22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER henüz verilmiyor. Çocuk bu işi rastgele bahçede, kırda yapıyor. Bu yüzden, bu ahşkanlık okulda verilmeye çalışılıyor). Arkadan, ellerini yikamasını göstermek, pantalonunun düğmelerini ilikleyemediği, fermuannı kapatamadığı için, her biriyle ayrı ayn uğraşmak gerekiyor" diyordu bir öğretmen. Bu koşullarda, sınıfta disiplin sağlanması da zorlaşıyordu, çünkü zamanla, büyuk çocuklar da, küçükler gibi davranmaya özeniyorlardı. Beş yaşındaki çocuklar, uzun süre bir konu üzerinde dikkatlerini yoğunlaştıramaziar. Bu yüzden, öğretmenin verdiği dersi izleyemezler, ders onlan ilgilendirmez. Öğretmenlerin çoğu, çocuklann derste u>Tiduklanna işaret ettiler: Bir öğretmen, "Öğle saatinde uyandıramadım çocuğu" diyordu. Çocuğun derse karşı ilgisizliğini gösteren bir başka önemli olay da, çocuğun okula aç gelmesidir. Bunun, sadece gözlemlerimizi yaptığımız köylerde görülmediği anlaşılmaktadır. Nitekim, Antalya köylerinin birinden buraya konuk olarak gelen öğretmenler de, bu düzeydeki okullarda bir beslenme sorunu olduğunu söylediler. Bunun nedenlerinden biri, ana babanın varlıklı olduklan halde, bu beslenme işini önemsememeleridir, bazen de çalışma t»mpolarını çocuğa uyduramıyorlar: Bir öğretmen, "Çocuk okula geliyor. Anne baba, daha erkenden zeytine gidiyor. Çocuk kalkıyor, kimseyi bulamayınca, bir şey yemeden, okulun yolunu tutuyor" diyor. Bir başkası da, "Aç ay\ oynar mı?" diye ekliyor. Köylerde, maddi olanaksızlığın dışında, ciddi bir beslenme sorunu olduğu görülüyor. Burada insanın aklına, ister istemez, dış ülkelerde çalışan işçilerimiz geliyor. Bu yurttaşlarımız yeme içmelerini kısıtlıyorlar, hatta bu yüzden hastalansalar bile, para biriktirme hırslannı her şeyin üstünde tutuyorlar. Yazın köye döndüğünde, bitişiğimizdeki arsayı satın alan komşumuz, oraya Almanya ölçülerine göre yaptıracağı evi anlatırken, yanımıza gelen öğretmen oğlunu göstererek, "Bu da oraya gidecek; babası, karanlık, rutubetli yerlerde çalışarak sakat kaldı, bu da onun gibi gidiyor" diyordu. Dışarlarda çalışan işçilerimizi hasta düşürmeden, bu güzel enerjiyi verimli kıbnanın yollannı aıamalıyız. Çocukların sınıfta uyumalarının başka bir nedeni daha var: Evleri genellikle uzakta olduğu için, çocuklar okula yorgun geliyorlar, "çocuk yürüyüşüyle yarım saat sürüyor. Okula yorgun gelen çocuk da derste uyuyor". Bu çocukların eğitilebilmeleri için, doğru dürüst konuşabilmeleri gerek. Ev, çocuğa bunu veremiyor: "Burada çocukları okumaya hazırlamak söz konusu olmaz. Başkalanyla konuşmasını bilroiyoriar. Önce konuşmasını öğreteceğiz, sonra okula alıştıracağız" diyor bir öğretmen. Dil sorunu, İstanbul'da yaptığımız araştırmalarda da, okulda başansızlığın önemli etkenlerinden biridir. Görülüyor ki öğretmen, küçük yaştaki çocuk grubunu yönetmekte güçlük çekiyor ve "küçük yaştakileri büyüklerin programına" uydurmaya çalışıyor. Elinden geldiği kadar küçüklere de ders veriyor, onlara okuma yazma öğretmeye çalışıp çabalıyor ve başansını sadece şu ölçüye vuruyor: "20 çocuktan 6 tanesi ancak okuyabildi". GİRİŞİMDEKİ BAŞARISIZLIĞ1N NEDENLERİ 19831984 yılında girişilen bu denemenin başarısız olduğu açıktır. Bunu bir de aşağıdaki gözlemlerden izleyelim: Okula 3 gün gelmeyen bir çocuk, bunun nedenini dile getirirken, okuma yazma öğrenimine zorlanmalannm nedenini apaçık gösteriyor: "Öğretmenim, sıkılıyorum, evimizin yanında oynadım". Burada arkadaşlannla oynamak daha güzel olur, diyen öğretmene, "Bazen okulda sıkıhveriyorum, onun için gelmiyorum" yanıtını veriyor. Çünkü bu çocuk, henüz oyun çocuğudur. Yetiştirilmesinin anahtan da bu noktanın göz önünde bulundurulmasındadır. Öğretmenler, "bu yıl çocukların çok zorlandıkları, okula zor ahşuklan, hatta okuldan soğuduklan" düşüncesindedirler. Birleştirilmiş dersliklerde okumaya zorlanan bu çocuklar, kendilerinden bir yaş büyük olan çocuklann yanıtlandırdıklan sorular karşısında: "Ben neye bilemedim, diye üzülüyorlar, bir eziklik duyuyorlar". Kendileriyle çalışmaları üzerinde görüştüğümüz öğretmenler, 5 yaşını bitirmiş çocuklar söz konusu olduğunda, ilkin bunlann okuma yazmadaki başanlanndan söz ediyorlardı. Çünkü müfettiş de başarıyı yalnız böyle ölçüyordu. Ula ilçesinin 2 merkez, 28 köy ilkokulunu izleyen 217 çocuktan sadece 71 tanesi, yani °7o 33'ü okuma öğrenebilmişti. Bu, bir başan sayılamazdı. Birçok öğretmen boşuna yorulmuş, birçok çocuk da gereksiz yere üzülmüş, belki okuldan da soğumuştu. Görüldüğü gibi, okula gitmek ve başanlı olmak, okuma yazmayı öğrenmekle ölçülüyor. Içine düştüğümüz en büyük yanlış bu. Evet, ilkokulun elle tutulur etkinliği bu, ama onun yanında onun kadar önemli, hatta bir anlamda ondan da önemli olan ve rakama vurulması kolay olmayan bir gerçek var: Okul, çocuğa yalnız okuma yazmayı öğreten bir kunım degildir. Okul, çocuğu egitmeli, onun kişiliğini biçimlendirmeli, bir kelime ile ona yaşama hazırlamalıdır. Özümlenmeyen, yaşama girmeyen, ahşkanlık biçiminde sürdürülmeyen okuma yazma, unutulmuyor mu? Okuryazarlığın ülke kalkınmasına katkısı, yadsınamaz. Bu yolda yetenekle, gelişmişlik beraber gider. Ancak bu gücü işe yarar hale sokmak gereklidir. Okuryazarhk, toplumsal, sivil, ekonomik yaşamı geliştirmek için bilgi edinme, beceri kazanma olasılıklannı kişiye kazandırmahdır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Ülkemizde, eylül ayında 5 yaşını bitiren çocukların birinci sınıfta okutulmaları, tümüyle yanlış bir girişimdir. Eğitimin ağır basması gereken bu yıllarda, söz konusu çocuklar, özel olarak yetiştirilmiş eğiticilerin elinde eğitim görmeli ve böylece okuma yazma öğrenmeye hazır lanmalıdırlar. 3 EYLÜL 1984 Beş Yaşını Eylül Ayında Bitirmiş Köy Çocuklam İJlkemizde, eylül ayında 5 yaşını bitiren çocukların birinci sınıfîa okutulmaları, tümüyle yanlış bir girişimdir. Eğitimin ağır basması gereken bu yıllarda, söz konusu çocuklar, özel olarak yetiştirilmiş eğiticilerin elinde eğitim görmeli ve böylece okumayazma öğrenmeye hazırlanmalı. CUMHURIYET' TEN OKÜRLARA... OKAY GÖNENSİN İki Değerlendirme Prof. Dr. REFÎA UĞURELŞEMİN 198384 öğrenim yılı süresince, eylül ayında beş yaşını doldurmuş çocuklar, köy okullannda da, Milli Eğitim Bakanlıği karanyla, ilkokullann birinci sınıflanna kaydedildiler ve altı yaşını bitirmiş çocuklarla birlikte okuma yazma öğretilmek üzere, okullara devam ettiler. Öğretmen sayısı ve yetiştirilme biçimleri, dersliklerin sayısı ve büyüklüğü göz önüne alınmadan, bu çocuklar bilgi denizine sahverildiler. İkili, üçlü öğrenimin alabildiğine yer aldığı ülkemizde, böyle bir işe neden girişildi? Acaba öğrenimde tasarrufa mı gidiyoruz? Yoksa, çocuklanmızın yaşama daha çabuk atılmalarını mı istiyoruz? Bu soruların yanıtını, böyle bir girişime başvuranlar veredursunlar, biz bu bir yıllık öğretmençocuk çabalaşmasının, köylerimizden alınan sonuçlanna bir göz atalım. Vereceğimiz sonuçlar, Muğla ilinin Ula ilçesinin 2 merkez ilkokulu ile 28 köy ilkokulu ve özellikle bu sonunculann 6'sında, geçen öğrenim yılında elde edilen verimle ilgili bilgilere dayanmaktadır. ÖZEL VETİŞTİRİLMtŞ ÖĞRETMEN GEREĞİ Önce, dünyaca bilinen şu ayrımı anımsatahnv. Genellikle, 35 yaşlanndaki çocuklara ayrılan eğitim kurumlarına ana okultı, 56 yaşlanndakilerle uğraşanlara çocuk bahçesi adı verilir ve çocuk 6 yaşını bitirdiğinde, ilkokul öncesindeki dönemde, böylece ilkokula hazırlanmış olur. Buralarda çalışan eğiticiögretmenler, özel bir eğitim görerek yetiştirilirler, çünkü eğitecekleri çocukların psikolojisi, ilkokul çağındakilerinkinden başkadır; dolayısıyla, aile ocağından ayrılma özlemini onlara duyurmadan, okulun ciddi yaşamına çocukları götürmelidirler. O anda çocuğun duyduğu en yiiksek ilgiden yararlanarak yaşam için ona gerekli her türlü bilgiyi edinmesini sağlamalıdırlar. Çocuğun içinde yaşadığı ortam o biçimde koşullandırümıştır ki, ona yaptınlmak istenilen etkinlikler, eğitimsel oyuncaklar yolu ile, oyun biçiminde verilir. Böylece, çocuklarda, bu işleri yapmak isteği gereksinimi kamçılanmış olmaktadır Yine bilinmektedir ki, yalnız oyun, çocuktan beklenen işleri onun yaşamına bağlayabilir. Işte bu yoldan gidilerek, çok iyi düzenlenmiş oyunlar aracılığı ile çocuğun ilgisi uyandırılmış olur. Böylece az çok, çocuktaki yeteneklere, biraz da çocukluk dönemini belirleyen genel gereksinmeye, yani oyuna bağh olarak çocuğa etkinlik, işlerlik öğretilmiş olur. Çocuk, korktuğu için değil, ilgi duyduğu için kendiliğinden etkin olmakta ve öğrenmektedir. Bir kez bu (kendini doyurmak için öğrenme) çocuğa verilince, o bunu ilkokulda ve öteki öğrenim düzeylerinde de sürdürebilmektedir. Bunun yanında, annesininkine benzer bir sevecenliği eğiticisinde bulduğundan, çocuk, ondan gelen yaşam kurallarını da rahatlıkla benimsemektedir: Temizlik, yemek yemek, yakınlannı sevmek, onlara hizmet etmek, ... gibi. Kısaca, yetiştirilme biçimine değindiğimiz eğiticinin, ilkokul öğretmeninden ayn bir görevi olduğu görülmekte ve bunu yerine getirebilmek için de özel bir biçimde yetiştirilmektedir. 56 yaş çocuğu oyun çocuğudur ve okuma yazmadan önce, yaşamında öğreneceği pek çok şey vardır. Sevecen bir eğiticinin elinde yetiştikten sonra elverişli bir ortama bırakılan çocuk, mutlu olur ve okuma yazmayı hızla ve daha bir sürü şeyi kolaylıkla öğrenebilir. Bu yıl okumaya başlatılan ve 5 yaşmı bitirmiş olan çocuklar, asıl birinci sınıf çocuğu olan 6 yaşını bitirmiş çocuklarla birlikte, incelemeyi yaptığımız köy ilkokullarında, aynı dersliğe konuldular. İki ayrı gelişme düzeyinde olan çocuklan eğitmek zorunda kaldılar öğretmenler. Bütün çabalanna, teneffüslerde bile çalışmalanna karşın, kendilerinden istenileni yapamadılar, okumaya hazır olmayan küçükleri, yeterince okutamadılar ve buna çok üzüldüler. ECtTtM AÇISINDAN SAKINCALI DURUMLAR Bu durumun eğitim açısından getirdiği sakıncalara bir göz atalım: Öğretmen, 40 dakikalık ders süresince, büyüklerle yeteri kadar uğraşamadı, çünkü küçükleri bu kadar uzun süre sırada oturtmak olanaksızdı. Bunlar, doğal olarak, hareket etmek gereksinimini duyuyorlardı, bu da büyüklerin derslerinin kesilmesine yol açıyordu. En yaşamsal alışkanlıklan henüz kazanmamış olan küçüklere sürekli yardımda bulunmak gerekiyordu. Küçük çocuk, sık sık dışarı çıkmak istemekteydi. Tuvalete gitmesini bilmediği için, öğretmenin ona bunu göstermesi, "Onunla beraber bulunması gerekiyor (Bu yörede, evde tuvalete gitme alışkanlığı B asının genel krizi, tirajlardaki olağanüstü düşüşler tartışılırken gazeteler çoğunlukla kayıp okurları yeniden kazanabilmek için eski yöntemleri denemeye başladılar. Lotarya, yine az çok etkili bir satış aracı olduğunu gösteriyor. Günaydın ise yeni bir uygulamaya girdi, ekini aynca satışa çıkararak gazetenin fiyatını 30 liraya indirdi. Gazetelerin sıkıntılarımn kaynağı sadece ekonomik mi? 39 yıllık gazeteci Cüneyt Arcayürek Nokta dergisinin son sayısında yayınlanan konuşmasında basının genellikle çok daha temel kusurlarla zedelendiğini anlatıyor. Arcayürek'in konuşmasının bazı bölümlerini aktarıyoruz: EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Pırlanta Bilezik Olayı... Bokassa'nın elmaslan Fransa Cumhurbaşkanı D'Estaingnin sonu olmuştu. Anımsanacaği gibi bu Afrikalı, zorba D'Estaing'e elmas bir armağan sunmuştu; bu yüzden Fransa Cumhurbaşfcanı'mn saygınlığı bir anda sıfıra inmiş, 1981'deki seçimi yitirmesinde bu oiayın büyük etkisi görülmüştü. Şarkıcı Bayan Ajda, Başbakan'ın eşi Sayın Bayan Semra'ya bir pırlanta bilezik sunmuş. Sahnede şarkı söyleye söyleye halkın arasına inmiş, ön sırada oturan Bayan Semra'nın elini tutmuş, sonra avucundaki pırlanta kolyeyi değeri 2 milyon liraymış koluna yerleştirivermiş. Bir olup bitii! Ne yapsın Başbakan'ın sayın eşi, beklemiş, bir ara verilsin diye, sonra bileziği geriye çevirmiş. Ajda hanım da gazinodan çıkıp gitmiş. Armağanının geri çevrilmesine öfkelenmiş, ya da Bayan Semra'dan böyle bir hareket beklememiş olmalı! İlginç bir olay! Hem de gazinodaki yüzlerce insanın önünde geçen bir durum! Bu nasıl armağan vermek, eğer armağansa bu? Bir Başbakan eşinin eline pırlanta bilezik nasıl tutuşturulur? Buna eski deyimle laubalilik demezler mi? Armağan vereceksen, beklersin yaş gününü, evlenme gününü, o zaman bir kutuya koyar, gönderirsin... Amaböyle, herkesin içinde, bir yandan şarkı söylerken,biryandangezinirken,hem de milletin gözü önünde, bir BaşbaKan eşinin eline pırlanta bileziği tutuşturmak olacak iş midir? Sonradan yapılan açıklamalar da ilginç mi, ilginç! Der ki Bayan Ajda: "Bay ve Bayan Özal'ın ellerinden tutmam bana uğur getirir. Uğur getirmesi için bileziği koluna takarak geri göndermesini rica etmiştim." Hem şarkı söylüyor, hem de 'şu bileziği bir sure takın, sonra bana geri yollayın, sakın size verdiğimi sanmayın ha' diyebiliyor! Az beceri değil! Ama ünlü şarkıcı ile Başbakan eşi arasındaki bu yakınlık, bu dostluk nedir, anlaşılmıyor! Zevklere ve renklere karışılmaz derler, Özal'lar da alaturkadan, aranjman türünde müzik dinlemekten hoşlanıyorlar; onları bir opera, bir konser, bir sanat yapıtını izlerken, seyrederken, dinlerken gören, duyan yok, varsa yoksa Zeki Müren, Ajda Pekkan, Emel Sayın!.. İzmir'de Fuar'da dolaşırken Başbakan Özal'ın tasrtı geçiverdi önümüzden. Öndeki arabada, hem de ayakta dikili, elleri ceplerindeki silahın üzerinde duran iri yart görevliler elleriyle uzaklaşmamızı buyurdular, herkes bir yana kaçıştı. Sayın Özal ve Belediye Başkanı geçtiler, ardından yine arabanın kapılanndan dışarı taşmış dört sivil görevli daha gördük. Başbakan sıkı koruma altında, dört önde, dört arkada... Belki şoförün yanında da başka bir görevli vardır. Sayın Özal'ı sıkı korumaya almışlar, denize giriyor, dört iri yarı görevli mayolarını giyip denize atlıyorlar, iki yanını çeviriyorlar, yolda giderken öyle, otururken öyle, bakarken, konuşurken öyle... Bu güne dek hiçbir Başbakan bu denli korunmamıştı. Menderes'i, Ecevit'i, Demirel'i anımsıyoruz da bu türlü bir görüntü gözümüzün önüne gelmiyor. Anlaşılan Bay Özal 'seçeneksiz' sayıldığından, daha doğrusu kendini böyle saydığından sıkı sıkı korunuyor düşmanlarından... Ama Özal'ın düşmanı kim? Hem var mı Özal'a düşmanlık edecek birileri? Hiç sanmıyorum, herkes Özal'ı sevimli bir kişi sayıyor; karşısında da olsa, yanında da olsa, yönetimi sivilleştirme çabasında bir politikacı hem de üst üste seçim kazanmış biri olarak görevinde başanlı olmasını istiyor. Karıkoca Özal'ların özel yaşamına kızanlar da var, mektuplar alıyorum, 'nedir, diyorlar durmadan tatit yap/yor, denize girrneler, gazinolarda şarkı söylemeler, sarkıcılarta ahbablıklar". Özal, Amerikan politikacılan gibi, halkın içinde olmak, halktan biri gibi görünmek hoşuna gidiyor; ona oy getiriyor! Yaşamayı seven bir insan. Eşi de, kızı da öyle... Ne var ki, yaşamın yalnızca bir yanını, bir bölümünü seviyor. Bekledim ki, şu Istanbul Festivali'ne de katılsın.Aya irini'de bir konsere, Atatürk Kültür Merkezi'ndeki bir temsile gelsin; yalnızca alaturka, aranjman dinlemekle, yalnızca Ajda'ları, Zeki'leri sevmekle kalmasın, biraz da Suna Kan'ları, Biret'leri, yani gerçek sanatçıları sevsin, onlarla ilgilensin... Olmadı, Başbakan'ı da, sayın eşini de böyle 'sanatsal' gösterileri izlerken göremedik... Varsa yoksa Bodrum'lar, Marmaris'ler, varsa yoksa şarkıcılar türkücüler aranjmancılar!.. Şu pırlanta bilezik öyküsünün iç yüzü bilmem anlaşılabilecek mi? Bayan Ajda, 'Bu iş kapandı' diyormuş. Kapanır mı? Kapanabilir mi? Yüzlerce insanın gözleri önünde Başbakan'ın eşinin koluna 2 milyonluk pırlanta bilezik tak, sonra da 'Bu iş kapandı' de! Olacak iş değil. Halkçı Parti lideri Sayın Calp 'Ey ikidar aklmı başına al! demiş... Bizler de bu dileğe katılsak mı?... <> Netas eleman arıyor Telefon teknolojisini yaratanlardan olmak istiyorsanız ... • 1973'den itibaren araştırma ve geliştirme çalışmalarını aralıksız sürdüren, • 1984 de araştırma ve geliştirmeye 500 Milyon TL.sı tahsis eden, • Sayıları 100'ü aşkın araştırma personeli ile Türk teknolojisini Türkiye'de geliştirerek ihraç eden, • Böylece ilk kez teknoloji transferinin yönünü değiştirebilen, 1 "1980'den sonra basın değerinden çok şey yitirdi. 195060 döneminde demokrasi savaşımı veren, 196070 kesitinde toplumun düşünce evrimi içinde çabalayan basın, 1980'de manen tükendi... Ben, genelde basının Ostüne düşenı yaptığını, yapabtldiğini yazık ki söyleyemiyorum. Bir süre suskun, oluşumları görmezlikten gelen, magazine kaymayı yeğleyen bir basın çıktı ortaya... Ortalıkta duran sorunları irdelemek, halkın sorunlarını yansıtmak yerine bunları gözden saklamak için artist fotoğraflarıyla oyalayan basın... Dahası basın otosansüre gitti. Haber yazarken açıp sorduk yetkilisine "Bu haberi yazayım mı?" diye... adam, doğal olarak "Yazma" dedi. Sorulur mu hiç? Sorumluluğu omuzuna alır haberini yazarsın, sonra çağınnca gider konuşursun... Basının asıl sorunu özgürlükçü demokrasidir. Yaşadığımız, geride bıraktığımız olaylarda Cumhuriyet gazetesini genellemenin dışında tutmak istiyorum. Bence en iyi gazete Cumhuriyet'tir. İlkelerinden fazla ödün vermedi. O nedenle okuyucusunu korudu. Tirajında düşme olmadı... Olayları yansıttığın, haberi vererek yaptığın zaman, fiyatı ne olursa olsun okuyucu alır gazetesini... Gazetecilik sıçramak, yeniden bir düzey tutturmak zorundadır. Temmuz ayı tiraj rakamları korkunç bir görüntü sergiliyor. Tüm gazeteler toplam 850 bin okuyucu yitirmiş, durumunu koruyan tek gazete Cumhuriyet'\\r... Eskiden gazete sahiplerinin uğraşı sadece gazetecilikti. Gazete battığı zaman o da bizim gibi işsiz kalabilirdi. Bugün gazete sahiplerinden kaçının salt uğraşı gazeteciliktir?.. Üç kamyon vermek okuyucuya, beş araba, otuz televizyon, 200 bin lira dağıtmak herkesi kurtarmaz..." Sayın Arcayürek'in değerlendirmelerine katacak bir şey olmadığı açık. Yankı dergisinin son sayısında basına ilişkin soruları yanıtlayan Koç Holding Halkla ilişkiler Koordinatörü Orhan Mizanoğlu'nun bir cümlesini de yine bir şey eklemeden aktarıyoruz: "Bir gazete alma durumuna gelsem, ki ben bütün gazeteleri okuyorum, özellikle içindeki kültür ve sanat sayfası itibarı ile ve de gene samimi söylüyorum hadiselere gidişi ve değerlendirmeleri ile Cumhuriyet'\ alırdım. Ama mensupları, sahipleri, içinde çalışanları itibarıyla hiçbirini birbirinden ayırmam. Yalnız Cumhuriyet kafasını dik tuttu ezilmedi." TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ'NDEN Avrupa Kardiyoloji Derneği, Türk Kardiyoloji Derneği ve Istanbul Üniversitesi Rektörlüğü işbirliği ile bir mezuniyet sonrası Kurs'u düzenlemişlerdir. 1921 eylül tarihleri arasında İstanbul Tıp Fakültesi Çapa Hastanesi 14 Mart anfisinde yapılacak olan bu Kurs'ta Avrupa'nın ve ülkemizin tanınmış kardiyologları kalp hastalıklan dalında teşhis ve tedavideki yenilikleri görüşeceklerdir. İlgi duyan meslektaşlara duyurulur. noKta Haftalık Haber Dergisi İÇİMİZDEKİ SAATLİ BOMBA: KALP • Türkiye'de her iki kişiden biri kalp hastası • Dikkat etmeniz gereken 8 önemli nokta. • Yeşiller Nokta'ya açıkladı: "Bu nükleer santral Almanya'da yasak" • Ucak pazarında birbirlerini suçlayan firmalar ne dıyor 9 • Özal'dan müjde:"Madenler sahiplerine verilecek" 7 • Bayram TVsinde ne var • Nuh'un Gemisi Ağn'da battı» Nokta'nın Konuğu: Den'z Baykal •Cüneyt Arcayürek'le söyleşı Mikroişlemci yazılım, donanım, analog ve radyo frekans konularından herhangi biri ile ilgili Ph. D., M.Sc. ve B.Sc. dereceleri olan elektronik mühendisleri aranmaktadır. TEK SEVIRU SORUMLU İÇ ANADOLU EpaiTRİK DAĞniM MÜEŞŞESE MÜDÜRLÜĞÜ ANKARA İL İŞLETME MÜDÜRLÜĞÜNDEN 1 Müdürlüğümüzce, 3 Kalem Disjonktör teklif alma yöntemiyle satın alınacaktır. Bu işle ilgili teknik liste ve Teknik Şartname Tîcaret Müdürlüğü'nden almabilir. 2 Ihaleye işürak edeceklerin haarlayacaklan teklifi 23484/ŞT rcferansı ile en geç 14.9.1984 günü saat 14.00'e kadar Toros Sokak No: 12 SıhhiyeANKARA adresindekı Genel Evrak Şefliği'nde bulunacak şekilde göndermeleri şarttır. 3 Bu iş için 628.750 TL. geçici güvence yatınlacaktır. 4 Firma sahiplerinin ihaleye iştirak edebilmeleri için, a) Hüviyet, b) Vekil olanlar hüviyet ve vekâletname, c) Ticaret Odası kayıt belgesi (1984 yılı), d) Sanayici ise Sanayi Odası kayıt belgesini (1984 yılı) tekliflerine eklen.eleri gerekmektedir. 5 Müdürlüğümüz 2886 sayılı devlet ihale kanununa tabi degildir. Basın: 23349 TEK SINIRLI SORUMLU BOGAZİÇİ ELEKTRİK DAĞITIM MÜESSESESİ ÎSTA.NBUL İL İŞLETME MÜDÜRLÜĞÜNDEN İşletmemizin sayaç okuma, tahakkuk ve tahsilat hizmetlerinde kullanılmak üzere 11 adet binek aracı KİRALANACAKTIR 1 Yukanda yazılı araçlar şartnamesi esasları dahilinde kapaü zarla teklif almak suretiyle 14.9.984 günü saat 14.00'e kadar ihaleye çıkanlmıştır. 2 Bu işe ilişkin şartname ve teklif mektubu, Taksim Abdulhakhamit Caddesi'ndeki il merkezimizin 4'ncU katında bulunan tl Ticaret Müdürlüğü'nden bedelsiz olarak alınabilir. 3 Bu işe ait geçici güvence: 4 Kurumumuz 2886 sayılı kanuna tabi değildir. Basın: 23402 Gelişim ^ ayınları "Gihenilir Yavmcılık" Kuşe kapak, renkli, 68 sayfa 200 TL. YALIDATATİL E * M K kirleıl M.TIII0UIKta anayol ve «Mİz aranrtı BİmJII 0AİMURİ DENİZ VE OIMMACEPHEU l «tfahflMlf balkMtafbuMapta nrtfak) wc. &n n btf kHlnta kaHMItMjl mstakH Urelerlnlı. Beb^tnlzlı, rafitMzb WH rapm takan >enmkte«r. Elektrik, n , telefoıı •mcuttnr. Slriere etnalslz d ^ a |ua « Ü M saMp olaıı bu r ö n * uıwtawyacajn« kuzarti blrtatK fınatı »eriroruz. Tertemiz deniz, ekeımnlktati. (S M*i) 10 gvn 60.000.Tl k». TM: 3564412 3S51699 saat 915 aıası (Pazar KULAK BIJRUN BOĞAZ HASTAL1KLAR1 UZMAN1 Op. Dr. MEHMET KÜLEKÇİ Çalışma saalleri: 1519 arası. Lütfen randevu alınız. Laleli Gençıürk Cad Di> Apı No: 3 3 İSTANBUL Tel: 520 13 55
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear