23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 246 milyar dolarlık halka arz pastasından Türkiye 930 milyon dolarla yetindi C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 13TEMMUZ 2007 CUMA Para yine onlara aktı Ekonomi Servisi Küresel ölçekte likidite bolluğu yaşanan son 5 yılda dünya halka arz rekorlarına koşarken Türkiye borsası yine sığ kaldı. Geçen yıl halka arzdan elde edilen gelirlerde Çin ve HongKong 56 milyar doları aşan rakamla başı çekerken Türkiye’nin geliri 930 milyon doları ancak buldu. Uluslararası denetim ve danışmanlık şirketi Ernst&Young’ın “Küresel Halka Arz Raporu” çalışmasında şu çarpıcı sonuçlara yer verildi: Dünyada geçen yıl gerçekleştirilen 1729 halka arz işleminde toplam 246 milyar dolar hasılat elde edildi. Toplam hasılatta, 20032006 arasındaki büyüme yüzde 70 oldu. En büyük sermayeyi 56.6 milyar dolarla Çin topladı. Halk arz sayısında ise 187 işlemle ABD ilk sırada yer aldı. Şirketlerin yüzde 90’ı kendi ülkelerindeki borsalarda halka açıldı. En büyük işlemler HongKong ve Londra borsalarında yapıldı. Halka arzların büyük bir çoğunluğu finans ve enerji alanında oldu. Dünyadaki en büyük 20 halka arz arasında yer alamayan Türkiye ise 15 halka arz işleminde 930 milyon dolar hasılat sağladı. Türkiye’deki 20002007 döneminde elde edilen hasılatın büyük çoğunluğu Turkcell, Tüpraş ve Vakıfbank’tan geldi. Bu yıl şu ana kadar 351 milyon dolarlık halka arz yapıldı. 2000’de 315’e çıkan halka açık şirket sayısı, krizlerin etkisiyle 2002’de 285’e kadar geriledi. Geçen ay itibarıyla ancak 329’a çıkabildi. Seçimlerin ardından gelecek 12 yıl içinde Türkiye’de 30’dan fazla şirketin halka arzı bekleniyor. Dini İmanı Yok meslek örgütlerinden beslendi. Bir kez daha, çok özetle kimi bilimsel verileri sizlerle paylaşmakta yarar var; sadece 2005 yılında 437 milyon dolar yatırım yapan Petkim, 20015 yılları arasında 4 milyon dolarlık döviz tasarrufu getirmiş. Kötü yönetilmemiş, zarar etmemiş, hantal olmamış. İnşaat, otomobil, tekstil, tarım, plastik sektörlerimize, KOBİ’lere girdi sağlamış. 8 ortak tesisi, 14 fabrikası, 460 milyar dolar yıllık ihracat kapasitesi, 1.6 milyar dolar yıllık cirosu ile rafineri, elektrik üretimi lisansları ile 4 milyar dolar değer biçilmiş. 2 milyar dolarlık satış çok başarılı olarak pazarlanıyor. Oysa şimdiden alıcıların rant değeri çok yüksek malvarlıklarını tek tek satarak katları kazanç sağlamayı hesapladıkları biliniyor.. Bu tabloda seçime gün sayarken Petkim satışından AKP iktidarını suçlamak bence pek bir işe yaramıyor. Zaten düzeyi çok düşmüş seçim kampanyaları, suçlamalarında olay, arada önemini anlamını yitiriyor. Elbette AKP iktidarını ülkenin geleceği için tehdit olarak görebilenler için çok somut, çok yeni bir kanıt. Ancak en büyük medya bilinen çıkar ilişkileri ağında saatlerle Başbakan, bakan savunmalarına yer verirken, seçmen oylarının suç ekonomisi düzeninde, ağırlıklı bölümü sağlanan çıkarlar, yani rüşvetler karşılığı elde edilen fonlarda toplanıp, kayıtlara geçirilmeden dağıtılan sadakalarla kazanılması hesaplanırken... Daha etkin, daha caydırıcı, anlamlı karşı duruşlar gerekmiyor mu? En azından Petrolİş işçileri öncülüğünde, meslek örgütlerinin koydukları tavra, eylemlere çok daha somut eylem ve katkı gerekmiyor mu? Seçim taramalarında, kampanyalardan gözlemler, anlatılanlar birbirinden ilginç.. “Biz elimizdeki olanaklarla hazırlayabildiğimiz kadar çok bayrak, afiş, pankart, kadro ile seçim kampanyamızı yürütmeye çalışıyoruz. Bir bakıyoruz sabah bütün partilerin yapabildiklerini katlayan bir bayrak ve afişleme ile uyanıyoruz. Aslında gündüz, pervasız yapılıyor, ama yine de çok göze batmamak üzere, belediyelerin tüm araç ve teknolojileri kullanılarak en yüksekler donatılıyor. Bize merdivenle, partili gönüllü ile yapabildiğimiz kadarını yapmak kalıyor..” “Pazar sabahı parti broşürleri, afişleri ile stand açtık, gelene rozet dağıtıyoruz. Tabii sınırlı miktarlarda. Hemen yanımıza AKP stand açıverdi. Erzak, akla gelebilecek her şey dağıtıyorlar. Yarışmak mümkün değil? Deneyimli siyasetçiler olarak bir maliyet hesabı yapmaya çalışıyoruz. Dudaklarımız uçukluyor. Nereden geliyor bu kadar para, kaynak?..” soner?cumhuriyet.com.tr TÜFE, ÜFE ‘eksi’de. Hükümet memura fark ödemeyecek, IMF’ye de hesap vermeyecek Enflasyon asıl AKP’yi kurtardı TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre 6 aylık enflasyon yüzde 3.87 oldu. Fiyat artışları yıllık hedefin altına gerileyerek, memur maaşlarına yapılan zamların altına indi. Ekonomi Servisi Haziran ayında tüketici fiyatları beklentilerin tersine “eksi” çıktı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı verilere göre geçen ay tüketici fiyatları endeksi (TÜFE) bir önceki aya göre yüzde 0.24, üretici fiyatları endeksi (ÜFE) yüzde 0.11 geriledi. Haziran ayı itibarıyla yıllık enflasyon ise TÜFE’de yüzde 8.60, ÜFE’de yüzde 2.89 oldu. Yılın ilk 6 ayında TÜFE yüzde 3.87 arttı. Ağustos 2006’dan bu yana enflasyon ilk defa düşerken hazirandaki düşüşün etkisiyle ilk beş ayda yıllık hedefi geçen enflasyon, yılın ilk altı ayı itibarıyla yüzde 3.87’e düşerek, yıllık yüzde 4 olan hedefin gerisine indi. Böylece Merkez Bankası enflasyonda belirsizlik aralığı üst sınırını 0.1 puan farkla kurtararak IMF’ye hesap vermekten kurtuldu. Öte yandan son açıklanan rakamlarla 6 aylık enflasyon rakamları memur maaşlarına yapılan yüzde 4’lük artışın altında kalınca AKP hükümeti memura vaat ettiği enflasyon farkını ödemekten de kurtuldu. Hükümet, memur maaşlarına 2007 yılı için yapılacak artışı, alt derece memurlar için yüzde 4 artı 4 olarak belirlemişti. TÜİK tarafından açıklanan rakamlara göre memur maaşlarının artışında kullanılan TÜFE, OcakHaziran döneminde yüzde 3.87 olunca, hükümet, 6 aylık dönemdeki enflasyon rakamı memura verilenin altında kaldığı için memura maaş artışı yapmasına gerek kalmadı. Türkİş: Zamma değil faize bakın ANKARA (ANKA) Türkİş Başkanı Salih Kılıç, Merkez Bankası’nın, çalışanlara enflasyon hedefinin üzerinde yapılan zamların, enflasyonu yükselteceği uyarılarına tepki göstererek “Merkez Bankası, işçiye verilen zammı değil, faize verilen inanılmaz büyüklükteki paraları dikkate almalıdır” dedi. Hükümetin bu zam oranını kabul etmesinde yaklaşan genel seçimlerin etkisi olduğunu kabul eden Kılıç, buna karşın sendikal örgütlülüğü ve bu örgütlü gücü görmezden gelmemek gerektiğini vurguladı. İstikrar programı ile makroekonomik birtakım göstergelerde olumlu gelişmeler sağlanmış olmasının programın gerçek yüzünü gizlediğini belirten Kılıç, IMF programının çalışanları yoksullaştırdığını ifade etti. Kılıç, IMF ile anlaşma çerçevesinde, ülkede yaşanan ekonomik bunalımdan çıkış için getirilen düzenlemelerin, başta çalışanlar olmak üzere dar ve sabit gelirli kesimlerin yaşama ve çalışma koşullarını daha da ağırlaştırdığını anlattı. Türkiye’nin temel sorununun yeterince istihdam olanakları yaratamamasından kaynaklandığına işaret eden Kılıç, çalışan nüfusun iktisaden faal nüfusa oranının gerilediğini söyledi. oşuna paranın dini imanı olmadığını söylememişler. Müslüman, ılımlı İslam lideri Başbakanımız Petkim ihalesi tartışmaları ile bağlantılı açıklamasında, “ticarette dine, ırka bakmam” demiş. Petkim tartışmalarını “ırkçı” bulduğunu söylemiş. Başbakanımız öteden beri din, kültür, mezhep odaklı, terör eksenli çatışmalarda, eleştirmek noktasında olduğu her olumsuzlukta içine sindiremediği için mi bilinmez, uysa da uymasa da ırkçı kavramını kullanarak, suç odağından çarpık dini inancı uzaklaştırmış olmayı, kavram kargaşası yaratmayı yeğliyor... “Irkçı Müslüman” kavramını yaratan Başbakanımızı kızdıran Petkim eleştirilerini ırkçılıkla karalaması sürpriz değil. Başbakan Erdoğan kartlarını çok açık oynuyor. Emperyalizm yanlısı İslamcılar cephesinde siyaset yaptığını seçimlere giderken açık kart olarak kullanıyor. Seçimi beklemeden Petkim satışında, arkasındaki sermaye güçleri bilinmeyen, gerçekten çok karanlık şirketler, kirli, sabıkalı siyasi isimler umurunda değil. Hem kendisinin, hem de Maliye Bakanı’nın Petkim’e ilişkin ayrıntılı savunma ve açıklamalarında, seçim kampanyası aracı gibi kullandıkları sloganlar; satış fiyatının piyasaların rayicine, serbest piyasa düzenine, bize özelleştirme ideolojisi adına dayatılan IMF, Dünya Bankası talimatlarına uygun, en önemlisi iyi bir fiyata satışın gerçekleştiği... Emperyal çıkarların merkezi, zengin kuzey dünyasında, dünyanın en zengin ülkelerinden hiçbirinde, stratejik değeri olan işletmelerin satılmaması umurlarında bile değil. Emperyalizmin başını çeken, zengin kuzey ülkelerinde, Petkim benzeri işletmelerin kamu elinde tutulduğu, ülke yararı, kamu yararı kavramlarının korunduğu gerçeği onları hiç ilgilendirmiyor. Onlar tam da ABD, emperyalizm yanlısı, Türkiye dışında hepsi de diktatörlükle yönetilen şeriatçı iktidarların uyguladıkları, sömürülen ülkeler için geçerli olan modelin bayraktarlığına soyunmuşlar. Ticaret, iktidarların siyasi çıkarları eksen yapılmış, sömürge ülkeleri için öngörülen pazar olma koşullarına boyun eğilmiş. Ülke ekonomisi, yatırımların o ülkenin çıkarları, insan eksenli olması umurları bile değil... Bugün dünya ekonomisi, üretimin odağındaki petrol ülkelerinin şeriatla yönetilen diktatörlüklerinin tümünün sömürge, birçoğunun fiilen işgal altında olması elbette rastlantı değil... Ne rastlantı değil mi? Tüm bu ülkeleri yöneten kafaların ekonomilerinin odağında ticaret var. Her şey satılık... ??? Petkim satışı bağlantılı en sağduyulu verilere dayalı çıkışlar elbette bu konuda başından beri duyarlı Petrolİş Sendikası ve B on haber; “Kıbrıs 1 Ocak 2008’de Avro’ya geçiyor”. Postmodern devşirmenin yöntemi şudur; KKTC’yi bir taraftan hukuki ve siyasi olarak etki alanımıza çekerken iktisadi olarak da ticaretini, limanlarını ve kullanacağı parayı kendi oyun kurallarınıza göre yönlendirirsiniz. Bir bakalım neler yapılmış; hem de Ankara’nın (ve Türkiye’nin) gözleri önünde; 1) Rumları, adanın bütününü temsilen AB’nin tam üyesi yapıp Türkiye’nin karşısına oturtmuşsunuz. Bir farenin fili yerinden oynatmasına olanak sağlayan hukuki ve siyasi her türlü olanağı AB, ABD ve BM’nin güvencesi altında Rumlara sağlamışsınız. Bitirici son imzaları RT Erdoğan ve Abdullah Gül’e, güle oynaya attırmışsınız. 2) TSK’yi adada işgalci konumuna düşüren ve Rumları adanın tek egemen devleti olarak kabul ettiren belgeleri yine iki muhtereme davul zurna çaldırtarak onaylattırmışsınız. 3) Denktaş’ı tasfiye ederek yerine Amerikancı, AB’ci ve Rumcu Talat’ı ite kaka getirmişsiniz. 4) Annan Planı’nı adada, bir sivil darbe operasyonu ile kabul ettirerek Ankara’nın elindeki garantörlük yetki S BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI TL Yerine Avro, Memet Yerine Hans... lunsa bile Avrupa Para Sistemi’nin bir parçası olmalıdır” görüşünü her iki muhterem de ısrarla savunurlar. Tek farkları birinin eşinin türbanlı diğerinin ise Amerikalı olmaları. Bu ufak ayrılığı “Avro üzerinden” fazlasıyla karşılarlar... Gümrüklerimiz, dış ticaret politikamız Brüksel’e zaten tek yanlı olarak devredilmiş. “Dünkü Abdullah Gül’ün” bugünkü Ali Babacan’a inat 1995’te söylediği gibi; “Arka bahçedeki kulübeye sokulmuşuz”. Muhteremler bugün bunu da yeterli bulmuyorlar. “Bütün parasal işlerimizin yönetimini de Brüksel’e bırakalım” diyorlar. “Yarım sömürge de neymiş; bari olacaksa tam olsun”, buyuruyorlar... Kemal Derviş ve Ali Babacan’ın Türkiye için önerdikleri bu model Kuzey Kıbrıs’ta yani eski deyimiyle KKTC’de 1 Ocak 2008’den itibaren yavaş yavaş devreye dolaylı yoldan lerini sulandırmışsınız. 5) Kıbrıs adasının Büyük Ortadoğu Projesi içindeki askeri misyonunu fiilen kullanıma açık hale getirmişsiniz. Üstelik bu misyonda Türkiye’nin de hedef olduğunu bile bile... Siyasi, hukuki ve askeri olarak biçilen kılıfa şimdi bir yenisi ekleniyor. Kıbrıs Cumhuriyeti 1 Ocak 2008’de Avro’ya geçip Avrupa para sistemine dahil oluyor. Tabii yalnız Güney Kıbrıs değil. “Kuzey Kıbrıs” da yavaş yavaş (veya hızlı) buna kendiliğinden ayak uyduracak. Avrupa, ‘Kuzey’i de kendi para alanına sokarak sessiz ve sivil darbeyi Ankara’daki “kimi siyasilerin işbirliği ile” sonuçlandıracak. K İME NİYET KİME KISMET!.. Kemal Derviş ve Ali Babacan bu modeli Türkiye için savundular, savunuyorlar. “Türkiye AB’nin dışında bu sokulacak. Avro’nun kullanımı kuşkusuz, güneyden kuzeye yansıyacak. Laf aramızda Almanlar ve Fransızlar yalnız bize değil İngilizlere de bir kazık atıyorlar. Adadaki pound egemenliği ve sterlinin üzerindeki, “Kraliçenin himayeci gülümsemesi” yerini, kıta Avrupası’nın Avro’suna bırakacak, yavaş da olsa... Ayrıca ada üzerinden geçen uyuşturucu, kara para ve silah trafiğinde dolar ve sterlinin yanında Avro öne çıkmaya başlayacak. Z. Brezinski’nin yıllardır savunduğu gibi; “ABD, Avrupa’yı yanına almadan bu işi götüremez; sadece İngiltere yetmez” demiyor muydu? Büyük Ortadoğu Projesi ile birlikte ABD ve AB Türkiye’yi Kıbrıs’tan tasfiyeye karar verdiler. 3 Kasım 2002’ye kadar zorlandılar. Adada Denktaş, Ankara’da kısmen direnebilen koalisyonlar vardı. AKP’nin iktidara getirilişi ile birlikte işleri kolaylaştı. Bu iktidar sürer ise yarın gazete başlıklarımızı şunlar süsleyecek: “AB ile aramızdaki tek engel TSK’nin Kıbrıs’taki varlığıdır.” Sorunlar Türkiye’nin yetersizliğinden kaynaklanmıyor; işbirlikçi iktidar ve içimizdeki oligarşi temel sorunumuzdur... Seçimlerde bunları tasfiye etmek zorundayız, öyle ya da böyle... www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali IMF’nin en borçlusu Türkiye 2000 yılında kurum ile standby anlaşması bulunan 26 ülkeden 24’ü, ilerleyen yıllarda Fon ile yollarını ayırdı. Yalnızca Türkiye ve Peru kaldı. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Uluslararası Para Fonu’na (IMF) 1947’de üye olan ve ilk standby anlaşmasını imzaladığı 1958’den bugüne kadar 20 standby anlaşması yapan Türkiye, bugün itibarıyla IMF’ye en fazla borcu olan ülke konumuna ulaştı. ATO’nun araştırmasına göre, 2000 yılı başında IMF ile toplam 26 ülkenin standby (SBA) ve genişletilmiş fon kolaylığı (EFF) anlaşması bulunuyordu. Bunlardan Arjantin, Bosna Hersek, Brezilya, Estonya, Kore, Letonya, Litvanya, Meksika, Papua Yeni Gine, Filipinler, Romanya, Rusya, Tayland, Zimbabwe, Bulgaristan, Kolombiya, Endonezya, Ürdün, Kazakistan, Moldova, Pakistan, Panama, Ukrayna ve Yemen, IMF ile yollarını ayırdı. Türkiye ve Peru, IMF’nin portföyünden kurtulamadı. Araştırmada söz konusu iki ülke ile ilgili “IMF hapishanesinde tutuklu kaldı’’ denilirken, Türkiye ve Peru’ya süreç içerisinde altı yeni ülke daha katıldı. Brezilya ve Arjantin’in borçlarını ödemesinden sonra Türkiye, “IMF’ye en fazla borcu bulunan ülke’’ konumuna geldi. 1999 yılından bu yılın mayıs ayı sonuna kadar Türkiye, IMF’den toplam 43 milyar dolar borç kullandı. Bu borcun 34.7 milyar dolarlık kısmı geri ödendi. Bu dönemde Türkiye, IMF’ye faiz olarak ise 5.6 milyar dolar ödedi. 2007 Mayıs sonu itibarıyla Türkiye’nin IMF’ye toplam 8.7 milyar dolar borcu bulunuyor. Türkiye, kalan borcu için IMF’ye toplam 1 milyar dolar da faiz ödeyecek. Türkiye ödediği faizle, IMF’nin cari harcamalarını finanse eden tek ülke konumuna da geldi. 31 Ocak 2007 tarihli verilerine göre, IMF’nin 73 ülkeden alacağı bulunuyor. Toplam 19.9 milyar doları bulan bu alacağın 10.2 milyar doları (31 Ocak 2007 itibarıyla) Türkiye’nin borcundan kaynaklanıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle