01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

13 TEMMUZ 2007 CUMA söyleşi SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU CHP’nin İstanbul 1. bölge milletvekili adayı Tan, ‘Hükümet sadaka kültürünü topluma yerleştirdi’ dedi C ‘GÜÇ DİLİ’ 11 ‘AKP İslamiyeti pazarladı’ SÖYLEŞİ Niye Havaya Girmedik? LEYLA TAVŞANOĞLU İstanbul 1. bölge 3. sıradan CHP milletvekili adayı Ahmet Tan’la birlikteyiz. DSP kontenjanından aday olan Tan çok renkli bir kişilik. Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde yazarlık sonra da siyaset yaşamında 57. hükümet döneminde DSP’nin Turizm Bakanlığı’nı yaptı. Tan konuşmamız sırasında her zamanki espri üslubuyla AKP hükümetinin icraatını inceden eleştirdi, hatta zaman zaman ‘kalın’a da kaçarak, “AKP hükümeti ile birlikte bahşiş kültürü toplumu fazlaca sardı. Ama bunların hesabı sorulacak” dedi: Gazeteci gözüyle bu hükümetin icraatını nasıl değerlendiriyorsun? TAN Aslında bu dönem gazeteciliğin altın devri. Bir kere ellerine geçen fırsatı hiç de iyi kullanamadılar. Bunlar ülkeyi pazarlamaktan söz ettiler. Ama sadece İslamiyet pazarlamacılığı yaptılar. Ailem nedeniyle ben din bilgisini yeterince almış olarak büyüdüm. İstanbul’da Rüstem Paşa Camii’nde Kuran kursuna gittim. Nuruosmaniye Camii’nde Hacı Hasan Akkuş’tan dersler aldım. Bu din bilgim nedeniyle zaman zaman bunların yaptıklarını o süzgeçten geçirdim. Bir hadisi şerif var. Mümin bir kadının ya rinin hükümetle çok fazla göbek bağları var... TAN Göbek bağı olabilir. Ama bir İstanbul, 1949 doğumlu. Yükseköğrenimini de gazetecilik ruhu AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (SBF) yapolmalı. Her neyse. tı. Lisans üstü derecesini London City UniBelli noktalarda da versity Media Studies Bölümü ve SBF Sibizim basın görevini yaset ve Yönetim Bilimi Bölümü’nde aldı. Uzun yıllar Cumhuriyet gazeyaptı. Çok da uyudu tesinin çeşitli kademelerinde çalıştı. demek haksızlık ola20. ve 21. dönem DSP İstanbul milbilir. Ofer meselesiletvekili. Eski Turizm Bakanı. ni basın çıkarttı. HatAGİT Parlamenterler Asamblesi ta hükümete bağlı Türk Grubu eski başkanı, eski DSP basında bile Ofer Genel Sekreteri. Yayına giren Sözcü olayı hoş karşılanmagazetesinin yazarı. CHP İstanbul dı. Tabii, bu hediye birinci bölge 3. sıra milletvekili kabul edilmesi meadayı. selesi çok rahatsız edici. 657 sayılı yasa memurun her ne şekilde olursa olsun hedicak havanın sonunda donma olacak diye şimye kabul etmemesi gerektiğini, bu hediyediden tedbir alıyorlar. Ak akça gibi, kara kölerin zapta alınmasını hükme bağlar. Bakın mür de kara kış için... Bir de bir uçak alımına gidildi. Orada Mülkiye’de hep anlatılır. Kendisi de Mülbu iş karşılığı çok lüks bir makam aracı kiye mezunuydu. Eski başbakanlardan ve kabul edilmedi mi? maliye bakanlarından Ferit Melen’den söz TAN Böylece bir avanta, bahşiş, ikram ediyorum. Bir Dünya BankasıIMF toplankültürü yerleştirildi. Demin, bu servet natısı için Türk heyetinin başkanı olarak Jasıl yapıldı, sorusunu sordunuz. Beykoz’da ponya’ya gitti. Müzakerelerin bitiminden balıkçılarla konuşuyordum. Biri bana, “O sonra Japon tarafı Türk heyeti üyelerine tekneyi oğluna alacak parayı nereden bulhediyeler verdi. Ferit Melen derhal zabıt du” diye soruyordu. Tekne dediği de koca tutturdu. Hediyeleri tek tek zapta aldırdı. gemi. Çocuk ya da kardeşi elbisecinin bursuyla okumuştu. Bursla çocuğun okuduğu fakirlik ya da ihtiyaç düzeni içinde bir anda bakıyorsunuz gemi sahibi olmuş. Ahmet Tan kimdir? Ç ÖTÜRENİN YANINA KAR KALIYOR Elbiseci dediğiniz kişi de günün birinde Türkİngiliz İş Konseyi Başkanı olarak karşımıza çıkmadı mı? TAN Bu dönem siyasi muhabirlik değil, polisadliye muhabirliği yapmak herhalde çok zevkli olurdu. Dokunulmazlıkların kaldırılması müthiş bir milli, siyasi ihtiyaç haline geldi. Çünkü yapılanların hesabının sorulması gerekiyor. Alanın ve götürenin yanına kâr kalması dönemini yaşıyoruz. O burslar nasıl ödendi? Acaba elbisecinin ödediği burs vergiden düşürüldü mü? Gemi nasıl alındı? Hiçbir şeyin peşine düşülmedi. Yahya Demirel tahta mobilya yerine sunta ihraç ettiği ortaya çıkınca hayali ihracattan mahkum olmuştu. Şimdi o olay bunlara kıyasla çocuk oyuncağı gibi görünüyor. Aslında hayali de değildi. Suntayı mobilya gibi göstermişlerdi. Ne karşılığında burs verildi? O gemi neyin, nelerin karşılığında alındı? Hiç üzerinde durulmadı. Gazetecilik bakımından çok doyurucu olması gerekirken hiç de doyurucu bir dönem olmadı. İnşallah önümüzdeki dönem doyurucu gazetecilik yapılır. Ben gazeteci arkadaşlarımın TBMM’de bu işlerin takipçisi olmalarını, eğer dokunulmazlıklar da kalkarsa her gazetecinin aynı zamanda polisadliye muhabiri olmalarını umuyorum. Bunların yargılanmaları herhalde çok güzel bir mesleki deneyim olacak. Herhalde bu yolsuzluk iddialarını Meclis’e bırakmayıp derhal yargıya mı intikal ettirilmesi gerekir? TAN Dokunulmazlıklar kalktığı anda savcının önüne gidebilmeleri lazım. Adalet tecelli etmelidir. Gelecek hükümetin bunu yapması bir toplumsal ve hukuksal sorumluluktur. Bir de ortalıkta mantar gibi türeyen birtakım müteahhit şirketleri oluştu… TAN Her iktidar kendi zengin sınıfını yaratıyor. Önce kendilerini zengin ettiler, sonra da etraflarını. Kaçak inşaat yaptırmak bir siyasi hayat tarzı haline geldi. Başbakan Ankara’da kirada oturuyor. Ev sahibi kendi partisinin yapsatçı sayın milletvekili. Bir zamanlar televizyonda gösterilen bir Dallas dizisi vardı. Orada ilişkiler birbirinin içine girmişti. Bu da böyle bir ilişkiler ağı. G Ben kendi seçim bölgemdeki mahallelerde görüyorum. Oralara doğalgaz bağlamışlar. Ama hazretler bundan habersiz. Ev ev bir de kömür dağıtıyorlar. Belediyeler hediye alıyor, hediye dağıtıyor. Bir banka TBMM’de üyelere dizüstü bilgisayarlar dağıttı. Kimsenin kılı kıpırdamadı. TBMM bunu yaparsa arkası da gelir. bancı bir erkeğin selamını dahi alamayacağını söyler. İyi de mümin olduğunu söyleyen Emine Erdoğan bırakın selamını almamayı, nasıl hiç tanımadığı erkek bir kuyumcudan hediye kabul edebildi? TAN Onu bilmem. Ama Emine Erdoğan eşiyle birlikte Moskova’da gittiği bir alışveriş merkezinin açılış töreninde oradaki bir kuyumcudan değerinin 10 bin dolar olduğu söylenen altın bir kolye kabul etti. Belki kolyenin değeri daha fazladır. İslamiyetten bahsediyoruz, ama ülkenin başbakanının eşi tanımadığı bir erkekten selam alması bile memnu sayılırken o hediyeyi afiyetle aldı. Basında o konu üçdört gün işlenince kolyeyi geri verdi. Bırakın ahlaken, kanunen olmayı, dinen asla kabul edilemeyecek işler de yaptılar. ASIN BAZEN GÖREVİNİ YAPTI’ Anladığım kadarıyla medya kartelle ‘B Hediyeleri olduğu gibi geri verdi. Bu olay Mülkiye’de hâlâ bir efsane gibi anlatılır. Belediyeler hediye alıyor, hediye dağıtıyor. Bir banka TBMM’de üyelere dizüstü bilgisayarlar dağıttı. Kimsenin kılı kıpırdamadı. TBMM bunu yaparsa arkası da gelir. Peki, bol keseden hediye alışverişi nasıl bir gelenek? TAN Bu Arabilik ve Vahabilik geleneğinden geliyor. Büyük şehirlerin varoşlarında torba torba erzak, kömür dağıtıyorlar. Bu sadaka kültürü. Politikayı sadaka kültürü haline getirip kendi lehlerine çevirme amacındalar. Arap ülkelerinde bir iş karşılığı dağıtılan komisyonlara bahşiş deniliyor. Bahşiş hediye anlamında. Yani, bunu lokantalarda garsonlara verilen bahşiş sanmayın. Bahşiş kültürü toplumu fazlasıyla sardı. Ben kendi seçim bölgemdeki mahallelerde görüyorum. Oralara doğalgaz bağlamışlar. Ama hazretler bundan habersiz. Ev ev bir de kömür dağıtıyorlar. Herhalde bu sı eyrek yüzyıllık meslek yaşamımda yurtiçiyurtdışında çok seçim izledim. Böyle seçim görmedim. “Cumhuriyet”e ilk kez dış muhabir olarak, İspanya’nın ’82 “demokrasiye geçiş seçimleriyle” adım atmıştım. İspanyollara son derecede net ayrıntılandırılmış bir “gelecek projesi” sunan o tarihi seçimler, “genç demokrasiyi derinleştirmek ve devleti modernleştirmek” üzerine kurulmuştu. Dikta yıllarının ardından iktidara ilk kez talip olan sosyalistler, “solu” bu eksende tanımlamış; slogan olarak benimsedikleri “değişimi” hayata nasıl geçireceklerini kıvırtmadan madde madde önden açıklamış, işbaşına gelince de, ilan edilen “programı” harfiyen uygulamışlardı... “Demokratikleşme” üzerine oturtulan seçim süreçlerine sadece İspanya’da tanık olmadım. Güney Afrika’da ırkçı “apartheid” rejimini yıkan, Mandela’nın devlet başkanlığına gelmesini mümkün kılan tarihi “geçiş dönemini” ve “demokratik anayasa yapım sürecini” izledim... Aynı yıllarda Şili’de “Pinochet diktasıyla” köprüleri atan demokrasiye geçişin aktörü Aylwin’in işbaşına gelişini takip ettim... İtalya’da tam ters istikamettedemokrasinin yerleşmiş kurallarını tersyüz eden “Berlusconizm” dönemini; “Berlusconi tsunamisini” sandıkta frenleyebilen tek lider Prodi’nin “Zeytin Dalı” çıkışını farklı seçim dönemlerindeizledim. Bizim 22 Temmuz seçimlerine benzer bir hamaset, belirsizlik ve kavga gürültü içinde cereyan eden tek seçim görmedim... “Türkiye neden seçim havasına giremedi” sorusunun yanıtı, vatandaş ve seçmene alabildiğince uzaklaşan ve yabancılaşan “siyasi sistem”, “siyasi partiler” ve “seçim sisteminde” aranmalı... Son on yılda gelişen bir “sivil toplum olgusu” var Türkiye’de... Partiler ve liderler ise kaskatı on yıl önce oldukları yerde kaldılar. Değişimi okumak ve “değişimle” köprüler kurmaya çalışmak yerine, bize dayatılan tek tercih ne? “İrtica ve laiklik!” Hiç yanlış anlaşılmasın. Bu tercihin içerdiği “tarihi ve yaşamsal değerin” elbette farkındayım. Laikliğin “olmazsa olmaz” önemini her düzlemde yaşam tarzı, düşünce platformu, siyaset gören ve teslim eden bir insanım. Bu konuda yazmış olduğum onlarca yazı var... Ama el insaf! 21. yüzyılın ilk on yıllık dilimi de sona ermek üzere. “Muasır medeniyeti” seçen Türkiye’nin gündemi sadece bu mu olmalı? Bunun bir gıdım ötesi yok mu? Olamaz mı? Batı’nın 18. 19. yüzyıllarda çözdüğü ve ötesine geçtiği bir meselenin, tüm diğer sorunları gölgede bırakacak, ipotek altına alacak boyutlarda önem taşıyan bir “tek gündemli” maddeye indirgenmesi; nasıl hazmedilebilir? Çok sayıda seçmen bu “tek gündemli maddeyi” hazmedemediği için çaresiz... İKTİDAR MATEMATİKLERİ, 22 Temmuz’un kuyruğuna eklemlenen ve “Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini” içinden çıkılmaz bir kaosa dönüştüren son “Anayasa Mahkemesi kararını”, bu çıkmaza ilave edin... Sandığa 15 gün kala karşımıza çıkan senaryospekülasyon bolluğu ve karmaşasında, el yordamı yön bulmaya çalışıyoruz... Barajı kaç parti, hangi yüzdeyle geçecek? Meclis’e, kaç bağımsız girecek? Bağımsızların kaçta kaçı Kürt milletvekillerinden oluşacak? Grup kurabilecekler mi? Kürt parlamenterler, AKP’nin “dindar cumhurbaşkanı” dayatmasına destek verecek mi?.. gibi sorular ortada dururken; “Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecini” etkileyecek olası yeni değişkenler; “seçim toto” “matematik analizlere” endeksli tahminlerin sil baştan yeniden kurulması, kurgulanması anlamına geliyor... Köşe yazıları ve gazetelerde.. en rağbet gören analizler, “at yarışı tahminlerini” andırıyor. Program, politika, fikir, proje, müstakbel milletvekillerinin kimliğinden çok; barajı aşan parti sayısı ve olası katılım oranları tahminleri üzerinden “3 Kasım oyları yeniden nasıl dağılır hesabı” yapılıyor... Bu “iktidar matematiklerinin hesabı”; “kâğıtborsa hesapları” ile tamamlanıyor. Bu arada kimse burnundan kıl aldırmıyor ve “demokrasi” sözcüğü de ağızlardan düşmüyor. “İktidar denklemlerinde” biz seçmenler, salt “sayıya” indirgenmiş durumdayız... Bir de “havaya girmemiz” bekleniyor! Pes doğrusu... Ne böylesine pervasız bir “güç dili”, ne böyle bir “demokrasi”, ne de böyle bir seçim gördüm.. nilgün?cumhuriyet.com.tr Cıng Şiaoyü, Çin’de 2000’den beri idam edilen en yüksek düzeydeki resmi görevli. en bu duyguyu tanıyorum... Ben bu duyguyu biliyorum… Ben bu duyguyu daha önce de yaşadım… Geçen pazartesinden beri bu duygu peşimi bırakmıyor. Çok kısadan söylemem gerekirse, bu duygu katillerin el üzerinde tutulduğu, katledilenin suçlu muamelesi gördüğü düşüncesini yüreğime yerleştiren duygu… ??? Geçen pazartesiydi. Çok sıcak bir gündü. Bunaltıcı, ağır bir hava… Beşiktaş’ta “Hepimiz Ermeniyiz”, “Hepimiz Hrant Dink’iz”, “Hepimiz Tanığız” yazılı siyah pankartlar, nihayet başlayacak olan mahkeme kapısına doğru dalgalanırken, henüz o duygu içime yerleşmemişti. Göğsümde, Hrant’ın kaygılı bakışlarını taşıyan fotoğraf, sanıyordum ki, orada bulunan herkes hukuk devletine inancı, demokrasinin geleceği için oradaydı… Sanıyordum ki, bu dava, Türkiye’yi, Türklüğü aşağılayan, yerin dibine batıran, lekeleyen hunharca bir cinayetin aydınlanması için bir ilk adım olacak… ??? Sonra.. sonra, pis pis sırıtan kimi B ESİNTİLER ZEYNEP ORAL İçimdeki O Duygu… sorulmuş ve her seferinde geçiştirilmiş, kimseler yanıt vermek zorunda kalmamış… (Gibi değil, aynen öyle…) ??? Ben o mahkeme kapısında yaşadığım duyguyu, daha önce Ankara’daki Sıvas katliamı duruşmalarında da yaşadım. Sanki suçlu olan Madımak Oteli’nde 37 cana kıyan, o insanları yakan caniler değil de, suçlu olanlar o duruşmayı izlemeye gelenlerdi… Suçlu olan öldürenler değil de ölenlerdi… O ateşte kavrulup can verenlerdi… ??? O gün duruşma salonundan içeri giremedim. Ama sonraki günler, duruşmanın ayrıntılarını okudukça bu duygu büyüyerek, yoğunlaşarak yerleşti içime… Türklüğü yüceltmeye niyetli delikanlı üç genç… Arkadaş suratları gördüğümde önce midem bulanmaya başladı. Sanki birtakım insanlar, sanki sanıkları “kahraman” ilan etmek için oradaydı… Sanki bu doğalmış gibi… Kanıksanmış gibi... Sonra Hrant’ın eşine, çocuklarına, oradakilere savrulan tehditler… Mesleği avukatlık olan bir “insan”ın , “it sürüsü”, “canınız cehenneme” ile başlayıp “Hepiniz Hrant’sanız, gidin Ermenistan’a”… Sanki Hrant düşüncelerinden, yazdıklarından dolayı öldürülmemiş gibi… Düşüncelerinden dolayı öldürülmek doğalmış gibi… ??? Sonra… Ne demişti cinayetin azmettiricisi Yasin Hayal, savcıya yazdığı mektupta: “Bizi kullandınız, şimdi neden korumuyorsunuz?” Sanki bu çok sıradan bir soruymuş gibi… Bu ülkede bu soru sık sık grubu canım… “Arkadaş” sözcüğü hiç bunca aşağılanmamıştı… “Arkadaşların”, Emniyet, Jandarma ilişkileri… Çay ocağında çekilen o fotoğraflardaki neşe, samimiyet (meğer sanıklardan “samimi” itiraf alabilmek içinmiş…) ve de “gurur”… Tırnak içindeki her sözcüğün içimdeki o duyguyu pekiştirmesi… Sözcüklerin, kavramların içlerinin boşaltılması, anlam değiştirmesi, yozlaşması çok doğalmış gibi… Bunları da kanıksamışız gibi… ??? Hani Türklüğü aşağılamak falan diyorlar ya… İşte bence Türklüğü en çok aşağılamak bu duyguyu insanların içine yerleştirmek… Katillerin “vatanperver”, düşünenlerin “vatan haini”, katledilenlerin “suçlu” olduklarına alışmamız, kanıksamamız ve artık şaşmamamız… Hani şu sıralar, sabah, öğle, akşam, her öğün seçim propagandalarını dinliyoruz ya, parti liderlerinin ağızlarından hak, hukuk, demokrasi sözcükleri düşmüyor ya, inanın içimdeki bu duygu var oldukça, o söylemlerin hiç ama hiçbir inandırıcılığı kalmıyor… [email protected] Çin’de rüşvetçi müdüre idam Dış Haberler Servisi Çin Devlet Gıda ve İlaç Dairesi’nin eski başkanı Cıng Şiaoyü, yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle idam edildi. Cıng’ın idamı, Pekin’in kalitesiz ürünlerle mücadele konusunda bundan sonra sert önlemlere başvuracağının bir işareti olarak yorumlanıyor. Cıng, mayıs ayında bir kısmı insan sağlığına tehdit oluşturan yüzlerce ilaca 850 bin dolar rüşvet karşılığı onay vermekten suçlu bulunarak ölüm cezasına çarptırılmıştı. Mahkeme kararında, “Cıng’ın ilaç denetimindeki sorumsuzluğunun ve görevini yerine getirirken sergilediği vicdansızlığın halkın ve devletin çıkarlarına zarar verdiği” ifade edilmişti. Onaylanan ilaçlar arasındaki bir antibiyotik türü en az on kişinin ölümüne neden olmuştu. Resmi Şinhua Haber Ajansı, Cıng’ın Çin’de 2000 yılından beri idam edilen en yüksek düzeydeki resmi görevli olduğuna dikkat çekti. Çin ürünleri, hem dışarıda hem de ülke içinde ağır eleştiriler alıyor. Çin’de onlarca kişinin düşük kaliteli veya sahte ilaçlar ve gıdalar yüzünden ölmesi Çin ihraç ürünlerine dönük uluslararası kaygıları da artırmıştı. Çin’de 2005 yılında 13 bebek, besin değeri olmayan süttozuyla beslendikleri için hayatını kaybetmişti. Yine geçen yıl Panama’da onlarca insan Çin’den ithal edilen ilaçlardaki bir kimyasal maddeyle zehirlenerek yaşamını yitirmişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle