Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 CHUR İSVİÇRE İSVİÇRE 17 ZÜRİH GEZEKALIN Mustafa Balbay ankcum@cumhuriyet.com.tr TİMUR’UN MEZARINDA Semerkant bende ilk şu izlenimi yarattı: Yaprakları kopmuş kitap kapağı... Yaprakların tümü kopmamış ama! Daha doğrusu çoğu yarım koparılmış. Bu yüzden de okuduğunuz sayfa çok önemli bir bölümde olduğunuzu gösteriyor. Tümünü okuyamayınca da kahroluyorsunuz, devamını tahmin etmeye çalışıyorsunuz. Yapılar, sokaklar, hatta insanlar bütünleşmiş böyle bir doku ortaya çıkmış. Timur’un mezarında ise yaprakların tümü tam! Akhunbabyev Caddesi’nin sonuna ulaştığınızda sizi işlemeli dev kapılı bir yapı ve gül bahçesi karşılıyor. Timur’un mezarının çevresi güllerle donatılmış. Bakım fena değil. Sanki Timur her sabah bahçeyi şöyle bir dolaşıp gülleri, çevreyi kontrolden geçiriyor. Bahçede fazla oyalanmadım. Hemen içeri girmeliyim ki, Timur’u görmeliyim. Hani Timur mezarında yatmıyor da, koltuğunda oturuyor, beni bekliyor! Giriş kapısındaki görevli kafamdaki bütün tasarıyı siliverdi. Gişedeki kadın, elinde iğneiplik örgü örüyor. 150 sum giriş, 100 sum fotoğraf parasını ödeyip içeri daldım. Girişin solunda boydan boya Timur döneminin bozkır imparatorluğu haritası var. Bir uçtan bir uca Asya’nın derinliklerine uzanıyor. Sonra mezarlar... Yapı yeni. Görevli kadın Timur ve çevresindekileri mezarların kimlere ait olduğunu aynen şöyle anlattı: ‘‘Amir Timuuuur, ha baş yanında hocası Mirsait Barakaaaa, Mahsude Sultan, Mirza Ulugbeeg, ikde (iki de) oğlu Şahruuuh, Miraşahh... Unda (en alt tarafı göstererek) Ömer Şeyh, ikde çocuk, ismi no malum...’’ Anıt mezardaki öteki ziyaretçiler gruptu. Ben yalnızdım. Görevli kadınla tanıştık. Adı Mohira. Anlattığına göre tıpkı bizim Anıtkabir gibi üst katta dolaşılan yer temsili yapı. Asıl mezarlar alt katta. Kilitli. Mohira üst katın yeniliğini anlatmak için şöyle seslendi: ‘‘Burda tamirleş işleri bitgen. Alt kısım tamir bulmadı!’’ Zayıf bir olasılık da olsa alt kısmı görmek için Mohira’ya sordum: Beni alt kata götürür müsün? Mohira, beni izle der gibi işaret yaptı. Düştüm peşine, arka taraftaki küçük bir kapıyı açtı. Gören, basit bir depo kapısı sanır. İçeri girdik. Üst kattaki temsili mezar yapılarının gerçeği! Heyecan vericiydi. Az ötede Timur yatıyor... Tepe kubbe biçiminde. Köşelerde çemberimsi oyuklar var. Ağırlık ağaç işleme. Mohira, üst katta anlattıklarını tek tek burada da yineledi. Timur, mezarının nasıl yapılacağını kendisi tarif etmiş. Başucuna hocasının gömülmesini istemiş. Kendisi onun ayak ucunda. Mohira, 10 dakikada belki 20 kez, ‘‘Amir Timur’’ dedi. Çıkışta hediyelik eşya bölümünde kitaplar da var. Timur’a ait kitabın adı şu: ‘‘Timur... Dünyanın Tarihi.’’ Gezekalın! Yazı ve fotoğraflar Aydın Ergil vrupa’nın tam ortasında; dağlar, buA zullar, göller, akarsular, kanyonlar ülkesi İsviçre’de trenle yapacağımız geziye Zürih’ten başlamaya karar veriyoruz. İsviçre, tren ile yolcu taşımacılığının en iyi yapıldığı ülkelerden biri. Trenler her zaman tarifedeki saatlere uyuyor. Bir Avrupa haritasını bakınca, Zürih, sayfanın tam ortasında yer alır. Zürih, kendi adını taşıyan ince uzun gölün kuzey ucunda kurulmuş. Limmat Nehri göle Zürih’ten dökülürken kenti ikiye bölüyor. Milattan önce 15. yüzyılda kurulduğu söylenen İsviçre’nin en kalabalık nüfuslu kenti Zürih’in günümüzdeki nüfusu 366 binden fazla. Kentte konuşulan dil Almanca. Zürih, 2006’da, ‘‘yaşam kalitesi’’ açısından 39 ölçüt kullanılarak yapılan karşılaştırmada 215 kent arasında beşinci kez birinci olmuş. İsviçre Avrupa Birliği’ne üye değil. Para birimi de İsviçre Frangı, 1 euro 1.5 frank değerinde. Kent, tarihi binalar ile donanmış. Geriye kalan alanlar da ya park ya da ‘‘bitişik nizam’’ cumbalı eski binalar. Eski binaların cumbaları üzerinde özenle yapılmış süsler bulunuyor. Kent merkezinde yükselen üç kilise, neredeyse her yerden görülebilen Grossmünster, saat kulesindeki vitraylı camı Marc Chagal tarafından yapılan Fraumünster ve Zürih’ten Chur’a Zürih’in en eski kilisesi St. Peter. 8.7 metre çaplı Avrupa’nın en büyük duvar saati St. Peter Kilisesi’nin kulesine 1534’de takılmış. Limmat nehrinin doğu kıyısında yalnızca yayalara açık olan Niederdorf Sokağı akşamları bizim Ortaköy’dekine benzer bir yaşama kavuşuyor; bir yanda müzisyenler, ressamlar, öte yanda kahveler, lokantalar, barlar. Bu sokakta yürürken, onu kesen Spiegelgrasse’yi bulursanız, o sokakta 14 numarada Lenin’in kaldığı ev var. Bu sokağın sonunda karşınıza Grossmünster çıkıyor. Biraz daha yürürseniz opera binası. Nehrin batı kıyısı ise kentin mali kuruluşları ile ticaret merkezlerini barındırıyor. Dakik İsviçreliler Kentte 50’den fazla müze var, gar binasının karşısında bulunan Ulusal İsviçre Müzesi, aralarında en ünlü olanı. Tüm kent içi ulaşım araçlarında geçerli olan 24 saatlik ve 72 saatlik Zürih kartları müzelere de ücretsiz giriş hakkı veriyor. Zürih Garı’ndan günde bin 900 tren kalkıyor. Kent içi ulaşım, her zaman saatinde gelen tramvaylar ve otobüsler ile gerçekleşiyor. Ulaşım araçlarının hep saatinde hareket etmesi, insanların buluşma saatlerine özen göstermesi ve dünyanın en ünlü saatlerinin İsviçre’de yapılması rastlantı değil mutlaka. Bir de, gölde küçük vapur ve motorlarla ulaşım var. Bu vapur ve motorlarla yapılan yolculuklarda kenti ve çevresini gölden görmek çok hoş oluyor. Zürih’in kent merkezindeki dar sokaklarda yorulanlar için göl yolculuğu ilaç gibi geliyor. İsviçre’nin ulusal yemeği ‘‘fondü’’. Dört tür peynir, beyaz şarap, İsviçre içkisi kirş, mısır unu sarımsak ve limon suyu bir tencerede eritilip kaynamasına izin verilmeden bir ispirto ocağının üstünde yemek masasına taşınıyor. Uzun saplı iki dişli çatalların ucuna takılan küçük ekmek parçacıkları bu eriyiğin içine batırılarak yeniyor. Fondünün de lokantaya ve yöreye göre birçok türü, etlisi, tavuklusu var. Söz yemekten açılmış ken, yine peynir parçalarına bulanmış ızgara et olan ‘‘raklet’’ de İsviçre’nin en ünlü yemeklerinden. Her ünlü yemeğin altından mutlaka peynir çıkıyor. Ünlü gravyer peynirinin kökeni İsviçre. İsviçre’ye gitmeden, İnternet’te oradaki genel helaların yerlerini ve açık olduğu saatleri görebiliyorsunuz, ‘‘genel helalarla’’ ilgili internet sitesi bulunan başka bir ülke duymadık. Zürih’ten bir buçuk saatlik bir tren yolculuğundan sonra geldiğimiz yer, Zürih’in güneydoğusunda tüm yolların birleştiği ya da ayrıldığı yerde bulunan Chur. Burası Almanya’nın en ünlü su yollarından biri olan Ren nehri ile Plessur çayının birleştiği yerde milattan 5 bin yıl önce kurulmuş, İsviçre’nin en eski kenti. Yapılan kazılarda milattan 11 bin yıl öncesine ait paleolitik çağ bulgularına rastlanmış. Günümüzde 35 bin kişinin yaşadığı Chur, Graubünden kantonunun başkenti. Parke taşından sokakları bize eski İstanbul sokaklarını anımsatıyor. Bir yanda coşkuyla akan Ren nehri, öte yanda Calanda tepesi, mimari yapısını korumuş, tertemiz bir kent Chur. Doğa ile insan uyumuna en güzel örnek. Chur, İsviçre’nin en güzel kentlerinden biri, genellikle büyük kentlere yönelen turistler bu küçük kentlerin güzelliklerini kaçırıyorlar. aydinergil@yahoo.com