06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 MAYIS 2007 CUMA ekonomi AB 6. Çerçeve Programı’na katılan birkaç KOBİ’den biri olan Yoğurt Teknolojileri’nin büyük ortağı Cemil Türün anlattı... Küçük ortaktık ancak deneyimimiz büyük oldu TÜ’nün teknoparkında kurulu, yalnızca 18 kişinin çalıştığı küçücük bir şirket: Yoğurt Teknolojileri. Hem dünyaya mal olmuş Türkçe kökenli bir isim olduğu hem de “teknolojinin de yoğurt gibi mayalanarak çoğaldığını” düşündükleri için şirketin sanatçı ve yazılım mühendislerinden oluşan 6 ortağı Yoğurt isminde karar kılmışlar. 1997’de kurulan şirketin büyük ortağı Cemil Türün ile Avrupa Birliği 6. Çerçeve Programı’na katıldıkları PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM aşını ustalıkla saklayan “yakışıklılar” gibi mi diyelim; cazibesinin zirvesinde değişmemeye, “kararlı” ne kelime, her yıl çekiciliğini daha da arttıran ‘dilberler’ benzetmesini mi yapalım, bilemiyorum... İki yüz yıl önce haritada yeri bile olmayan bir balıkçı iskelesi, hiçbir fizik fevkaladeliğe sahip olmayan bir Akdeniz köyü, Cannes’ın 70 yılda dünya çapında bir çekim merkezine dönüşmesi kuşkusuz mucize filan değil. Gittikçe her anlamda ‘cazipleşen’ bu dev köyün veya şimdilerde 68.200 nüfuslu küçük kentin başarısı insan ‘aklında’ yatıyor. Cannes’ın “Dünya Köyü” noktasına (!) varmasında tek tek insanlar kadar, siyasi iktidar ne renk olursa olsun bir asra yaklaşan ortak bir iradenin, ortak bir bilincin, uzun vadeli kalıcı bir politikanın payı çok yüksek ve belirleyicidir... “Neymiş varılan ‘nokta, nokta’ diye ısrarın” diyerek isyana bile hazırlanabilirsiniz. Haklı olabilirsiniz... Birkaç hatırlatmayla yetinelim. Takdir okurun... ??? İngiliz devlet adamı, Lord Harry Brougham and Vaux 1834 ilkbaharında tüberkülozlu kızının bakımı için, kışı geçirdiği İtalya’dan dönerken, bu defa da kolera salgını nedeniyle Var nehri yakınlarında İtalya ile Fransa arasında sıkışmasa, belki de Cannes, bilinen Cannes olmayacaktı. Rivayete göre Lord yolculuğu sırasında konaklamak üzere geceyi geçirdiği balıkçı köyünün tek hanında yediği Bouillabaisse’in (*) etkisiyle bir süre orada kalmaya karar verir. Biliyorsunuz, İngilizlerin güneş ihtiyaçlarını Akdeniz kıyılarında giderme eğilimleri çok eskilerden beri var. Lord çok sevdiği bu köyde bir yıl sonra kızı Eleonore adına bölgenin ilk malikanesinin inşasına girişir. Duyan gelir, duyan gelir, özellikle de Rus ve Fransız asilzade kesimlerden... Köy İkinci Dünya savaşına kadar sakin, müreffeh ve belirli bir sanatçı–aydın grubunun da yerel hayatla uyumlu yaşadığı balıkçı kasabası olma özelliğini sürdürür. Faşist Mussolini İtalya’sının sinemayı ideolojisini vitrinlemek amacıyla 1932 yılında faaliyete geçirdiği Venedik Mostrası’na karşı Fransız aydın çevreleri de, sinemanın mucitlerinden Louis Lumiere’in sembolik başkanı olduğu Cannes Festivali’ni kotarırlar. Cannes Sinema Festivali’nin açılış günü Venedik Festivalinin başlangıç günü olan 1 Eylül 1939’a planlanmıştır. Aynı gün Nazi Almanyası Polonya’yı işgal eder. İptal edilen şenliğin yeniden gündeme gelmesi için 1946 beklemek gerekecektir. ??? Parasızlık nedeniyle düzenlenemeyen 1948 ve 1950 ile siyasi–sosyal başkaldırı nedeniyle yarıda kalan 1968 hariç, Cannes 60 kez ve her seferinde artan bir ilgi ve eşsiz bir başarıyla en başta belirlenmiş misyonunu yerine getirir. İtalyan Neorealizmi, Fransız Yeni Dalgası (Nouvelle Vague), İngiliz Özgür Sineması (Free Cinema), Brezilya Yeni Sineması (Cinema Novo) gibi sinema dünyasına, sanat–kültür hayatına yön veren akımlar burada kürsü bulur. Dünya sinemasının ‘Dünya Köyü’ Cannes yüzlerce başeseri, onlarca dahi yönetmeni burada gün ışığına çıkar. Bir uca paparazziler ve berisindekileri beyinsiz sineklervari kendine çeken üstsüz starcıklardan, medya ve yedinci sanatın yüksek okullarına uzanan geniş bir yelpazeyi, altyapıyı kurmayı beceren örgütleşme, öteki uca köklü bir sanayi ve ticaret yapısını yerleştirmeyi başarır. Cannes artık yalnızca senenin 10 gününde 150 bin sinema ve/veya medya meraklısının, turistin geçip, kente 120 milyon Avro bıraktığı canlı bir Sinema Müzesi değildir. Kent, köy havasından çıkmadan hâlâ kıyısında balıkçı lokantalarında yemekler yenebilen bir evrensel iş merkezidir. 11’i kendi alanlarında dünyanın zirvesi kabul edilen, yılın 300 gününe yayılan 150 kongre, fuar, salon, şenlik ağırlayan bir kenttir. İki kilometrelik sahil caddesi, festivalin efsanevi “La Croisette”’i 20 bin yatak kapasiteli bir otelcilik yapısına sahiptir. Cannes’ı uzaktan sadece lüksün, snobizmin merkezi, kazıklanma cennetin sananlar yanılır. Çünkü mevsimlik bile olsa müdavimleri bilirler ki, kentin istisnasız her noktasında neredeyse her keseye göre yiyecek, içecek hatta yatacak (sinema şenliği süresince yer konusu gerçekten en büyük sorundur ve tek kelimeyle kazıktır) yer bulunur. Yani Dünya Köyü çile çekmeye göze alan herkesi, yersiz yurtsuzu, çadırcısı dahil herkesi, ama aynı zamanda 481 bin kongreci turisti de çeker (Paris’ten sonra ikinci merkez). Gecesine 10 binlerce Avro’nun ödendiği Majestic, Carlton, Martinez biraz da Hilton gibi otellerden birkaç metre geride, 10 gün süreyle asgari konforlu fare deliklerinde ortalama 100 Avro ödeyerek idare etmeye hazır binlerce sinemaperver aylarca önceden kuyruklara, bekleme listelerine girer. Sektör 2006 sonu itibariyle 16.200 kişilik istihdam alanı, 815 milyon Avroluk bir ciro yaratmış durumdadır... ??? Festival Komitesi başkanı Gilles Jacob, “91 ülkeden, yaklaşık 1000 gazete, 300 televizyon, 200 ajans, 150 radyoyu temsilen gelen 4500’e yakın gazeteci, sinema yazarı, eleştirmen, 1200 sinema yönetmeni, 10 bin civarında yapımcı, dağıtımcı, alıcı, satıcı, görücü ve gerisi, yani sinefil (sinema âşıkları, sinemanyaklar) olmak üzere festival süresince yaklaşık 40 bin kişiyi akredite ediyoruz” diye anlatıyor. “Yarısı Kültür Bakanlığı, Cannes Belediyesi, yerel yönetimler, özel fonlar, kurumsal muhataplar ve sponsorlardan gelen 20 milyon Avroluk bir bütçemiz var. 10 günde 14 bin metrekareye yayılmış 30 kadar salonda 1400 gösteri düzenliyoruz. Evet, La Croisette bir cins Hollywood oldu ama, en sıradan sinema seyircisi de, kendine yapacağı ilk filmi için para arayan genç yeteneğe de kapılar, olanaklar açacak, dengeli bir yapıyı savunuyor, zihniyeti yaşatıyoruz” şeklinde konuşuyor Dünya Köyü Cannes’ın sinemacı bilge ağabeyi... (*) İçinde deniz ürünleri de bulunan, suyu çorba bolluğunda bir cins balık yemeği. [email protected] C 9 Y İ projeyi ve kazanımlarını konuştuk. “3DTV adlı proje 3 boyutlu televizyon üzerine. Diğer deyişle masanın üzerinde oynayacak holografik bir TV. 4 yıl süresi ve 6 milyon Avro bütçesi olan 19 ortaklı devasa bir proje. Almanya’dan Berlin ve Hannover üniversiteleri, ayrıca Finlandiya, Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, İngiltere ve Bulgaristan’dan ortaklarımız var. Türkiye’den ise zaten konsorsiyumun lideri olan Bilkent Üniversitesi ile Koç Üniversitesi, ODTÜ ve bizim gibi bir KOBİ olan Momentum AŞ bulunuyor” diyen Türün bu projenin AB içinde de örnek olarak gösterildiğini vurguluyor. Projenin Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Levent Onursal’ın kendi özgün projesi olması da Türkiye’de bu konuda artı puan kazandırıyor. Yoğurt Teknolojileri’nin bu projedeki rolü ise oyunlarda ve filmlerde kullanılan “hareket yakalama” sistemlerini geliştirmek. ‘YENİ PROGRAMA KATILMAYA KARARLIYIZ’ Bilgisayar grafiği konusunda öncü bir şirket olan Yoğurt Teknolojileri, aynı zamanda Türkiye’deki ilk 3 boyutlu bilgisayar oyunu olan Pusu’nun da yapımcısı. Yoğurt’ta 18 kişilik ekibin üçte biri sadece ArGe yapıyor. Diğer üçte ikisi ise şirketin ayakta kalması için müşterilere yazılım hizmetleri ve çeşitli internet işleri yapıyorlar. Şirketin yıllık cirosu 1 milyon YTL civarında. Yoğurt, 7. ÇP’ye de katılma konusunda kararlı. Türün, “6. Çerçeve içinde, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde bilgisayarların yaygınlaştırılabilmesi ve orta direğin evlerine girebilmesini sağlayacak bir proje vermiştik. Proje beğenilmiş ama yarım puan farkla reddedilmişti .Bize 7. Çerçeve’de tekrar başvurun, aranıza da büyük bir elektronik firmasını alın demişlerdi Demek istedikleri Philips, Alcatel gibi firmalar. Ama biz Vestel ya da Beko gibi bir Türk elektronik firmasının da bu projede olmasını çok istiyoruz” diyor. İTÜ Arı 1 Teknopark’ta 1997’den bu yana faaliyet gösteren Yoğurt Teknolojileri’nde toplam 18 kişi çalışıyor. ‘Dünya çapında oyuncu olmanın ne olduğunu öğrendik’ “Programa katılmak size ne kazandırdı” sorumuza Türün şu yanıtı verdi: “Biz bu projenin en küçük ve en deneyimsiz ortaklarından biriydik. En büyük kazanım tabii ki uluslararası ortaklarımızın çalışma biçimlerini yerinde görebilme, onlarla tanışma ve başka projelere beraber katılma olanağı oldu. Mesela bizi meşhur Fraunhofer Enstitüsü başka bir 6. Çerçeve projesine daha çağırdı. O proje kabul aşamasını geçemedi ama bizim varlığımız hakemler nezdinde yüksek puan almalarına neden oldu. Bilhassa yazmışlar: “Bir Türk KOBİ’sinin projede olması artı puandır” diye. Diğerleri hep dünya devleri olan şirketlerdi, Vodafone, Thomson, Nokia, Fraunhofer vb. ve aralarında biz, Yoğurt Teknolojileri! Dünya çapında teknoloji oyuncusu olmanın ne anlama geldiğini öğrendik diyebilirim. Karşılaştığımız en büyük güçlük, projenin beklediği yazılı çalışmaları yapmak ve dönemsel gerekliliklerin tamamını yerine getirmek oldu. Bu boyda, dev bir projede kaybolmamaya çalışıyoruz, ama sanırım kendi özelliklerimizi de ortaya koyabiliyoruz. Geçen sene de Amerika’da büyük bir fuara katılıp stand kurduk. Bunların hepsini yapabilmemiz, bu proje ve özellikle ortağımız Koç Üniversitesi’nin desteklemesi ile mümkün olabildi. Yani 3DTV projesi sayesinde dünya çapında satılabilecek bir ürün ortaya koymaktayız.” KOBİ’lere yeni fırsat: AB 7. Çerçeve Programı başlıyor vrupa Birliği’nin 1984 yılından beri uyguladığı çerçeve programlarının amacı hem ArGe konusunda Avrupa’da bir ortak pazar yaratmak hem de birliğin dünyanın en rekabetçi ekonomisi olmasının önünü açmak. Geçen dönemde 6. Çerçeve Programı’na “tam katılımı” tercih eden Türkiye 250 milyon Avro katkı payı ödemiş, buna karşılık 50 milyon Avro proje desteği alabilmişti. Ancak önemli bir deneyim de kazanılmıştı. Ocak 2007’de başlayan ve 2013 yılına kadar sürecek olan 7. Çerçeve Programı ise özellikle KOBİ’ler açısından önemli fırsatları da içeriyor. Zira bütçenin yüzde 15’i KOBİ’lere kullandırılacak. AB, program için 54.5 A milyar Avro bütçe ayırdı. 7. ÇP’nin 4 ana programda toplanması öngörülüyor. Bunlar işbirliği, fikirler, insan, yetiler olarak tanımlanmış. Programda 9 tematik öncelik belirlenmiş: Sağlık (8.3 milyar Avro), Gıda, tarım ve biyoteknoloji (2.5 milyar Avro), Bilgi ve iletişim teknolojileri (12.7 milyar Avro), Nanobilim, nanoteknoloji, malzeme ve yeni üretim teknolojileri (4.8 milyar euro), Enerji (2.9 milyar), Çevre ve iklim değişimi (2.5 milyar), Ulaşım ve aeronautics (5.9 milyar), Beşeri ve sosyoekonomik bilimler (0.8 milyar Avro). Türkiye’de bu fonun koordinasyonu TÜBİTAK’ta. KOBİ’lerin yapması gereken ise stratejik bir plan ve program içinde projeler hazırlamak. htiyar marangoz ve “Pinokyo” masalını bilmeyen yoktur. Oyuncak Pinokyo tahtadan yapılmış ve zaman içinde canlanmıştı. Her yalan söylediğinde burnu uzuyordu. Bu noktada Fransızların da bir “Pinokyo’su” olduğunu öğreniyoruz. Ancak onların Pinokyo’su tahtadan filan değil, bayağı insan. Adı “Sarkozy”, Fransızlar ona kısaca “Sarko” diyorlar. Burnu Pinokyo’nunki kadar olmasa da, oldukça büyük. Son yalanı cumhurbaşkanı seçildikten sonra bedava seyahate çıktığı yatın sahibi işadamı ile ilgiliydi. “Devletle iş yapmıyor” dedi, ama balonu çabuk patladı. Burnu belki de bir santim daha uzamış olabilir. Ancak Sarko’da yalan dolan çok. En kızdığı şey ise boyunun kaç santim olduğunun sorulması. Nasıl kızmasın ki, 1.65 metre boyunda, yani cüce olmasa da kısa boylu. Babasının Macar olduğunu söylüyorlar. Annesinin Yunan asıllı Yahudi olduğu belirtiliyor. Bizler onu bakan olduğu dönemde göçmenlere karşı faşist söylemleri ve Türkiye karşıtı davranışları ile tanıdık. Fransızlar ve Amerikalılar ise yıllardır tanıyorlarmış! Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyduğu gün bombası patladı ve Sarko’nun ne olduğu (!) anlaşıldı. Meğer bizim Türk düşmanı “Pinokyo Sarko’nun” sadece burnu uzun değilmiş. Güzel eşi Cecilia’nın icraatlarından dolayı alnında iki tane de çıkıntı varmış. Biz Türkler bu iki çıkıntıya “boynuz” diyoruz. Zaman içinde Cecilia’nın icraatları bir bir ortaya döküldükçe Sarkozy’nin boynuzlarının, burnundan daha uzun olduğu ortaya çıktı. Meğer Sarko’nun eşi kafasına estiği zaman ya da “Pinokyo Sarko’dan” bıktığı zaman alır başını başka sevgililere gidermiş. Hayatın tadını çıkartıp yapacaklarını yaptıktan sonra eve döner bizim Sarko ile yaşamına devam edermiş. Amerikalı reklamcı sevgili basına yansıyanlardan sadece bir tanesi. Cecilia’yı yakından izleyen Fransız magazincileri ise güzel kadının çok “faal” olduğu görüşünde birleşiyorlar. Bu verilerden son İ ATİNA’DAN MURAT İLEM Pinokyo sı sırasında yaşanan trajikomik olaylar ve Yunan hükümetinin o dönemdeki acizliklerini anlatan televizyon programından alıntılar yapacaktım. Araya Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla P. Sarko ve sevgili eşi Cecilia girdi. Yazımı bu ikili ile bitirmeye niyetleniyordum ki, bu defa da Kathimerini gazetesinin CIA Başkanı ile yaptığı söyleşi aklımı çeldi. Yunan gazetesinin sorularını cevaplandıran dönemin CIA Başkanı George Tennet “Kardak krizini biz önledik. İki ülke arasında savaş çıkmaması için yaptığımız müdahale belirleyici oldu” demiş. Bu noktada öncelikle şunun bilinmesi lazım. Son on yıl dikkate alındığında Yunan halkı, basını, politikacıları ve silahlı kuvvetlerinin unutmak istediği, ancak bir türlü aklından çıkartamadığı bir olaydır “Kardak krizi”. O kritik dönemi Yunan tarafından izleyip yaşayan biri olarak şunu söylüyorum: “Sayın George Tennet, siz halt yemişsiniz.” Kardak krizinde savaşı siz değil “Türkiye’nin kararlı tutumu” önlemiştir. Adayı fiilen kendi topraklarına katmak isteyen Yunan tarafının oyunu bir kere daha “Türkiye’nin kararlı tavrı” sonucu başarılı olamamıştır. Eğer Türkiye ciddi, tutarlı, kararlı adımlar atmasaydı, adadaki Yunan askerleri kesinlikle geri çekilmezdi. Yine biliyoruz ki, Kostas Simitis hükümeti krizin ilk döneminde bir taraftan ikiz adacıklardan birinde konuşlanan askerlerini tutmaya çalışırken, diğer taraftan Türkiye’nin kararlılığı karşısında ABD ve AB ülkelerinden yardım istiyordu. ra “Pinokyo Sarko’nun” ne kadar mideli olduğunu tahmin edin. Ancak tercih tabii ki Fransızlarındı, onlar da bu durumu benimsedikleri için “P. Sarko”yu cumhurbaşkanlığı sarayına taşıdılar. Bize ulaşan bilgilere göre kocasının tüm siyasi başarılarına rağmen Cecilia bugünlerde dertli mi dertliymiş. Bir kere artık istediği gibi ortalıktan kaybolamayacağını düşünüyormuş. Her ne kadar “ben cendereye girecek kadın değilim” dese de, kocasının yeni pozisyonundan doğan durum, genç kadının canını çok sıkıyormuş. Haksız da değil, varsayalım bir sevgili buldu ve yine ortadan kayboldu. Kocası sevgili eşini bu defa apartman dairesinde değil Elysee Sarayı’nda bekliyor olacak. Kaldı ki eşini aldatıp, gününü gün eden “First Lady”nin peşinde “paparazzi” ordusu olacak. Yani öyle “ben geldim” diyerek Elysee Sarayı’nda bekleyen P. Sarko’nun yanına rahatça dönemez. Bana kalırsa Fransa’nın yeni cumhurbaşkanının önünde tek seçenek var. Onlarca odası bulunan Elysee Sarayı’nın en azından beş odasını acilen yatak odası olarak yeniden döşetip, karısı ve sevgililerine tahsis etmeli. Bu durumda hem P. Sarko, hem Cecilia, hem de sevgilileri riske atılmadan, strese girmeden, paparazzilere yakalanıp rezil olmadan, hayatlarının geri kalan bölümünde Elysee sarayında “mutlu” günler geçirebilirler. ??? Aslında bu hafta geçen yazımda da belirttiğim gibi Abdullah Öcalan’ın yakalanma Ancak oyun bu defa başarılı olamadı. Türk askerinin diğer adacığa çıktığını ancak gün doğduğunda (beş saat sonra) öğrenebildiler. Sabah 06.30 sıralarında basının karşısına çıkan Başbakan Simitis’in “Yunanistan adacıktan askerini ve bayrağını alıp çekilerek, tüm dünyaya barışçı olduğunu bir kere daha gösterecektir” şeklindeki ifadesi hatırlardadır. Bu noktada Simitis ile kurmaylarına “Savaşı önlemek isteyen (barışçı) bir ülkenin askerinin, aidiyeti tartışmalı adada ne işi vardı?” sorusunu sormak en tabi hakkımız. Ancak ne Yunanistan başbakanı, ne kurmayları ve bakanları, ne de silahlı kuvvetleri yetkilileri bu soruya hiçbir zaman doyurucu cevap veremezler. Verseler bile bu cevap ne bizi, ne de dünyayı tatmin eder. Hadi diyelim “şeytana uydunuz”, cesaretiniz geldi adacığa asker çıkarttınız, bu askeri orada nasıl tutacaktınız? Atina yakınlarındaki Salamina deniz üssünden kalkan gemilerinizin üçte ikisi daha yolun yarısına varmadan arıza yapıp geri dönmüş (ya da çevre adalara kapağı atmışlar). Savaş uçaklarınız yakın adalardan bir kere kalkacak ardından (ana karanın dışında) dönecek ada, inecek havaalanı bulamayacaklar. Kısaca adacıktaki askerlerinize ne denizden ne de havadan hiçbir yardım ulaştıramıyorsunuz. O zaman çekilmekten başka alternatifiniz kalıyor mu? Sözün özü, kimse, özellikle de CIA Başkanı gibiler, kendine durumdan vazife çıkartmaya kalkışmasın. Türkiye Kardak’ta kararlılığını ortaya koydu, çaresiz kalan Yunanistan askerini, bayrağını alıp adacıktan çekildi. Eğer o askerler her şeye rağmen orada kalsalardı, Türkiye ne Amerika’yı, ne CIA başkanı Tennet’i ne de AB’nin çok bilmiş liderlerini dinleyecek, müdahalede ikinci safhaya geçecekti. Bunun ne demek olduğunu ise anlatmaya gerek yok, herkes biliyor. [email protected] BTC’ye darbe Tengiz Bölgesi Petrolleri BurgazDedeağaç Projesi’nden Ege’ye akacak Mahmut GÜRER ANKARA Türkiye 21. yüzyılın büyük enerji atılımı olarak adlandırılan BakuTiflisCeyhan (BTC) Ham Petrol Boru Hattı Projesi’nde Kazakistan şoku yaşıyor. Ülke, BTC’nin taşıdığı petrol oranını yüzde 30 oranında artıracak olan Hazar Geçişli Doğalgaz Projesi’nden çekilirken Ceyhan’a akıtacağı Tengiz petrollerini de Rusya üzerinden BurgazDedeağaç’tan Ege’ye yöneltti. Ankara ise konuyla ilgili harekete geçerken Kazakistan’ın geri adım atmadığı ifade ediliyor. Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin’in ülkeyi ziyareti sonrasında Rusya ile bir protokol imzalanırken bu anlaşmanın Tengiz petrollerinin bir kısmının bu ülkeye gitmesini içerdiği öğrenildi. Ancak Kazakistan, Rusya ile imzaladığı protokolün ardından BTC’ye bağlantılı olarak, Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan ile anlaşmaya vardığı Hazar Geçişli Boru Hattı Projesi’nden çekildi. Böylece BTC’nin yüzde 30 oranında genişlemesi planları da kendiliğinden ortadan kalkmış oldu. Bu kapsamda Kazakistan’ın Tengiz petrolleri, Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Novorossiysk limanına taşınacak. Buradan tankerlerle Bulgaristan’ın Burgaz limanına taşınacak ham petrol, boru hattından Dedeağaç’a akacak. Türkmenistan’ın Hazar kıyı şeridine inşa edilecek 350 km’lik boru hattı Kazakistan’ın 150 km’lik kıyı şeridine uzanacak, oradan Rus sistemine bağlanacak. Projenin 1 milyar dolara mal olacağı belirtiliyor. Hazar Geçişli Petrol Boru Hattı’nın ise yaklaşık 1.2 milyar dolara mal olması bekleniyordu. Projenin bir diğer olumsuz yanı ise Kazak petrollerinin Rusya’nın tercihiyle, Ceyhan Limanı’nı büyük rakip haline gelen Burgaz Dedeağaç Boru Hattı’ndan Ege’ye akacak olması. Kazak petrolü böylece Ege’den uluslararası satışa çıkacak. Kazakistan’ın Nabucco’ya eş yapılacak petrol boru hattınının da yapılıp yapılmayacağı konusunda yeni değerlendirmelere gidilmesine neden olacağı belirtiliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle