Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 KAPAK Tu r i z m i n y e r a l t ı n d a n f ı ş k ı r a n d o ğ a l e n e r j i s i T E R M A L Hakan Dirik u ve turizm... Bu ‘‘iki’’ keS lime yan yana gelince, hemen bir ‘‘üçlüyü’’ akla getiriyor: Deniz, kum, güneş... Bu yanılsama, yıllardır giderilemiyor. Özellikle kıyı bölgelerdeki yerleşim birimlerinin ‘‘birinci el’’ temsilcileri, uzunca süredir şu açıklamayı yapıyor: ‘‘Bölgemizde turizmi 12 aya yayacağız.’’ Ancak turizm, ne 12 aya yayılıyor, ne de meşhur üçgenin doğal olanaklarından yeterince yararlanılıyor. Mülki amirler değişiyor, sözler değişmiyor. Bölgede turizmin yıl boyunca süreceği vaatleri bir türlü ete kemiğe (turiste, dövize) bürünemiyor. Yıl boyunca turizm nasıl olur? Deniz mevsiminin azami altıyedi ayla sınırlı olduğu düşünülürse, denizkumgüneş üçlüsünün buna yeterli olmayacağı kesin. Dolayısıyla alternatif modellerin gündeme gelmesi ve buna yönelik yatırımların gerçekleşmesi gerekiyor. Örneğin, yatırımın en azıyla, gelenlere doğal yaşamın sunulabileceği yayla turizmi. Başta Meryem Ana’yı bünyesinde barındıran Efes’iyle inanç turizmi. Turizmcilerin ‘‘ölü’’ diye nitelendirdikleri aylarda düzenlenecek organizasyonlarla başlı başına bir sektör olarak düşünülebilecek kongre turizmi... Örnekleri çoğaltmak olası. Ancak, Türkiye’nin dört bir yanından ‘‘fışkıran’’ öyle bir olanak var ki, turizm sezonunu 12 aya yaymak isteğinin tam odağında yer alıyor: Termal turizmi. Su ve turizmin yan yana geldiğinde belki de gerçek anlamını bulduğu bu alandaki yatırımlar ne yazık ki, olması gerekenin çok altında. Tıpkı, bu olanağın kaynağı jeotermal için yapılmayan yatırımlar gibi. Oysa, pek çok yerleşim yerinin altında ‘‘kaynayan’’ bu enerjinin vanası başkalarının elinde değil. Üstelik, ‘‘dışa bağımlı’’ diğer enerji kaynaklarına göre oldukça da ekonomik. Çoğu yöneticinin göz ardı etmeye kalkıştığı ‘‘çevreci’’ boyutu da işin ayrı bir yanı. Jeotermali günlük yaşama uyarlayıp, ısınma ve soğutmada, sanayide kullanacak projeler, kaynağın ‘‘fışkırdığı’’ bölgelerde uygulamaya konulamadığı gibi, turizm sezonunu tüm yıla yayacağını vaat eden yönetimler de bu olanağı kendilerine bahşeden kaynağı nedense görmezden geliyor. Termal turizm, ya da büyüklerimizin deyimiyle ‘‘kaplıcalar’’, iyi değerlendirilebilirse turizmin önemli lokomotiflerinden biri olmaya aday. Mikro düzeyde bunu başaran işletmeler, konunun ‘‘ulusal politika’’ olarak ele alınması gerektiğini gözler ?