03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C olaylar ve görüşler 9 KASIM 2007 CUMA ‘Tahrik Memuru’ Başbakan!.. aşama bir başka konumda başlamak üzere yola koyulmuşken, rastlantılar ve biraz da siyasal sorumluluk sahibi kimi kişilerin gafletiyle, başta ABD ve AB olmak üzere Türkiye’yi şekillendirmek isteyen güçlerce Başbakanlık koltuğuna oturtulan bir kişinin sözleri, toplumda her gün yeni gerginliklere, yeni tartışmalara yol açıyor!.. Ülke gerçeklerinden ne derecede haberdar olduğu söylediklerinden belli olan Başbakan’ın saçmalamaları, toplumun her kesiminde tepkilere neden oluyor!.. Başbakan son söyleminde; ülke sorunlarına ilişkin görüşlerini açıklayan muvazzaf ve emekli askerleri “tahrik memuru” olarak nitelendirecek kadar düzeysiz bir üslup kullandı!.. Başbakan’ın her türlü edep ve nezaket sınırlarını aşan bu ifadesini, her zaman olduğu gibi “yanlış anlaşılmıştır” şeklinde düzeltebilecek yetenekte bir “sözcü” bulabilmek herhalde mümkün değildir!.. Zaten kimse böyle bir düzeltme yapılmasını da beklememelidir, çünkü bu saçma ifadenin düzeltilebilecek bir yanı yoktur. Güzel Türkçemizde yer alan ünlü bir deyim vardır!.. Çok anlamlıdır: “Zırva tevil götürmez!..” PENCERE ‘Durum Vaziyeti’... urum, vaziyet sözcüğünün öz Türkçesi; ama, bu yazının başlığındaki deyiş, günlük dilde ‘mizahi’ ya da ‘komik’ bir olguyu vurgulamak için kullanılıyor... RTE’nin son gezisiyle AKP’nin PKK karşısındaki durumu ABD’de vaziyete dönüştü... ??? PKK terör örgütü Kuzey Irak’ta üslenmiş, Kandil Dağı gizli saklı değil, yabancı gazetecilere de açık; bu konularda üst üste röportajlar yayımlanıyor.. Demek ki Kuzey Irak Türkiye’ye karşı saldırgan bir terör örgütünü barındırıyor, üslendiriyor, koruyor, besliyor... Kuzey Irak’ta egemen kim?.. İşgalci ABD!.. ??? PKK Amerikan işgali altındaki Kuzey Irak’ta palazlandı, sınırı geçip Türk askerini vuruyor, mayın tuzağına düşürüyor, sonra kaçıp üssüne çekiliyor... Türk askeri ne yapabilir?.. Uluslararası hukuka göre Güneydoğu sınırını geçme hakkımız var; ama, karşımıza sınır ötesindeki ABD dikiliyor: Geçemezsin!.. ??? Ülkede bu ‘durum vaziyeti’ ABD ve güdümündeki AKP’ye karşı öyle bir tepki yarattı ki bir senaryoya ihtiyaç doğdu... Nasıl bir senaryo?.. Bush ile RTE görüşecekler, PKK’ye karşı ortak bir tutum saptayacaklar... Nitekim RTE Amerika’ya gitti; (geçenlerde aynı işi yapan Barzani gibi) Bush’la yan yana fotoğraflar çektirdi... Bizim medya da halkımızı aldatmak için piyasayı gazladı... ??? Bush’un işi iş... Bir eli Kuzey Irak’ta... Bir eli Ankara’da.. Başkan Bush’un Irak’ta konuşlanmak için Barzani ve Talabani’ye ihtiyacı var... Ya PKK?.. O da Amerika’nın elinin altında bulunmalı... Ortadoğu gibi zavallı bir coğrafyada barınan güçleri çatıştırıp petrol kaynakları üstündeki egemenliğini sürdürmek, ortak Amerikan siyasetidir... Bush bu yolda, Barzani ile el ele, beşuş bir çehreyle fotoğraf objektifine geçenlerde sırıtmıştı... Bu kez de Recep Tayyip ile el ele fotoğrafçılara poz verdi... ??? Güneydoğu sınırının iki tarafındaki zavallı halklar medyalarına bakıp dediler ki: Vay canına!.. Başkan Bush bizim liderimizi tutuyor... Zavallı halklar.. Zavallı Türk halkı.. Zavallı Kürt halkı.. Emperyalizmin egemenliğinde çırpınıp duruyorlar.. Birbirlerine düşmanlaşıyorlar.. İkisi de Müslüman.. İkisi de Sünni.. İkisi de Nakşi egemenliğinde ve emperyalizmin köleliğinde... Erdal İnönü’yü Uğurladık eşvikiye Camii’nin bahçesinde yer bulamayan kalabalık, sokaklara taşmıştı. Erdal İnönü’nün ailesi, yakın arkadaşları, dostları son kez yanında olmak istiyor, Türk bayrağına sarılı tabutuna dokunmak, bir karanfil bırakmak istiyorlardı. Pırıl pırıl bir pazar günüydü. Binlerce insan vedaya gelmişti. Güvercinler hep birlikte caminin çatısından kalkıp sokağın diğer yanındaki ağaçların dallarına uçtular. Vakit gelmişti. Erdal İnönü sevenleriyle ilk ve son kez omuzlarda sonsuz bir yürüyüşe çıktı. ??? Erdal İnönü’nün son günlerini gören çok az kişiden biri de bendim. Amerika’ya Erdal Bey’i ziyarete gittiğimizde, aynı uçakta yolculuk yaptığımız eski CHP Genel Başkanı gazeteci Altan Öymen de vardı. Altan Öymen, Hikmet Çetin, Onur Kumbaracıbaşı, Mustafa Sarıgül, Erdal İnönü’yü çok yakından tanıyorlardı. İlginç anıları vardı. “Bizi, toparlayacak, solu birleştirecek İnönü gibi birini bulmak çok zor” diyorlardı. Houston’daki evde, herkes İnönü’nün karşısında birer öğrenci gibiydi. Öylesine bir ağırlığı, saygınlığı vardı. Güneşli bir gündü. İnönüler’in oturduğu evin bahçesindeydik. Sohbet bitmek bilmiyordu. Konu Türkiye ve terördü. Belki de son yürüyüşünü birlikte yaptık. Kumbaracıbaşı ile Sarıgül koluna girmişlerdi. “Yoruldum” dedi... Salondaki koltuğuna oturttuk. Akşam yemekte birlikte olacaktık. Herkes, “Görüşmek üzere” diyerek evden çıktı. Sevinç Hanım yanındaydı. “Türkiye’ye bir mesajınız var mı” diye sordum. Yüzüme baktı, beyaz şapkası başındaydı, yorgun bir gülümseyişle, “Size çok iş düşüyor. Arkadaşlara selam söyleyin..” dedi... O akşam, birlikte yiyeceğimiz yemeğe gelemedi. “Dinlenmek” istemişti. ??? Cumhuriyet Bayramı, bu kez bir başka kutlandı. Yurdun her yanında teröre karşı yapılan yürüyüşler, 29 Ekim Pazartesi günü ulusça dünyada benzeri olmayan bir şölene dönüştü. Cumhuriyet gazetesi bu özel günlerde, okurlarına bir süredir belgesel filmler veriyor. Okurlarımıza ücretsiz olarak verdiğimiz CD’ler özgün senaryo ve usta sanatçı Rutkay Aziz’in seslendirdiği filmlerden oluşuyor. Cumhuriyet Bayramı’nda da bu geleneğimizi sürdürdük. Birçok yerde gazetemiz kalmadı, bazı yerlerde ise bizim CD’ler, ücretsiz olmasına karşın parayla satıldı. Bu yoğun ilgi ve o gün 133 bin gazete satışımız Cumhuriyet yöneticilerini bu tür kampanyalar için yüreklendirdi. Şimdi önümüzde 10 Kasım var. Yine okurlarımıza Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatan bir film hazırladık. Üstelik, Atatürk’ün sevdiği şarkılar da yine aynı CD’nin içinde yer alacak. Ayrıca, her okurumuza Atatürk rozeti de vereceğiz. İyi haftalar. Y O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU kerlerin ilk kez karşılaştığı bir davranış değildir. Bunun benzerleri geçmişte de yaşanmıştır!.. 1. Dünya Savaşı sonrasında, “Mondros Mütarekesi” (30 Ekim 1918) gerekçe gösterilerek işgal edilen Anadolu’yu ve Anadolu toprakları üzerinde yok edilmek istenen Türk ulusunu kurtarmak için mücadeleye koyulan Atatürk başta olmak üzere, muvazzaf ve emekli askerlere İngiliz destekli Osmanlı yönetiminin başbakanı Damat Ferit de benzer bir üslupla saldırıyor, onlar için “asi” ve “eskiya” diyordu!.. (11 Ekim 1919). Ve o kahramanlar için İstanbul’da, Nemrut Mustafa Paşa başkanlığındaki askeri mahkemelerde ölüm kararları veriliyordu!.. Padişah Vahdettin tarafından onaylanan bu kararlar(11 Mayıs 1920), şeriat devleti yapılanması içinde, yönetimde en büyük dinsel makam sahibi olan Şeyhülislam Dürrizade Abdurrahman Efendi tarafından “dinen yerine getirilmesi gerekir” anlamındaki bir “fetva” ile tüm yurda duyuruluyordu!.. Geçen zaman içinde Atatürk ve silah arkadaşlarının, yani muvazzaf ve de emekli askerlerin yaptıkları değerlendirmede ne derece haklı oldukları ortaya çıktı. Damat Ferit, Kurtuluş Savaşı’nda Türk süvarileri İzmir’e girdikten sonra (9 Eylül 1922), vatan haini sıfatıyla yurtdışına kaçtı. Yaşamı bir yıl sonra orada son buldu. Ve sonu çok hazin oldu!.. Askerlere yönelik sözlü saldırıların örneğine Cumhuriyet döneminde de rastlandı!.. İktidar olabilmek için tarikat şeyhlerinin elini öpen; “Atatürk Devrimleri”ni “millete mal olmuş ve millete mal olmamış devrimler” olarak ikiye ayıran; 1932’den beri Türkçe okunan ezanı 1950’de iktidar olur olmaz yeniden Arapçaya çeviren Başbakan Menderes, “Ben orduyu yedek subaylarla da idare ederim. Kravatlı şövalyelerin burunlarını kıracağım” diyerek o güne kadar Cumhuriyet tarihinde askerlere karşı en “tahrik edici” şekilde saldırıda bulundu!.. Menderes’in de 1961’deki sonu çok hazin oldu!.. YAŞAM VE GERÇEKLER Kişilerin siyasete atılıp bir yerlere gelebilmeleri, hatta başbakan olabilmeleri her zaman mümkündür. Ne var ki elde ettikleri bu konum, kendi konusunda uzman olmuş kişilerin değerlendirmelerini algılamak ve onları anlamak için yeterli olamaz. Başbakan da olsa bir kişinin uzmanlık alanı içinde olmayan bir incelemeyi, bir değerlendirmeyi özümseyebilmesi çok zordur. Bu nedenle Başbakan’ın son söylediklerinin hiçbir kıymeti yoktur. Bunlar tümüyle bir kuruma karşı beslenen olumsuz duyguları ifade edebilmek için söylenmiş ve ardına sığınılmış ifadelerdir!.. Kamuoyunu aydınlatma yolunda yapılanları “ülkenin birliğine, beraberliğine saldırmak, kurşun sıkmak” olarak nitelendiren Başbakan, “tahrik memuru” olarak itham ettiği o kişilerin, geçmişte yaşamlarını tehlikeye atarak ülkenin tümlüğü, ulusun bütünlüğü için nasıl mücadele verdiklerini, nasıl kurşunlandıklarını bilmezden gelmektedir!.. Başbakan çağdaş demokrasilerde temel yurttaşlık görevi olan “eleştiri hakkı”nın kullanılmasına kısıtlama getirmek istemektedir!.. Başbakan’ın, “Bunlar sorumluluk almazlar, taşın altına ellerini sokamazlar” diye nitelediği insanların büyük bir kısmı, bugün artık bu sözleri duyabilecek durumda değiller!.. Geçmişte bir taşın altına elini sokarken, ulusu ve ülkesi için bir görev ifa ederken yaşamlarını yitirdiklerinden, şimdi başuçlarında bulunan bir taşın altında yatmaktalar!.. Kemikleri toprak olduğundan, söylenen bu sözleri duymuyorlar!.. Hayatta olanlar ise bu ülkenin geleceğinden kaygılılar!.. Zırvalayanların sonunun hep aynı olmamasını diliyorlar!.. D T OLAĞANDIŞI TUTUM Bir başbakanın kendi ulusunu, kendi ülkesini korumakla görevli olan ordusunun muvazzaf ya da emekli olmuş mensuplarını küçültmeye yönelik saldırılarda bulunması, dünyanın hiçbir yerinde kabul görecek bir davranış değildir. Başka ülkelerde benzer örnekler yaşanmış mıdır bilinmez, ama geçmişte ve bugün Türkiye’de bu yaşananların bir tek nedeni vardır: “Ülke yönetimini eleştirenlerin seslerini kısmak!..” Başbakan bugün Türkiye’yi siyasal açıdan şekillendirmeye çalışırken partisiyle birlikte izlediği “Siyasal İslam” ideolojisi önünde engel oluşturan kişi, kurum ve kuruluşları etkisizleştirmek için çaba sarf etmektedir. Başbakan, Türkiye’nin yönetilmesine ilişkin eleştirileri önlemek için, gerçekleri ortaya koyan kişileri susturmak için caydırıcı bir ortam yaratmak istemektedir. Başbakan “Türk Silahlı Kuvvetleri”ni bu yolda en büyük engel olarak gördüğünden, saldırılarını askerlere yöneltmektedir!.. “Güya bu alanlarda tecrübe sahibiymiş!.. Çıkıp orada konuşanları görüyoruz” diyerek düşüncesini açıklayanları küçümser bir tavırla eleştiren Başbakan’ın bu davranışları hiçbir ölçüyle bağdaşmaz. Hangi dalda uzman olduğu bilinen Başbakan’ın, uzmanlık dalı olmayan bir konuda değerlendirmede bulunması ve sonuçta böyle bir yargıya varması mantıkla açıklanamaz!.. Ama bilmediği konularda çok biliyormuş gibi konuşan, eski dille “ahkâm kesen” Başbakan’ın sözlerini olağan karşılamak gerekir!.. Çünkü Başbakan bugün ne dediğini kendisi de bilmemektedir!.. TARİHTEN DERS ALMAK Başbakan’ın askerler için söylemiş olduğu “Sıfatı ne olursa olsun, ister emekli ister muvazzaf olsun, yaptıkları tek iş var, tahrik etmek” zırvalamasında yer alan “muvazzaf” sözcüğünün Türkçedeki anlamı “vazifeli”, yani “görevli”dir. Bu sözcük Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarında görev yapan ve mesleği askerlik olan personel için kullanılmaktadır. Aynı söylem içinde yer alan “emekli” sözcüğü ise sayıları yüz binleri bulan ve bugün hizmette olmayan eski askerleri kapsamaktadır!.. Başbakan, muvazzaf da olsa, emekli de olsa; askerlerin bir anlamda bugün ülke yönetimine ilişkin değerlendirmede bulunmalarını önlemeye çalışmaktadır!.. Ne var ki bu, as ilan renkli CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle