06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 MAYIS 2007 CUMA tarihçe BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR Çanakkale ve Enver Paşa Erdoğan AYDIN Çanakkale savaşlarını bütünlüğünde kavramak için bu süreçteki üst kumandaya dair de bazı bilgilere sahip olmak gerek. Bu noktada üzerinde durulması gereken şahsiyetlerden biri kuşkusuz başkomutan (vekili) Enver Paşa, diğeri ise doğrudan doğruya bu cephenin (5. Ordu) komutanı Liman Von Sanders’tir. ??? Çanakkale’ye yönelik saldırının öngününde Enver, Sarıkamış faciasından geri dönmüş bulunmaktadır. Doğaldır ki bir başka ortamda yargılanması, en hafifinden konumundan geri çekilmesi gerekirken o, yetki ve otoritesi sorgulanamaz bir başkomutan olarak görevini sürdürmektedir. Kış ortasında hazırlıksız bir orduyu ölüme sürdüğü ve bunun sonucu olarak tam bir felakete yol açtığı bilgisi her yerde konuşulmaktadır; ama bu bilgileri resmileştirecek, dolayısıyla onu sorgulayarak yaşanan facianın hesabını soracak kurumsal bir güç ve işlerlik yoktu. Mustafa Kemal, aktif görev almak üzere Sofya’dan gelmesinin akabinde Enver’in yanına çıktığında durumu kendi ağzından öğrenmeyi dener: Biraz yoruldun Yok o kadar değil Ne oldu? Çarpıştık, o kadar Şimdi durum nedir? Çok iyidir Başka bir şey konuşmayı olanaksızlaştıran bu yanıt üzerine M. Kemal, “pekiyi, o halde daha fazla rahatsız etmeyeyim” diyerek, atandığı 19. Tümeni bulmak üzere Enver’in yanından ayrılacaktır. 90 bin gencimizin telef edilmesi ve stratejik inisiyatif kaybının belirginleştiği bu ortamda, “çok iyi” olan hiçbir şey olmadığı açıktır; ne ki Enver Sarıkamış faciasından sonra Kurmaybaşkanı Bronsart Paşa ile kaldığı yerden işine devam etmektedir. Tabii bu gerçekten de çok garip olan durumu anlayabilmek için, Sarıkamış seferinin asıl misyonunu hatırlamak gerek: Bu misyon, Marne’de tıkanan, Polonya’ya karşı başlattığı saldırıda başarıya gereksinimi olan Alman emperyalizminin sırtındaki yükü hafifletmek, Rus güçlerini bölüp bir kısmını Kafkasya’da oyalamak, yani Alman askerlerinin daha az zayiatla ilerleyebilmelerini sağlamak için Osmanlı askerlerini ölüme sürmekti. İşin bu gizlenen gerçekliğini kavradığımızda, kabul etmek zorundayız ki Sarıkamış seferi bu meş’um ‘görevini’ başarıyla yerine getirmiştir. Bu bağlamda Kafkas Marşı eşliğinde, Turan hayalleriyle Sarıkamış dağlarına sürülen Anadolu çocukları, farkında olmadıkları bir ‘kutsal’ görevi yerine getirmiş oluyorlardı. Bu anlamıyla durum gerçekten de ‘çok iyi’dir! Enver’i, bu faciaya rağmen böylesi sorgulanamaz kılan şey, Osmanlının içine sokulduğu mutlak bağımlılık ortamında Almanların en güvenilir adamı olmasıydı. Esasen 33 yaşında, ardında hiçbir parlak zafer olmayan, bir alaya bile komutanlık yapmamış bir askerin C Politik Hayvan 13 İmparatorluğun en tepesinde, başkomutan (vekili) olarak durmasının, sürece bütünüyle egemen Almanlara işbirlikçilikten başka da bir izahı yoktu. Bu bağlamda Sarıkamış’ta ölenler öldükleriyle kalacak, Enver sorgulanamasın diye, yaşananlar ağır bir sansürle gizlenecekti. GÖRÜŞ FARKLILIĞI Sarıkamış faciasına ek olarak Cemal Paşa’nın, yine aynı misyonla giriştiği Kanal Seferinin de yenilgiyle sonuçlanması sonrasında Müttefiklerin, bu Almandan çok Almancı, üstelik kendilerini ciddi şekilde meşgul eden gücü devre dışı bırakmak üzere Çanakkale’ye saldırıları kaçınılmazlaşacaktı. Bu bağlamda Mısır’da ve Ege denizinde Çanakkale’ye yönelik güç yığınağına başlanacaktı. Bu güç yığınağına ilişkin alınan istihbaratlar üzerine Alman ve Osmanlı Genelkurmayı da Çanakkale’nin tahkimi sorununa eğilecektir. Von Sanders bu kapsamda Çanakkale ile İzmir arasındaki savunma düzenini kontrole yollanacak, 20 Şubat’tan itibaren Çanakkale’de yoğun bir istihkam çalışmasına başlanacaktır. Ancak Çanakkale ve İstanbul korunmasının yeniden yapılandırılması noktasında Enver ile Sanders arasında ciddi bir görüş farklılığı çıkacaktır. “Enver’in emirlerine göre I. Ordu kuzey kıyısını ve Boğazların batısını koruyacak, 2. Ordu ise güney kıyısını ve Boğazların doğusunu savunacaktı”. Sanders’e göre ise bu, “düşünülebilecek en zayıf savunma düzeni” olduğundan “sert bir şekilde” eleştirilecekti. Bu haliyle “Plan, boğazları tam ortalarından ayırıyor ve komuta birliği prensibini ihlal ediyordu.” Onun görüşüne göre yapılması gereken, bu planın tam tersine, bir ordunun, İngilizFransız çıkarmasına karşı Çanakkale’de diğerinin ise Rus saldırısına karşı İstanbul’da mevzilendirilmesiydi. (Bkz. E.J. Erickson, Si ze Ölmeyi Emrediyorum, s.111) Ne ki Enver de, Bronsart’ın desteğiyle Sanders’in bu yaklaşımını reddedecekti. Ancak hem Sanders’in, Alman Elçisi ve bizzat İmparator Wilhem’e ulaşarak gerçekleştirdiği baskılar hem de Çanakkale’ye gerçekleşen 18 Mart saldırısı sonucunda Enver ısrarından vazgeçmek zorunda kalacak ve Çanakkale savunmasından doğrudan sorumlu olacak bir ordu kurulmasına karar verilecekti. Bu kapsamda 24 Mart’ta 5. Ordu kurulacak ve Sanders’in de I. Orduyu bırakıp onun başına geçmesi istenecekti. Burada özellikle atlanmaması gereken, oysa kimsenin sormadığı kritik soru, başkenti bırakıp, saldırı yönetmek üzere ta Sarıkamış’a kadar gidebilen bir başkomutan (vekili)nin, hemen burnunun dibinde, üstelik doğrudan başkenti korumak kaygısıyla şekillenen bir savunma savaşına neden komuta etmediğidir. ENVER PAŞA’NIN MİSYONU Gerçekte Sarıkamış’ta, sadece Osmanlı ordusu ve başkomutanın özgüveni değil, aynı zamanda bütün İtilaf Bloğunun amiri olan Alman Genelkurmayının da, Enver’in komuta gücüne olan güveni kırılmıştır. Bu nedenle Almanya’nın savaşı sürdürebilmesi açısından da kritik önem taşıdığından riske atılamayacak olan Çanakkale savunmasının yönetimi Von Sanders’e verilecektir. Enver’in yine aynı Alman çıkarları adına misyonu ise, Alman işbirlikçisi olmayan Osmanlılara karşı siyasal merkezi tutmak olacaktır. Böylece Çanakkale’nin komutası, askeri becerisine güvenilen, ama Enver’e karşı eleştirel tutumu nedeniyle merkezde sorun olmaya başladığından İstanbul’dan uzaklaştırılması gereken Von Sanders’e verilerek bir taşla iki kuş vurulmuş olacaktır. Nitekim Sanders de, işin bu yanına işaret eder: “Kafkas Harbi felaketi sebebiyle yaptığım muhtelif itirazlar, bana karşı Enver’in küskünlüğüne sebep olmuş ve bu küskünlük başka suretle de arttırılmıştı. Beni İstanbul’dan uzaklaştırmak istiyordu. İşte bu yüzden 1915 Şubat ortasında Erzurum civarında harabe halindeki 3. Ordunun komutanlığını üstlenmemi teklif etti. Komutanı Hafız Hakkı Paşa 12 Şubatta ani bir şekilde lekeli hummadan vefat etmişti (...) Bu teklifi kesin olarak reddettim.” (Türkiye’de Beş Sene, s.71) 3. Ordu komutanlığını reddeden Sanders, 5. ordu komutanlığını ise hemen kabul edecek ve 1. Ordu komutanlığını Von der Goltz Paşa’ya bırakıp derhal Çanakkale’ye hareket edecekti. İngilizlerin önceden düşünmedikleri kara çıkarması için 25 Nisana kadar süren hazırlıkları ise, Sanders’in Çanakkale’ye ciddi bir yığınak ve tahkimat yapmasını sağlayacaktı (yine de Yarbay Mustafa Kemal, Albay Nikolai gibi kimi Türk ve Alman alt rütbeli subayların inisiyatifleri olmasaydı, bu hazırlıklar Çanakkale’nin geçilmesini engelleyemeyebilecekti). İşte o dönemde Enver’in misyonunu değerlendirebilecek durumda olmayan Mustafa Kemal, böylesi kritik bir savaşta komutanın, yurtsever duygularından kuşkulanılamayacak bir şahsiyet olması gerektiği inancıyla arayış sergileyecekti. Bundan hareketle; “Durumun kritik göründüğü bir sırada, Enver Paşaya, Alman subaylarının savunma stratejilerine güvenmemesini isteyerek, komutayı bizzat ele almak üzere bölgeye davet eden” bir mektup yazacaktı. Söz konusu mektubunda; “vatan müdafaasında kalp ve vicdanlarının bizim kadar çarpmayacağı muhakkak olan” tanımlamasıyla Alman subaylarına atıfta bulunacaktı. Tabii söz konusu talep, Enver’in misyonu çerçevesinde “dikkate alınmayacak” ve Sanders ile görüşmesinde “M. Kemal hakkında iyi şeyler söylemeyecektir” (Bkz., S. Atacanlı, Çanakkale’nin Komutanları, s.129) ransa’nın eski cumhurbaşkanı Jacques Chirac kimileri tarafından “politik hayvan” olarak nitelenir. Çevresinde onu tehdit edebilecek, güç kavgasına girebilecek hatta yerinden edebilecek tüm adayları boğduğu, yok ettiği, itelediği ve kendi bölgesine sokmadığı için. Chirac’ın pençesinden kaçan ayakta kalmayı başarmış, büyümüş ve onun tahtına oturmuş tek bir örnek gösteriliyor bugün; Fransızların yeni cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy. Başka bir deyişle Fransa’nın güce aç yeni politik hayvanı. ??? Brüksel’in ince dallarla sarılmış zarif ormanında böylesi yırtıcı bir hayvanın nasıl davranacağı endişe konusu oldu başta. Orman kurallarına göre aslanlar sofrasından büyük pay alacak bu yeni üye acaba diğerlerinin kemiğine yan gözle bakar mı? Ya da beklenmedik ittifaklara girip küçükleri yaralar, baskın bir politikayla var olan sofranın dengelerini bozar mı? Bu sofrada bir türlü çözülemeyen sorunlar bu yeni politik hayvanın katılmasından sonra daha da artar mı? Brüksel ormanının kuşları daha bu hayvan gelmeden sağa sola dedikodu taşımakla meşguller. ??? Sofranın etrafındakiler yeni üyeyi heyecanla bekledikleri yönünde haber saldılar Paris’e. Şimdilik sofrayı yöneten dişi aslan büyük ziyafet öncesi kendisiyle bir ikili görüşme de yapacak. Konular arasında sofranın değişmesi gereken kurallarının yanı sıra bu sofraya “bir yabancının” katılıp katılmaması da yer alıyor. Orman kuşlarının dediğine göre dişi aslan önce sofra kurallarının benimsenmesini istiyormuş. Yani “önce sofra anayasasını belirleyelim daha sonra yeni üyeler meselesine bakarız” mesajı verecekmiş. Sonra da sessizce ekleyecekmiş “Sen hiç merak etme ben senin yanındayım. Ama şimdilik sesini çıkarma kimseyi uyandırmayalım”. ??? Parisli politik hayvan tahtına çıkana kadar sofraya katılmak için hazırlanan “yabancı” üyelere o kadar çok hırlamış ki sofra başındakiler bile korkmuş. Şimdi bu sofraya bir kral muamelesi görerek gelen bu hayvan sofra kurallarını öyle bir değiştirmek istiyormuş ki kimse katılamasın. Hatta F sofra anayasası belirlenirken sofranın uzunluğuna, genişliğine, kaç kişinin oturabileceğine yönelik kararların da alınmasını istermiş bu hayvan. Bu da yetmezmiş ona, iki hatta üç sofralı bir ziyafet gerekirmiş. Birinci sofrada en büyük altıyedi hayvan, diğer sofralarda küçük hayvanlar oturabilirmiş mesela. Bunu dişi aslan da içten içe desteklese de başkan olduğu için şimdilik sesini çıkarmazmış. ??? Masal daha bitmedi. Aslında yeni başlıyor. Parisli politik hayvanın sofraya oturduğu zaman kimlere sürtüneceği, kimlere tırnak çıkaracağı ve kimlere hırlayacağı henüz açıklık kazanmadı. Ama bu değişiklikten faydalanacak, bu durumu kendi çıkarına kullanmaya çalışacak o kadar çok hayvan var ki bu sofranın etrafında bu masal daha çok uzar. Öte yandan bu sofraya resmen çağrılmış, henüz kabul edilmemiş ve beklemekten yorulmuş gururlu bir kurt da var bu masalın içinde. Parisli politik hayvanla bu zayıf düşmüş kurtun öyküsü ise Aslanlar Birliği’nin en anlatılmaya değer öyküsü olacak. Düzeltme: Geçen hafta bu köşede çıkan yazının son paragrafı baskı hatası nedeniyle yarım kalmıştır. Özür dileyerek yazının son bölümünü bu köşede yayınlıyoruz: “Sarkozy cumhurbaşkanı seçilir seçilmez AB Komisyonu sözde bir uyarıyla “Türkiye’nin müzakere sürecine dokunulmaması gerektiğini” söyledi. Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso’nun Türkiye’yi bu kadar koruduğunu bilmezdik. Bu sürecin devamını bu kadar isteyen Avrupa ne diye müzakereleri kısmen askıya aldı o zaman? AB’nin Ankara konusunda giderek içtenliğini ve güvenirliğini kaybettiği bu dönemde Türkiye destekçilerinin Fransa’ya kafa tutmasını beklemek ne kadar çaresizce bir ümit. Müzakere sürecinde tek bir ülkenin vetosuyla her şeyin donabileceğini görmemektir asıl körlük. Görünen o ki Türkiye için AB yolunda büyük engeller ortaya çıkarılacak. Asıl mesele AB’nin vahşi yolunda Sarkozy gibi güce aç politik bir hayvanın Türkiye’yi ne kadar yaralayacağıdır.” elcpoy?yahoo.fr Enver’in Çanakkale’ye katkısı: Kanlısırt endisinden yana tüm mazeret üretme çabalarına rağmen, Enver’in Çanakkale’ye müdahil olduğu noktada karşılaşacağımız şey, Çanakkale savaşlarındaki en büyük felaket olan Kanlısırt olacaktır. Nitekim “... temelde Von Sanders’in muharebe alanındaki komuta ve strateji sorumluluğuna karışmamayı tercih etmiştir” şeklindeki mazeret ifadelerine rağmen belirtilmektedir ki; “Enver Paşa çeşitli tarihlerde cepheye gelip durumu bizzat görmüş, zaman zaman bazı emir ve talimatlar da vermiş, hatta özellikle düşmanın denize dökülmesi yolunda özellikle başlangıçta ısrarlı ve insan maliyeti çok yüksek taleplerde bulunmuş(tur).” (Bkz., S. Atacanlı, Çanakkale’nin Komutanları, s.129) Felaketle sonuçlanacak olan 19 Mayıs saldırısı, gerçekte “stratejik olarak büyük bir inceliği olmayan bir planın” yansımasıydı; “üstün bir kuvvetle Arıburnu’na yüklenerek Anzakları yoketmek, ya da olduğu gibi denize dökmek amacı güdüyordu. Anzaklar Helles Burnunu güçlendirmek için Arıburnu’ndan asker çekmiş olduklarından, Türkler düşmandan sayıca bire üç üstündüler. Ama şimdi Anzakların üstünde ve ancak birkaç metre ötelerinde oldukları için, toplara açık hedef oluyorlardı. Düşmanın önceden hazırladığı siperlere saldırmak zorundaydılar. Mickey de siyasete bulaştı Çeviri Servisi El Fetih’le birlikte Filistin’de iktidarda olan Hamas, Walt Disney’in ünlü kahramanı Mickey ile siyaset yapıyor. Tabii gerçek adını kullanarak değil! BBC’deki habere göre Mickey, Hamas’ın yayın organı El Aksa Televizyonu’nda yayımlanan “Geleceğin Öncüleri” adlı çocuk programında miniklerin karşısına “Farfur” adıyla çıkıyor. Farfur, Filistinli çocuklara İslamın üstünlüğünü anlatıyor, İsrail ve ABD’ye karşı nefret aşılıyor. El Fetih’in aksine İsrail’in varlığını inkâr eden Hamas’ın kanalındaki programda Farfur’un kız arkadaşı “Saraa” ise çocuklara sık sık Filistinli mahkumları anımsatıyor. “İslam toplumunu eski büyük haline kavuşturacağız ve Kudüs’ü geri alacağız. Allah izin verirse K Sonuç adeta bir katliam olacaktı.” (Lord Kinross, Atatürk, s.107) Mevzilerindeki sağlamlığı anlayamayarak, Anzakların güç azaltmalarını saldırı avantajı olarak okuyan, “Enver Paşa, düşmanın Arıburnu cephesinden bir an önce sökülüp atılmasını ısrarlı bir şekilde istemeye başlamıştı” (M. AlbayrakT. Yılmazer, Çanakkale Muharebeleri, s.86) Gerçi bu isteğin, “Genel Karargâha gerçekçi olmayan raporlar” gönderilmesinden kaynaklandığı söylenerek Enver’in sorumluluğu yine küçültülmeye çalışılmaktadır; ama böylesi raporların yanında karşıt raporların sayısı da az değildir. Nitekim 5. Ordu Kurmay Başkanı Albay Kazım (İnanç)ın, raporunda; “hem Arıburnu hem de Seddülbahir’de ağır kayıplarla sonuçlanan hücumlara artık son verilmesi isteniyor, şehit ve yaralı sayısının 15 bini aştığı, bu durumun karşı tarafın da işine geldiği vurgulanıyordu.” Dahası Kuzey Gurubu Komutanı Esat Paşa da, 19 Mayıs saldırısından 5 gün önceki raporunda; “topçu atışlarımızın yetersizliği ve düşman tahkimatının çok güçlü olduğunu belirtmiş, (üstelik) hedefi Kocaçimentepe’yi almak olan düşmanın bizzat kendisinin taarruz etmek zorunda olduğunu” belirtilerek taarruz fikrine karşı çıkılmıştır. (Age., s.86) Ne yazık ki tüm bu önleme çabalarına kulak asmayan Enver, Sanders’in yapması halinde ‘normal’ karşılanabilecek bir işten, ya ni Osmanlı askerini gözü kara bir şekilde harcamaktan kaçınmayacaktı. Saldırı konusunda Sanders’le anlaşır ve 2. Tümeni, boğazlanmaya gönderilen koyunlar misali İstanbul’dan Çanakkale’ye gönderir. Bu arada bir dizi de bağışlanamaz hata yapılır. Örneğin askerlerin bölgeye yığılması İngiliz keşif uçaklarının görüş alanı içinde gerçekleşir ve buna rağmen saldırıdan vazgeçilmez. Karşı tarafın bu bilgilenmesi yetmezmiş gibi, saldırıya da bando ve marşlarla başlanır. Asıl saldırı gücü olan 2. Tümen subayları ön keşif olanağı bile bulamamış ve kendilerine yeterli topçu desteği de sunulmamıştır. Bunlara ek olarak Osmanlı mevzileri ve hatta ihtiyatları bile İngiliz donanmasının atışlarına açık bulunmaktadır. İşte bu koşullarda 19 Mayıs gecesi 03.30’da, 13 bin Anzaka karşı 42 bin kişiyle başlatılan saldırı, sabahın 10’unda sona erdirilmek zorunda kaldığında, 51 subay ve 3369 er ölü olmak üzere, 10.000’in üzerinde zayiat verilecekti. İki siperin arasını, boydan boya Osmanlının ölü ve yaralıları kaplamıştı. Görüntüye eklenen iniltilerle durum “dehşet verici” idi. İstanbul’dan getirilip dinlenmeden savaşa sokulan 2. Tümen neredeyse ortadan kalkmıştı. Bu facia karşısında Anzakların kaybı ise, sadece 168 ölü, 468 yaralıdan ibaretti. Cezalandırılmayan sorumsuzluk, çıkarılmayan ders insan öğütmeye devam ediyordu. Irak’ı da kurtaracağız” ifadelerini kullanan “çizgi film karakteri”ne El Fetih’in yayın organı olan Filistin Yayıncılık tepki gösterdi. Kurumun yöneticilerinden Ebu Sumaya, “Böyle şiddet içeren siyasi kampanyalara çocukların alet edilmesi doğru değil” görüşünü savundu. Laboratuvarda yüz üretilecek Cemil CİĞERİM SAMSUN Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde 200 bilim insanının katılımıyla yapılan “Kök Hücre ve Doku Mühendisliği” konulu sempozyumda konuşan Prof. Dr. Ahmet Karacalar, bugün yüz naklinin artık rahatlıkla yapılabildiğini, ileride yüzün ve diğer organların bile laboratuvar ortamında üretilebileceğini söyledi. Sempozyuma 15’i ABD’den olmak üzere kök hücre ve doku mühendisliği alanında önemli çalışmaları bulunan 200 bilim insanı katıldı. Sempozyum Başkanı Karacalar, “Şu anda embriyonik kök hücreden a raştırma yapmak yasak. Embriyonik kök hücre yumurta ile sperm birleştikten sonra oluşan hücre grubu. Onlar, canlı oluştuğu için canlıya zarar verme riski yüzünden şu anda o çalışmalara izin verilmiyor” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle