Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 Mart 2017 Çarşamba Francisco de Goya'nın Madrid'deki Prado Müzesi'nde sergilenen Kedi Kavgası (Riña de gatos, 1786). Akademi 9 >> yaklaşımlar, şiddet davranışını, beyin biyokimyamız, filogenetik özelliklerimiz veya kalıtsallıkla açıklamaya çalışırlar. Psikanalitik, sosyolojik, antropolojik yaklaşımlardan farklı olarak, biyolojik yaklaşıma göre şiddet davranışı, “insani” olmayla değil hayvani olana gerilemeyle ilişkilidir. Bu yaklaşımın kökenleri, “doğuştan suçlu” insanların özelliklerini araştıran İtalyan hekim Cesare Lombroso’ya 1876 yılında gelen bir ilhama kadar uzanır. Çalışmalarını zaman içinde, başta maymunlar olmak üzere hayvan ve suçlu insan araştırmaları ile “derinleştiren” Lombroso, bu ilham anını şöyle anlatır: “Kasvetli bir aralık gününün sabahında birdenbire, bir eşkıyanın kafatasında bir dizi atasal anormallik gördüm. (...) Suçlunun doğası ve kökeni sorunu çözülmüş gibi geldi; ilkel insanların ve hayvanların özellikleri günümüzde yeniden ortaya çıkıyor olmalıydı.” Lombroso’nun, “primat atalarının hayvani doğasına dönmüş doğuştan şiddete eğilimli suçlu insanlar” açıklaması, daha sofistike söylemlerle güncelliğini korumaktadır. Lombroso etkisi, suçlu genler, beyinde artmış/azalmış kimyasal ileticiler, “fabrika ayarlarına dönmüş” veya “avcı, rekabetçi atalarına çekmiş” erkekler, yumurtlama dönemlerinde başka, ara dönemlerde başka seven, seçen kadınlar gibi daha “bilimsel” kavramlarla sürdürülmektedir. Ruhsuz bir biyolojizm veya Sosyal Darwinizm’e savrulmanın altında yatan narsisistik/“insani” nedenleri bilim tarihçisi S.J. Gould şöyle açıklar: “Doğal yatkınlık hipotezleri neden böyle ilgimizi çekiyor? Sergilediğimiz şiddetin ve cinsiyet ayrımcılığının sorumluluğunu neden genlerimize yüklemek istiyoruz? İnsan olarak ayırt edici özelliğimiz sadece zihinsel kapasitemiz değil, aynı zamanda zihinsel esnekliğimizdedir. Dünyamızı biz yarattık, biz değiştireceğiz.”6 lDüşman ‘Öteki’nin İnşası Ego, yukarıda sözünü ettiğimiz nar sisistik ego kimliklerinin mükemmeli yetini yaralayan, sınırsız ve kesintisiz uyum arzusunu engelleyen veya tamlığa ulaştıracağı vehmedilen ego ideali ile arasına giren bütün üçüncüleri, “ötekiler”i, “kötü” olarak damgalar. Artık üçüncüler, “ötekiler”, mutluluğumuzu, cennetimizi, ideallerimizi talan etmeye çalışan ve bu nedenle etkisiz hale getirilmesi gereken düşmanlar olarak, egolarımızın karşısındaki yerlerini alırlar. Zizek’in deyişiyle, “ötekiler”, “Bir”lik ve bütünlüğümüzü bozan, “keyif hırsızları”dır. Bizdeki “iyi”yi çalarak “keyfimizi” kaçırırlar.7 Bütünlük ve eksiksizlik arzusunun egoda ürettiği büyük ruhsal enerji, egonun kırılgan/yalancı bütünlüğünün “ötekiler” tarafından her tehdit edilişinde, saldırganlığa dönüşür. Bu bağlamda saldırganlık, eksiklik duygusuna ve narsisistik ego yapısına eşlik eden gerilimdir. Dünyayı değiştirmek isteyenlerin, değiştirmek için toplumsal, bireysel düzeyde mücadele edebilecekleri, sorular sorup yanıtlar arayabilecekleri zemin tam da burasıdır. Egolarımızın, ötekine, ötekilere rağmen sınırlarını genişletme, “hepsini isteme” arzusu nasıl dizginlenebilir? Egolarımız, ötekini tamamen kötü olarak şeytanlaştırmadan, ötekindeki iyiyi de görebilecek bütünlüğe, özgüvene nasıl ulaşabilir? Öfke, şiddete değil de yapıcı üretkenliklere nasıl dönüşebilir? Nasıl bir toplumsal örgütlenme insani şiddeti en aza indirebilir? İnsanlığın, bilimin, bu sorulara verdiği, vereceği, pek çok yanıt ve çözüm önerisi var, olacak. Bu da insanlığa, geleceğe olan umudumuzu besliyor. Nesnenin veya “öteki”nin, ona yatırılan ruhsal enerjiye direnci, doğanın ve kültürün değişmez koşuludur. “Öteki”ni veya nesneyi dikkate almama, sınırlarını sürekli “öteki”nin sınırlarına doğru genişletme, nesneyi keyfince bükme, şekillendirme çabasının dirençle karşılaşmaması imkânsızdır. Ancak her engelin, her “öteki”yle/nesneyle karşılaşmanın mutlaka şiddet üretmesi gerekmez. “Öteki”ni/nesneyi bükememe, kendine benzetememe ve narsisistik bütünlüğe ulaşamamanın kaygısı, öfkesi, şiir, beste, resim, miting, örgüt, parti, icat, rekor vb. olabilir. Freud bu mekanizmaya “yüceltme” adını verir. Saldırganlığı yücelterek yaptığımız, nesnenin/“öteki”nin direncinin yarattığı hayal kırıklıklarını, doyumu daha üst bir düzeyde “yeniden bularak” onarma girişimidir. Şiddete dönüşmeyen bir tepki olarak öfke ve saldırganlık, yıkıma ve yıkıcı şiddete karşı yaşamı savunmanın, kendi temel hak ve özgürlüklerini ve evrensel insanlık değerlerini koruma mücadelesinin, sanat, politika, spor vb. etkinliklerin enerjisi olabilir. Bu saldırganlık türüne “sağ kalım yönelimli saldırganlık” adı verilir.8 Zaten uygarlık da bu “sağ kalım” mücadelelerinin toplamı değil midir? Böyle bir mücadele içindeki birey veya toplumun, kaybettiği, yoksunluğunu hissettiğini (huzur, refah, mutluluk, eşitlik, özgürlük, adalet vb.) “yeniden bulma” yolları açıksa, yani hayallerinin peşinde koşabileceği demokratik özgürlüklere sahipse, şiddetin bireysel veya toplumsal düzeyde en aza indirilebilmesi mümkün olabilir. lSiyasal Şiddet Bireyler, kendi narsisistik arzularını, ideolojilerin sunduğu toplumsal ütopyalarda eritip eksiklik, doyumsuzluk ve yoksunlukların aşılması arzusuyla, bir gün gerçekleşecek ideal (tam, eksiksiz) toplumsal düzenler ve bunları vaat eden ideolojiler, siyasal yapılar, önderlerle özdeşim kurarlar. Özlenen ideal topluma ulaşmak için önerdikleri araçlar, yöntemler ne kadar farklı olursa olsun, bu idealler peşinde “bir”leşen her kesim için, toplumsal ütopyaları, yeryüzü cenneti gibidir. Bu toplumsal arzuları sorunsallaştıran, birilerinin cennetinin ötekilerin cehennemi olabilmesidir. Ernesto Laclau, siyaseti şöyle tanımlıyor: “Siyaset, toplumun eksikliğini idare etmektir. Toplumun tamlığı ise, bireyin tamlığı gibi ulaşılması olanaksız bir ütopyadır.”9 Siyaset, toplumsal eksiklikler, yoksunluklar temelinde kitleleri harekete geçirmekse, siyasal propaganda, eksikliklerin ve bu eksikliklerin tamamlanmasını engelledikleri ileri sürülen un Ego: Latince/Eski Yunanca. Ben. Narsisizm: Kişinin başkaları, öteki üzerinden kendisini sevmesi. Öfke: Bir duygu veya ruhsalbedensel (çarpıntı, titreme, yüz ifadesi, şiddet düşlemleri) tepki şeklindeki özgül bir saldırganlık türü. Öteki: Başkaları; yabancı ve düşman sayılan bir toplumsal grup. Özdeşim: Başka birisine, ötekine ait bir özelliğin benimsenmesi. surların üzerine kurulur. Bir başka deyişle yoksulluk değil fakat “yoksunluk edebiyatı” siyasetin vazgeçilmez öğesidir. Siyasi örgütler, “yoksunluk edebiyatı” yaparlar ve bu yoksunluklara neden olduklarına inandıkları “keyif hırsızları”nı düşmanlaştırırlar. Bu düşmanlaştırma, belirli toplumsal kesimleri, düşman “öteki”lerin, sahip oldukları tüm “iyi”leri çalacakları veya yok edeceklerine inandırabilir. Kötüyle, kaosla baş başa kalacakları korkusuna kapılan bu kitlelerin gözünde dünya tüm renklerini kaybedip siyahbeyaz olarak ikiye bölünür. Artık onlar için “öteki”ler, susturulması, “temizlenmesi” gereken şeytanlar, bozguncular veya “tamamen kötü”lerdir. Tüm kutuplaştırıcı, ayrımcı söylemler, bu etkiyi yaratarak kitleleri apaçık kötülükleri yapma veya bunlara göz yummaya ikna etmeyi hedeflerler.10 n 1 C. Kaptanoğlu, “Neden Şiddet?”, Psikeart (2009): 813. 2 D. Riches, Antropolojik Açıdan Şiddet, çev. D. Hattatoğlu (İstanbul: Ayrıntı Yayınevi, 1989). 3 W.T. McKinney, “Animal research and Its Relevance to Psychiatry”, Kaplan and Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry içinde, 7. baskı (Philadelphia, PA: Lippincott Williams & Wilkins, 2000), 54561. 4 K. Lorenz, İşte İnsan: Saldırganlığın Doğası Üzerine, çev. V. Atayman, E.T. Güney (İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 2008). 5 J. Krent, “Some Thoughts on Aggression”, Journal of the American Psychoanalytic Association 26 (1978): 185232. 6 S.J. Gould, Darwin ve Sonrası, çev. C. Temürcü (Ankara: TÜBİTAK; 2000). 7 S. Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, çev. T. Birkan (İstanbul: Metis Yayıncılık; 2002). 8 M. Likierman, “The Function of Anger in Human Conflict”, International Review of Psychoanalysis 14 (1987): 14361. 9 E. Laclau, Siyasal Kimliklerin Oluşumu, çev. A. Fethi (İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1995). 10 C. Kaptanoğlu, F. Köşger, “Şiddetin Ruhsal Kökenleri”, Psikiyatride Güncel 2 (3) (2012): 19198.