16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET 10 Nisan 1973 UlAM, AuIIMI VıMî?ıYt f HAfl?. VAfAMAM, tiNKü AMK Ç İAliflAAAAAAU TAKTiN CiHAHYAJ/D ADjMıfı... AAAHL. l4,|,lWl lHt,ıHı,IHlH/... M EWTTİ 6ENİ... KÖ ö L ULAN £AMİ BEYFEffiASlNHAA?. 8ilT«M8cM... (f'ÛIcL SALMA r 5ALİHAAA !.., l«ı,/Hi, ıHl/i'M...." | 0 l YIGÎTLÎK DESTANLARI ALİ PÜSKÜLLÜOĞLU • 7 SlNEMA VE SİYASET... Yazan: Philippe ESNAULT Türkçesi: Bertan ONARAN ESTERGON KALESİ O vakitler Tuna ırmağı boyunea yer yer kaleler vardı ve bunlann en büyüğü de Estergon Kalesi idl. Büyük Türk Padişahı Kanunl Sultan Süleyman, bir ay kadar süren blr kusatmadan sonra, 1543 yüında, Estergon Kalesi'nl ele geçırmişti. Kanunl, adı üstünde, yasa yapan, yasalara uyan, ülkesinde yasanıa egemen olmasım lsteyen bir devlet başkanı idi. Kanunl, Estergon Kalesi'nl alınca, koyduğu yasalar oraya da uygulandı. Estergon'u, Budin Beylerbeyliğıne baglı bir il yaptı. Şimdl il diyoruz ya, o zamanlar buna «sancak» derlerdi. Sancağı, yanl lli yönetene de «sancak beyi» denirdi. Kanunl, Estergon'u sancak yapınca, buraya 1 1 sancak beyi olarak da Yahya Paşaza1c de Mehmet Beyi verdi. îşte o günden sonra da, Estergon Kalesi ve Estergon kenti, yazgısını kılıçlarmda arayan, at üstünde doğup at üstünde blen yiğitleriyle, akıncılanyle ün saldı. O ün saladursun, biz haberl başka yönden verelim: Evliya Çelebi'yl bilir misiniz. bilmem? Çok gezmiş, çok görmüs, gezdtklenni gördüklerini de oturup yazmış biri. Işte bu Evliya Çelebi, Estergon Kalesi'nin alınışından yua ylrral yü kadar sonra, o vaktin sadrazamı, yanl Başbakanı olan Kdprülü Fazıl Ahmet Pasa üe birlikte bir Macaristan gezisine çıkmış. O gezide gördüğü Estergon Kalesi'nl şöyle anlatıyor blze: «Bundan ileride smır kalemiz yoktur. Sancak beyi yönetiml altmdadır ama, yönetfanl çoğunca paşalara verilir. Kaleyi koruyan askerlerden başka bir de akıncıları vardır. Bu akıncılann hepsi de seçilmis ve yiğit birer asker olup, dörder beser atla akına çıktıklarında, her birinin elinde, belinde, yeninde ve terküerinde altışar çarhlı karablna ttlfeklerl vardır. Giytmleri Macar gıbidır, kendılerinl gören Macar sanır. Hepsi Macarcayı lyi ve güzel konusur. Hat> ta bu dil ile ta Alaman illne gldlp tutsak alarak gelirler. Bütün Alaman'da blr Tatar askerinden, bir de bu Estergon obasından korkarlar. Estergon, gökytlzüne bas kaldırmıs kıyısma düşmüs bir tepe üzre, badem de bir kale olup, burç ve bedenlerl, dirsekleri, bulutlar içınde ak kuğular ve Tuna biçiminkule ve gibi gö rünür. Kalenin suyu Tuna ırmağından, at kosulu dolaplarla gehr ve «amıçlara dolar. Kalede ikl yüz tane tek katlı ve lkl katlı ev vardır ama bahçeleri yoktur. Kalenin büyük dı$ kapısının önünde demir zlncirü bir asma köprüsü vardır. Her gece, bekçüeri bu köprüyü kaldınp kapıya siper ederler.» Evliya Çelebi, bunlan urun uzadıy* anlatadursun, biz ddnelım 1596 yılına. O yü, Alm«n împaratoru Estergon Kalesi'nl Türklerden alaıak diledl. Biz, o vakitler devlet başkanlarımıza nasıl ki «padişah» diyorsak, Almanlar da «imparator» diyorlardı. Her neyse... Alman Împaratoru Estergon'u TUrklerden almak dileğıyle bir kusatış kuşattı ki, deme gitsin. Kalede o vakit komutan olarak Vezir Mehmet Paşa vardı. Paşanın, kaleyi savunacak bir avuç da askeri vardı, topu topu bin dört yüz akıncı. Ama bu bir avuç akıncı, Estergon'u akıllara durgunluk verecek bir güçle savundular. Bir yandan açlık, blr yandan susuzluk çokmüştü kaleye, ama onlar yılmıyorlardı. Alman toplan kaleyi hiç durmadan dövüyordu, açlık ve susuzlukla birlikte. llerl gelen akmcılardan biri, Mehmet Pasa ile şöyle konusuyordu, bu saldınlardan bas alınan blr zamanda: «Topların şimdl susrnus olrrasıra bakma sen, pasam. Düşmanın otuz okka, kırk okka gülle atıyor toplan . DüştüğU yerl de yerle bir ediyor.» «Sağîsm kaledlr Estergon, düşmanın topu neyler?» «öyle deme pasam. Atlarımu esklnse de, akıncımız çck az. Sonra . » Akıncı, bu «sonra »dan sonra blras duraklamıştı. Pasa usteled': «Evet, sonra?» cSonra. . yiyeoek iç^c^miz de yetiseceğe benzemez. Daha şimdıdcn kale susuz kalmak üzere.» <Büyuk samıcı suyıa doldursunlar, benden izinsiz de kimse dokunmasm o suya.» «Yediğimiz sadece nuğJay.. Günlerden be rl, buğdayı el degirmenlermde ç?klp un edip, hamur edlp ylyoruz. Tann vere de undadımıza tez geleler, pasam.» «Yigitler kale kapılannı Hllam tutsun. DUsmana fırsat verılmesin:» Mehmet Pasa, bu buyruğu verdikten sonra, savas dUzenini deneî:iemeye gitti (Devamı var) Sinema ıızıııı snre ırkçılıgı kftrübledi Her toplumun, tarih tarafından doğrulanan, kendine özgu tabulan vardır; halklar, bunlara ancak kamu bilinci onlardan sıyrıldığı zaman sal dınlmasına izin verirler. Hepsi son cfemlerini yaçamakta olan dinler lçın durum boyledır; kabul edlldiklerl ulkelerde, «fiılî olarak», ayrıcalıklı bir yerleri vardır. Diderot'nun kıtabı sereserpe satıhrken, La Religieuse (Dindar Kadın) hal kın buyuk çoğunlugunun dinsel inançlanna aykırl bir film diye yasaklanıyor; peki, halkın öbür yarısını oluşturan lnançsız'.ann inançlanna avkırı duşen, dinsel propaganda yapan bir filmi kim yasaklayacak? Bununla birlikte, beyınlertîekı evnm, uğrayacaĞ' zararı sonradan çıkartmak uzere, Bunuelin dilediğl filmi çevlrmesine İzin vermektedir. Sinema, uzun «üre, serinkanlı bir ırkçılığın ozanl olmuştur. Sinema tarlhinin en çok para getiren fılmlerınden lkisl Blr tT!ns Dognyor ile Rflzçâr Gibi Geçti'dir, bunlann ikisi de Güneylileri tutan fümlerdir, hele birind düpedüı ırkçıdır. Amerikalılar bir yandan renci rollerini karaya boyanmış bejazlara oynaürken, ote yandan da Western'ler ^bu harika bir rekor tabii! Uzak Batı'nın ifgale uğrayan Kızılderilılerinl salrfırgan vahsiler olarak karşımıza çıkarmaktaydı. Avrupada melezler hor gorulmekte, beyaz ırkın dısındakiler (Doğu Avrupada Çıngeneler) goz hapsinde tutulmakta, çıkarcı ve tann katıli Yahudilerden korkulmaktaydı. Somurgeci, en hafifmden, babalık taslıyordu... Bir ıki toptan kıyım ardından somurgecılığin yıkılması hava> ı değiştircfi. Hollywood, 1954'e doğru, Washington'dan gelen istek uzerine tutumunu değiştırmıştir: Uçüncü Dunya ülkelerıne «Amerıkan yaşamı» konusunda eskı goruntuleri sur mek, ote yandan Zenci §orununu gormezlikten gelmek olanaksızdı artık. Polonyah finemacılar, 1945'ten sonra, Yahudi kıyımından öturC Avrupayı suçlayan filmler çevırmeye başlamıslardı. Günümüzün gök ten ınme Yahudi düşmanhğı bunun acı?mın çıkarılmasma izin verecektir «anırım. Çünkü tıpkı yabancı sevmezlik, gibi • ırkçılığın da modası var. Şımdl artık en büyük düşmanımız kızü değil • gözünü sev dığimın Mac Carthy'sı! sandır, ve James Bond bunu hepimızden önce sezmiştir. Toplumsal düzen, bir bakıma, aileye dayanmaktadır. Yuzjilımızm cinsel genişlik eğilimı dev rimsel bir nıtelık taşımakta. Sovjet iktıdan, Ekim Devnmı' nı ızleyen günlerdeki tore ozgurlugünü kısa zamanda yoketmiş, onun yenne ürkütücü bir sert ilkecılik getırmişttr; sıyasal sol buna öteden beri alışıktır zaten, ama bu da başıboş davranmaktan daha iyi değil elbet. Batı perdelerindeki donüşum pek ilgınç^ır: Bir yandan • kadmın kolelığıyle pek guzel bağdaşan ölumsüz, çelebice, katkısız aşk sahneleri yerli yerınde dururken, öte yandan açık saçıklıgın en hızhsı, dola yısıyle en kârlısı dbrtnala yayılmaktadır. Denge ılerde kurulacak herhalde. lnsanlar arası ilişkilerl düzen leyen toplumsal ahlâka yaslan mak çok daha kolaydır. Bu durumda, sinema, gelenpksel ola rak hızlı bir duzen savunucusı. dur, ancak. hem suçortağı olan hem ÜC tehdıt edılen seyırcimr n'ima JritJİmasına ıhtıyaçı var dır. tn«nnın içınde bıriknıiş şe\ lerin atılmasma yarayacak po lis f"minln ödevi, seyirciyi bo yvn e*mpve alıştırmaktır. Anr %•'• ıün bırmd» "Siibap» içerder atar; gfir.gster bir kahraman, po Ilsler rezil, toplum blr çürük yumurtadır. O zaman, oyunun kurallan dışına çıkmamak, kas katı ilkeciliği bırakıp toplumsal ve siyasal çözümlemeye glrişmemek gerekir. Böylece, bütun film türleriıü eîe alıp, geçirdiği evrim ıçersinde, degerlenn savunulması, son ra da yadsınması dıyalektiğini lnceleyebihrz. Hattâ bıreyin ben lığinin karanlıklarında yatan arruların, seniven fılmlennde (Ro binson ya da Tarzan efsaneleri) ya da olagandışı filmlerin değişlk türlerinde toplu biliçslzliğüı perdeye aktanlmasım da aynı ıncelemeye sokabiliriz. Hangi film türünün bu gizll baglanmanın dışında tutulabilece ğıni duşünüyor, ama tek bir örnek bulamıyorum. Hele bakalım neye gıilUyorsun... Fransız ta/ zı bulvar guldürüsündekl kentsoylu* sâkalardaH: tuttııl' 'da, Max kardeşlerm bozguncu kıyımına, Amerikan güldurüsüne, Şarlo'nun insanlıkçı sıtemine, ünlü maskaralıkların saçma mantıgına dek bütün gülünç fılmlerde yerleşik kavramlar ala ya alınmaktadır. Pek: ya muzıkli güldürüler, salt yasama sevincinı aile getiren bu gbsteri filmleri? îyl ama, bu türün en hızlı dönemınin iktisadl bunalım yıllanna (ve sesli fılmin çıkısına) rastlamasına ne demeli? Ayrıca, Moskova'lı Düber, Pıjamalı Güzeller, Batı Yakasının öyküsü falan da byle suya sabuna dokunmayan yapıtlar değil sanınm!. *** Terimin en dar anlamıyle «iyasal konulu filmler ilk ba Büyuk yankılar yaratan «Rüzgâr glbl geçtl» de, ırk çılığm körüklenlsinin belirgin örneklerinden biriydi. Fotoğrafta, uzun surt unutulımayan bu filmin bu sabnesinde ünlü aktor Clark Cablo görüluyor. kışta epey çok gözülüyor. Ama yakından bakınca, ele alınan konuların pek ender olarak s«ğa sola sapmadan, orası burası kırpılmadan işlendığini fark edij'oruz. Nitekım, özu gereği sıyasal olan tarih«el film, sonradan azıcık tarih, pek çok fcristeri biçimini ahvermiştir. Korkunç Ivan gibi hayranlık verici bir siyasal tragedy», geçmişin büyuk olay ya cfa insanlannın, günlük kaygılarla bile ol<;a, ne türlü ele alınıp islenebileceği konusunda yetkin bir örnektir. Ünlü kişilerin yaşamını «nlatan filmler pek ender olarak mandırıcıdır. Seçilen oyuncular ya da filmin çekildiği stüdyo yönUndep değil, sırf tasarUnıj biçlmlerinden Stürfl. Kendi çağma aktanlan bir yaçamm anlamı arastınlacak yerde, gösteriye, efsaneye ve küçuk tarihsel olguya öncelik verilmektedir. En ıık rastlanan iki tehlike, kutsallaştırma t*nin Cstüne Üç Şarkı'dan bu yana çevrilen bütün Lenin film leri buna örnektir ve kendine mal etmecBr: Che Gnevera ile ilgili pek taze iki film bunun kanıtıdır. Hollywood, devrimci hareketlerin anlamını çarpıtrrakta birebirdir, ö'rneğın Meksika devrimiyle ılgıll Viva VUls! ya da Viva Zapat»!« Buna karsılık, Francesco Rosi, Gniliano'nun efsanevl 6y küsünden yol» çücmış, Sicilyalı bir haydutun serflvenlerinl •nlatırken azgelişmişliğin va sömürünün eleştirel cöziiml»mesini yapmıçtır. Çağdaş filmleri Incelemek !»• tediğimiz zaman, en iyisl, değisik örnekleri, değişmez nltehkleri ve evrimleriyle o sayısız savaş filmlerini ele al* maktır. Böyle bir incelemey» giriştiğiniz an, ne yazık kl, yukanda söylediğimiz bütün şey lerin doğrulamasını bulursunuz. MALKOCOĞLU yazan veçlzen:Ayhan BAŞOGLU KILIÇ Y A R I N : Doğruyu yansıtan sinema da yalana kayabilir. DfŞİ BOND TİFFANY JONES 8UMUKI ICIM USTELle SANII2IA/I SlZDEM FAZLA BURASl? KlMSf KJlZ f . B £ J OMUNI nde. btr ba^lca musdanp m GARTH IBOMAEDO'NUNl , ~ BlZfM 1ÇİM C O C DEĞE 8EM1M " ^ KTIM(W SOMA î
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear