Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 AVUSTRALYA AVUSTRALYA 17 Sydney’de yelkenler fora Avustralya’ya Melbourne kentinden ayak basıp birkaç gün bu güzel şehirde dolaştıktan sonra otobüsle Sydney’e geçtim. Sydney’de kalacak yer bulmak Melbourne’den daha kolay. Otobüsün yolcularını indirdiği Merkez İstasyonu (Central Station) karşısındaki Tren İstasyonu Meydanı’ndan (Railway Square) limana kadar giden dev bulvar “George Street” üzerinde pek çok motel ve hostel bulunuyor. Sokaklarda gezinen sırt çantalı yabancı turistler kadar, her köşede göze çarpan Türk dönercileri de kalacak yer önerileri konusunda yardımcı oluyor. 704 George Street adresinde Amasyalı karıkoca Fatma ve Nafi Bozoğlu’nun dönercisinde hayatımda ilk kez kanguru eti ile yapılmış döner yedikten sonra bir kaç sokak aşağıdaki Sydney Central Hostel’e yerleştim. Sydney’in dünyaca ünlü opera sarayını görmek için sabırsızlandığımdan hostelde fazla vakit harcamadan öğleye doğru yürüyüşe çıktım. İçerisinde büyük bir Anzak Şehitlik Anıtı bulunan Hyde Park’tan geçip, Darphane Müzesi, Sydney Hastanesi ve Parlamento Binası önünden yürüyüp kütüphaneye vardım. Avustralya’daki tüm halk kütüphanelerinde ücretsiz internet hizmeti olduğunu bildiğimden kütüphanede bir mola verdim. Okuma salonları, kitap ve dergi koleksiyonları, bilgisayar kullanım olanakları ve personelinin yardımseverliği ile dört dörtlük bir kütüphane idi. Aborjinlerin hayal kırıklığı Macquarie Bulvarı boyunca yürümeye devam edip marinaya ulaştığımda çatısı yelkenleri rüzgarla dolmuş eski kalyonları andıran gösterişli opera binası karşıma çıkıverdi. Şehrin en büyük parklarından Royal Botanic Gardens’ın bir uzantısı olan yarımada üzerine kurulu opera binasının fotoğrafını çekmek için en güzel noktayı ararken yolcu gemilerinin, körfez vapurlarının ve özel yatların farklı iskelelere yanaştığı “Sydney Cove” liman bölgesini de boydan boya dolaştım. Manly feribotlarının kalktığı iskele yanında bir grup yerli (Aborjin) geleneksel çalgıları ile müzik yapıyor, CD’lerini satmaya çalışıyor ve iki Avustralya doları ödeyen turistlerle hatıra fotoğrafı çektiriyorlardı. Bu manzara pek eğlendirici değildi. Yedi milyon 683 bin 300 kilometrekarelik bu dev adada ilk yaşayan insanlar olan Aborjinlerin yaklaşık 25 bin yıl önce buraya ayak bastığı tahmin ediliyor. On binlerce yıl avcılık ve toplayıcılık yaparak yarı göçebe şekilde özgürce yaşayan bu insanlar 18’nci yüzyılın sonlarında gemilerle bu adaya ulaşan Avrupalıları ilk gördüklerinde çok sevinmişler. Çünkü inandıkları bir efsaneye göre bir gün denizden çıkıp gelecek beyaz renkli insanlar onlara bolluk ve mutluluk taşıyacakmış. Avrupalıları tanrılar gibi karşılayıp köylerinde ağırlamışlar. Fakat Avrupalı kraliyet temsilcileri, tüccarlar, askerler ve din adamları yerlilere bekledikleri güzellikleri getirmemiş. Özgürce yaşadıkları bu top raklara el koymuşlar, doğalarını ve yaşamlarını bozmuşlar, onları köleleştirmişler. Günümüzde nüfusu yaklaşık iki yüz bini bulan Aborjin halkı bolluktan ve mutluluktan oldukça uzakta, sosyal ve ekonomik sorunlarla boğuşarak, şehir kenarlarında ya da kırsal bölgelerde zorlu bir yaşam savaşı veriyor ve şehirlerde turistik obje konumuna düşebiliyor. Opera binasının gece ışıkları yanmaya başlarken tekrar oraya yürüyüp bilet gişelerine uğradım. Pek çok salonu bulunan bu dev kültür merkezinde aynı akşam bala, opera, modern dans, klasik müzik konserleri aynı anda yapılabiliyor. O akşam dans tiyatrosu sahnesinde bisikletli ve patenli gençlerin çok ilginç bir gösterisini izleme şansı yakaladım. Yazı ve fotoğraflar: Kerem Saltuk Mavi deniz ve dağlar Ertesi sabah tekrar liman bölgesine yürüyüp Manly feribotlarına bindim. Opera binası önünden denize açılan feribota pek çok irili ufaklı yelkenli açık sularda eşlik etmeye başladı. Rüzgarı oldukça bol Sydney limanı yelkencilik sporunu sevenler için ideal güzellikteydi. Öte yandan, şehir merkezine köprülerle kara yolu bağlantısı da bulunan Manly’nin plajları da gençlerin gözdesi. Kimisi denize giriyor, kimisi de sörf yapıyor. Manly’nin sempatik çarşı sokakları da turistler için ilginç hediyelik eşya dükkanları ile dolu. Burada koyun derisinden harika çantalar üreten bir Türk bayana da rastladım. Manly’deki en büyük plajın giriş kapısı karşısındaki Manly Seaside Kebap’ın sahipleri de Gaziantepli bir aile. Feribota binip şehre döndükten sonra çocukların sevgilisi Melbourne Akvaryumu’na ev sahipliği yapan “Cockle Bay” koyunu dolaştım. Sydney’n ortasında yükselen kuleye çıkıp şehri kuşbakışı izlemek fikri nedense cazip gelmediğinden, Harbourside bölgesindeki şık bir kafe ürkiye’den 10 kat daha geniş yüzölçümüne sahip olan ve nüfusu 20 milyona yaklaşan Avustralya’nın en büyük ve en ünlü şehri Sydney’de geçen güzel günler. Türkiye ile saat farkı yarım güne yakın T teryada akşam yemeği molası verip şehrin ışıltılı gece manzarasını deniz kenarından izledim. Sydney’deki üçüncü ve son günümde günü birlik bir tur ile Blue Mountains (Mavi Dağlar) Milli Parkı’na uzandım. Tur otobüsü milli park yakınlarındaki Katoomba kasabasında öğle yemeği molası verdi. Trenle Sydney’e iki saat uzaklıktaki bu kasabanın ana caddesi boyunca göze çarpan eski evler, barlar, restoranlar, çikolatacılar ve parklar keyifli, huzurlu, düzenli ve tertemiz bir kasaba çerçevesi çiziyordu. İçerisinde kanguruların özgürce yaşadığı dev bir okaliptüs ormanı olan Mavi Dağlar Milli Parkı’ndaki Avustralya doğası büyüleyici güzellikteydi. Okaliptüs ağaçlarındaki yağın buharlaşması ve güneş ışıklarının bu buharlara çarpması ile oluşan mavi renk dağların renginin farklı görünmesine yol açıyordu. Son yıllarda küresel ısınmanın etkilerinin en olumsuz görüldüğü bölgelerden olan Avustralya’da bu milli parkın kimi köşeleri cennet tanımlamalarına uyan zenginliğe sahipti. Ağaçlar arasından süzülüp kayaların üzerinden akan sular ve bu suların altında oynaşan gençlerin sevinç çığlıkları Avustralya’da karşılaştığım en güzel manzara oldu. Ne yazık ki Türkiye’ye dönmem üzerinden bir hafta geçmişti ki, Sydney yakınlarında başlayan bir or man yangınının bu milli parka sıçrayıp binlerce okaliptüs ağacını kül ettiğini ve pek çok kangurunun da ölümüne yol açtığını TV’de üzüntüyle izledim. İnsanlığın doymak bilmez tüketim hırsı ile son yıllarda kendi dünyasına verdiği korkunç zarar bir cenneti daha cehenneme çevirmek üzereydi.