06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 MAYIS 2007 CUMA kitap V A S I Z P E R T A V S I Z P E R KULE CANBAZI SUNAY AKIN Etekleri de gayetle kısa!.. de sanıldığı kadar eski değildir. Osmanlı kadınının sokak giysisi olan ferace, laiklik karşıtı olup da çarşaflar içinde şeriat istediğini haykıran kadınların kıyafetinden çok daha çağdaş idi! Ferace giyen bir kadının bir Fransız kadınından tek farkı, eteklerinin biraz daha uzun oluşuydu. İlk feraceler boldu. Fakat sonradan daraldılar ve erkekleri çileden çıkarmaya başladılar. Ahmet Rasim, bir yazısında sokakta önünden yürüyen feraceli bir kadını anlata anlata bitiremez. Feraceden çarşafa geçişi Hikmet Feridun Es, “Kadın kıyafetinde yüz yıl gerileme” olarak yorumlar. Bu geçiş, sokakları kadınlardan arındırmaya niyetli II. Abdülhamit döneminde yaşanmıştır. Ne var ki, çarşaf da kendi modasını yaratmakta gecikmez ve giderek şık bir giysiye dönüşür. Pelerinler giderek kısalarak, çıplak kollar, dirsekler görünmeye başlar. Peçeler de giderek incelir. Çarşaf etekleri ise öylesine daralır ki, rahat adım atabilmek için uzun yırtmaçlar koymak zorunlu olur. Öyle ki, bu durum şarkılara bile konu olur: “Yandan yırtmaç fistanlar / Görünüyor tombul bacaklar” ENÇ KIZLIĞA ADIM ATMANIN GÖSTERGESİ Zamanla, çarşafa girmek genç kızlığa adım atmanın göstergesine dönüşür. Orhan Seyfi Orhon’un unutulan, yıllar geçtikçe kaybolmaya yüz tutan “İlk Çarşaf” adlı şiiri, bize bu geçiş dönemini anlatırken, içerdiği erotik imgelerle oldukça dikkat çekicidir: Dün kayıtsız bir kızdınız açık saf. Bugün artık arkanızda bir çarşaf. Ah, bilseniz ne sevimli ne tuhaf, Bu hal ile duruşunuz ayakta. Ne oluyor hiç sebepsiz bu gülüş Belinizde bu asabi bükülüş Her adımda bu kırılıp dökülüş? Başkalaşmış yürümeniz sokakta. Kalbinizde helecanlar, korkular, Bu genç neden sokuluyor o kadar? Henüz size açılmayan bir sır var, İsminizi fısıldayan dudakta. Erkeklerden belli yeni kaçılmış, Saçınızın kıvrımları saçılmış. Ya göğsünüz neden böyle açılmış? Zannederim hava biraz sıcak da… Bütün gözler karşınızda bir diken, Sanki batıp gıdıklıyor bakarken Hissediyor gibisiniz şimdiden, Kendinizi bir yabancı kucakta!.. C 15 Enis BATUR Karşılaşmalar ünya’yla “temas” Jean Cocteau bağlamında, Samuel Beckett benim kuşağım bir öncekinden, iki öncekinden kıyaslanmayacak ölçüde bahtı açık oldu. Çok erken yaşta büyük ustalarla karşılaşmış olmak bakışaçımı etkiledi, bunu defalarca dile getirdim: Beckett’le, Char’la, Roland Barthes’la yüz yüze gelip konuşmak, gücü zamana yayılan bir ölçeklendirme biçimi yaratıyor genç edebiyat adamı adayının René Char üzerinde. O yaşlarda, iki zıt kutup çekiyor insanı. Her durumda sanıyorsunuz. Birilerini erişilmez, insanüstü saydığınız için, dengelemek uğruna kendinizi olmadığınız bir şey sanma tehlikesinin ortasındasınız. Nedim Gürsel, beni Aragon’la tanıştırdığında hemen tırnaklarımı çıkarmıştım sözgelimi. 1974’te kendimi bir bok sanıyordum, hiçbir bok değildim tabii. Aragon’a temsil ettiği konum ve buna bağlı sözümona sağlam gerekçeler Roland Barthes nedeniyle okumama hakkımı elimde tutarak yaklaşıyordum kafamda. “Siz ne yapıyorsunuz?” sorusuna aslında “umutsuzca, çünkü kaybolmuş biçimde arıyorum” yanıtını vermem gerekirken, Rigaud’nun cümlesini çeşitlemeyi yeğlediydim: “Sizler şairsiniz, bizler ölüm’den yanayız”. Bu haddini bilmez, boş kibre dayalı tavır karşısında kibarlığını terk etmeden ağzımın payını verdiğini söylemeliyim. Zaman içinde, Aragon’un anıt yazısıyla yüzleştikçe utanç duygusunu Louis Aragon tazelemeden edemedim. Daha önemlisi, çok gecikmeden yapıştırma ve yakıştırma ölçülerimden kurtulmamda o çevriliyor. Çevirmenler yazarlarla iletişim türden karşılaşmaların oynadığı roldür. kuruyor: İsmail Yerguz sözgelimi Kundera’yla 1970’li yıllarda, hem yaşıtlarımla, hem de yazışıyor pek çok örnekten biri. Türk önceki kuşaklardan ustalarla kültürel yazarları pek çok yabancı dile çevriliyor. Her sohbetlerimizde, bu konu, bir ucundan ya da yıl onlarca yabancı yazar, düşünür, sanat adamı ötekinden açılırdı. Dünya Edebiyatı’nın Türkiye’ye geliyor; çok sayıda Türk şairi, yazarı yaşayan temsilcilerinin yapıtlarıyla bugünkü Güney Amerika’dan Japonya’ya, dünyaya kadar ilişkide değildik o dönemde. Bizim açılıyor. Dostluklar kuruluyor, gelişiyor, edebiyatımızın pek az ürünü dolaşıma kökleşiyor. Ortak projeler devreye giriyor. çıkabiliyordu. “Trafik” de çok sınırlıydı: Tek Gözle görülür bir kaynaşma sözkonusu artık ve tük yabancı yazar gelir, tek tük yazarımız bundan geridönüş yok; tersine, sonraki yurtdışı etkinliklere çağrılır, kişisel ilişkiler kuşaklarda bu içiçeliğin daha da yoğunluk geliştirildiğine tanık olunmazdı. Karşılıklıydı kazanacağı ortada. tutukluk. Türkiye’de handiyse iki ay geçiren, Bu gelişmenin birden fazla olumlu sonucu yaklaşık 80 sayfa günlük metni yazan Cocteau, olduğu kanısındayım. Birincisi, bir ülkenin bir tek kültür adamının adını verir: Muhsin edebiyatı, iki yönlü açılımlarla zenginleşir, Ertuğrul. kavruk olmaktan kurtulur. İkincisi,öncelikle Tablonun, son on beş yıl içinde hızla değiştiğini farklı dillerin, ülkelerin, uygarlıkların görüyoruz. Dünya Edebiyatının ürünleri, geniş yazarlarının, sonra da okurlarının, biribirilerini bir yelpazede, çoğu kez sıcağı sıcağına dilimize D Cees Nooteboom tek boylarının kısalması bir başkaldırı, aristokrat kesimin uzun etek anlayışına karşı alınan bir intikamdır. Bu intikamın 1900’lü yılların ikinci yarısına kadar gecikmesinde, kadınların dizkapaklarının çirkinliğine inanmaları da neden olmuştur. Etek boylarının tarihini şiirden de takip edebiliriz. 1674 yılında, doksan beş yaşında ölen Robert Herrick’in “Düzensizliğin Hazzı” adlı şiirinden iki dize: Fırtınalar içindeki eteklerde Gözleri fetheden bir dalga Şiirin yazıldığı dönemi düşünecek olursak, rüzgârın şaire kıyak geçtiğini düşünmeyiz. Çünkü 17. yüzyılda etekler rüzgâra kafa tutacak uzunluktaydı. Hem, böyle bir azizlik olsa bile, iç çamaşırlarının bacakları kuşatmışlığından şairin göz banyosu yaptığını düşünemeyiz. Ama yine de, Herrick’in şiirinde eteklerin rüzgârla dalgalanmasından bir haz alındığına tanık oluruz. Nâzım Hikmet’in 1959 yılında yazdığı şiir ise çok daha farklı bir görüntü sunar okura: Laypzigli kızların bacakları gayetle güzel Etekleri de gayetle kısa Ömrümün bu kadar gerilerde kaldığını görmezdim Laypzigli kızların bacakları böyle uzak olmasa. E G Muhsin Ertuğrul N GEÇ İHTİYARLAYAN UZUV... Kısa eteğin kadınlarda yaşının olup olmadığı tartışıla dursun, Nâzım’ın son dizesinden, erkekler için bir uzaklık göstergesi olduğu ortaya çıkıyor. Etek boylarını kısaltmada öncü olanlardan Vouge, kadınlarda en geç ihtiyarlayan uzvun bacak olduğunu söyleyip, kısa etek giyme yaşını uzatanlardandır. Podyumlarda mankenlerin sundukları mini etekler ile sipariş sahipleri için hazırlanan etekler arasında boy farkı vardır. Örneğin, Perry Ellis koleksiyonunda sergilenen etek boyları 30 ile 40 cm. arasında değişirken, normalde bu etekler 50 55 cm. üretilirler. Calvin Klein koleksiyonunun bölüm başkanı Susan Sokol da bu konuda şu itirafta bulunur: “Calvin bunları dizden epey yukarıda gösterir, biz ise daha uzun, dizin hemen üstünde ya da dizi kapatacak boyda, yani 55 60 cm. uzunlukta hazırlarız.” Ülkemizde eteğe çarşafın kalkmasıyla geçildiğini söylersek, yanılırız. Çünkü çarşaf üç parçalı olup bu parçalar peçe, pelerin ve etekten oluşmaktaydı. Çarşafın tarihi E sanmalarını, yanlış konumlamalarını engeller somutlaşan ilişkiler. Uzaktan gördüklerimizi yok yere yüceltmekten de, küçültmekten de öyle kurtuluruz. 1990’dan bu yana, çok sayıda ‘yabancı’ şair, yazar, düşünür ile karşılaştım, bazılarıyla kalıcı olacağını düşündüğüm ilişkiler kurdum. Kimileri mağrur, burnubüyük, benmerkezciydi belki; çoğu düzgün, alçakgönüllü, ‘oldukları gibi’ insanlardı. Aynı ‘yerli’ yazarlarımız gibi. Giderek ortak sorunlarımızın, umut ve umutsuzluklarımızın, düş ve projelerimizin, meraklarımızın ve ilgi alanlarımızın ne denli benzeştiğini, sık sık da kesiştiğini gözlemledim. Önceleri bu duruma biraz şaşırıyordum. Çok geçmeden aynı dünyada yaşadığımızı fark ettim. Her yazar ülkesine hem bağlı, hem yaka silkiyor. Çoğu diline âşık. Hayat pratikleri, geçim sıkıntıları kopya cinayetleri andırıyor. Okurlar, kitap sevdalıları da biribirine benziyor yerkürede. Tutkuları, yakınmaları, beklentileri aynı cümle kalıplarına sığıyor. Harita ölçekleri büyük bir hızla değişiyor. Her karşılaşma bunu doğruluyor. Cees Nooteboom İstanbul’a gelmeden önce bunları düşünüyordum. Lincoln/ Gore Vidal/ Çeviren: Pınar Kemerli/ Literatür Yay./ 818 s. Amerikan tarihini yedi ciltlik bir roman dizisi halinde yeniden yazan Gore Vidal, bu ciltte Abraham Lincoln’ü ve onun ülkeyi gelmiş geçmiş en tehlikeli ve kanlı dönemeçten nasıl geçirdiğini anlatıyor. Sevdikleri, rakipleri ve gelecekteki katili tarafından dikkatle gözlenen, üzerine titrenen bu saf taşra avukatı, korku, hırs ve acının kol gezdiği İç Savaş yılları Washington’ında günden güne uzak görüşlü, yılmaz, kararlı bir lider haline gelecektir. Uçsuz bucaksız pamuk işletmelerinin, çiftliklerin Güney’iyle sanayileşmiş Kuzey, gözünü hırs bürümüş kapitalistlerle köle sahipleri boğaz boğaza savaşırken, politika ve askerlik bilgisinin doruklarına çıkmaksızın çözülemeyecek düğümler örülür. Özgürlüklerine susamış köleler ne olacak? Amerika ikiye, hatta üçe bölünsün mü? İşte bunun gibi hayati soruları yanıtlayacak ve gerekeni yapacak Lincoln’den başka biri olabilir miydi acaba? Felsefe İncelemeleri/ Karl Marx, Friedrich Engels/ Çeviren: Cem Eroğul/ Yordam Kitap/ 114 s. Bu çalışma, tarihsel maddecilik görüşünü, özgün metinlere dayanarak görece küçük oylumlu bir kitap içinde, olabildiğince varsıl bir biçimde sunmayı amaçlıyor. Bundan yaklaşık yarım yüzyıl önce Fransız Marksist Emile Bottigelli tarafından gerçekleştirilen bu derleme, Karl Marx ile Friedrich Engels’in bu konuda kaleme aldıkları en ünlü metinlerden yapılmış bir seçme niteli Devlet/ Gianfranco Poggi/ Çeviren: Aysun Babacan/ İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları/ 276 s. Gianfranco Poggi bu kitabında, devlet kavramını, toplumsal iktidar kavramını, ekonomik, ideolojik ve siyasal iktidar biçimlerini yorumlayıp, devlet kavramının kurumsal içeriğini ele alıyor. Devletin “tarihsel gelişimini” feodal egemenlik biçimlerinin dağılmasından modern liberal demokratik sistemlerin kuruluşuna kadar inceleyen yazar, bunu yaparken özellikle demokrasinin doğuşuna ve doğasına odaklanarak, modern devlet olgusunun bir yorumunu da sunuyor. Liberal demokratik rejimlerin doğasına ilişkin gelişmeleri irdelerken, devlet eyleminin genişleyip, çeşitlenmesiyle biçimlenen eğilimlerle siyaset arasındaki ilişkilere de vurgu yapan Poggi, askeri sorunlardan, uluslararası ekonomik ve ekolojik alandaki çağdaş gelişmelere kadar devletin karşı karşıya kaldığı zorlukları da farklı yorumlarla işliyor. Who is Who Türkiye/ Editör: Ralph Hübner/ Hübners Who is Who/ 1320 s. “Who is Who tüm aile bireyleri açısından basında ve televizyonlarda haber yapılan kişiler hakkında bilgi edinmek için bir başvuru kitabı niteliğindedir. Bunlar, sanatçılar, bilim insanları, üst seviye yöneticiler ve politikacılar olabilirler.” Ralph Hübner’in kurduğu “Who is Who”, hizmet verdiği ülkelerde seçkin kişilerin biyografilerinin yer aldığı ansiklopediler yayımlıyor. Bu kitap, Who is Who Türkiye’nin ilk baskısı. ğinde. Metinlerin bir bölümü, zamanında kitap ya da makale olarak yayınlanmış, bir bölümü el yazması olarak kalmış, bir bölümü ise mektup parçaları. Okurun burada yanıtını bulacağı önemli soruların birkaçı şöyle sıralanabilir: Marx ile Engels, Hegel’in diyalektiğini nasıl anlamışlar ve nasıl kullanmışlardır? Feuerbach düşüncesinde en çarpıcı örneğini bulan metafizik maddeciliğin, toplumsal bir varlık olarak insanı kavrayışındaki temel eksiklik nedir? Diyalektik maddeciliğin doğa bilimleri ile tarih bilimleri anlayışı nedir? Toplum bilimlerinde yöntem ne olmalıdır? Toplumsal ilişkilerde iktisadi etmenin son çözümlemede belirleyici olması ne demektir? Karşılıklı belirlemeler dizgesi içinde devletin, siyasetin, dinin, ideolojinin, felsefenin, bilimlerin etki biçimleri ve ağırlıkları nedir? Toplumsal belirlenme ile bireysel özgürlük nasıl bağdaşır? Şef/ Aykut Küçükkaya/ Cumhuriyet Kitapları/ 244 s. Şef Dursun Uyar ve adamları yüz bini aşkın kişiden para topladı. Yozgat’tan Avrupa’ya, ABD’den Avustralya’ya uzanan bir para diktatörlüğü kurdu… Türkiye’de adaletin dişlileri yavaş işlerken, Şef ve adamları dinci otoritelere yaklaşıyordu. AKP iktidarıyla birlikte Yimpaş’ın eski yöneticileri, Şef’in dostları, bakan, milletvekili, belediye başkanı, il başkanı ve il genel meclisi üyesi oluyordu. Camide soydular! Önce yan yana saf tuttular; birlikte namaz kıldılar. Sonra namaz kıldıkları seccade üzerinde karşılıklı oturdular, el sıkıştılar… Bu kitapta Aykut Küçükkaya, Yimpaş dolandırıcılığının perde akasını anlatıyor. Dönüşüm Sürecindeki Türkiye/ Editörler: Davut Dursun, Burhanettin Duran, Hamza Al/ Alfa Yayınları/ 576 s. “3 Kasım 2002 seçimleriyle de Türkiye’de siyaset, aktörler anlamında yenilenmiş ve köklü bir dönüşümün işaretlerini aksettirmeye başlamıştır. Siyasal sistem, küreselleşme ve Avrupa Birliği’ne üyelik süreci ile serbest piyasa, demokratikleşme ve sivilleşme alanlarında ciddi reformlara tabi tutulmuştur. Bununla birlikte Türk siyasetinde yeni bir siyaset anlayışının yerleştiğini söylemek kolay olmayacaktır. Avrupa Birliği’ne entegrasyon sürecinde yapılan reformların temelde kurumsal/anayasal olduğu gözden kaçırılmamalıdır. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde ortaya çıkan gerilimler, katılımı, uzlaşmayı ve diyalogu temel alan yeni bir siyaset anlayışı oluşturmanın sancılarının kolaylıkla aşılamayacağını göstermektedir. Sancılarını çektiğimiz bu dönüşümün başlangıcı aslında ülkemiz için 19. yüzyıla kadar götürülebilirse de bu kitabın konusu olan dönüşüm, 1980 sonrasında odaklanmaktadır.” Bu kitap, Türkiye’nin yaşadığı dönüşümü 1980 sonrasına vurgu yaparak inceliyor. Anıtsal cami korumasız Kastamonu’daki 650 yıllık caminin kapısı ‘çalınma’ korkusuyla ‘müze’de saklanıyor Oktay EKİNCİ on yıllardaki koruma projeleriyle tarihsel yapılarını kültür turizmine kazandıran Kastamonu’da “eski eser hırsızları”na karşı da ilginç önlemler alınıyor. Özellikle ahşap yapıların “çalınabilir” parçaları yerlerinden alınarak müzelerde saklanıyor… Nitekim, kentin sivil mimarlık simgelerinden Liva Paşa Konağı’nı ziyaret edenler de muhteşem bir ahşap kapı karşısında önce hayran kalıyor, sonra şaşırıyorlar. Çünkü kapı konağa ait değil, kente 15 km. mesafedeki Kasaba Köyü’nde bulunan 650 yaşındaki Çandaroğlu Mahmut Bey Camisi’nin... Asıl yerinde değil de Kastamonu’da sergilenmesinin nedeni ise “çalınması”nı önlemek! Kayıtlara göre Nakkaş Mahmut oğlu Ahmet tarafından yapılan görkemli ahşap kapı, yakın yıllarda çalınmıştı. Emniyet teşkilatıyla birlikte Interpol’ün de ısrarlı aramalarıyla bulununca, köydeki güvenlik yetersizliği yüzünden Liva Paşa Konağı’nda sergilenmesine karar verilmiş. Camiye ise Kastamonulu ustaların “aslı gibi” yaptıkları bir “taklidi” konulmuş… S Yüzlerce yıldır, farklı dönemlerdeki onarımlarda ahşap kısımlarına dokunulmadığından “orijinal” kalabilen camiyi, köy muhtarlığı da “yıpranmasın” diyerek sadece bayram ve cuma namazları için açıyor. ‘AHŞAP MİMARİ HIRSIZLARI’ Ancak büyük kentlerdeki “sosyete müşteriler”e satılmak üzere gerçekleştirilen “ahşap mimari hırsızlıkları”nın giderek artması ise yapının “her an” parçalanabileceği endişesini yaratıyor. Çünkü Anadolu’daki mimarlık mirasımızın özellikle kapıları, ahşap tavan göbekleri, oymalı dolap kapakları ve bezmeli pencere kepenkleri yerlerinden sökülerek metropollerdeki antikacılarda ve bitpazarlarında açıkça sergilenerek pazarlanabiliyor. Prof. Dr. Emre Kongar’ın Kültür Bakanlığı müsteşarıyken bu pazarlamanın da tıpkı eski eser kaçakçılığı gibi suç olduğunu anımsatarak önlenmesi gerektiğini belirten genelgesi ise kim bilir hangi tozlu arşivlerde hâlâ “ilgilenecek” bir vali ve emniyet müdürü bekliyor…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle