28 Eylül 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 KASIM 1986 CUMHURİYET/13 BrükseVden 6 Kırk yıllık Kânf ve gazete cekleri "serbest kürsii" Qİuşturdu. llk gün yayımlanan ve hiç de fena olmayan başyazıda, "yenUenmenin" "soi" için ikinci bir nefes arayışı olduğu vurgulandı. Bayrağın pembenin hangi tonlanna doğnı kayacağı ve kürsünün de "serbestligi" şimdilik bir muammaysa da, tecrübeyle sabit oldugundan, bir partinin yayın organı olarak kaldığı sürece "Kızü Bayrak"ın hiçbir zaman gerçek bir gazete sıfatına haiz olamayacağına inanıyorum.Öte yandan, "Kızıl Bayrak" sahibinin sesi olmaktan çıktığı an ise, zaten onun varlığııiın bir scbebi hikmeti kalmayacak. Yani, menfi yönden, bu etki tepki ilişkisi ilelebet sürüp gidecek. Ta ki, değirmenin suyu kesilene kadar. Değirmenin suyu nereden geliyor? Her halükarda okuyuculardan gelmiyor. Yayın kurulunun açıkladığına göre, Belçika Komünist Partisi'nin yayın organı halihazırda on bin tirajla basıhyor. Üçbinin satıldığı şüpheli. Bunun yansı da, Doğu Bloku 01kelerinin kütüphaneleriyle otel lobilerine gidiyor. Prag'da yahut Taşkent'te Fransızca bilgisini pekistirmek isteyen öğrenci zoraki "Kızıl Bayrak"a fit oluyor. Leningrad'da kendi ülkesinin gazetesini isteyen Belçikalı turiste, onun, büyük bir ihtimaile hayatında ilk defa okuyacağı bu gazete takdim ediliyor. "Kızü Bayrak", Belçika hükümetinin basına dağıttığı paradan da pay alıyor. Ancak, bu devede kulak kaldığından kesenin ağzını esas açan Belçika Komünist Partisi oluyor. Peki, seçimlerde yuzde birin altında oy alan, mecliste hiç milletvekili bulunmayan, üye sayısı ülkedeki genel ölüm oranına paralel bir düşüş gösteren, siyasi ve toplumsal hayatta ancak marjinal bir yeri olan bu mikroskobik parti, nasıl oluyor da, her yıl on milyonlarca frank yutan "Kızıl Bayrak"ı finanse edebiliyor? Çünkü, Belçika Komünist Partisi Komintern geleneklerini sürdürüyor. Moskovacı, Çinci, Arnavutcu, Koreci hemen hemen bütün komünist partilerin yaptığı gibi, kârlı ticaretler yapıyor. Belçika ile Doğu Bloku arasında gerçekleştir Jen ihracat ve ithalatın bir bölümü, Komünist Partisi'nin kontrolündeki şirketlerden geciyor. Turistik seyahatler kendisine yakın turizm acenteleri tarafından düzenleniyor. Yani, Belçika Komünist Partisi, dolayısıyla da "Kızıl Bayrak", sosyalizmin kalesi ülkeler tarafından maddeten finanse ediliyor. Hal böyle olunca, "Kızıl Bayrak" istediği kadar, pembe sancak olsun, yayın kurulu istediği kadar ağzıyla kuş tutsun, onun gazete olacağı yok. ttalya hariç, Batı Avrupa'daki komünist partilerinin hepsinin tepetaklak aşağı gidişi, kısmen, bu partilerin artık toplumun hiçbir ihtiyacına cevap getirememelerinden ve kendilerini yenilemeyerek bizzat muhafazakâr partilere dönüşmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu partilerin yayın organlannın durumu ise daha içler aasıdır ve esameleri okunmamaktadır. Zira, tereciye tere satumaz ve gazetecilik meslegini de oyunun kurallarına göre oynamak gerekir. "Kızd Bayrak" borazanın cilasını parlatsa da*, borazancıbaşı değişmedikçe ve gazetecilik değil, mutercimlik yaptıkça, Belçika'daki Belçikahlar tarafından değil, Leningrad'a turist giden Belçikalılar tarafından okunacaktır. fihnini Londra'dan Mutluluk Belçika Komünist Partisi'nin gunlük yayın organı "Kızıl Bayrak", bu hafta sözüm ona pembeleşti. Artık bir "serbest kürsu"su olacak. "fleridlerin", "demokratlar"ın, "banşseverler"in fıkirlerini iletebilecekleri bir serbest kürsü. Bakalım, "Kızıl Bayrak" bu haliyle, Belçikalılar'ın ancak Leningrad'a turist olarak gittiklerinde okuduklan bir "gazete" olmaktan kurtulacak mı? gördünüz mü? RAGIP DURAN HADİ ULUENGtN BRÜKSEL Belçika Komünist Partisi'ningUnlük yayın organı "Kral Bayrak" bu hafta pembeleşti. Ftansa'da eski Maocular'ın çıkarttığı ve artık bir "ekoJ" oluşturan "IibenUioır"u taklit etmeye başladı. Forma değiştirdi, sayfa sayısını arttırdı, költür eki koydu ve komünist olmayanların fıkirlerini iletebile LONDRA Russell Square'de yapayalnı^ bir telefon kulubesi. Sonbaharda Londra kandil kasvetli. Ama "British Telecom"un reklamlarında, "bir telefon bir mutluluktur" dıyor. Zepzenci bir oğlan ile kıpkızıl bir kız parkın ortasından geçiyor. Sımsıkı sanlmışlar birbırlerine. Demek ki, telefonsuz da oluyormuş muiluluk ** * Çıkalım lslinglon'a. Green Lıne taraflanna "Kuçuk Kıbns" der İngilizler. Sucuk kokulu Turk bakkalları nerelere göturur insanı? Ben sucuğun muhabbet tellağı olarak yumurtayı bellemişıındir Ve Çetin AlBudapeşte'nin ünliı Atrium Oteü, benzttmtde biraz abartma payı olsa bile BabilHn ünlü asma bahçele tan'ın kitabındakı sucuklu yumurtayı okurum hep. rini çağnftınyor bakanlara. Yalnız dış görüntüsüyle değil, içindeki zevkü sefa ve meşveretle de. Tbkyo'dan Budapeşte'den Yokuza'nın el bombası 2 5 ekim cumartesi akşamı, Bangkok'tan Japonya'ya uçan bir hcrva otobüsünde patlayan bomba, yüzierce insana dehşet saatleri yaşattu Uçak, zorlukla Osaka'ya indikten sonra, yapılan araştırmaiar, bombanın, Japon yeraltı çetelerinden birinin üyesi olan bir gangsterin elinde, kaza ile patladığını ortaya koydu. vaşları yuzünden, Japon Mafiası ülkeye kilolar halinde patlayıcı madde ve silah sokmaktadır. Yokuzalann işlerini Japonya'da gizli kapaklı yürutmediklerini de bilmek gerekli. Onlar burada bir büroya, bir telefon numarasma, bir kartvizite sahipler. Eğer gerekirse basın toplantılan da düzenleyen bu gangsterier, işadamları ve politikacılarla iyi ilişkiler içindeler. ölen eski Japon Başbakanı Ohira, günlük gazete Maynici için, bir gangster patronuyla kol kola poz vermekten bile çekinmemişti. Japon polisi gangsterlerin toplam sayüaruun 98.000 olduğunu söyhıyor. Ama bilirkişiler gangsterlerin gerçek sayüannın, polisin verdiği sayılarm iki katı kadar olduğunu tahmin ediyor. Durumdan en ince aynntılanna kadar haberdar olduğu halde, neden Japon polisinin, Manilada'ki ve Bangkok'taki meslektaşlanna gerekli bilgileri vermediği, birçok kişinin kafasında soru işaretleri yaratmakta. Macaristaıfın asma bahçeleri Budapeşte'deki Atrium Oteli, bir rüya gibL Otelin 11. katından aşağı doğru sarkan asmalar, Babil'in ünlü asma bahçelerinin havasında. Birçok turist, sadece asma bahçesini seyretmek için otelin cam asansörüyle bir yukarı, bir aşağı gidip geliyorlar. yanına kadar erişebiliyorsunuz." Sadece bu asansöre binmek ve Atrium Oteli'ni tepeden izlemek için gelenlerin sayısı ise bir hayli fazla. Budapeşte halkı için bu otelin restaurantında ve barında biraz oturup bir şeyler atıştırmak bir hayli zor. Ayda ortalama 6000 forint para kazanan Macarlar, ayda bir kez buraya gelirse bunu kendileri için büyük bir kazanç sayıyorlar. Ama Batı blokunun bü>Tik otellerinde buîunan görüntülcre Atrium Oteli'nde de rastlamak olası. örneğin barında her gece "100'lük'Meri görebüirsiniz. 100'lükler Budapeşte'de bulunan yabancılar tarafından kullanılan bir kelime. Çünkü Artrium gibi diğer lüks otellere takılan güzel mi güzel "otel kızlan" müşteri bulduğu zaman 100 dolardan aşağıya kimseyle çıkmıyorlar. Hatta Atrium'un hanımlan lüksu diğerlerine oranla biraz daha fazla seviyor. 100 doların yani sıra zaman zaman 200 dolara kadar çıkabiliyorlar. Bir de müşterisinin Atrium Oteli'nde bir odası olması gerekiyor. Eğer oda yoksa 500 dolar verilse de işe yaramıyor. Dediklerine göre de müşterilerinin çoğunluğunun Arap olmasının nedeni de sadece buymuş. HALtL ÖZER BUDAPEŞTE Ünlü Babil Kralı Hamurabi, o dillere destan asma bahçelerini yaparken, bu eserinin aynısının yüzyıllar sonra ve kendi ülkesinden kilometrelerce uzaklıkta bulunan Budapeşte'de inşa edileceğinden herhalde habersizdi. Ama Hamurabi, bugün yaşasa ve Budapeşte'de bulunan Atrium Oteli' ni görse herhalde kendi asma bahçelerinin ne kadar garip kaldığını görürdü. Dışandan bakıldığı zaman Atrium Oteli'nin diğer beş yıldızlık otellerden bir farkı yok. Göklere yükselen, Tuna Nehri'nin koyu sularına bakan bir otel. Macarlar buraya Hayat Oteli diyorlar. Gerçekten de bu otelde değil kalmak sadece birkaç saatini geçiren herkes bu dakikaları yaşamları boyunca unutamaz ve duşlerinde sürekli görkemli restaurantında bir gulaş çorba içmeyi hayal ederler. Otelin barında bir gün oturup iç ferahlatıcı havasının her zerreciğini içimize çekerken tanıştı MEHPARE BOZYİĞİT TOKYO Japon gangsterleri uluslararası hava trafiğini aksatryorlar. 25 ekim cumartesi akşamı, saat sekiz sulan. Bangkok'tan gelen 620 numaralı yolcu uçağı Japonya'nın ikinci büyük şehri Osaka'ya inmek üzere. Birdenbire büyük bir cam parçası kınlıyormuş duygusunu veren bir patlama duyulur. Bunu takiben, uçağın iç basıncı azalmaya ,Ve uçak büyük bir sallanüyla alçalıp yükselmeye başlar. Bu kargaşa ve caresizlik içinde yolcular, uçağın tavanından sarkan oksijen maskelerini yakalamaya çakşırlar. Beyaz bir sis yolcu kabinin iç kısımlarına kadar yayıhr. O anda ayakta bulunan hostesler uçağın tavanına çarparak, kanlar ve çığhklar içinde tekrar uçağın koltuklan arasına düşerler. Bu korkunç saüanma ve inip kalkma hareketleri tam kırk dakika sürer. Herkes panik içindedir. Yaralı hostesler büyük bir zorlukla, çığlık atan ve çevrelerini yumrukîayan yolculan yatıştırmaya çahşırlar. Kurtulma şanslannın sıfır olduğuna inanan yolculardan bazılan dua ederken, diğerleri de vasiyetnamelerini yazmaya başlarlar. 12 ağustos 1985'te Japonya'da düşen 747 sayılı Boeing uçağımn ölen 520 yolcusu ve bu kazanın görünümleri birçok kişinin hafızasından daha süinmedi. Ama bu sefer düşmesinden korkulan uçak bir Boeing değildi. A300 tipindeki Tai Hava Yollanna ait bu hava otobüsü, daha birkaç hafta önce Avrupa'dan satın ahnarak sefere yeni konulmuştu. Ve uçak, personeli ile birlikte 246 kişiyi taşıyordu. Havada süren kırk dakikalık bir mücadeleden sonra bu hava otobüsü pilotun becerisi ve şansın da yardımıyla, nihayet Osaka Havaalanı'na inebildi. Personel dahil, uçaktaki kişilerden hiçbiri kurtulduğuna inanamıyordu. Sevinç çığhklan dindikten sonra , bazılan yaralı olan 62 kişi çevredeki hastanelere dağıtıldı. Şimdi sıra kazanın nedenini ve suçluyu bulmaya gelmişti. Japon polisi ve diğer yetkililer ilk önce, bu kazanın nedeninin kesinlikle suikast alamayacaguu ve teknik bir anzanın kazaya yol açmış olabileceğini açıkladüar. Bütün dünyanın gözJeri, olayın meydana geldiği yer olan Japonya'ya çevrildi birdenbire. Çünkü, bu hava otobüsü dört Avrupalı ülkenin ortak yapımı olup, kazadan üç, dört hafta gibi çok kısa bir süre önce sefere konulmuştu. Teknik bir aksaklık bu Avrupalı ülkeler için güven ve para kaybı demekti. Bu yüzden kazanın gerçek nedenini saptasınlar diye, bu taşıtın son kontrolünü yapan Fransız mühendisler ve dedektifler hemen Osaka'ya gönderildiler. Fransız ve Japonlar'ın ortaklaşa olarak surdürdükleri ve dün sonuçlanan araştırmaiar, bu kazanın gerçek sorumlusunun 43 yaşındaki Osakalı bir gangster olduğunu ortaya çıkardı. Bu gangster, uçak Osaka'ya inmeden çok kısa bir süre önce, heyecana kapılarak yanında taşıdığı M26 tipindeki bir el bombasını kazara patlatıyor. ABD'nin Vietnam savaşı sırasında kullandığı M26 tipindeki el bombasını Filipinler'den satın alan bu yokuza (gangsterlerin Japonca ismi) 620 sayılı uçak seferiyle ilk önce yakalanmadan Bangkok'a oradan da Osaka'ya uçuyor. Biraz sarhoş olan ve Osaka'ya inme hazırlıkları baştayınca heyecana kapılan bu gangster, uçağın arka tarafındaki tuvaletlerden birinde, lavabonun altrna saklamaya çalışırken, bombayı patlatıyor. Şimdi kendisi de hastanede ağır yaralı olarak yatan bu gangster büyük bir faciaya yol açabilirdi. Japon polisi, bu gangsterin bir müstesna olmadığrru, Filipinler'den Tayland'a ve Japonya'ya uçulan bu 620 numarah seferle uyuşturucu mad de ve silah kaçakçılığı yapıldığım açıkladı. Japon yeraltı dünyasında, bu 620 numaralı seferin 'silah rotasT olarak tamndığını da polis bu açıklamalara ekliyor. Son üç yıl içinde, bu rota üzerinde silah kaçakçılığı yüzünden yakalananların sayısı elliye yaklaşıyor. El bombalı 43 yaşındaki bu yokuza, Japonya'nın en büyük yeraltı çetesi, YamaguctaiGumi'nin bir üyesi. YamaguchiGumi, diğer bir yeraltı çetesi tchfrıksy üe savaş halinde. Bu son bir yıl içinde yalnızca Tokyo'da 18 kez birbirleriyle savaşan bu yeralü çeteleri, savaşlannda kurnaz ve acımasızlar. Çatışmalarda el bombası da dahil olmak üzere her tür silah kullanılıyor. tşte sonu gelmeyen bu çete sa Paristen Ortak Avrupa küituruıçın ğımız bir Alman turizmcisi bize aynen şunlan söylemişti: "Yaşun 70, bnnca yıldır geayorum. Ama şu otelde geçirdiğim zamanlan hiçbir şe>e degişmem. Atrium'da \emek >emek benim için Paris'in ChampsEllysee'inde bir Pousse Caffe içmekten ve\a Londra'nın Big Ben'i karşısındaki banklara oturup etrafı izlemekten çok daha giizel bir olay." Atrium Oteli'nin içine girdiğiniz zaman yaşlı Alman turizmcinin ne kadar hakh olduğunu çok iyi anlarsınız. Otel, içi boş bir dikdörtgeni andınyor. O boşluğun iç taraflarında her türlü lüksü içeren daireler var... Ve asmalar... 11 katlı bu otelin iç dekorasyonuna tamamen asmalar hâkim. Otelin giriş duvariarında bulunan üçboyutlu resimler ise sanki gizli gizli bu asmalann güzel görüntüsüne bakıyor. Otelin içindeki boşluğun tam tepesinde ise kalın bir halata bağlı Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma bir uçak sallanıyor. Her an otel müşterilerinin üzerine pike yapacakmış gibi. Şeffaf camdan yapılmış asansörler ile uçağın taa Regenı Street'e Noel için daha şimdiden suslu sokak ışıklannı doşemişler. tsa'nın 1987. yaşgunu kutlanacak. tlk gençlik yazlarının birinde Normandıya kıyısında. koca lncil'i, sırf ev sahibının kızına şirin görünmek için okuduğumu hatırlanm. Bir de Moustaki'nin, Meryem yengemizin nikâhsız kocası Joseph için yazdığı "Josepb" şarkısım: "Ah Joseph sen de herkes gibi evinde oturaydın ya." ^ # * Ultravox grubunun "Vienııa"sını eskiden berı severdim. RockOpera'mn en güzel örneklerinden biri. Viyana denınce de, o kentteki VVilheim artığı rehber nineyle Osmanlı "barbariığı" konusundaki kapışmam canlamr. Ultravox'un yeni plağı "Uvox" güzel ve heyecanlı hiçbir şey anımsatmadı bana. Üstelik, "Melody Maker"lann eski sayılanndan grubun Muhafazakâr Parti yanhsı olduğunu öğrendim. Plağı arkalara kaldırdım. Ufuklan açmak gerekirmiş. Bir arkadaş, yazar ve gazetecilerin işlev ve görevlerini böyle açıkladı. Fındık fıstık konularla kıymetli halkınuzı meşgul etmemek lazımmış. Ufuk açmak, yufka açmaya benzemez vallahi. Bu "ufuk «çma" deyişi bana "rahlann miman" lanımlamasını çağnştırdı. O dönemden de Mayakovski ile Lili Brik'ten başkasmı pek sevmem. * ** Dikkat ettinız mi, çoğu erkek, en çok hep eski kansını sevdiğini söyler. Ortaan VeU şahidimdir. Eski kanlar, nostaljinin en taze sümbulleri. 60'h yılların delıkanlılan da hâlâ Beatles dinler, Mick Jagger hayranıdır ve tnini etek duşkunudur. O zamanlar laa aya gidilmişti aya! O zamanlar kalkınma, buyiıme ve sevişme hızı grafikleri de uzaya doğru yola çıkmıştı! O zaman koskoca proleter kültür ihtilali sarmaşık gibi yapışmıstı bevinlere. Althusser'dan Kim II Sung'a Pot Pot'tan bir ölçude T»nk Ali'ye kadar. Eski kanlar, yeni kocalara vannca, eski kocalar da tabladaki küllere mahzun mahzun bakış lokumlayan tutunşinaslara dönuşüverir. # ^ ^ Russell Square'deki telefon kulubesi rjn önünde upuzun kuyruk sonbaharda Londra 35 yaşında bir dilber. Karşıdaki duiarda sahane bir reklam afışi: "Yann en şerb«tli umuttur / Hayat umudun mujdesi." Gökkusağında yedıden fazla renk, portede yediden fazla nota var. Agnes Varda'nın "mutlulnk" f:lmini görmuş muydünüz? • •* • • • * Singayur'dan SABETAY VAROL , PARtS Son aylarda Türk dış politikasının Avrupa seçeneğinde billurlaştığını ve bu yönde Özal hükümetinin kararlı girişimlerde bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Yapılan açıklamalar, sürdürülen ternaslar hep bu dogrultuda. Hatta sosyal demokrat muhalefetin de, özellikle demokrasi konusunda Avrupa ile bütünlesmenin sağlayacağı güvenceleri göz önünde buiuridurarak Türkiye'nin AET üyeliğini benimsediği bir gerçek. Birkaç kez yazdık. Avrupa kamuoyu, Türkiye'nin AET'ye üye olmayı istediginden bile habersiz. Bir Batı Alman Millctvekili, Ankara'run Ortak Pazar üyeliğinin söz konusu olamayacaguu söyledi. Bu milletvekilinden önce, Fransız Aşın Sağ Ulusal Cephe Partili bir parlamenter de, Ulusal Mecîiste, Dışişleri Bakanı'na yönehtiği bir sözlü sonıyla, Türkiye'nin AİET ile bütünleşme konusunu gündeme getirmişti. Bu aşın sağa parlamento üyesi, sorusunu sorarken Türkiye'nin "tariksd, kaitürei, dinsei ve özellikk coğrafi olarak" Avrupa'nın bir parçası olmadığını ileri sürroüştü. Kısacası, Avrupa kamuoyu, bu konuyu sessizlikle geçiştirirken, tek tek duyulan sesler bu bütünleşmeye tepki anlamı taşıyor desek, fazla abartmış olmayız. Bu tür alerjik reaksiyonlara karşı, bizim resmi çevrelerden geten vamtlar, "Kmt^c mker cöadorkkM, NATO'y» %jt o t e d O k P ö k t w n oioaca bu gerekcekr ÖBC sariUiiyor", şeklinde. Günlük lisana tercüme edersek, askert ve siyasal anlaşmalar, ittifak anlaşmalan imzaladığımız gibi Ortak Pazar'a da gireriz... Bu önerme, büyük bir yanılgıyı da beraberinde getiriyor. AET, siyasal bir ittifaktan çok öte bir şey. Hatta ekonomik bir bütünleşme yani bir pazar entegrasyonundan da ibaret değil. Belki dinsei bütünlük özeüiği ikinci plana itilebilir ama maalesef, kültürel, tarihsel ve coğrafi bütünlüğü kolay kolay yadsınamaz. Coğrafi olarak ülkcmizin tamamı değilse bile bir bölümü Avrupa'da diyelim. Tarih ise olmuşbitmiş, tartışüacak tarafı kalmanuş. Kültürel bütUnleşmeye gelince, bizce en "otaazsa olmaz" koşul bu sonuncusu. Son gdismelere bir göz atalım: Gecen salı günü Fransa ile Federal Almanya liderleri Frankfurt'ta bir araya gelerek geniş kapsamh bir kültür anlaşması imzaîadılar. Paris ile Bonn arasmdaki kültürel yakmlaşmaya, gelecekteki bir Avrupa kültür ortakhğının ekseni gözüyle bakıhyor. tki başkent karşüıklı olarak Fransızca ve Almanca dil öğrenimlerine eskisine oranla çok daha fazla önem verecekler. İkinci önemli konu bir Avrupa Kültürel TV kanalı projesi. Ama iki ülke yöneticüeri çok daha ileri grune niyetlerini yansıttüar: "Kültiirlerin enterpenetrasyona" yollan araştınlacak. Türkçesi, iki kültürun içice gecmesi. Kültür ve sanat alanında iki ülkenin önde gelen isirnlerini bir araya getiren ortak bir "yaksek kiatar konseyi". Araştırma aşamasında oten ilginç bir proje, AET ortak hukukunun temellerinin atümasuıa yardıraa olacak, konusu hayali bir duruşrna sahnelenmesi. 1988 temmuzunda ise Fransa'nın Toulousc kenti ile Barcelona'da ve diğer çcvre kentlerinde Avrupalı genç plastik sanatçılar yüzierce yapıt gerçekleştirecekler. "Earocreation" esas olarak bir Fransız kurumu. Ama benzer kurumların îngiltere ve Federal Almanya'da oluştumlduğu haberleri geliyor. Birkaç yıl içinde bu ttir organizasyonlann tek bir federasyon catısı altında toplandığını göreceğiz. Ortak Pazar'a üyeüğimizi fikir olarak benimsctmenin bile en az on besyinni yıl süreceği tahmin ediliyor. Bu seçenekte diretaıek bclki de gerekmiyor. Hatta Türkiye için yararlı olup olmayacajı bile tartıglabflir. Ancak, örgutsel zorluklan aşjp girdiğitnizi farzedelim. "D«ha s m m ftta<«khm o zaman di$tettrttz" mü diyecegız? Bazı kflltur adamlanmu on beş yıl önce de belli güçlüklerle karşı karsıyaydı, bugün de öyle... On beş yıl sonra bu tür sorunlaruruzı çoktan halletmiş olarak Batı Avrupab ülkelerin karşısına çıkacak duruma gekceğimizi kim garanti edebilir? Türkiye'de şimdilik fazla su yuzune çıkmayan, yazuun başında belirttiklerimize benzer alerjik reaksiyonlann özellikle kültürel planda ciddi sorunlar olu$turmayftcatuu şimdiden nasıl büebiliriz? Batı kultOrüyle organik anlamda bütünkşme olayıyla karşı karşıya gddiğinıizde, köylü sosyotojik kokenli lslami toplumumuz n« diyecek? Ve isin kötüsö bu sorulara yanıt anyor muyuz? Çünkü, eğer o gün gelip çatarsa, şuna emin olalun ki, onlano bize ayak uydurmasuıı ümit etmeyelim, bizim onlara uymamız takp edilecekür. Ulke ohnak ve ulus ohnak mw Singapur Başbakanı, geçen ayın ortasında Japonya'ya giderken şöyle diyordw Asya ve Afrika'mn birçok ülkesi henüz ulus aşamasında değil. Singapur da bunlardan biri. Singapur Adası bir ülke midir? Evet. Pekiyi, devlet midir? Çok gençtir, ama evet. Ancak ulus değildir. Madrid'den MÜMTAZ AR1KAN StNGAPUR Güneydoğu Asya'nın en minik ülkesi olan Singapur, uzunluğu 40, genişliği 20 kilometrelik ölçulerine karşın çok kanşık bir nüfusa sahip. Ekim ayının ikinci yarısında Japonya'ya resmi bir geziye çıkan Singapur Başbakanı Lee Kuan Yew, gitmeden önce yaptığı basın toplantısında bu duruma değiniyor: "Temelde, Japonya gibi oluslaşmış bir ülke olmak gerek. Onlar binlerce yıldır tek bir ırk, tek bir dil kullanıyorlar ve tek bir kafa gibi düşüniıp davranıyorlar. Asya ve Afrika'mn birçok ülkesi henüz ulus aşamasında değildir. Singapur da bunlardan biridir. Singapur Adası bir ülke midir? Evet.. Peki, devlet midir? Çok gençtir, ama evet. Ancak, ulus değildir." "Biz; Kantonlu, Fukiaolı, Hakkalı (her üçü de Çinli), Endonezyalı, Malay (Malaysiyalı), Sri Lankalı, Tamilli, Pencaph ve Bangladeşliyiz. Her topluluk diğerinden farklı ozelliklere sahip. Dilleri, gelenekleri, kultuıieri, dinleri farklı. Çogu, buraya koloni yönetimi sırasında İngilizler tarafından getirildi. İngilizleria yönetimi 140 yıl surdu ve aniden bağımsızlığımıza kavuştuk. Bu ülke, gösterdiği gelişmeyle. kendini gecindirecek düzeye geldi, devletini kurdu, yasalarını koydu, ama henüz ulus olamadı. Biz, bu çok ırklı toplumda uyum sağlanması için çalışıyoruz." Gerçekten de, Singapur Adası'nın aynı adı taşıyan tek kentinde yanm saat yurümek, nüfusun bu kanşık yapısını anlamaya yetiyor. Ünlü Orchid Road'da. bir otobus durağında oturup geçenlere bakıyorum. Kendilerini kibarlıkta bir numara olarak gören Kantonluları, kaba diye nitelenen Hokkienleri, üstunlük taslayan Fukianlan, onlar tarafmdan itilip kakılan Hakkalılan benım ayırt etmeme imkân yok. Hepsi Çinli. Singapur'un 2.5 milyon nufusunun °7o 77'si Çinli. Ama, geri kalanların çoğunu saptayabiliyorum. Bunlar, Malaylar, Hintliler, Pakistanlılar, Endonezyalılar, Portekiz asıllı Avras Faşizmin yeni gölgesi NtLGÜN CERRAHOCLU MADRİD Faşizmin gölgesi lspanya'nın üstüne bir kez daha uzanıyor. Parlamentonun tam karşısında yuzyılın başından kalma "Palace" Oteli'nde bu hafta Ispanyol faşistlerinin eski lideri Blas Pınar'm ltalyanra aşın sağ çizgideki "ttalyan Sosyal Hareketi" partisinin lideri Giorgio Almirante üe buluşması haftamn en ilgi çekici olaylanndan biriydi. Fransa'dan Jean Marie Le Pen'ın liderliğindeki "Ulusal Cephe Partisi"nin de temsilcilerinin katJdığı toplantının amacı tspanya'da yeni bir faşist parti kurtnak olduğu aıüaşıldı. Fransa'daki karşıtı gibi tspanya'da da "Ulusal Cephe" adıyla vaftiz edilen bu yeni partinin ilk hedefı ise tspanya'da buyük bir olasılıkla 7 Haziran 1987 tarihinde yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılabilmektı. Ispanyol "Ulusal Cephe"1 si de böylece Avrupa Parlamentosu nda halen bulunan 10 Fransız, î Italyan ve 1 Yunanh aşın sağ parlamenter arasında yerini alabilmek için ilk adınu atmış, oluyordu. Bu yeni partinin lideri, öteden beri aşın sağın arenalannda adından söz ettiren, yaşh bir Madridli noter, Blas Pınar. Demokrasiye geçiş yıllannda gene aşın sağ bir parti olan "Yeni Güç" Partisi'nin liderliğini yapan fakat sağ oyların büyük ölçüde Manuel Fraga Inbarne hderliğindeki ana muhalefet partisi "Halkçı Birlik"e kayması uzerine son seçimlere katılamayan Pmar şimdi "Ulusal Cephe" ile ve kendi sözleriyle "Bu kuçük \e kirli ülkeyi, büyük ve gıizel bir vatana dönuşturmek uğnına" politika sahnesine dönüyor. Ancak pek çok gözlemciye gore tspanya'nın yeni faşist partisimn gerçek lideri halen hapiste bulunuyor. 1981'de basansızlığa uğrayan darbe girişimcileri arasında bulunan, o zamandan bu yana da zamanını hapiste değerlendırmek zorunda kalmakla birlikte 3 yıl içinde dışarı çıkması beklenen 51 yaşındaki komutan Rlcardo Pardo Zancada'ya şimdi Ispanyol aşın sağının doğal lideri olarak bakıhyor. Bir ara gazetecilik öğrenimi de gören sağın taviz vermeyen katı temsilcılennden Zancada, iç savasa katılmış yaşlı generallerden daha dinamık bir lider adayı olarak görüluyor. Zancada'nın avantajlanndan biri de, gerek ordu çevrelerinde gerekse de sivil sağın içinde belli bir saygınlığa sahip olması. Sbtgapur'un, Çin mahaUesi gibi, ilginç köşelerinden biri de Arap çarşısu Irklar tayfuta, burada az saytda Arap da katüıyor. Ancak çarşıntn halkım daha çok Müslüman Malaylar oluşturuyor. Fotoğraftaki "Zam Zam Restaurant"m Türkçe veya Türklerle bir ilgisi yok. yalılar, Avrupalılar. Boylesine kanşık bir topluluğun dini inanışlan da doğal olarak çok farklı. Örneğin, Çinliler, Siong Lim Budist tapınağında; Hintliler, Sri Mariamman Hindu tapınağında; Hıristiyanlar Good Shepherd Katolik kilisesinde; Malay Müslümanları da Sultan Camii'nde ibadet ediyorlar. Her dinin kendi kutsal günleri ve festivalleri var. Hz. Muhammed'in doğum gününü Müslümanlar kutlarken, Thimiti festivalinde Hintliler ateş üstünde çıplak ayakla yürüyor, Thaipusam günü yüzlerine ve vücutlanna şişler batınyorlar. Çin takvimindeki yeni yıl başlangıcı da, başka bir festivale neden oluyor. Dil sorununa gelince, o da ayrı bir olay. Genel olarak tek bir dilde konuşulmuyor. Çince, Malayca, Tamilce ve Ingilizce konuşuluyor. Hepsi de devletin resmi dili sayılıyor! Singapur televizyonu bir programını Çince, bir başkasını Malayca veya tngilizce yayımlıyor. Örneğin, Ingilizce yayımlanan bir programın altında Çince ve Malayca veya Hintçe yazı oluyor. Hem de onların alfabeleriyle. Kapanış saattnde ise, her dört dilde de veda ediliyor. Adada İngilizce geniş şekilde konuşuluyor. Ancak, ben bilmeyenlere de bir çok kez rastladım. 26 yaşındaki Singapurlu Abdul Raşit Bin Ahmet'le konuşuyorum. Abdul Raşit, Malay asıllı bir aileden geliyor ve Müslüman. Kahire Üniversitesi'nde din öğrenimi göruyormuş. îki kez de Hacca gitmiş. Beş vakit namazını kaçırmadığını belirtiyor. Butün bir gün beraberdik ve namaz küdığını görmedim. Günahı boynuna, belki de kazaya bırakmıştır. (!) Abdul Raşit'Ie Singapur'daki ırk enflasyonundan söz ederken, açmazlar verip ağzından laf almaya çabalıyorum. Pek etkilenmiyor. "Evet, çoğunluk Çinlilerde" diyor, "Ancak, digerlerine uvey evlal muamelesi yapılmıyor. Eşitlik olmazsa uyum kurulamayacağını yetkililer biliyor. (Hükümeti kastediyor.) Tek tfik vakmmalar olmuyor değil. Singapur'da birçok sokağın adı eskiden Malay dilindeyken yerini >«vaş yavaş Çince adlar alıyor, deniyor. tş alanında Çinliler kayınlıyor, deniyor. Bazı söylentiler doğru olabilir, ama bence, genel bir politik uygulama değil." Evet, Abdul Raşit böyle konuşuyor ve temelde bir uyum sağlandığı kanısında. Singapur'da nüfusun çogunluğunu gençler oluşturuyor. Bu oran °7o 60'm uzerinde, 1960'b ve 1970'li yıllarda doğumlar büyük bir artış göstermiş. Genç nüfus bu artışa bağlanabilir. Öğrenim düzeyinin yuksek oluşu, genç ve aydın bir toplum için gereken temeli sağlamış. Bilinçli ve ekonomik açıdan zengin bir toplum; ırk, dil ve din farklthğına karşın gürültüsüzce bir arada yaşayabiliyor. Singapurlular, her 9 ağustosu ulusal egemenlik günu olarak kutluyorlar. Olmayan ulusun egemenlik günü! Henuz ulus değillerse de, birçok ulusa örnek olabilecek düzeyde uygarlar..
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear