06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 2007 Avrupa Tiyatro Ödülleri Robert Lepage ve Peter Zadek’e verildi C kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL 18 MAYIS 2007 CUMA Kültürlerarası arayışlar... İzmir, güzel İzmir, “gâvur İzmir”, çocukluğumun İzmir’i, efelerden çok kadınların, kız çocuklarının İzmir’i beni çağırıyor... İzmir’e doğru yola çıkmışken; Türkiye’nin gündemi, kadınların gündemi bunca kıpır kıpır, bunca yoğunken ve benim aklımla yüreğim yalnız bunlarla doluyken, yine de geçen hafta tiyatro dünyasının iki ustasına verilen ödülleri es geçmek istemiyorum. “Avrupa Tiyatro Ödülleri”, 1987’den bu yana her yıl, tiyatro sanatını bir yerden alıp farklı boyutlara taşıyan, olanaklarını genişleten, ufkunu açan ama bunu yaparken aynı zamanda uluslararası, uluslar üstü kültür değerlerini yücelten, sınır tanımayan, evrensel bir dil yakalayan tiyatro insanlarına veriliyor. On yıl boyunca bu ödülü alanları sıralamam bile ödülün niteliğini kavramanıza yetebilir: Giorgio Strehler, Peter Brook, Arianne Mnoushkine, Heiner Müller, Robert Wilson, Luca Ronconi, Pina Bauch, Lev Dodin... Geçen yıl bu ödül ilk kez bir yazara, Harold Pinter’a verilmişti. 2007 Avrupa Tiyatro Ödülü iki tiyatro insanı arasında paylaştırıldı. Kanadalı Robert Lepage (Lapaj okunur) ve Alman Peter Zadek. Bu ödüle yıllarca ev sahipliği yapmış olan Sicilya’nın Taormina kenti, kültüre ayırdığı parayı kısıp benden bu kadar deyince, telaş içinde yeni ev sahipleri aranmıştı. Kolay iş değil, dünyanın her yerinden 200 kadar tiyatro insanı (daha çok eleştirmen ve araştırmacı, daha az yazar ve sanatçı) o kente akın ediyor ve dört gün boyunca sabahtan akşama panel, seminer, tartışma, her akşam bir oyun konuk ediliyor... Karşılığında dünya basınında ve tiyatro dünyasında müthiş bir prestij ve tanıtım elde ediliyor. 2007 ve 2008 için bu işe Selanik talip oldu. Geçen hafta On Birinci Avrupa Tiyatro Ödülleri buluşmasını dört dörtlük bir organizasyonla gerçekleştirdi. Burada benim gönlüm, hemen Türkiye de devreye girmeli, şimdiden 2009 ya da 2010’da ev sahipliğine talip olmalı diye çırpınıyor. Hele bizim Devlet Tiyatroları’nın da 21 ülke ve 33 tiyatro kurumunu kapsayan “Avrupa Tiyatroları Birliği”ne üye olduğu düşünülünce, neden olmasın! Bu olay 2010 Kültür Başkenti İstanbul’la birleştirilebileceği gibi, Ankara, İzmir, Antalya, Mersin gibi herhangi bir kentte de olabilir... Türkiye’de Böyle... mesi önkoşuldur bu sahiplenilmede. Bu “önkoşul” yoksa, alın terinin de bir önemi yok demektir. Emeğe her zaman sermaye cephesinden bakan milliyetçilik, “alın teri”nin toplumları dönüştürücü özelliğinden gelen “kutsal”lığını kabul etmez doğası gereği. Emekçi ise sınıfsal konumundan ötürü “milli aidiyet”ten uzaktır çoğunlukla. Ama, “ideolojilerin” birbirine geçtiği Türkiye’de alın teri, bir sermaye ideolojisi olan “milliyetçilikle” de buluşabiliyor. Gariptir. ??? Kendilerini ulusalcı olarak adlandıranların, milliyetçiliğin, toplumun her kesimine açılmayı önleyen etkisinden kurtulmak için bu adı seçtiklerini düşünüyorum. Kendilerini milliyetçiliğin ırkçılığa açık tehlikeli imajından ayırmak için türetilmiş bir kavramdır bu. Ancak, ulusalcıların, üstelik kimi sol söylemlerle, dile getirdikleri görüşler milliyetçiliğin sert vurgularından farklı değildir. ABD’nin Türkiye üzerindeki planları, Kürt sorunu, emperyal güçlerin kendi çıkarları için kolaylıkla maniple ettiği İslamcı yükseliş, adı “ulusalcı” olan “milliyetçilik”in yükseliş nedenidir. Emekten tek kelimeyle söz etmemesi, emekçiler adına hiçbir demokratik talepte bulunmaması, ulusalcılığın sağcılığını anlamak için yeterlidir. Milliyetçi sağın ırk temelinde geliştirdiği sağcılık, bugün Türkiye’de bazı ulusalcılarca laiklik ile kimlik üzerinden sürdürülüyor. Laikliğin modernleşmede oynadığı olumlu rolünü ya da yaşamsal önemini tartışma konusu yapanlardan değilim. Ancak laikliğin sağcılık için bir gerekçe yapılması da kabul edebileceğim bir durum değil. Sağcılığın, devlet içindeki silahlı, silahsız ya da derin güçlere başvurmak gibi problemli tutumları var. Bunun iyi bir gidiş olduğuna inanmak benim için zor. Bu tür bir düşünceye sahip birisi olarak sağ bir yapılanma olan AKP ile bir yakınlığımın olması da söz konusu değil. Kimse kusura bakmasın, ideolojilerin birbirine geçtiği Türkiye’de, biliyorum ucube bir kavram olacak ama, AKP de “dinci sağ” bir partidir. Bana, kala kala emeğin, farklılığın, bütünlüğün yanında olmamı sağlayacak “yurtseverlik” kalıyor. Mutluyum. [email protected] Robert Lepage’ın ‘Ayın Uzak Yüzü’ adlı oyunundan bir sahne. ‘OYUN TUTKUSU’ Avrupa Tiyatro Ödülü’nü paylaşan Peter Zadek ile Robert Lepage’ın ortak yanı, ikisinin de sahnede “oyun” kavramını yüceltmeleri... Selanik’te Lepage’ı tanımak ve önceki oyunlarından kısacık parçalar izlemek olanağını buldum. Yazar, yönetmen, oyuncu ve aynı zamanda sahne tasarımcısı Robert Lepage 49 yaşında. “Kanadalıyım” yerine, “Quebecliyim” demeyi tercih ediyor... 500 bin nüfuslu Quebec’te kurmuş olduğu “ExMachina” adlı, adeta bir fabrika gibi çalışan, farklı disiplinlerden pek çok sanatçıyı barındıran topluluğuyla sürekli üretim halinde. Dünya festivalleri ve uluslararası tiyatro piyasasının devleriyle, “gösteri pazarı”yla anlaşmalar yapıp Quebec’teki atölyede yaratıcı ekibiyle bunları üretip dünyaya açılıyor. Oyunları genellikle 89 saat sürüyor. Ancak yaratma sürecini bile başlı başına bir “oyun” olarak ele alıyor. Önemli olan, sonuçtan çok o süreç. “Her oyunda yola çıkış noktamız, içinde yaşadığımız kaos. O kaosu anlatmaya çalışırken risk alıyoruz, birbirimizden etkilenip değişiyoruz, proje her an değişiyor, sonra tüm fazlalıklardan arınmaya çalışıyoruz. Yalınlık ancak sonuç olabilir, başlangıç değil” diyor. Ondan izlediğim “Andersen Masalları”, “Ayın Uzak Yüzü” ve “Lipsynch” (Dudak Senkronizasyonu) oyunlarındaki onar dakikalık sahneler, yalnız tiyatronun ve sinemanın, videonun, gelişmiş teknik ışık oyunlarının olanaklarından sonsuz yararlanmakla kalmıyor, oyuncuyu yücelten ve birkaç dakika içinde izleyiciyi taa en derinden yakalayıp sarsan, müthiş bir yoğunluğa boğan anlar olarak kalacak belleğimde. Peter Zadek, Berlin’deki provalarını bahane edip Selanik’e gelmeyince, ödül koşullarına uymamış sayıldı ve 60 bin Avro’luk ödülün 30 bin Avro’sunu da alamadı. Onun üzerine düzenlenmiş tüm konuşmalar, paneller iptal edildi. Berliner Ensemble’ın sunduğu Peter Zadek imzalı “Peer Gynt” temsiliyle yetinildi. Bu yıl özendirici nitelikli “Yeni Gerçekler Ödülleri” ise Sırp yazar Biljana Srbljanoviç ile Letonyalı yazar ve yönetmen Alvis Hermanis’e verildi. Srbljanoviç’in “Çekirgeler”; Hermanis’in “Uzun Yaşam” ve “Babalar” adlı oyunları, her üçü de yaşlılık hallerini ele alan, gençlerin yaşlılara karşı acımasızlığını vurgulayan oyunlardı. İster istemez, ’68 gençliği çoktan büyüdü, insan yaşamı uzadı, artık bundan böyle yaşlılık halleri üzerine daha mı çok kafa yoracağız diye düşünüyor insan. Kim bilir??? Selanik’te ödül törenlerinin ilk günü “Ödüller Neye Yarar” adlı panele ayrılmıştı. İngiltere’den, Kore’den, ABD ve Rusya’dan tiyatro eleştirmenlerinin yanı sıra Türkiye’den benim katıldığım bu toplantıda uzun tartışmalar, kendi ülkelerimizden örnekler verdikten sonra yanılmıyorsam şöyle bir sonuca vardık: Basın yayın organlarında, televizyon kanallarında, iletişim ağlarında, yer ve zaman kazanımı açısından, kamuoyunda kültüre, tiyatroya ilişkin bir bilinçlenme sağlama açısından, etik değerleri, insanı insan yapan değerleri yücelttiği oranda, insanı kendini aşmaya, niteliği ve mükemmeli kovalamaya, araştırmaya ve risk almaya yönelttiği oranda, ödüller herkese yarardı. Günümüzde şan, şöhret en büyük güçlerden biri. Gücü nasıl kullandığınız ya da kullanacağınıza bağlı, ödüllerin işe yarayıp yaramaması bence... Yazı bitti, artık İzmir’e gidebilirim! 1 milyar kişi yurtsuz kalacak LONDRA (ANKA) Uluslararası yardım kuruluşu Christian Aid’in hazırladığı rapora göre, küresel ısınma sonucunda 2050 yılına kadar en az 1 milyar insan yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalacak. BBC’nin haberine göre, yardım kuruluşunun hazırladığı raporda, önümüzdeki 40 yıl içinde iklim değişikliklerine bağlı olarak göç edeceklerin sayısının 1 milyara ulaşacağı uyarısında bulunuldu. Rapora göre, küresel ısınmanın neden olacağı kuraklık, seller ve çevresel değişimler dünyanın bazı bölgelerini yaşanılmaz hale getirecek, bu nedenle evlerini terk edenlerin büyük bölümünü ise dünyanın en yoksul ülkelerinde yaşayanlar oluşturacak. Raporda, “İnsan Dalgası” olarak nitelenen ve insanlık tarihinin en büyük nüfus hareketi olarak tanımlanan göçlere karşı derhal harekete geçilmesi gerektiği vurgulandı. arih de ideoloji de öldü” deyince ortalığı ayağa kaldırmıştı Francis Fukuyama. Liberalizmin zaferini ilan ettiği “Tarihin Sonu” kitabı yüzünden az eleştirilmedi Japon asıllı ABD’li yazar. Son yazdığı kitabında, bu görüşlerinden çark etmiş de olsa onu “ideolojilerin bittiğini söyleyen adam” olarak tanıdık. Oysa, bu görüş Fukuyama’dan önce 70’li yıllarda da dile getirilmişti. Ama Soğuk Savaş döneminin, keskin politik ortamında pek de ciddiye alınmayan bir tez olarak unutulmuş gitmişti bu. Kaldı ki, ideolojilerin bitmesini gerektiren bir durum hiç olmadı. Ne dün ne de bugün. Ama, Türkiye politik ortamına baktığında kişi ideolojinin bittiğini iddia edebilir. Bu iddiayı güçlendirecek veriler de bulabilir rahatlıkla. Çünkü Türkiye’de artık ideoloji mücadelesi değil, “kimlik” mücadelesi verilmekte. Kristalize olmuş toplulukların kendilerine hemen bir kimlik yapıştırdıkları tuhaf bir manzara var Türkiye’de. Örneğin İslamcılık tek bir sözcükle ifade edilen ideolojik bir tanımlamaydı eskiden, ama artık tek başına açıklayıcı olmaktan uzak kimileri için. Kendisini İslamcı olarak tanımlayan biri, mutlaka “İslamcı Kürt”, ya da “İslamcı Türk” olduğunu da vurgulamak zorunda. Kimlik, ideolojiden daha öndedir artık. Milliyetçilik, yine tek başına ideolojik bir ifade biçimiyken şimdi eklemlemeler yapılarak başka başka kesimlerin kendilerini tanımlamalarında kullanılıyor. Türkiye’nin Kemalist’i de, solcusu da, sağcısı da milliyetçiliklerini bu ek tanımlamalarla dile getiriyorlar. “Kemalist Milliyetçi”, “Ulusal Sol” gibi tanımlamalar aslında birer “milliyetçilik” tanımıdırlar. Türkiye’de ideolojilerin ortadan kalkmasa bile iç içe geçtiğine iyi birer örnektir bunlar. En somut, en çarpıcı örneğe ise son 1 Mayıs’ta taşınan bir pankartta rastladım. “İşçinin alın teri, şehidin kanı kadar kutsaldır. 1 Mayıs kutlu olsun”. Pankartın altındaki imza ideolojik olarak bu tür bir sahiplenmeye yanaşmayacağını bildiğimiz bir siyasi partiye, yani MHP’ye ait. Milliyetçilik gibi, her olguyu “tek”leştiren bir ideoloji, karşısında olduğu siyasal anlayışların sloganlarını “milliyetçi değerler” aracılığıyla sahiplenebiliyor. İşçinin alın terinin değerli kabul edilmesi için, “şehit kanı” kadar değerli görül “T Uluslararası Eskişehir Film Festivali sürüyor Can HACIOĞLU ESKİŞEHİR 9.Uluslararası Eskişehir Film Festivali, Fransa Türkiye Büyükelçiliği’nin katkılarıyla 25.yılına giren Varan Film Atölyesi’nin hazırladığı bir çalışma gerçekleştirdi. Belgesel yapımı üzerine uzmanlaşmış dünyaca ünlü bir Fransız okulu olan Varan Film Atölyesi’nden Jean Noël Christiani’nin sunduğu çalışmada, atölyenin gelişmekte olan ülkelerdeki genç yönetmenlere düşük bütçeli film yapımını öğrettiği ve kültürel tektipleşmeden kaçışı sağlamayı amaçladığı vurgulandı. Varan Film Atölyesi’nden Jean Noël Christiani 9.Uluslararası Eskişehir Film Festivali ile ilgili yaptığı açıklamada da, festival programını çok sevdiğini belirtti. Festivaldeki birçok filmi bilmediğini belirten Christiani, buna karşın hepsinin çok güzel filmler olduğundan emin olduğunu söyledi. Christiani, festivalin sadece bu kente veya kampusa değil, uluslararası boyuta ulaşmış durumda olduğunu belirterek bu açıdan festivalin bulunduğu yerden bir başka yere taşınmasının gerçekten çok önemli olduğuna dikkat çekti. Festivalin uluslararası bir festival olduğunu kaydeden Christiani, Anadolu Üniversitesi’nin de güzelliği bakımından kendisini çok etkilediğini sözlerine ekledi. Erdal Buldun’un fotoğraf sergisi Bremen’de BREMEN (Cumhuriyet) – Çalışmalarını Almanya’da sürdüren fotoğraf sanatçısı Erddal Buldun, deniz ve su izlenimlerini Bremen’deki bir sergiyle izleyicilerin önüne çıkarıyor. “Kooperative für Fotografie” grubunun da üyesi olan Buldun’un çalışmaları, 18 Mayıs – 25 Haziran 2007 tarihleri arasında Kulturwerkstatt Westend’de ziyaret edilebilecek. Serginde suyun gizil şiddeti ve dingin güzelliği işleniyor. “Meeres Stille” (Denizin Dinginliği) başlıklı sergide, suyun büyüleyici güzelliğini işleyen Erdal Buldun, “Su ve deniz insanı hep kendisine çeker, mutlu kılar ve huzur verir” görüşünü savunuyor. 16 yaşından beri Münih’te yaşadığını belirten Erdal Buldun, çalışmalarıyla ilgili şöyle konuşuyor: “Deniz, duygu ve özlemler için dev bir projeksiyon alanı sunuyor. Bu, bir mutluluk kaynağıdır İnsanlar suyun hayalini kurar ama aynı zamanda da suyun korkunç gücünden korkar. Ben, suyla temasın insanı değiştirdiğinden ve mutlu ettiğinden eminim. Deniz kıyısında büyüdüm. 16 yaşında Türkiye’den Almanya’ya geldiğimde en çok denizi özlemiştim. Denizin hayatımda ne büyük bir rol oynadığını anlayıverdim. İzmir Körfezi’ne bakan eski okulumu, teneffüste avlusunda yediğim ekmeğin parçalarıyla birden ortaya çıkıveren yunusları besleyip durduğum o eski okulumu özlüyordum...” Erdal Buldun’un Waller Heer Str. 294 adresinde faaliyetlerini sürdüren Kulturwerkstatt Westend’de 25 Haziran’a kadar açık kalacak sergisi hakkında ayrıntılı bilgi “Kooperative für Fotografie”nin 04216160455 numaralı telefonundan da alınabilir. ÖRNEKLER SUNULDU Bazı belgesel filmlerden örneklerin sunulduğu çalışmada, atölyenin belgesel film yapımında kullandığı bazı farklı teknik ayrıntılara ve örneklere de yer verildi. Aspendos’ta Selçuklu sembolleri ANTALYA (AA) İrlandalı Selçuklu tarihi uzmanı Mikail Duggan, bir zamanlar Selçuklu sarayı olarak kullanıldığı bilinen Roma dönemi yapıtı, Aspendos Antik Tiyatrosu’nun güney duvarlarında Selçuklu sembolü kabartma aslan, geyik ve güneş figürleri bulduğunu bildirdi. Mikail Duggan, “Bu koleksiyonun, saray kompleksinin girişinin güney yönünde olduğunu ve Köprüçay üzerindeki Selçuklu köprüsü ile bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır. Hayvanların şekilleri, özellikle kapının üzerindeki aslan ve geyik çok büyük sanatsal yeteneği yansıtmaktadır. Buradaki aslan figürü, Abbasi halifelerinin siyah bayrağındaki gibi, dinin aslanını, güneş de inancı sembolize etmektedir.’’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle