Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 Eltz Şato Müzesi yordu. Üzüm ve şarap kültürünün ortaçağ dini motifleriyle karıştığı ve ender bulunan bir anlatımın önünde duruyormuşuz. Daha sonra şatonun bir de hazine bölümünü gezdik. Topkapı Sarayı Hazine Dairesi’ni görmüş biri için inanılmaz sayılmasalar da sonuç olarak bir derebeyi koleksiyonu için harika görünüyorlardı. Ayrıca Eltz şatosunu çevresindeki tüm benzer yapılardan ayıran en önemli özelliği de tarihi boyunca hiç yıkılmamış olmasıydı. Hatta bütün bölgeyi 17. yüzyılda işgal edip her şeyi yakan yıkan Fransız ordusu geldiğinde bile Fransızların yanında çalışan bir başka Eltz sayesinde bağışlanmıştı. Gene benzer bir tarzda Almanya’yı bir baştan diğerine yerle bir eden İkinci Dünya Savaşı da bu şatoya uğramamıştı. Mosel nehri boyunca dizili şatoların içinde her türlüsü var. Bazıları Ortaçağ’ın kanlı tarihinde öylesine çok hasar görmüşler ki sadece bir ya da iki duvarları ayakta kalmış ve bir daha kendilerini toparlayamamışlar. Artık bu şato kalıntılarının kendilerinden çok çevreye tepeden bakan stratejik konumları önemli olmaya başlamış ve manzaralı ve hoş bir atmosferde bir şeyler yemek içmek isteyen turistlere hizmet etmeye başlamışlar. Bu tip harabelerin bazılarının içinde restoran hatta, tarihi bir atmosfer içinde uyumak isteyenlere yönelik oteller bile var. Bir başka tip şatolar ise uzaktan bakıldıklarında son derece iyi görünüyorlar çünkü sahipleri içlerinde oturuyorlar ve gezilmeleri mümkün değil. sengulaydingun@kou.edu.tr Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün Fotoğraflar Haldun Aydıngün ç yıl öncesinin Nisan ayında AlmanÜ ya’nın Paskalya tatiline girdiği günlerde Mosel nehri kıyısındaki köylerden birisinde misafirdik. Yakınlarda ormanlık bir vadi içinde nefis bir şatonun varlığını ve de burasının müze olarak hizmet verdiğini duyunca oldukça heyecanlanmıştık. Eltz Şatosu’nun tarihiyle ilgili en eski belge 1157 yılında şatonun sahibi olarak Eltz ailesini gösteriyor. Düşünsenize daha Osmanlı kurulmamış bile! Şatonun şu anki sahibi de hala aynı soyadını taşıyor ve isminin başında soyluluğu simgeleyen ‘‘von’’ sözcüğü bulunuyor. Yapıya masallardan hatırladığım köprülü bir kapıdan ulaştık. İçersi rehber eşliğinde ve turlarla geziliyordu. Biz de katıldık. Şatoda hiç bilmediğimiz bir kültürün izleriyle karşılaşacağız derken ilk girdiğimiz odada kendimizi atalarımızdan kalanların arasında bulduk. Duvarlarda Türk okları, yayları, kılıçları, hala giyilebilecek kadar yeni duran süvari çizmeleri vardı. Eltz ailesinden bir soylu 1683 Viyana kuşatmasına katılmış ve geri dönen Osmanlı ordusunun bıraktıklarından da kendine anı diye bunları almış, şatosuna getirmiş. Elimizdeki broşürde yayların 450 metreye ok atabilen, dönemin çok korkulan silahlarından biri olduklarını yazıyordu. Şatoyu gezerken geçtiğimiz bir sonraki oda yemek salonuymuş. Duvardaki tablolardan birinde Meryem çocuk İsa’yı kucağına almış çok alışıldık pozlarından birini vermişken önemli bir özellik dikkatimizi çekti. Meryem Ana elinde üzüm salkımı tutu