Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 Akademi 1 Mart 2017 Çarşamba Asıl büyük risk depremlerin yönetilememesi Savaş Karabulut “Depremin şakası olmaz” gibi klişe sözleri söylemenin vakti çoktan geçti. “İstanbul’da deprem olacak mı?” veya “Ne zaman olacak?” sorularının sorulmasına günümüzde gerek bile kalmadı. Bu coğrafyada depremler belirli zaman dilimlerinde ve aynı alanlarda tekrarlı olarak devam edecektir. Deprem birkaç saniye sonra, on yıl içinde veya otuz yıl içinde olabilir. Deprem olma ihtimali yüzde 5, yüzde 10 veya yüzde 50’dir. Bilimsel bir izahatla deprem bu ülkenin ne kaderi ne alınyazısıdır. Deprem, karşısında duran ve coğrafyasını zenginleştiren bir doğa olayıdır. Fakat asıl önemli olan, “İnsanların bu doğa olayına karşı algısında değişen nedir?” sorusuna verilen yanıttır. Mesele deprem olgusunun bir doğa olayından öteye gidememesi midir? Yoksa depremlerin yönetilememesi mi? Depremi yönetmekle kast edilen, özellikle 17 Ağustos 1999 depreminden günümüze geçen sürede İstanbul’da beklenen deprem karşısında hükümetlerin, bürokrasinin ve yerel yöneticilerin üzerlerine düşen sorumluluğu gerçekten yerine getirememesidir. Oturduğumuz evlere, çalıştığımız işyerlerimize ve gün içinde bulunduğumuz yapıların güvenirliğine inanmıyoruz. Kim neyi yönetiyor, kim kimi denetliyor soruları cevap bulmuyor. lAyvacık’tan sonra gözler Marmara depreminde Bu esnada akademi ne durumda? Akademi konuşuyor, ihraç edilse de klavyeleri konuşturuyor, bilimsel bilgiyi üretiyor ve yayımlıyor. Depremin fiziğini, olası zamanını, deprem sırasında meydana gelebilecekleri tehlike ve riskleriyle birlikte ortaya koyuyor. Ne yazık ki ülkemizde bilimsel bilginin üretimi ve son tahlilde kullanımı farklı şekillerde “işletiliyor”. Üniversiteler şirket gibi yönetilmeye çalışıldıkça, üretilen bilgi sadece meta, akademisyen ise sanayi işbirliği içerisinde kaybolmaya yüz tutan bir özne haline geliyor. Bilimsel bilginin kullanımına gelince, önce büyük ihalelerle pazarlanması, sonra Ankara’dan onaylatılması ve resmiyet kazanması gerekiyor. Üretilen bilginin meta olmaktan öteye gidememesi, bilginin yaşamdaki mevzii Depremler ve doğal afetler açısından bu kadar aktif bir coğrafyada, ilköğretimden üniversiteye eğitimsel boşluk kronik bir sorun olarak karşımızda. 17 Ağustos 1999 depremi dahi bu açığı kapamaya dair bir gayret yaratamadı. nin nerede olduğunu da gösteriyor. Deprem, tsunami, heyelanlar vb. do ğal afetler açısından bu kadar aktif bir coğrafyada ilköğretimden üniversiteye deprem ve doğal afetlere dair eğitimsel boşluk kronik bir sorun olarak karşımızda. Bu, 17 Ağustos 1999 depreminden sonra aşılmamış bir kayıp zamanın da belgesi aynı zamanda. Doğa olaylarına karşı eğitimöğretim ve tatbikatlar hâlâ yapılmıyor ya da eksiklerle sadece yapılmak için yapılıyor. Ancak yakınımızda meydana geldiğinde deprem olgusunu hatırlayıp korkularımızı yineliyor, deprem olursa ne yaparız diye düşünüyoruz. Son olarak 6 Şubat 2017 günü Çanakkale Ayvacık’ta bir deprem etkinliği başladı. Depremin moment büyüklüğü (Mw) 5.3 olmasına rağmen yakın alanlarda kötü yapılaşma ve mevcut herhangi bir zemin çalışmasının yapılmamış olması bölgede hasarın boyutunu artırdı. Uluslararası deprem sınıflamasına göre bunlar “orta büyüklükte deprem olup hissedilir ve küçük hasarlara neden olur” şeklinde tanımlanmıştır. Oysa hasarın olmaması ülkemiz ölçeğinde neredeyse imkânsız. Özellikle Doğu ve Güneydoğu illerindeki kerpiç ve eski taş evler, 3 büyüklüğündeki depremlerde bile hasar almakta, hat ta yıkılabilmektedir. Ayvacık’ta olan bu deprem dizisinden sonra gözler yine beklenen Marmara Depremi’ne çevrildi. Oysa Akdeniz Bölgesi’nde KıbrısHelenik Yayı ve ArapAfrika bloğunun göreceli hareketindeki kilitli mekanizmadan dolayı, sismisite haritalarında görülen sismik boşlukların varlığı bu bölgenin uzun süreden beri sessizce depremi beklediğini göstermektedir. Doğu Anadolu ise yüzyıllardır kırılmayan fayların habercisi olarak karşımızda. lİstanbul depreme hazır mı? TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası’nın yaklaşık iki yıl önce gerçekleştirdiği sempozyumda bu soru sadece bilimsel olarak değil, medya gözüyle ve deprem politikası çerçe vesinde siyasetçilerle birlikte konuşuldu, tartışıldı. Sonuç bildirgesinde paylaşılan gerçek, deprem acil eylem planları, master planları, mikrobölgeleme çalışmaları ve kentsel dönüşüm de dahil olmak üzere depreme yönetimsel bazda hazır olmadığımızdır. Marmara Denizi içinden geçen Kuzey Anadolu Fayı’nın kırılmaması olasılıksızdır. Yani bir veya birkaç deprem meydana gelecektir. Depremlerin büyüklüklerinin Mw:7 civarında olacağı düşünülmektedir. Kuzey Anadolu Fayı’nın İstanbul’a ortalama uzaklığı 5 km (Adalar) ve 70 km (Karadeniz sahili) arasındadır. 17 Ağustos 1999 depremi hatırlandığında 100 km uzaklıktaki Avcılar’da büyük can kaybı ve yıkım yaşanmıştır. Kuzey Anadolu Fayı’nın İstanbul ilçelerine mevcut uzaklıkları göz önüne alındığında, olası bir Marmara Depremi’nde bu fayın kırılması halinde tüm İstanbul’u etkileyecek bir felakete yol açacağı görülmektedir. Risk durumu nedir? İşte burada devreye önce bilimsel ve mühendislik bilgisi giriyor, daha sonra da üretilen bu bilginin yöneticiler tarafından dikkate alınması gerekiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2000’li yıllarda dış kredi desteğiyle gerçekleştirdiği İstanbul’un Avrupa (Boğaz’dan Haramidere’ye kadar alan tamamlanmış, Büyükçükmece, Silivri, Çatalca gibi alanlardaki çalışılma hâlâ tamamlanmamıştır) ve Asya yakasına ilişkin Sismik Mikrobölgeleme Çalışmaları ve bina envanterinin büyük bölümü çıkarılmış olsa da deprem master planını görmezden gelen anlayış yüzünden üretilen bu bilginin bile kullanılmadığı açıktır. >>