmaktan da hoşlanırdı. Biz ozanlann çoğumuzdan daha az kıskançtı. Bir dingin pazar sabahı Kutlu Pastanesi'nin önünde otururken geldi. Beni çağırdı. Ciddi bir şey söyleyeceğini sandım. Kırk elli adım yürüdükten sonra güldü. "Seni, oradm şair kalmasın diye çagırdım" dedi. Oysa o sabah Kutlu önünde benden çok değerli arkadaşlarla oturuyorduk. Geceleri genellikle Sayın Nahit FıratJı'nın evinde toplanırdık. Bu toplantılara ciddi şiir toplanülan demek daha doğru olur. Genellikle Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Necati Cumalı, siyasal bilgileri yeni bitiren, sonra doktora için gittiği Fransa'da ressam olan Mübin, iktisat öğrenimini yeni bitirmiş Ekrem ve ben. Arasıra Sabahattin EyuboğIn'nun, Ataç'ın, Dora ve EroJ Günej'lerin de katıldıklan olurdu. Ama toplantının lideri hiç kimseye belli etmeden Orhan Veü'ydi. Çok yetenekli olduğu halde, işine büyük dikkat gösterirdi. Dünya Klasikleri çevirilerinin yapıldığı sırada, yapıtları asıl dillerinden çevirecek olanların yanına sanatçılardan da bir kişi verilirdi. Orhan Veli, bunun yanı sıra, doğrudan doğruya kendisi de çeviriler yaptı. Bu çe TEP davası Istanbııl 2 numarah Askeri Mahkemesi'nde görülen Türkiye Emek Partisi davasında savunmalar tamamlandı. lOyılclırsüren TEP davası ile ilgili karar 18 Mart 1986 salı günü verilecek. Bir ozanın çizdiği portreler Içi Sevda Dohı Yolculuk CAHİT KÜLEBİ MM ehçet Necatigil çok zayıf yapılıydı. Boynunda yılancık yaralannın izleri vardı. O sıralarda, Birinci'den de ucuz mavi yazılı bir sigara vardı. Onu kendisine yapılan enjeksiyon teneke kutulanna koyar, ama az içerdi. \seyhun Atuf bir halk adamı, abartmadan söyleyeyim, bir yalvaç olmuştu. Paraya, üne, gösterişe değer vermezdi. Kendisini ülkesine, halkına adamıştı. Atatürkçülük anlayışım halkçılık, devrimcilik, kardeşlik temellerine dayamıştı. ANAP Grubu Başbakan Turgut Özal'ın tngiltere 'de bulunması nedeniyle kanlamadığı ASAP Grnbu'nun haftaltk toplantısı kısa sürdü. 45 dakika süren toplantıda, Burdur MilletvekiU Fethi Çelikbaş bir konuşma yaptı ve A vrupa Konseyi ile Türkiye iliskileri hakkın da bilgi verdi. tstanbul Anakent Belediye Meclisi'nde sürekli pazar yerleri ve hal tesisleri sahasma ek yapılmasma ilişkin < •tadilat planı'' kabul edildi. Buna göre, Fatih Hatip Muslihittin Mahallesi'nde yaptırılacak olan sürekli pazar yeri içinde. hal tesisleri de yer alacak. Mecliste söz alan SHPgrup sö'zcüsü Ayfer Atay. sürekli pazar yerleri görüşünü benimsemelerine karşın, kendine has özellikleri olan pazarcıların bu gibiyerlere yerleştirifmeierine karşı oiduklarını soyledi. Belediyede pazar konusu 197TDE CUMHURİYETTE Ceyhun Atuf Kansu ve Cahit Külebi, 197Tde Cumhuriyet yazarlanyla, (Soldan sağa) Oktay Akbal, Doğan Htzlan, Cavit Orhan TütengU, Ceyhun Atuf, tlhan Stlçuk, Cahit Külebi, Sami Karaören. Ceyhun Atufla Külebi arasında 1940larda başlayan dostluk, TDK günlerine dek uzandu söz ediyordu. Biraz sonra asağıya indi. Görünüşunde bir değişiklik yoktu. Mehmet beni de zorladı. Çık sor diye. Korka korka çıktım. Güleryüzlü bir adamdı. Adımı soyadımı sordu. "Sen öyle bir not alımşsın ki, södö sınavda sıfır alsan >ine girersin" dedi. Ben de obür sınavlara boşverdim. Sozlü sınava önce beni aldılar. Karşıki odaya, sözlüye girmek için seçilen 15 kişiyi kapatmışlardı. Nedenini aniayamadım. Garipti. tçlerinde fakültenin 2. ve 3. sınıf öğrencilerinden kimse yoktu. Demek okuduklan derslerden geçtikleri halde bu sınavda başarı gösterememişler. Sınavdan çıkınca, öğrenciler çevremi sarıp, neler sorduklarını öğrenmek istediler. Ben de söyledim. Meğerse bana sorduklan Cenap Şehabettin'in şiirini benden sonra giren biitiin ögrencilere de incdetmişler. Sonunda ben 30 iizerinden 29, Behçet 14, bir de kız girsin diye seçtikleri bayan arkadaş ise bilmiyorum kaç aldıseçildik. Bu benim Behçet karşısında tek başanm oldu. Ondan sonra da takılır dururdu. "Sen birincilikle girdin, ama kim birincilikle bitirdi" diye. Üstün yetenekli, çok çalışkan, bilim adamı tipinde bir öğrenciydi. Ben ise özellikle 5. sömestrden sonra hiç derslere çalışmadım. Fakülteyi ikimiz de kayıp vermeden aynı dönemde bitirdik. Geceleri yüksek öğretmen okulunda takviye dersleri yaparlardı. Profesör sonıyu sorar sormaz, Behçet'in parmağı kalkar. son sömestrdekileTden bile daha önce ve çok daha eksiksiz yanıtlar verirdi. Arapcası, Farsçası da herkesten kat kat üstundü. Lisede iyi bir Almanca öğrenimi görmüştü. Benden önceki yıl Rahmeti Bey onu Almanya'ya gönderdi. Çok çalıştı. Belki de Türkiye'de en iyi Almanca çevirmeni o oldu. Bense, liseden hiç Fransızca okumadan gelmiştim. Knul Hamsun'un Fransızca çevirileri kolayıma geliyordu. Bütün romanlarım okuyarak yanm yamalak Fransızca öğrendim. Sonra Behçet o romantarın çoğunu Türkçeye çevirdi. Yüksek öğretmen okulunda gece dersleri dışında, hele erken saatlerde pek çalışan olmaz, koridorlarda bir aşağı bir yukarı yürurlerdi. Behçet, "Burada çahsamıyonız, giindüzlüye çıkalım" diye tutturdu. "Behçet", dedim, disine Sıvas işi ağır bir sövmeyle döveceğimi de bildiren bir çıkış yaptım, ondan sonra sustu. özellikle Sokak'taki şiirlerimi okuduktan sonra beni kutladı, ama kimseye söylemedi. Onunla Ahmet Ateş'ten başka kimse şiir yazdığımı anlamadı. Behçet fakülteyi üstün basanyla bitirdi. Birçok profesör onu asistan yapmak istedi. Hatta daha sonra öğretmenken derslerini izlediği Alman filolojisine asistan yapmak istediler. Çok büyük bir bilim adamı yeteneği taşıdığı halde, yalnız ozan olmayı yeğledi. Yıllarca sonra yine kendisinin, hem de özel koşullarla Alman filolojisi bölümune alınması söz konusu iken kabul etmesini öğütlediğim mektuplar üzerine, "Rica ederim, böyle şeyler yazma, kanm da sana inanıp beni zorluyor, huzursuz oluyonım'* yanıtını göndermişti. 1940'ta savaş başlamış, biz de öğrenciliği bitirmiştik. İkimiz de hemen yedeksubay okuluna girmek istiyor, birlikte olursak işlerin daha kolay yurüyeceğine inanıyorduk. Izmir'de öğretmenlik yapan nişanhmı görmeyegittim. Behçet dönüşümü bekledi. Gecikmişiz. Yedeksubay okulundaki danışma subayı, sağlık yüzünden geciktiğimizi belirten rapor almamızj öğütledi. Kime gidelim derken, Behçet Edirnekapı'da böyle rapor veren bir doktor olduğunu öğrenmiş. Kambur, ufak tefek biriydi. Hastahğımızı sorunca, ben daha önce geçirdiğim bir böbrek rahatsızlığım ileri sürdüm. Pek esenlikli olmayan Behçet ise, dobra dobra, hiçbir hastalığı olmadığını, askere gitmek için bir engel raporu gerektiği yanıtını verdi. Gerçekten çok sıkıldım. Hele raporu aldıktan sonra doktorun eline yirmi beş, elli kuruş gibi paraları saydığını görünce, daha da sıkıldım. Ikimizin muayene ücreti iki yüz elli kuruştu. Benim param olmadığından Behçet verdi. önce benim için Sultanahmet'teki askerlik şubesine gittik. Beni kolaylıkla yedeksubay okuiuna sevkettiler. Behçet için gittiğimiz Beşiktaş Askerlik Şubesi Başkanı babacan bir adam. Behçet'i azarladı. "Sahtekâr, beklesen, daha sonraki döneme giisen öliir musiin?" diye. Sevk de etmedi. Ben kapıdan gözetlerken gulmekten kınlıyorum. çocuklannı çok seven Behçet evine gitmemişti. Yatakta oturmuş kitap okuyordu. Kısık sesiyle işaretler de katarak konuşuyordu. Geceleri sabaha kadar uyuyamadığını, odadaki öbür hastalan rahatsız etmemek için elektriği açmadığını, camdan bak bak zaman geçmediğini, kitap da okuyamadığını anlatıyordu. Çoktandır karşılaşmamıştık. Eski iğneleyici tavrımı takındım, o da benim gibi davrandı. Sonucu soğukkanhlıkla bekliyordu. Yıllarca önce uç beş kuruşunu önemsiz bir şeymiş gibi benimle nasıl paylasmışsa, ampul kutulanndaki sigaraiarını içtiğimde nasıl hiçbir tepki göstermemişse, şimdi de ölüme karşı öyle yığit, öyle cömertti. Yattığı oda zemin katta ve kapıya yakındı. Bizi dış kapıya dek geçirdi. Üçümüz önde o arkamızda, gözyaşlarımızı göstermemek için öyle yürüyorduk. tstanbul Emniyet Müdürü Dnal Erkan, ABD 'ye yaptığı geziyi tamamlayarak dün akşam uçakla yurda döndü. Emniyet Müdürü Erkan, ABD polis örgütündeki yenilikleri ve teknolojik gelismeleri incelemek amacıyla bu ulkeye gitmişti. Erkan* ABD'den döndü Ceyhun Atuf Kansu: Bir halk adamı Ceyhun kardaş sen bu ilden gideli Dağlarım yıkıldı, çöllerim bomboş. Söğütlü dereler, iğdeli beller, Kuraktan çatlamış göllerim bomboş. 1940'taydı. Süleymaniye'de öğrenci yurdu işleten bir arkadaşımı görmeye gitmiştim. Oturma salonunda inmesini bekliyordum. Içeriye kısa boylu, şayak kumaştan paltolu, gözlüklü bıri girdi. Daha önce hiç karşılaşmadığımız halde, Ceyhun Atuf Kansu olduğunu anladım. Benden iki yaş genç, tıp öğrencisiydi. Daha önce özellikle Ülkü'de şiirler yayımlamıştı. O sırada ben de şiirlerimi yayımlıyordum. Ama benim onu tanımama karşın, o beni tanımıyordu. Masanın üzerinde gazeteler, dergiler vardı. Zaten iki sayı çıkmış olan Sokak dergisinin ikinci sayısını eline abp karıştırdı. O sayıda üç şiirim vardı. Birinci sayıdaki iki şiirimle birlikte, bugün de en çok dikkati çeken şiirlerimdi bunlar. Bana doğru döndü. "İçindekilerin hepsi on beş kuruş etmez" diyerek küçümsediğini belirtti. O yıllarda şımanklık kertesinde kendimden emindim. Hiç aldırmadım, yamt da vermedim. O sırada Behçet Kemal havalarında olan tanınmış bir devlet adamının oğlu şiirlerimi ister beğensin, ister beğenmesindi. (Derginin ederi on beş kuruştu.) 1945 sonrasında da, toplumsal açıdan, insansal açıdan büyük gelişme göstermiş olduğunu sonradan anladığım Ceyhun Atuf, şiirsel açıdan henüz sonraki düzeyine girmemişti, sanıyorum. Bir gece Buket'te Necati ile oturmuş yiyip içiyorduk. Buket evden bozma oldukça lüks bir lokantaydı. Bizim oturduğumuz odanın yandaki odaya açılan bir peneeresi varmış. Bizi görmüş olacak ki, Ceyhun pencereden başını uzattı. O ay yayımladığım " H i k â y e " şiirini kastederek, "Külebi, şiirini beğendim, beğendim" dedi. Bu ancak yaşh ve büyük bir ustanın yapabileceği bir gönül almaydı. O sıradaki havamız nedeniyle Necati Cumalı da, ben de pek hoşlanmadık. Oysa daha sonraki yıllarda Ceyhun Atuf Kansu öyle bir olgunluk düzeyine ulasmıştı ki, bana bu sözleri söylese çok sevinirdim. Ceyhun, 1946'lardan sonra da, hekim olarak, halk adarm olarak ve kısa bir süre sonra yayımladığı eşsiz şiirlerin ozanı olarak daha bizim çevremize girememişti. O yıllarda, Şükran'da ayrı masalarda otururken şiirlerini Yaşar Nabi'nin basmadığından yakınmıştı. Ne var ki, kısa sürede Ceyhun, Yaşar Nabi dahil, herkesin sevgi ve saygısını kazandı. Çok beğenilir bir ozan veyazar oldu. Her iki değerlendirmede de, kendisinin ve Anadolu'nun etkisi vardı. Numune Hastanesi'nde çocuk hastalıklan bölümünde baş asistandı. Isteseydi, o hastanede kalabileceği gibi kariyer akademike de geçebilirdi. Biz bilmiyorduk, ama daha o yıllarda Altındağ'da hekimlik çabşmalan yapmış, halk adamı olmakta büyük bir atılımda bulunmuştu. Bir gün bakük, Turhal Şeker Fabrikası'na hekim olarak atanmış, çekmiş gitmiş. Turhal'a gider gitmez Varlık'ta yayımladığı " Z i l e " adh şiiri bana adamıştı. Doğum yerimde beni anımsamasına çok sevinmiştim. İnsanlık savaşımındaki büyük hizmetlerine koşut olarak, gittikçe Anadolu'ya yönelik bir sanatçı kişiliğini yüceltti. "Yanık Hava"daki.şiirleriyle, onca güzel çevre gözlemi yazılanyla, "Köy Ögretmenine Mektuplar"ıyla şaşırtıcı bir kişiliğe büründü. Ceybun Atuf bir halk adamı, abartmadan söyleyeyim, bir yalvaç olmuştu. Paraya, üne, gösterişe değer vermezdi. Kendisini ülkesine, halkına adamıştı. Atatürkçülük, toplumculuk anlayışım şu üç temele dayamıştı: Halkçılık. Kendi kendisini yenileyen bir devrimcilik, Ahiliğe, halk loncalarına benzer bir kardeşlik anlayışı. Bu ilkelerini "Atatürkçü Olmak", "Atatürk ve Kurtuluş Savaşı", 'Balım Kız, Dalım Oğul", " H a l k Önderi Atatürk", "Cumhuriyet Agacı" adh vapıtlarında ve şiirlerinin hemen tümünde yansıttı. Çok sevecen ve yumuşak olduğu halde, düşünsel konularda ve gerçekçilikte tartışmalardan, çekişmelerden kaçınmazdı. Ceyhun Atuf Kansu ile Turk Dil Kurumu'nda, Türk Dili Dergisi yazı kurulunda uzun yıllar birlikte çalıştık. Aramızdaki düşünsel uyum nedeniyle de Halk Oyküleri Yarkurulu'nda bizi eşleştirmişlerdi. Yazı Kurulu'nda birçok mutlu günlerimiz, sevgiyleanılacak anılarımız oldu. Ama hepsinin içinde onun insanlığı vardı. Cemal Süreya'nın dediği gibi, o şiirimizin cumhurbaşkanıydı. Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal gibi. tembihlemiş. Arkadaşlanna çay, ona da çay bardağında kırmızı şarap gelirdi. Bi küçük çay bardağındaki şaraptan ne çıkar? Amaç ilginç, şaşırtıa olmak. virilerde bir tümce, bir deyim, bir sözcük için gunlerce düşünduğünü gördüm. "Çirozname" adıyla çevirdiği şiir belki de aslından bile güzeldir. O şiirde, daha birçok çevirilerde Orhan Veli'nın ustün nitelikleri ve özeni çok uzun yıllar yaşayacaktır. 1950 yılında, otuz altı yaşında bir gece çukura düştüğü için beyin kanamasından ölduğü bildirildi. Cebinden, yanlış anımsamıyorsam 37 kuruş çıkmıştı. Böyle ölüme ne söylenir? O,rhan Veli, Tercüme Bürosu'nda çayaya tTÜMaden Fakültesi öğrencile rinin dernek kurma başvurusu, rektörlüğün yazılı izni olmaması nedeniyle Dernekler \fasası 'nca işleme konulmadı. tTÜ MADOD demeğinin kuruculan tarafmdan dün yapılan yazıh açıklamada, bu uygulamanm Dernekler Yasası'na aykın bulunduğu belirtilerek, "2908 sayılı Dernekler Yasası 'nda belirtilen belgelerle yaptığımız başvuru sonucunda, kuruculann rektörlükten yazıu izin almalan gerektiği, rektörlüğün yazılı izin belgesinin olmaması halinde dosyanın işleme konulmayacağı belirtildi" denildi. İTV öğrencilerine dernek izni Alman\a''da aşk cinayeti Federal Almanya'nın Bremen kenti yakınlarındaki Verden kasabasında bir Türk kızı, komşusunu tabancayla öldürdü. Görkü tanıklarının ifadesine göre, Dilber Akyıldız (21), üç çocuk babası Celalettin Başol'u (36) kurşun yağmuruna tuttu. Komşusunun tabancasından çıkan kurşunlara hedef olan Celalettin Başol olay yerinde öldu. Behçet Necatigil: Eksiksiz bir bilimci O ki içilen sudur kana kana (Özlemdir, doymayıştır, kardeştir) Behçet Necatigil ile (o zaman soyadı Gönül'dü) dön yıl dirsek dirseğe oturduk. Kimi kez sevgi. kimi kez çatışma, kimi kez kıskançlık; her zaman o üstündü, çalışkanlıktı, iyilikti, cömertlikti, bağışlayıcıhktı.. Yüksek öğretmen okulunun giriş sınavında 4050 kişi arasında fakiılıenin ileri sınıflanndan öğrenciler, uzun saçlı, ozan görunüşlü züppeler, sınav yapanlan tanıyanlar, hepsi dikkatimi çekti, bunlar arasında nasıl sınavı kazanabilirim diye ürktüm de, onun ayrımına, varlığma bile rastlamadım. Sınav sonuçlanndan sonra birbirimizi tanıdık. O yıllarda tıp fakültesinde parasız yatıü olmak için sınav bile yapmıyorlardı. Mülkiye okulunun çetin bir sınavı vardı. Ama parasız yatılı iki yüz kişi alacakları da biliniyordu. Annem bu iki okuldan birine girmemde direniyor, "Girmezsen iki elim yakanda kalır" diyordu. Bu nedenle Mülkiye için yaz boyunca matematik, tarih, coğrafya çalıştım. Her iki okul için de kâğıtlarımı, belgelerimi hazırlayıp verdim, başvuru formalitelerini tamamladım. Ama akhm ozan olmaktaydı. Edebiyat fakültesinde okumazsam ozan olamayacagımj sanıyordum.. Parasız yatılı olmazsam okuma olanağım yoktu. Sınavlann ne zaman yapılacağmı öğrenmeden İstanbul'a geldim. Meğerse bir buçuk ay kadar erken gelmîşim. Şimdi akrabam olan, tarudığımız bir ailenin evinde kauyorum. Ama ne yapacağımı, o uzun gunleri nasıl geçireceğimi bilmiyordum. Benden bir yıl önce yuksek öğretmen okulu'na girmiş olan Sıvas'tan bir arkadaşım var. Fen derslerinden üstün yetenekli, kimsesiz bir işçi çocuğu. Herkesi şaşırtan bir davranışlaTeknikÜniversiteye, fen fakültesine girmedi. Yüksek öğretmen okuluna girdi. Oysa her yıl, ancak birkaç öğrenci alınan yüksek öğretmen okuluna sınavı yapan profesörlerin fakültedeki öğrencilerini aldıklan söylencesi var. Bir açmaza düşmüşüm ki, sormayın. Yalnız tıp öğrend yurduna haziranda liseyi iyi derece ile bitirenleri smavsız ve parasız yatılı aldıklanndan, bir tek o garantim var. İyi de matematik çalıştım, Mülkiye sın'avını da kazanabilirim diye umutlamyorum. Tencereoğlu Mehmet diye adlandırdığımız, Sıvas'tan bir yıl önce gelen arkadaşım yardımıma yetişti. Edebiyat fakültesinde okutulan bir bölüm derslerin notlarını, verilen kimi ödevleri, özellikle birtakım dilbilim kitaplarını getiriyor. Ben de gündüzleri gittiğim Beyaat Camii yanındaki Veliyüddin Efendi Kitaplığı'nda sedirler üzerüıe atılmış şiltelerde çalışıyorum. Kitaplık çok soğuk, üşüyorum. Bir süre sonra da bitleniyorum. Kaldığım eve söylemeye de utanıyor, kaşımp, bit ayıklayıp duruyorum. Ama o zamana değin adını bile duymadığım konuları öğreniyorum. özellikle dil tarihi ve dilbilim alanlarında. Sınavlardan sonra, bir gun bizim Tencereoğlu'yla yüksek öğretmen okulunun kapısında dumyorduk. Şimdi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nun baş yöneticiliğine seçilmış bulunan, o sırada edebiyat fakültesi öğrencisi olan bir arkadaş geldi, "Ekrem Bey'e çıkıp sınav sonuçlarını ögrenecegim" dedi. Şaşırdım. Müdür yardımcısı Ekrem Bey'den sıradan bir iş yapar gibi TEK, îstanbul'dakielektrik artzalannı yan yarıya indirecek yeni bir sistem için çalışmalara başladı. Dünya Bankası kredisiyle gerçekleştirilecek yeni sistemle ilgili proje çalışmalarının sürdürüldüğu bildirildi. TEK yetkilileri, tstanbul'da halen üç kademeli bir trafo sistemi ile hizmet verildiğini, yeni proje uyarınca ara trafonun kaldınlacağım, böylece ikili sisteme geçilinct elektrik arızalarmda yüzde S0 düşüş olacağını bildirdiler. Elektrik arızalart azalacak Minibüslerin rengi tstanbul Ulaşım Koordinasyon Kurulu, Minibüsçüler Esnaf Derneği'nin "minibüslerin üç ayrı bölgede tek tip boyanması" önerisini olumlu karşıladı. Buna göre minibüsler. Anadolu yakasında açık mavi, Beyoğlu yakasında açık yeşil, Istanbul yakasında da krem rengine boyanacaklar. NECATÎÜİL'LEBİRLİKTE Yıl 1939. Üniverategünlerinde Cahit Külebi (sağda), Behçet Necatigil ile birltkte. Necatigil, Varhk dergisinde şiirler yayımhyor. "Senin evin var. Ben buradan aynlsam acımdan öliiriim." Sonra sonra alıştık. Behçet zaten çoğunlukla evinde kalır, çalışırdı. llk günlerde, gece derslerinde kısa bir süre onunla yarışmaya kalktım. Baktım ki, benim gücümün çok dışında. Yarışı bıraktun. O herkesle sürdürdü gitti. Çok zayıf yapıhydı. Boynunda yılancık yaralannın izleri vardı. O sıralarda, Birinci'den de ucuz mavi yazılı bir sigara vardı. Onu kendisine yapılan enjeksiyon teneke kutulanna koyar, ama az içerdi. Sonralan çok sigara içti. Ciğerlerini çürüttü. İkimiz de birbirimizi garip bulurduk. Ben onun, sessiz, ama sırasında ateş gibi, dengeli durumunu, o da benim hiç de ozana benzemeyen sabahtan akşama değin voleybol oynayan, canlı durumumu garip bulurduk. İleri sömestrlerdeyken, bu konuda benim için aruzla çok zarif bir taşlama yazmıştı. Ben memnun olmayınca yok etti. Daha sonra da yineleyerek yaptığım ricalan "yirttım" diye yamtladı. O sıralarda onun soyadı " G ö n i i l " , benimki "Erencan"dı. Kendisinden beklenemeyecek bir ataklıkla, küçük yaşta çocuk dergilerine, daha sonra da büyük dergilere, özellikle Varhk'a şiirler göndermiş, yayımlatmıştı. Ben onun kadar gelişmemiştim. Cesaretsizdim. Daha ilk aylarda, baktım, dersliğimizin karşısındaki kitaphğa her ay başında giriyor. Biraz da bana duyururcasına, Varlık'ta bir şeyler okuyor. Araştırınca gördüm ki, Varlık'ta hemen her ay Behçet Necati imzalı şiirler yayımhyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, o şiirler pek de ahım şahım şeyler değildi. Yan yana otururduk. Sıradaki gözümü karıştırıp sarı deftere not ettiğim, fakat bir türlü içinden çıkamadığım dizelerimi görmüş. O dizeleri hem de herkesin içinde yineleyerek alay etmeye başladı. Alay etmesi bir şey değil, şiir yazdığımın bilinmesini hiç istemezdim. O yuzden birkaç eyreti soyadı kullanmıştım. Külebi de yıllardan sonra değiştirebildiğim takma adımdı. "Behçet" dedim. "Bak sen güzel şiirler yazıp yayırnli)orsun, ben yazamıyorum, ozanlık savı da giitmiiyorum, ne olur, herkesin içinde benimle alay e t m e ! " Acımasız davrandı. Baktım olacak gibi değil, bir gün ken YEDEKSUBAYOKULUNDA Yıl 1940. Öğrencilik bitmiş. Cahit Külebi (solda) yedeksubay okulunda. askerliğini bitirince Antalya'da göreve başlayacak. Ama işin acı yanı, ben içeride o dışanda kaldık. Birlikte askerlik yapamadık. Yüksek öğretmen okulunda da bize atama yeri hazırlamışlar. Kars ve Antalya. Ben asker olunca Behçet tek kaldı, hangisini istese oraya gidecek. O gece "Senin yerinde olsaydım Antalya'ya giderdim" dedim. Herhalde saynlık dunımu nedeniyle alındı. Oysa benim hiçbir art düşüncem yoktu. Bana kızgınlıkla müdür yardımcısına gitti, Kars'a atanmak istediğini soyledi. Askerliğim bitip Antalya'da göreve başlayıncaya kadar dargınlığı sürdürdü. Bir gün Varlık'ta "Güz Şarkısı" bashklı güzel şiirini okuyunca bir mektupla kendisini kutladım. Banştık. O sırada yedeksubay okulundaydı. Sonra, levazım subayı olarak İzmir'de askerliğini sürdürdü. Bu arada, beni kırk beş gün için ikinci kez askere çağırdılar. Askerliğim bitinee, o sırada İzmir'de ikinci kez yedeksubaylık yapan arkadaşımız Orhan Dengiz ile birleşip beni bir hafta, hem de lüks bir otelde konuk ettiler. Kordon'da yürürken Behçet ile Orhan'a Sıvas Yollannda, Hikâye vb. birkaç yayunlanmamış şiirimi okudum. Behçet o denli heyecanlandı ki, yan ciddi yan şaka, "Tuh Allah kahretsin" diyerek çantasını fırlatıp attı. Uzun yıllar geçti. Bir gün Oktay Akbal telefon etti. Behçet'in akciğer kanserinden hastaneye yatınldığını, Başbakan Ecevit'ten yardım rica etmemi istedi. Turk Dil Kurumu üyesi olmakla birlikte o sırada kurum ile CHP arasında anlaşmazlık bulunduğundan Ecevit'e gitmekten çekindim. Mustafa Ekmekçi, gidip konuşmuş. Hükümetin düşmesinin de söz konusu olduğunu belirterek bir yardım yapamayacağını söylemiş. Ekmekçi daha sonra tsmet Sezgin'e durumu açmış. O sırada AP iktidara geçmişti. Başbakan, Kültür Bakanını hastaneye gönderip, Behçet'in hatırını sordurdu. Hemen Avrupa'ya göndermeye kalktılar. İsmet Sezgin'e önceki durumu da anlatıp teşekkür ettiğimde, "Hoca biz sanatçılarınııza her zaman hizmet ederiz" yanıtını vermişti. 1979'da, sanınm bir mayıs günu, Oktay Akbal, Sami Karaören ve ben Cerrahpaşa Hastanesi'ne gittik. Üç kişilik bir odada kahyordu. Cumartesi ve pazar günleri hastaların evlerine gitmelerine izin verildiği halde, o eşini ve Tutuklu yakınları uymılamadan yakındı Adana Ceza ve Tiıtukevi'ndeki hükümlü ve tutuklu yakınları dün SHP Genel MerkezVni ziyaret ederek Genel Sekreter Cahit Angmla görüştü. Ziyaret arasmda Mamak Ceza ve Tutukevi'n , deki bazı tutuklu ve hükümlü yakınları da hazır bulundu. Bir sanık yakını görüşme sırasında Adana Cezaevindeki durumu Angın'a anlatırken, yöneticüeri suçlayarak, "Açlık grevi bugün (dün) 20. gününü doldurdu, görüşe gittiğimizde görüşeml yoruz"'dedi. StİRECEK Ulaşttrma Bakanı Veysel Aıasoy a hakaret ettiği gerekçesiyle 3 yıl hapsi istenen türkücü İnci Bayram, bir gazeteciyle yaptığı söylesiyi reddetti. tstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki dünkü duruşmada, gazeteci Vedat Levent Araz 'ın söylesiyi kaydettiği teyp banduun çözümü okundu. Sanık İnci Bayram 'ın istemiyle gizli oturumda okunan bant çözumündeki konuşmalan reddeden Bayram, "Banttaki konuşmalar bana ait değil, böyle bir söyleşi de yapmadım'' dedi. İnci Bayram davası
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear