06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C daylar adaylar adaylar!.. Yüzlerce, binlerce insanımız milletvekili olabilmek için coşku için olaylar ve görüşler 18 MAYIS 2007 CUMA OKTAY AKBAL ‘Andıç’ ve 301. Madde Dikkatlerinizi çekiyor mu bilmem… Son zamanlarda ülkemizde 3 söz kalıbı, aldı başını gidiyor: “Türkiye seninle gurur duyuyor”, “Şerefsiz” ve “Bu ülkede”… Bu üç söz kalıbı, kavram olarak hedeflediği kişi veya kitlelerin hak edip etmediğine bakılmaksızın, ağızdan fırlarcasına yerli yersiz kullanılmaktadır. Yerinde ve hedefe tam isabet edecek biçimde kullanıldıklarında “cuk oturdu” denir ya, öylesine etkili olacakken; ne kadar da boş, anlamsız, haksız ve düşüncesizce kullanılır oldular. Sözgelimi, “Türkiye seninle gurur duyuyor” tümcesi mutlaka bir güzel duygu sonucu doğaçlama söylenmiştir. Lakin salgın bir hastalık gibi hemen herkes için kullanılıyor olması; hem güzel bir tümceyi berbat etmiş hem de hak etmeyenlere kullanılması nedeniyle antipatik olmuştur. Tümcenin doğuşundaki içtenlik, sadelik, temizlik, öykünme ve sevinç gösterisinin simgeleri gitmiş, birdenbire tiksinti duyulan bir söz kalıbına dönüşmüştür. “Türkiye seninle gurur duyuyor” söylemine muhatap olmak, kolay kazanılacak bir onur mudur? İkincisi “şerefsiz” sözü… Türkçesi “onursuz”dur. Şerefsiz sözü, kızılan ve hatalı görülen her insana karşı “küfür ve hakaret” niyetiyle ne kadar da kolay kullanılıyor... Şerefsizlik yapmak o kadar kolay mı ki de herkes, her önüne gelene rahatlıkla “şerefsiz” diyebiliyor? “Şerefsiz” sözünü her duyduğumda; “şerefsizlerin çok olduğu”na değil de, o sözü kullananların “kendile PENCERE Solda Pazarlık Apaçık Olmalı!.. aşadığımız olaylar baş döndürücü bir ivme kazandı... Cumhuriyet’in “Tehlikenin Farkında mısınız?” uyarısı tüm ülkede kitlesel yoğun bilince dönüştü ve bu bilinç eylemlerle dile getirildi... Farkındalık bilinci öylesine yoğunlaştı ki, uzat elini, tut... İşte ay yıldızlı bayraklar... İşte halk... ? Gazetelere göz atıyorum, İzmir mitingine ilişkin en olumsuz öngörü 1.5 milyon insan üzerinde... Eşi emsali görülmemiş bir halk hareketi yaşıyoruz... Hareketin partisi yok.. Lideri yok.. Parası yok.. Peki Ankara, İstanbul, İzmir ve öteki kentlerde harekete geçen halk kitlelerinin gerçek lideri kim?.. Tek sözcükle: Atatürk!.. ? Milyonlarca kişinin katıldığı, İzmir mitingine soldaki üç partinin üç lideri de gelmiş... Deniz Baykal.. Zeki Sezer.. Murat Karayalçın.. Ancak gazetelerin yazdığına göre kürsüye çıkıp el ele tutuşamamışlar ya da tutuşmamışlar... Aralarında soğuk bir hava esiyormuş... SHP ilk hesapta zaten yoktu... CHP ile DSP de anlaşamamışlar... Nedir dertleri?.. ? Dertleri şu: Kaç milletvekili senden olacak?.. Kaç milletvekili benden olacak?.. Ülkü, hedef, ilke, yön, program üzerine en küçük bir pazarlık ve sorun yok!.. İrtica ve bölücülük lök gibi Türkiye’nin başına çökmüş... Meydanlarda halk bağır bağır bağırıyor... Kurşun eritmeye çağırıyor... Bizim dostlar milletvekili pazarlığında anlaşamıyorlar... ? Politika dönüp dolaşıp öyle bir içeriğin çıkmazına saplandı ki dostlara hak vermek de gerekir; particilik piyasasında örgüt liderinin ensesinde boza pişiren yerel ve genel milletvekili adaylarını listelerde saptarken akılda dolaşan tilkilerin kuyrukları birbirine değmeyecek ve dolanmayacak... Particilik yozlaştı mı yozlaştı... ? Peki, çare ne?.. Çare açıklık!.. Osmanlıcasıyla şeffaflık.. Türkçesiyle saydamlık!.. Pazarlık, kapalı devrede liderlerin baş başa görüşmelerinden kurtarılmalı, partilerin içinden konuya, tartışmaya, anlaşmaya katılanların karşılıklı açık konuşmalarına dönüştürülmeli... Meydanları dolduran halk kitleleri, neyin neresinde birleşmeye ve bütünleşmeye niçin ve neden takoz konulduğunu anlamalı, bilmeli, açık seçik öğrenmeli... ? Baykal, Sezer, Karayalçın saygın isimler... Bu saygın isimler, Cumhuriyet mitinglerine, bir başka deyişle halka saygı duyuyorlarsa, tehlikenin farkındaysalar, Atatürk’e bağlıysalar anlaşırlar... Birleşme ve bütünleşme süreci saydam olmalı... Apaçık sergilenmeli... Liderler anlaşamazlarsa “sorumluluk ya da suç kimde” halk bunu bilmeli!.. Halk bunu bekliyor... Rasim AKKAYA rini tatmin için” kullandıklarına yorarım hep… Bir toplumda o kadar çok şerefsiz olur mu? Şerefsiz sözü, şerefsizlik yaptığı kesinlik kazananlar için söylendiğinde çok anlamlı ve yerinde olur. Her kızdığımıza, her önümüze gelene, bütün kusurların ortak paydası gibi “şerefsiz” genellemesi yapılır mı? Çok hatalı, yanlış yaptı, bu olacak iş mi, suçlu, çok düşüncesiz, onursuz, edepsiz, ahlaksız, terbiyesiz gibi daha nice sözle hitap edebileceğimiz kimselere “şerefsiz” dediğimizde, ne kadar maganda ve mafya kültürü ağzıyla düşündüğümüz, konuştuğumuz ve yaşadığımız ortaya çıkmıyor mu? Bir de “Bu ülkede” söz kalıbımız var ki evlere şenlik… En okumuşundan okul görmemişine kadar herkes, “bu ülkede”, “bu memlekette” veya “Burası Türkiye” sözlerini, konuşmaya ve yazmaya başladıkları her tümcenin başına, hiç düşünmeden koyabilmektedirler. Dikkatli dinler veya okursanız göreceksiniz ki; akademisyeninden politikacısına, yazarından çizerine, sokaktaki insanından bilmem kimine kadar herkes, gazete köşelerinde, radyo mikrofonlarında, televizyon ekranlarında rahatlıkla “Bu ülkede” diye başlayıp “kötüleme ve aşağılama” içeren tümceleri sıralayabiliyor… Bu ne rahatlık, bu ne sorumsuzluk, bu ne sahipsizlik, bu ne özgürlüktür şaşarım! Konuşanlar ve yazanlar, söyler misiniz, “Bu ülkede” diye başlayıp veryansın ettiğiniz yer neresidir? Burada konuşup yazdığınıza göre, Türkiye’den mi söz ediyorsunuz? Bu ülkede, bu memlekette deyip de başladığınız, “kötüleme, aşağılama, küçümseme” içeren söz yığınlarınız hepimizin ülkesi Türkiyemizi küçümsemek, kötülemek amacıyla söylenmiş olmuyor mu? “Türkiyemizde”, “ülkemizde”, “memleketimizde” diyemez misiniz? Tümcenize böyle başladığınızda derdinizi anlatamaz mısınız? Çok mu zor? Yurdu için elini taşın altına koymaktan çekinmemek gerektiğini dünyasına sokmaya çalıştığımız insanlarımızın sahipsizlik ve sorumsuzluk furyasıyla hareket etmesi çok üzücü oluyor… Bize ne oldu da böyle olduk? Daha düne kadar, kendisine, ailesine, yurduna ve evrensel değerlere sahip çıkmak gerektiğini anlattığımız, öğrettiğimiz insanlarımıza ne oldu? Yine de haberiniz olsun diye söylüyorum… “Bu ülkede” diye başlayan her tümcenizle TCK’nin 301. maddesine giren suçu işliyorsunuz! Hem de bugünkünün yerine ikame edilmeye çalışılan “Türk milletini ve Türkiye’yi aşağılamak, kötülemek” suçunu işlemektesiniz. Kendinizi temize çıkarmak veya sözlerinize haklılık kazandırmak adına başkalarını kötülemek ve aşağılamak amacıyla “Bu ülkede” diye başlayan her tümcenizle suç işliyorsunuz, suç! Son günlerin moda sözcüğü ile sesleneyim… Ben de sizleri “andıç”lıyorum… “Bu ülkede” diye başlayan eleştiri ve açıklamalarda, ulusumuzu ve yurdumuzu küçümsemeye, kötülemeye ve alaya almaya yönelik kullanma alışkanlığı, hepimize yapılmış hakaret ve aşağılama değil midir? Bundan böyle, “Bu ülkede” diye başlayıp amacını aşan her sözünüzden dolayı “andıç”lanacaksınız! Yok artık; öyle köşe başlarında oturup “Bu ülkede” diyerek ahkâm kesmek, ülkemizi küçümsemek, kötülemek ve aşağılamak! Ülkemizdeki yanlışlıklarda hiç mi sorumluluğumuz yok da, sözüm ona kimi uyanıklarımız kendilerini temize çıkarmak adına “Bu ülkede” diye başlayan aşağılama ve küçümseme tümcelerini kurabiliyorlar… Ülkemizde kötü giden şeyler varsa, onları yok etmek, bizim yaşlanmayan Türk gençliğimizin birinci görevidir, aynen Atatürk’ün “Bursa Nutku”nda yüklediği ödev gibi… 40 yıldır okuduğum ve kültür hizmetleri ile evimi donattığım gazetemi 3 yazarı yüzünden almaz oldum, içim kanayarak… Yani o 3 yazarın yazdıklarını, yurduma zarar vermeye başladığını duyumsadığımdan itibaren “andıç”ladım ve gazeteyi almaktan vazgeçtim. Ne iyi ettim, aklımı seveyim. Yurdumuzla ilgiliyiz, değil mi? Milletvekilliği, Bir Geçim Kapısı Değil! Y de!.. Her zaman böyleydi! Her zaman milletvekilliği, ulaşılması en çok özlenen bir.. görevdi demek isterdim, ama değil; bir geçim kapısıydı demek daha da doğru... Ayda sekiz bin YTL! Emekliliğinde yine ona yakın bir aylık! Yaşam boyu sağlık hizmetlerinden tüm ailesiyle yararlanmak! Ölümden sonra eşine, çocuklarına ömür boyu parasal, daha da yönetimsel olanaklar bırakmak!.. Her yeni seçimden sonra oluşturulan Meclislerde görmüşüzdür, hemen yapı kooperatifleri kurulur, yeni milletvekillerine en güzel yerlerde evler sağlanır... Daha başka çıkar yolları, milletvekilliğinin getirdiği saygınlık vb. vb... O kadar çok yinelendi ki, ben de o kadar çok yazdım ki, bıkmaya başladım. Her yineleme ister istemez usanç getirir. Yazana da okuyana da!.. ??? Milletvekilliği bir meslek değildir. Bir görev yeridir. Geçici bir süreçtir. Milletvekili olmak isteyen, dört beş yıl bir vatan hizmeti yapacağını.. bu işi en iyi biçimde gerçekleştirmek zorunda olduğunu bilmelidir, diye yazmak söylemek, boşuna mı?.. “Hazine’den geçinenler” diye yazan bir ünlü kişi var... Kendisi de o Hazine’den geçinenlerden değil mi diye, düşünürüm. Dört yıl milletvekilliği yaptı, hem de çok başarıyla... Şimdi o da, milletvekili emeklisi olarak aynı Hazine’den aylık almıyor mu? O yoksa bizler gibi elli yıllık bir gazetecilik serüveninden sonra beş altı yüz YTL’lik emekli aylığıyla mı sürdürüyor yaşantısını? Elbet Hazine’den geçinme diye bir şey olmamalı!.. Milletvekili ile sıradan bir yurttaşın farkı nedir? Niye birine olağanüstü bir yaşantı olanağı, ötekine ise zor bela geçinme, daha doğrusu sürünme parası?.. Üstelik banka kapılarında sabahın ayazında bekleyerek üç kuruşunu alabilme işkencesi!.. ??? Böyle seçimlerle, halkın istekleri, özlemleri gerçekleştirilemez. Giden ağam, gelen de ağam.. koş partilere, liderlere.. listelerde ön yerleri kap, ondan sonra ömrünün sonuna kadar hem kendini hem de ailenin yaşantısını sağlama al!.. Bütün ulus bunu görüyor, biliyor, kızıyor, ama bir şey yapamıyor... Bir avuç politika ustası.. her partiden her görüşten; sağdan, soldan, ortadan hepsi bu Hazine’den pay kapma yarışında... Milletvekilliği belli bir gelir sağlamamalı.. Her oturumun belli bir karşılığı olmalı. Toplantıya katılanlara o da!. Milletin vekili olarak yasalar yapan kişiler bu hizmeti bir görev olarak yapmalı!.. Bunu yıllardır yazar dururum. Kim okur kim dinler, bilmem!.. Yarım yüzyılı çoktan geride bırakmış bir gazeteci, bir edebiyat adamı, bir yurttaş olarak... A HARBİ SEMİH POROY Yasalaştırılmış Irkçılık (2) tarihli Yunan Anaya1975 sası’nın 4’üncü maddesinin 1’inci fıkrasına göre “Tüm yurttaşlar yasa önünde eşittir”; yine aynı maddenin 3’üncü fıkrası, yurttaşlığın, ancak başka vatandaşlığın alınması ve yurtdışında ulusal çıkarlara aykırı faaliyet gösterilmesi halinde alınabileceğini söylemektedir. Bu bağlamda maddenin ırkçı niteliği anayasa madde 4/1’e, çıkarma nedeni ise madde 4/3’e aykırılık arz etmektedir. Buna karşın anayasanın tüm demokratikliğine gölge düşürecek nitelikte kaleme alınmış olan 111/6’ncı madde, Vatandaşlık Yasası hükümlerini anayasal koruma altına almakta, bu nedenle düzenlemenin anayasaya aykırılığı öne sürülememektedir. 1998 Haziranı’nda kaldırılan yasa, ileriye dönük olarak kaldırılmıştır. 43 yıllık uygulama esnasında ortaya çıkan mağduriyetler ise, işlem geriye yürütülmediği için giderilememiştir. 19’uncu maddenin uygulanması daha önce de belirttiğimiz gibi tamamen idari bir süreçtir. Sürecin işleyişinde, öncelikle polis ülkeden ayrıldığı düşünülen kişinin yaşadığı yere gitmekte, komşularından, geri dönüp dönmeyeceklerine dair bilgi alınmaktadır. Civarda yaşayanların verdikleri bilgiler doğrultusunda, kişinin ülkeyi terk ettiğine kanaat getirildiği takdirde vatandaşlıktan çıkarma işlemi başlatılmaktadır. Pratikte görülen bir diğer uygulama biçimi ise yurtdışında bir Yunan temsilciliğine başvuran azınlık mensubunun, bir sonraki gidişinde vatandaşlıktan çıkarıldığını öğrenmesidir. 80’li yıllarda bir dönem görülen bir başka uygulama ise okumayazma bilmeyen azınlık mensuplarının pasaportlarındaki “geri dönüş” dahil ibaresinin karalanarak kendilerine tek çıkışlı pasaport verilmesidir. Yurtdışına “geri dönüş” hakkı olmayan pasaportlarla çıkan azınlık mensupları tekrar sınırdan içeri sokulmamış ve vatandaşlıkları ellerinden alınmıştır. Vatandaşlıktan çıkarma işlemi için izlenen sürecin aksaklığı, Yunan ordusunda askerlik görevini yapmakta olanların vatandaşlıktan çıkarılması gibi trajikomik sonuçlar vermiştir. 19’uncu maddenin uygulanmasında, düzenlemenin adaletsizliğini daha belirgin kılan bir durum da alınan kararın mağdura bildirilme Cem ŞENTÜRK mesidir. Eğitim, çalışma veya turistik amaçla yurtdışında bulunan mağdur, vatandaşlığını yitirdiğini gümrük kapılarında, konsolosluklarda veya Yunan devlet dairelerinde öğrenmektedir. Vatandaşlığını yitirdiğini tesadüfen öğrenen mağdurlar, vakaların büyük bölümünde, 60 günlük idari dava açma süresini geçirdikleri için, meseleyi dava konusu edememektedirler. ÖÇ ETTİRME POLİTİKASININ ARACI 19’uncu madde, 1990’ların sonuna dek süren sistemli göç ettirme politikasının aracısı olmuştur. Bunun anlamı okumayazma bilmeyenlerden, azınlık hakları için mücadele eden elitlere kadar çok farklı kesimlerden insanların madde nedeniyle mağdur olmasıdır. Ancak, madde, özel olarak azınlık aktivistlerini sindirmenin (ve ülkeden sürmenin) aracı olarak kullanılmıştır. Bu konuda en bilindik vaka, gazeteci Selahattin Galip’in yaşadığı mağduriyettir. Selahattin Galip, bir Türkiye ziyaretinin dönüşünde vatandaşlıktan çıkarıldığını öğrenir. Karara karşı açtığı davayı Danıştay önünde kazanan Galip, vatandaşlığını geri aldıktan bir süre sonra, bu kez yurtdışında Yunanistan aleyhine faaliyet gösterdiği gerekçesiyle Vatandaşlık Yasası’nın 20’nci maddesine dayalı olarak vatandaşlığını yitirir. Yunan Vatandaşlık Yasası’nın 19’uncu maddesi mağdurlarının büyük bölümü Türkiye’de, oldukça önemli bir kısmı da Yunanistan’da bulunmaktadır. 1980’lerin başlarından itibaren de Almanya ve Avustralya gibi ülkelerde çalışma amacıyla bulunan göçmen Batı Trakya Türkleri bu madde nedeniyle mağduriyete uğramışlardır. Kıbrıs nedeniyle gerilen ilişkiler sonucu Yunanistan’da yaşayan Türk azınlığın üzerinde artan baskı, pek çok ailenin yaşamlarını tehlikede görerek Türkiye’ye kaçmalarına yol açarken, gizlice sınırı geçenler derhal vatandaşlıktan çıkarılmışlardır. Uygulamanın diğer bir biçimi yurtdışına eğitim veya çalışma amacıyla çıkanların ülkeye sokulmaması veya kendilerine mesleki yaşamlarını sürdürme imkânı tanınmayarak ülkeyi terklerinin sağlanmasıdır. Ülkenin terk edilmesi sağlandıktan sonra (bazen önce) ise 19’uncu madde devreye girmekte, gidenlerin bir daha dönmemeleri sağlanarak, sistematik göç ettirme politikasının tamlayıcısı rolünü oynamaktadır. 19’uncu madde, sistematik göç ettirme politikasının bir parçası olmanın yanı sıra, başlı başına bir seyahat özgürlüğü engellemesi olmuştur. Yunanistan’da bulunanlar, her defasında yurtdışına çıkışta endişe taşırken, Yunanistan dışında bulunanlar ülkeye girişte pasaportlarına el konulabileceği endişesiyle, yıllarca doğup büyüdükleri ülkeye girememişlerdir. Mağdurların bir diğer bölümü ise Yunanistan’da yaşamaktadır. Aralarında hayatında hiç yurtdışına çıkmamış kimseler de bulunan mağdurlar, en alt sosyal seviyede yaşamaya mahkum edilmiş bulunmaktadırlar. Bu kişiler ödedikleri emeklilik primlerinin karşılığı olan emekli maaşlarını alamamakta, sosyal hizmetlerden tam anlamıyla istifade edememekte, çalışabilir yaşta olanlar statüleri nedeniyle ekonomik faaliyete tam anlamıyla katılamamaktadırlar. Yunanistan’da yaşayan mağdurların bir diğer bölümü ise başından itibaren vatansız yaşamaktadır. Ataları Bulgaristan üzerinden bölgeye yerleşmiş azınlık mensuplarına vatandaşlık hakkı verilmemekte, bu yöndeki talepler sürüncemede bırakılmaktadır. “Doğuştan vatansızlar” olarak tanımlayabileceğimiz bu gruptan bir azınlık mensubu, yıllarca vatandaşlık almak için mücadele etmiş, sürekli bürokratik engellere takılan başvurunun olumlu sonuçlanması için hayatında hiç yurtdışına çıkmamış bu kişiden Bulgar vatandaşı olmadığını ispatlaması (!) istenmiştir. Şahıs bu belgeyi uzun uğraşlar sonucu temin etmesine karşın, başvurusu sonuçlandırılmamıştır. ÖNÜŞ SÜRECİ ÇALKANTILI Yasanın kaldırılmasından sonra yeni vatandaşlıktan çıkarmalar görülmemiş, ancak 45 yıllık uygulama Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı G D esnasında çıkarılanların durumunda da bir iyileşme olmamıştır. Yasanın yürürlükten kaldırılmasından sonra Yunanistan’da bulunan mağdurların yeniden vatandaşlığa alınması için yapılan dış baskılar bir ölçüde sonuç vermiş, yüz kadar mağdur tekrar Yunan vatandaşlığına alınmıştır. Bunun haricinde dönem dönem Yunanistan’da yaşayan kimi mağdurlar tekrar Yunan vatandaşlığını almaktadırlar. TürkYunan ilişkilerindeki denge değişimleri ve Avrupa Konseyi önünde konunun tartışılması, bu kısmi geri alma süreçleri üzerinde etkide bulunmaktadır. Uygulamada kaldığı 45 yıl süresince 46 bin 638’i Türk azınlık mensubu olan 60 binden fazla insanın mağduriyetine yol açan Yunan Vatandaşlık Yasası’nın 19’uncu maddesi, Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ne üyelik tarihi olan 1981’den 1998’e kadar geçen 17 yıllık sürede aynı hızıyla uygulanmıştır. 17 yıllık dönemde vatandaşlıktan çıkarılan 7 bin 182 kişinin aynı zamanda Avrupa Birliği vatandaşlıklarını da sebepsiz yere yitirmeleri nedeniyle, Avrupa Birliği’nin doğrudan sorumluluğu bulunmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yeniden kurulan dünyanın insan hakları ve özgürlükler coğrafyası olma hedefini ilk günden ortaya koyan ve bu yönde hızla ilerleyen Avrupa’nın, kendi içerisinde sürekli kanayan bu yarayı, tedavi etme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu sorumluluğu taşıyan Avrupa Konseyi üyeleri son dönemde daha aktif biçimde meseleyi dile getirmektedir. Letonyalı Avrupa Konseyi Üyesi Boris Cilevitz önderliğinde 5 Macar, 2 Alman, 2 Hollandalı, 2 Sırp, 2 Litvanyalı ve Romanya, Azerbaycan, Finlandiya, Çek Cumhuriyeti, İrlanda, Letonya ve Ukraynalı konsey üyesi parlamenterin sundukları önerge, vatandaşlıkları ellerinden alınmış 45 bin kişinin haklarının iadesini hedefliyor. Alışılmışın dışında Türk üyeler haricinde parlamenterlerce sunulan önerge, bu haksızlığın giderileceğine dair umutları yeşertiyor. Umarız bu girişim, devletler arası dengelerin kurbanı olmaz ve hedefine ulaşır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle