02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 Akademi 1 Mart 2017 Çarşamba Bir mevzi olarak tiyatro: Tiyatroyu savunmak mümkün mü? Beliz Güçbilmez “Sanat bir anlamda doğanın bitiremediğini tamamlar ve bir anlamda doğayı taklit eder” der Aristoteles. Biz Dil ve Tarih Tiyatro hocaları, son iki KHK ile “Barış Akademisyenleri” olarak ihraç edildiğimizde, okulumuzdan ayrılırken dedik ki “tiyatro savunulacak bir mevzidir. Hayır, hiçbir yere gitmiyoruz. Bu mevzide kalmaya devam edeceğiz.” Şimdi bu yazı biraz da bu nedenle yazılıyor. Bu iri lafın cüssesini tartmak, tiyatronun sahiden bir mevzi olup olmadığına bakmak, savunulacaksa nereden savunulacağını tespit etmek için. Hayat insanın uzmanlık alanından ibaret değildir ama şimdi mevzu bu değil. l Bütün dünya sahnedir En azından Batı düşüncesinde, tiyatro ile dünya arasında bir ilişki kurma geleneği vardır, meşhur mimesis/taklit kavramı bu ilişkinin kavramsal adıdır bir bakıma da. Peki tiyatro neyin taklididir? Eğer buna geleneksel biçimde “hayat” diye yanıt verilecekse, yanıtın yeni bir soruya yol açacağı ortada. Tiyatro gerçekçilik limanında gözlemlenen gerçeğin taklidiydi kuşkusuz ama bu hiçbir biçimde tiyatronun bütün zamanlarını kapsayacak bir yanıt gibi görünmüyor. Meselenin ilk tartışıldığı Antik Yunan’da Platon ve Aristoteles mimesisin taklit ettiği şeyin doğası hakkında anlaşabilmiş görünmüyorlar ama şurada belli ki ortaktılar; taklit edilen şey, idealar dünyasından bir soyutlamaydı. Aralarındaki fark ama şuradaydı: Platon için söz konusu soyutlama sabit ve durağanken, Aristoteles için devingen bir süreçti; ideale can atan ama asla o ideale büsbütün yerleşemeyecek bir değişim sürecinin, giderek bir prosesin, bir işlemin –bunu söylüyorsak öyleyse– hareket halinde bir şeyin; demek ki aksiyonun temsiliydi. Tragedya Aristoteles için bir düşünce düzenidir. Bu nedenle de Aristo teles tragedyayı bir “mathesis”, bir öğrenme formülü olarak görmüştür. Özellikle de “tek başına” düşünecek durumda olmayanlara uygundur bu haliyle. Bir felsefecinin –düşünmek için– tragedyaya ihtiyacı yoktur. Burada tragedya dediğimiz şeyi genel olarak tiyatro diye de okuyabiliriz. Ve bu değerlendirmenin içinde Antik Yunan’da pek eski bir çatışmanın, felsefetragedya çatışmasının kökenlerini bulabiliriz. Felsefetiyatro çatışma hattının ilk akla gelen sözcülerinden, alanın büyük babalarından biri olan Platon’dur. Ama buna şunu eklemek gerekiyor: Platon gibi düşüncesini teatral araçlarla yani diyalogla ve karakterler yaratarak (en bilinen karakterlerinden biri Sokrates’tir kuşkusuz) geliştiren Platon aynı zamanda tiyatronun ve tiyatroları yazan “şairler”in en büyük düşmanıdır. Kendi icadı olan Sokratik ironiyi de aşan, Platon’un belki de her satırına işlemiş büyük ironisidir bu. Malum Platon, gerçekten iki kez uzaklaşmış temsil fikrini hakikatten uzaklık, kandırma, gerçek olmama, sahtelik gibi anahtar sözcüklerle taçlandırıyordu. Meselenin genişliğiyle karşılaştırıldığında dar kalan bu çerçevede bütün tiyatro karşıtı felsefecilerden söz etmek olanaksız elbette ama birkaç büyük ismi anmadan olmaz. Bunlardaki belli bir ortaklığı sezebilmek için yapacağım bunu. Nietzsche bir anlamda tiyatronun kaynağına ilişkin kuvvetli bir teori geliştirdiği Tragedya’nın Doğuşu kitabında tragedyanın Dionisyak ve Apollonik unsurların dengeli bir biçimde bir araya gelişiyle mümkün olabildiğini söyler. Kitapta meseleyi uzun uzun tartışır ama söylediklerinden kabaca şunu çıkartmak mümkündür: Apolloncu biçim, yokluğunda gösterilmesi imkânsız olacak Dionisyak içeriğin maskesi olarak tarif edilir. Yani görünümdür Apolloncu unsur. Dionisyak ise şeyin kendisidir, içidir, ruhudur, aslıdır. Nietzsche bu iki unsurun den Aristoteles tragedyanın etki yaratmak için mutlaka sahnelenmesi gerekmediğini, okunduğunda da aynı etkiyi yaratacağını söylerken okumaktan kast ettiği, bir grubun karşısında yüksek sesle okumadır. Zira Aristoteles’in döneminde okuma dendiğinde anlaşılan sessiz okuma değil, okuması olan birinin diğerleri için yaptığı okuma, bir tür seslendirmedir. Anlaşılabileceği gibi, seyirci ve bir tür “canlandırma” hâlâ orada. gesinin bozulmasıyla, yani Apollonik olanın galebe çalması, biçimsel oyunların, forma yatırım yapmaların oranı arttıkça kabuğun gittikçe kalınlaşması ile Dionisyak ruhun boğulduğunu söyler. Dionisyak olan ne varsa daha çok onlardan yanadır Nietzsche. Görünümle değil kendilikle ilgilidir, temsille değil ele avuca gelmez esasla. Rousseau yine aynı soruyu soracaktır: Gerçek bir ev mi yoksa bir ev resmi mi kullanışlıdır? “Çocukça” bir soruyla, kendilik ve solgun temsilleri, görünümleri arasındaki işlev farkına değinmektedir. Aslında belirginleşmeye başladı ama son olarak Sartre’ı da anayım. Sartre Varlık ve Hiçlik’te günde lik hayatta başkalarıyla ilişkide rol oynamayı/rol yapmayı lanetleyerek der ki: “Kendimizi diğerlerine, salt bir temsil olarak sunarsak, sonuçta varlığımız/varoluşumuz da salt bir temsil düzeyinde kalır.” Sartre’ın “hiçlik” diye nitelendireceği varoluşsal konumdur bu. Artık tiyatro karşıtı düşünürlerin “karşıtlığı”nın temelini görmüş olduk. Her defasında bir kendilikrol ikilisi ve bunlar arasında kurulmuş çok belirgin bir hiyerarşi. Tiyatro sahtedir, “mış gibi” yapar, aldatır. Ve bu kendilikle, gerçekle, sahicilikle karşılaştırıldığında –elbette–değersizdir. “Kendilik” iyidir, “(gibi) görünmek” kötüdür. Bu ikili karşıtlığa yapılan düşünsel ve kültürel yatırım –ki görüldüğü üzere en az yirmi beş yüzyıllık bir yatırım tarihinden söz ediyoruz– tiyatroyu savunmayı olanaksızlaştırır. Temelinde ahlaki olan bu karşıtlığı bir kez kabul ettiğinizde, tiyatro savunulacak bir mevzi olmaktan çıkacak, hızla insanın kurtulması gereken kötü bir huya dönüşecektir. Dinlerin tiyatroyla ne alıp veremediği olduğu sorusunun yanıtı da elbette bu ahlakçılıktan, temelini belki de Platon’dan alan bu Hıristiyan ahlakçılığından kalkarak verilebilir hale gelir. Öyleyse birinci ders budur: Tiyatroyu savunabilmek için bu ikili karşıtlığı bozmak gerekiyor. Peki, bu nasıl yapılabilir? Ortalıkta bir ikilik falan olmadığını savunarak. Çünkü kendilik yoktur. Kendilik dediğimiz şey bir dil ve zihin alışkanlığıdır. Giderek zihnin kendini tanımlayışında konforlu bir tembelliğe yerleşmesidir. Çünkü başkalarından yapılmamış bir kendiliği insanlık henüz icat edememiştir. Varoluşumuzun her bir tekil anında sürekli olarak başkalarından çalarız; rol modellerden, okuduklarımızdan, gördüklerimizden. ?KİMDİR Beliz Güçbilmez, 7 Şubat 2017 tarihli 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. Ankara Üniversitesi, Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi, Tiyatro Bölümü’nde Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı Başkanlığı’nın yanı sıra, alanın en eski akademik dergilerinden 1970’ten bu yana yayımlanan Tiyatro Araştırmaları Dergisi’nin yürütücülüğünü üstlenmişti. Son kitabı Zaman/Zemin/Zuhur: Gerçekçi Türk Tiyatrosunda Minyatür Kurgusu, genişletilmiş ikinci baskısıyla 2016’da Dost Yayınları’ndan çıkmıştır. Çok zaman aldığı düşüncesiyle çeviri yapmayı pek sevmedi ama sırf Anadolu Lisesi’nde parasız okudu diye, borç öder gibi çeviri yaptı. Marvin Carlson’un Performans’ını, Innes’in Avangard Tiyatrosu’nu, Fuchs’un Karakterin Ölümü’nü Türkçeye kazandırdı. Oyunlar yazdı, yazdığı oyunları sahnede gördü, oyunlar çevirdi ve yönetti. Bölümde verdiği lisans derslerine ek olarak Kadir Has Üniversitesi, Film ve Drama Yüksek Lisans Programı’nda yıllarca Oyun Yazımı dersini sürdürmüş; kendi bölümünde verdiği, Tiyatro ve Deneyim, Türk Tiyatrosu Araştırmaları, Tiyatro Kavramları gibi lisansüstü dersleri yarıda kalmıştır. Bugünlerde hazır işsiz kalmışken bu derslerin birikimini “An Meselesi” başlığı altında bir kitapta toplamanın hazırlıklarını yapıyor. En çok geride bıraktığı tezlerin nasıl bitirileceğini düşünüyor. Üstelik “kendilik”in ele gelir bir sabitliği de yoktur. Ona ne zaman baksak orada bambaşka bir karışıma rastlarız. Belki daha da önemlisi, sosyolojinin tiyatro terimleriyle konuştuğu şu “toplumsal rol”leri üzerimizden çıkartma meselesi de yalnızca bir düşünme egzersizidir; gerçeklikte yapılabilir değildir. Rollerden soyunduktan sonra geriye hiçbir şey kalmaz. “Kadın değilsem, bilmem kimin annesi, kardeşi, sevgilisi, kızı değilsem, işçi değilsem, hoca, >>
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle